
Полная версия:
Ali Akbaş Armağanı
O; şiirlerini bir Anadolu kilimi gibi bize âit renk, desen ve motiflerle süslemiş, dizeleri Hoca Ahmet Yesevî’nin, Yunus Emre’nin, Mevlânâ’nın bedesteninden alınan ipek ipliklerle örmüş, mısrâlarında çocukluk hâtıralarını, köyünü, memleketinin her hâlini, insanlarını, börtü böceğini, soğuğunu sıcağını, kurdunu kuşunu, sıla hasretini, vatandaki gurbeti, Ay-Yıldız aşkını, gönlünün hudutlarına aslâ sığmayan sevdâsını ve hayatını şekillendiren mukaddes dâvâsını; bâzen bir çocuk edâsıyla, bâzen Korkut Ata nidâsıyla, bâzen hazin bir gariplik, bâzen yüreklere sığmayan bir sevinç içinde ve zarif bir biçimde dile getirmiştir.
O; “Çiçekler ve Kuşlar” şiirinde, medeniyet kültürümüzde her birinin ayrı bir anlamı ve değeri olan “Sümbül, Güvercin, Lâle, Leylek, Gül ve Bülbül” kelimelerinin şiir diliyle târif ederken, çok güçlü bir lirizmle, klasik motiflere yeni bir bakış açısı getirerek sembolize etmiş ve şunları yazmıştır:
“SümbülBir sülüs besmeledirUlu mâbetlerde süs Buram buram Türk kokan Sultanlar tuğrâsıdır SümbülGüvercinHû çeken dervişYüce ayvanlarda,Semâda bir Mevlevî Hünkârdan el tutmuşO’ndan gayrı herkes unutmuş Akıllı kuş,GüvercinLâleBir Leyle-i Kadîr’de kandil Bir yürek kan içinde Kalmış efgan içindeDeğil piyâleLâleLeylekBir gurbet türküsü gagasındaHer yaz gelir gider Yemen’de kınalar ellerini Beytullah’a yüz sürer Kuş değil melekLeylekGülİslâm’ın fecridir Ter ü tâze,Kucak kucak,Her seher doğacak GülBülbülŞadırvan sesiSelimiye’de, Süleymâniye’de Kur’ân nağmesiTatlı bir elhanHâfız ya da mevlithan Bülbül” 14O; sanatı ciddiye alan, estetiği muhtevâ ile birleştiren, güzellikleri irtifa ile buluşturan, gelenekle gelecek arasında bir köprü oluşturan ve eskimeyen yeniye yeni boyutlar kazandıran, medeniyetimizin ruhunu, Bozkır kültürünü, Anadolu insanının hasletlerini, hasretlerini ve mihveri köy olan mekânların güzelliklerini bir masal anlatımıyla ifâde eden; şiir dilimizi ve şiir zevkimizi şâhikalaştırırken; milleti millet yapan; din, dil, tarih, vatan, bayrak, kültür, ülkü, ortak kader ve birlikte yaşama irâdesi gibi mensûbiyet şuuru oluşturan değerlerimizi çok veciz bir biçimde dile getiren, Hilâl çiçeklerinin açması ve Al Bayrağımızın gölgesinin artması için bir ömür vakfeden ak saçlı bir gönül süvârisidir.
O, 1960’lı yıllarda “ekmek dâvâsı” için mâişet gurbetine çıkıp, Avrupa’ya giden Türk işçilerinin trajedisini, üniversite öğrencisiyken kaleme aldığı “Göç” şiiriyle; gurbeti, hasreti, anadan, babadan, yârdan yârandan, eşten dosttan, vatandan ayrılığın acısını bir ağıt hâlinde destanlaştırmış, bu derin yaranın kahır dolu, serzeniş dolu, hüzün dolu hazin hikâyesini; dünkü satvetli akıncı ruhuyla, bugünkü perişân hâlimizi karşılaştırarak yürek burkan şu mükemmel mısralarla dile getirmiştir:
“Su serperler yaGidenlerin ardından,Dün askere,Hind’e Yemen’e…Bu gün ekmeğeYaban ellere…Dönmezler de ondan;Yoksa niye serpsinler… Sirkeci’den tren gider, Ona binen verem gider.. . Biz hep atla geçtik Tuna’dan, Böyle geçmedikAvrat uşak, Biz hiç böyle geçmedik, Beyler utansın… Sirkeci’den tren gider Varım yoğum törem giderTuna bizden utanırBiz Tuna’danYüzüne kapatır elleriniAldırma be Tuna’mYiğit çıplak doğar anadan Sirkeci’den tren gider Erzurumlu Duran giderBurada ezan var, Orada çan;Uyaan! Uyan! Uyan!Sirkeci’den tren gider, Bir yaldızlı Kur’ân gider…” 15O, şiirlerinde; doğup büyüdüğü topraklara duyduğu hasreti, çocukluk günlerindeki duygularını, hâtıralarını; mensûbu olmakla iftihâr ettiği Türk milletin asâletini, değer yargılarını, kültürünü ve medeniyet anlayışını, inancını, irfanını şiir diliyle terennüm etmiş, kökleri çok sağlam ve çok güçlü bir şiir geleneğinden beslenerek yepyeni ufuklara yelken açmış ve anamızın ak sütü gibi tertemiz ve berrak bir Türkçeyle şiirler yazmıştır.
“Siz hiçKırda bir göze kadar berrakVe bir çocuğun gözleri kadar saf ve temiz Bakabilir misiniz?Daha kıyamet kopmuyorsa eğer,Gökler başımıza çökmüyorsaOnlar sayesindedir.OnlarBize Rabb’in emânetleriOnlar Bosna’da, Grozni’deUganda’da, Somali’de, Bağdat’taFillerin ayakları altında ezilen karıncalar, Onlar daha açmadan solan goncalardır.Vakitsiz ölürse çocuklarBir yer altı nehri doğarAnaların toprağa sızan gözyaşlarındanBir gizli deniz oluşur yavaş yavaşVe sonra bir dağ koyağı,Yâhut bir fay çatlağı bularakTekrar çıkarlar apansızBerrak bir pınar gibiKöhne dünyamızın herhangi bir yerinden” 16O; Ahmet Cevat’a ithâf ettiği meşhur “Göygöl” şiirinde, Göygöl’e dair izlenimlerini tarihi ve kültürel arka plânıyla anlatmış, “Gök mavi, göl mavi, her şey semâvî” diyerek bizleri çok başka âlemlere götürmüş, Türk Dünyası’na dâir duygu, düşünce ve hayâllerini sembolik ifâdeler ve şâheser mısrâlarla dile getirmiş ve bir anlamda en güzel şiirine de imzâ atmıştır:
“Bir seher vaktinde vardık Göygöl’eBurda kızlar gül takıyor kâküle.Alev alev bir gül attım su yandıSunam derin uykusundan uyandı;Yavaş yavaş araladı perdeyiGönlüm göle düşmüş yaban ördeğiGiyip kuşanmaya erinmiş Göygölİpekten tüllere bürünmüş Göygöl.. . Gök mavi, göl mavi, her şey semâviArşa çıkar Ateşgâh’ın aleviBurası Kafdağı tezatlar eviÇıkar her adımda bir masal deviDağlar deve olur bulut güvercinBir gümüş sakallı keçi olur cinYanılıp Göygöl’ü su sanmasınlarBismillah demeden yıkanmasınlar. . Bir Nevruz sabahı sökerken şafakBir şehzâde gelip uyandıracakNal sesleri duyacaksın derindenÖpecek usulca göy gözlerindenAçma duvağını sır verme eleŞu fırtına dinsin, yaz gelsin heleUyu nâtevanım yaralım uyuUyu bahtı kara maralım uyu. . Mesnevî okuyup geçtim Gence’den İçime bir sızı düştü inceden Elvedâ bağlarda üzüm derenler Üzümü unutup hüzün derenler Elvedâ adını unutan şehirElvedâ akmayı unutan nehirAta yâdigârı Gence elvedâ Dalında kuruyan gonca elvedâ!” 17O; bir kuyumcu titizliğiyle işlediği ve sâde bir Türkçeyle kaleme aldığı şiirlerinde bizlere; insan rûhunu kanatlandıran sesler, Mâverâ’dan menzilli adresler, kârîlerini şark bahçelerinden Kaf Dağı’na götüp onlara tayy-i zaman ve tayy-i mekân yaşatan nefesler, çocukluğumuzdan akseden rengârenk kır çiçeklerinin kokusunu teneffüs ettiren râyihâlar duyurduğu gibi; çöle dönmüş ruhları suya kavuşturan gönül sultanlarından ve tarihî destanlardan levhâlar resmetmiş; samîmiyet dolu sımsıcak tebessümlere mesken olan mısrâlarıyla gönül tellerinizi titretmiş bir büyük sanatkârdır.
O; bu toprakların sahip olduğu medenî ve tarihî müktesebâtı, Anadolu insanın gönlündeki duygu birikimini, inanç değerlerini, kültürel zenginliklerini, köye ve köy hayatına dâir her türlü folklorik özellikleri, siyâsî ve sosyal temaları, geçmişe ve çocukluk dönemine yönelik özlemlerini şiirlerinde çok çarpıcı dizelerle dile getirmiştir. O; “makarr-ı ulemâ” ve “makarr-ı şuâra” olan “Şiirin Başkenti”nde yetişmiş; kelâmı “laf” olmaktan çıkartıp “güzel söz”e dönüştürmüş, duygu ve düşüncelerimizi farklı bir idrâk ve ifâde gücüyle buluşturmuş, kelimelerle hayâl ülkesinin esrârengiz ufuklarını tasvir ederken söz ipliğine mânâ incileri dizmiş ve şiiri; hayâtın teri, hayâtı da şiirin sermâyesi olarak görmüş olan -kelimenin kâmil mânâsıyla- ‘Maraşlı bir güzel adam’dır.
O; şiirlerinde doğup büyüdüğü toprakları, köyünü, Elbistan’ı, Ceyhan’ı, Şar Dağı’nı, Maraş’ı anlatmayı da ihmâl etmemiş ve “Bakıra Övgü” şiirinde güneşin Maraş ufuklarına doğuşunu çok edebî bir üslupla şöyle dile getirmiştir:
“Daha gün doğmadan uyanır Maraş Uyanır da mor dağlara yaslanırEla gözlü bir Selçuk şehzâdesiBir kumru hu husu ve ezan sesi Ökkeş sabah sabah bakır dövüyor Bir bakır sinide güneş doğuyorÇekiş sesleriyle, alın teriyleKüçük dükkânlara rahmet yağıyor.”18O; basit gibi görünen, fakat çok güçlü bir şiir nefesini gerektiren, billûr duruluğundaki yalın güzellikleri yakalayıp ifâde edebilen, kudemânın târifiyle “sehl-i mümtenî” denilen ve Yunus Emre’ de ifâdesi bulan bu iddialı yalınlığı ve yumuşaklığı günümüz şâirleri arasında en güzel kullananlardan birisi olup, içindeki hikemî sesin dip dalgalarını muazzam bir biçimde mısrâlaştıran, az ama öz yazan, zarif, nâif şiirlere imzâ atan; düşlerini, hayâllerini, ideâllerini dizelerine yansıtan, aralarına çok güzel mecazlar sıralayan, “Kendi gönül çocuğuna şiirler yazan ve yazdıran”19; “Kutlu Taş”, “Göygöl”, “Kazak Mezarlığı”, “Ana Şehir”, “Öksüz Yurt” gibi pek çok şiiri “gönlümüze dar gelen” hudutların çok ötelerine ulaşan, sesi Türkiye’nin sınırlarını aşıp medeniyet kültürümüzün hükümrân olduğu üç kıtaya yayılan, Turan illerine dâir çok fazla şiir yazan ve “gavim gardaş”ın kanayan her yarasını şiir ile sarmaya çalışan ‘Türk Dünyası Şâiri’dir:
“Kerkük bir öbek kar, çöl ortasındaAh anamız ağlar el ortasındaSağır mısın sağır mısın AnkaraÖldük güpegündüz yol ortasında. . Deryâda yüzen KıbrısBağrı kan sızan Kıbrıs Hangimizin derdi çokBen Kerkük’em sen Kıbrıs”20“Tuna altın, Tuna gümüş Savaşırken yere düşmüş Bir hanın saat kordonu Gün vurur da öğle sonu Baştan ayağa kan akar”21O; şiir pergelinin merkez ucunu Anadolu’ya koymuş, diğer tarafıyla da Türk Dünyası’nı ve gönül coğrafyamızı kucaklamış; Kırım’dan Kazan’a, Aral’dan Çanakkale’ye, Bağdat’tan Kudüs’e, Türkistan’dan Kerkük’e, Altaylardan Tuna’ya, Göygöl’den Bosna’ya, Hazar’dan Harput’a, Erzurum’dan Maraş’a, Söğüt’ten Elbistan’a kadar kelimeleri göklere uçurarak ses bayrağımızı dalgalandırdığı gibi; Azerbaycan Türkü Ahmed Cevat’tan Bahtiyar Vahapzâde’ye, Özbek Türk’ü Çolpan’dan Tatar Türklerinin millî şâiri Tukay’a, Kazak Türk’ü Kasım Amancolov’dan, Saha Türkü Oyunskiy’e , Şehriyâr’dan Cengiz Dağcı’ya, Necdet Koçak’tan Erol Güngör’e, Serdengeçti’ye kadar turkuaz nakışlı şiirler yazmış ve darası alınmış kelimelerle, cümlesine gönül dolusu selâm göndermiştir:
“Hazar kıyısında bir gönül eri, Göklere uçurmuş kelimeleriKimi laçin olmuş, kimi güvercin Düşmüşler yolara ürkek tedirgin Nâmeler bağlamış ayaklarına Mesajlar yollamış düne, yarına İçlenmiş, içlenmiş denize dalmış Denizden bir kucak mavilik almış Boyamış kuşların kanatlarınıYazmış üzerine beratlarınıKartal gibi Kaf Dağı’ndan aşırmış “Erzurum’un Gediği”ne düşürmüş” 22O, güzel sanatların; insan rûhunun tecellilerinin bir tezâhürü olması hasebiyle, evrensel olduğuna inananlardandır. “Allah güzeldir, güzelliği sever”23 hâdis-i şerifi mûcibince, güzel sanatların “Esmâ”dan insana yansıdığına îman edenlerdendir. Güzel sanatların, edebiyatın ve şiirin; Türk kültürü içinde çok önemli bir yeri bulunduğu için; dünya Türklüğünün birlik ve beraberliğini temin edecek olan en önemli unsurlardan birisinin de, güzel sanatların ve edebiyatın ortak paydasında Türk Dünyasının bir araya gelmesi gerektiğini düşünenlerdendir. Bu sebeple şiirlerinde bahar bekleyen düşlerimizi dizelere dökmüş ve “Dilde, fikirde, işte birlik” ülküsünü goncaya durdurmak için mısrâlarıyla zihinlere ve gönüllere rengârenk sevgi çiçekleri fidelemiştir.
O; îmânın derûnî veçhesini oluşturan; takvâda derinleşilmesi, nefsin terbiye edilerek insan-ı kâmil olma istikametinde mesâfe kat edilmesi, kalbin maddî ve mânevî kirlerden arındırılması prensiplerini “bire bir eğitim” temelinde gerçekleştiren ve “İlâhî aşkla yaşanan bir hayat tarzı” olan tasavvufun derûnî iklimini, bu toprakların Türkleşmesini ve İslâmlaşmasını “Erenler Dîvânında” isimli şiirinde muhteşem dizelerle anlatmıştır. O; Efendi Barutçu’ya ithâf ettiği bu uzun ve mânâ yüklü şiirinde “gökyüzünü çadır, güneşi tuğ” bilerek gönül fethine çıkan, her gittikleri yerde karanlıkları aydınlığa tebdîl etmek için nice mânevî kandiller yakan, yetmiş iki millete aynı gözle bakan, irfan ateşinde şekillenen muhabbet nefesiyle gönüllere giren, Muhammedî bir sevdânın ruh enginliğine erişen, fütüvvet ahlâkını ve irfan geleneğimizin efsunkâr güzelliklerini her gittikleri yerlerde en güzel bir biçimde temsil eden ve “Kolonizatör Türk Dervişleri”24 diye vasfedilen “Yesi Güvercinleri”ni / Horasan Erenlerini; Yunusça hece vezni, Mevlânaca aruz âhengi, Âkifçe konuşma dili kullanarak anlatmış ve bir medeniyet tahlili yaparak cevap vermiştir:
“ …Gökte ay bedir,Erenler payıBir velveledir,Tuttu semâyıBinlerce melekGeldiler tek tekKuruldu dernekDuyunca nâyıBaşladı semaİnledi semaHep medhü senâYüce MevlâyıYunus huşuyla,Apak başıylaAşk yoldaşıylaÇeker sevdayı. . Hey güzellerHorasan erleriYesi güvercinleriİki cihan serveriMuhammed aşkınaBiz sizin dîvânenizAylak tozunuzYitirdik nerede izinizBu yurtOsmancığın yurduSizin yurdunuzN’olur niyâz edin Hakk’aBizim kalmadı yüzümüz’Secdeye kapandı bir pîrDediler Akşemsedin’dirBir avuç aldı topraktanBilmem ne diledi Hak’tanÜfleyerek sola sağaŞöyle söyledi toprağa:‘Bozkır,Benim gevrek ekmeğimYağsız aşımBeşiğim, mezarım, seccâdemYavuz’un bindiği doru kısrakKalk artık şâhaSûre-i Tâ-Hâ gibiUzan Allah’aDuâlar , âminlerle,Horonlar sinsinlerle,Ardında yüz binlerleGelsin artık beklenenKaf Dağı’nın ardındaki küçük şehzâdem!.. dediÂmîn dediler.. . El ele perçin oldularDerilip yüz bin oldularUçup güvercin oldularGöklere kıldılar seyrânBir köşede kaldım hayrânGördüm ki,Her şehrin bir sâhibi varHer sâhibin bir nâibi varHacı Bayram,Hacı Bektaş,Adım adım,Taş taş,Mülkü tapulamışlar!” 25O; yüce dîn,miz İslâm’a kâvî bir îmanla bağlı, dilimizin büyülü lîsânı olan Türkçeye kara sevdâlı, medeniyet kültürümüze ve köklü bir tarih şuuruna sâhip; vatana, bayrağa, örf ve âdetlerimize sâdık yorgun bir Türk milliyetçisidir. O, yumuşak görünümlü yapısının ardında çatal yürek taşıyan, yeri ve zamanı geldiğinde ve inanç değerlerine bir saldırı olduğunda gözünü daldan budaktan ve zâlimler karşısında sözünü dudaktan sakınmayan ve aslâ zulme boyun eğmeyen yiğit bir ideâlist ve serdengeçti bir alperendir. Hâl böyle olduğu için 28 Şubat’ın en ayazlı günlerinde korkusuzca şunları haykırmıştır:
“Yemenidir yaşmaktırBayraktır başörtüsüŞimdi öz vatanındaTutsaktır başörtüsüZulümdür gelir geçerİnanan kalmaz naçarKuytu sularda açarZambaktır başörtüsü. . İdeâller arzularYasağa nasıl sığarHer gün yeniden doğarŞafaktır başörtüsü. . Oyası el örgüsü Namusun tel örgüsü Nene Hâtun’un süsü Ak paktır başörtüsü” 26O; “Türküler”, “Armağan”, “Huma Kuşumuz” şiirleriyle türkü nefesli bir şâir olduğunu ortaya koymuş, her türkünün dudağında tüten sözlerin efsunkâr özelliğinden ve ezgilerin gönül tellerimizi titreten güzelliğinden nasiplenmiş; gurbet türkülerinin hasretini, ağıtların hüznünü, uzun havaların derdini, kırık havaların neş’esini, bozlakların sesini, tatyanların nefesini, sürmelilerin güldestesini şiir heybesine doldurmuştur. Erbâbınca mâlum olduğu üzere, türkülerimiz, hem Türk kültürünün ve tarihinin mîrâsı, hem ferdî, hem de içtimâî bakımdan hayâtımızın aynası, sözün ve nağmenin hasıdır. Türkülerimiz, her yanımızı esrarlı bir şafak ışığıyla saran gönül dünyamızın mayasıdır. Türkülerimiz; bizi “Biz” yapan kadim özelliklerimizi hikmet diliyle ve bağlamanın teliyle anlatan Türk kültürünün silinmez tuğrasıdır. Türkülerimiz, Adriyatik’ten Çin Seddine Türk Dünyası’nın dört bir yanını gül bahçelerine çeviren bize âit nağmelerin en içli gülümsemesidir. Türkülerimiz; muhteşem ezgileriyle insanımızı yüreğinden yakalayan ve halkımızın ruh dünyasında coşkun ırmaklar gibi çağlayan bu aziz milletin gönül sesidir. Türkülerimiz, insanımızı; millî kimliğimizle, medenî birikimimizle, irfanî geleneğimizle, insânî hasletlerimizle ve edebî kıymetlerimizle buluşturan hudutsuz bir kültür hazînesidir. Türkülerimiz, şâir bir milletin kendi yüreğine doğru yürümesiyle işittiği âşinâ seslerden ve sevdâ gergefinde doyumsuz bir aşkla dokuduğu ışıklı nağmelerden oluşan bir şehrâyindir. Türkülerimiz; hayâllerimizi, ideâllerimizi, duygu ve düşüncelerimizi, gelenek ve göreneklerimizi dile getiren; daha doğmamışlarla yaşayanların ve Âhiret Yurdu’na göçenlerin gönüllerini aynı sevdâ sofrasında buluşturan, İslâm Medeniyetinin ve Türk kültürünün genetik kodlarını içinde saklayan ve duygu penceresinden ömür rüyâsını seyreden bir hayat destanıdır. O; “Yetik Ozan’ın azîz hâtırasın” ithâf ettiği ve türkülerimizi muhteşem mısralarla anlattığı “Türküler” şiirini ve “Huma Kuşumuz”u okuduğumuzda ne demek istediğimiz çok daha iyi anlaşılacaktır:
“Bin yılda yoğurduk her mısraınıYüzüğe kaş ettik Ağrı Dağı’nıDünyaya değişmem bir aksağınıGönlüme göredir bizim türkülerTürküler bilirim Vanlı, Yemenli,Yemen’in yolları güllü çemenliSöylemiş gelinler gözleri nemli,Künyedir, kuradır bizim türküler. . Elif ördek olur, göllerde yüzerSuyun aynasında saçını çözerCeylanlar peşinde avcılar gezerBir mîrî meradır bizim türküler. . Bin dereden su taşımış elekle,Bin senedir kavgası var felekleTırmanır sırtında ağır şelekleAğrı’dır, Hîra’dır bizim türküler. . Bağlama dediğin üç tel bir tahta Ne şaha baş eğmiş, ne taca tahta Tüm dertleri özetlemiş bir ah’ta Bozkırda nâradır bizim türküler” 27 “Yine duman almış Palandöken’i Kerem et Mükerrem bir türkü söyle Türküler bağrımda bir gül dikeni Kerem et Mükerrem bir türkü söyle Yükseklerde öten huma kuşumuz Issız gecelerde can yoldaşımızSen söylerken göğe değer başımız Kerem et Mükerrem bir türkü söyle* * *İşimiz yok bizim hasetle, kinle Gam, kasavet dağıt gür nefesinle Yüce endâmınla yiğit sesinle Kerem et Mükerrem bir türkü söyleDadaş göğsümüze bir velvele sal Rûhu coştur, çürük aklı yele sal Birbirine girsin gerçekle masal Kerem et Mükerrem bir türkü söyle” 28O; şiirde esas olanın; düşüncenin borazanlığını yapmak değil, imge ve sembollerle duygu ve düşünceyi bir sentez ve bir denge içinde ve latif bir biçimde ifâde etmek olduğuna inananlardandır. Bu sebeple o; nesirle yapılması gereken “tebliğ” yöntemiyle didaktik şiirler yazmamış, nazmın kollarında şekillenen “telkin” usûlüyle fikriyâtını dizelere dökmüştür. O; şiirlerinde fikrî temâyüllerini ve inanç değerlerini edebî sanatlar muvâcehesinde sanatkârane bir biçimde ortaya koymuş, “tebliğ” değil, “telkin” etmek için; estetikle fikri, düşünceyle duyguyu, hayâlle ideâli şiirlerinde mükemmel bir biçimde harmanlamış, fikirlerini çayda eriyen şeker gibi şiirlerinin içine katıp eritmiş, hasılı şiiri fikirleştirmemiş, ancak fikirlerini şiirleştirmiştir.
O; şiirlerinde belli bir şekil endişesi gözetmemiş, yazacağı şiirin hece mi, serbest vezin mi, aruz mu olacağını o anki duygu ve ilham sağanağının belirlediğini söylemiştir. O; zarif buluşlarını ve imge çeşitliliğini şiirlerine yoldaş eylerken, gözden kaçan mahzun güzellikleri de soylu bir romantizm, yalın ancak vurgulu bir tarzda anlatmıştır. O; estetik bir söyleyişle duygularını dile getirmiş, kelime seçiminde çok titiz davranmış, mısralarını aliterasyon ve asonanslarla beslemiş, ses ve ritim armonisinin oluşturduğu müzikâl bir âhenkle dizelerini şekillendirmiş ve gelenekle modern şiir arasında güzel bir terkip meydana getirerek nev’i şahsına münhasır özel bir şiir üslûbu oluşturmuştur. Bu şiir dış estetiğiyle Orhan Veli, Cahit Sıtkı, Behçet Necatigil formunda görünse de; öz ve muhtevâ olarak Yunus Emre, Yahya Kemal, Necip Fâzıl ve Arif Nihat Asya çizgisindedir.
“Gün kısaldı, virdimiz oldu elfâz-ı güzSoldurur her çehreyi güller gibi emrâz-ı güzGül solar, bülbül susar, efgân olur has bahçedeYükselir dağdan dağa ah bir hazin âvâz-ı güzBir ölüm raksıdır her şey kuş, böcek, yaprak, çiçekDem tutar dallarda rüzgâr inledikçe sâz-ı güz. . Demledik deryaya karşı erguvan akşamları Sâyesinde şîr olduk ismi pinhân, râz-ı güzSıkletinden kurtul Akbaş, hemdem ol yapraklara Rûzigâr alsın götürsün başlıyor pervâz-ı güz”29Hâsılı O; îman dolu bir yüreğin sâhibi kâmil bir Müslüman, Hac vazifesini de edâ eden samimi bir mü’min, tarih şuuruyla tebellür etmiş bir münevver, düşünce ufkumuza yeni güzellikler katan bir muallim, millî değerlerimizin savunucusu gerçek bir entelektüel edip, irfanî sevdâyı ve Tûrânî düşünceyi baş tacı eden mümtaz bir ülkücü, “millet, ümmet, beşeriyet” halkalarını içten dışa doğru kucaklayan bir ehl- dil, Türk Dünyasının dertleriyle hemdert olan ve Dünya Türklüğünün hürriyet mücâdelesine en asil duygularla sâhip çıkan çilekeş bir milliyetperver, yüreği sevgi deryâsı olan bir güzel insan, kelimenin kâmil mânâsıyla Türk şiirinin günümüzdeki yüz akı olan bir büyük şâir ve mükemmel bir dil mîmârıdır…
O; “Kevser akan, Gül kokan”30 kutlu bir sevdânın müftehiridir.
O; “Sirkeci’den tren gider / Evim barkım viran gider” diyen “Göç”ün31 şâiridir.
O; “Bin yılda yoğurduk bir mısraını” diye başlayan “Türküler”32 şiirinin müellifidir.
O; “Bir sırr-ı Hüdâ’dır ölüm”33 diyerek son yolculuğun esrârını târif eden biridir..
O; “Erenler Dîvânında”, “Aşk bir alev, gönül fânus”34 diyenlerin sır dolu nefesidir.
O; “Tuna”ya35 ve “Aral’a Ağıt”36 yakan Türk’ün en içli ve en samîmi sesidir.
O; Türküler gülistanından dost gönüllere deste deste “Armağan”37 verendir.
O; “Eğer mâverâdan gelirse dâvet / Bir ziyâfet gibi gelir şahâdet”38 şuuruna erendir.
O; “Türk-İslâm Ülküsü”yle tuğrası çekilmiş kelâm ve kalem erbâbı bir asâlet fermânıdır.
O; “Ben bir deli Türk’üm dilimde türkü”39 diyenlerin duygularının tercümânıdır.
O; “Gül” gönüllü bir mü’min ve “Vicdânını kaybeden bir devrin vicdânı”dır.40
O; hatırşinas bir insan, kadirşinas bir ağabey, hudutsuz bir vefâ ve sahilsiz bir sevgi ummânıdır.
O; her şiiri içli bir destan, sevdâsı vatan ve mefkûresi Tûran olan turkuaz bir nakkaştır.
O; Türk Dünyası’nın hissiyâtına nigehbân olan “Ağlayan göz gibi buğulu Göygöl”le41 sırdaştır.
O; şiirlerinin güzelliğinde ve türkü tadında hayırlı, uzun ömürler dilediğimiz ALİ AKBAŞ’tır.
24 Kasım 2022
ALİ AKBAŞ
Metin ÖZARSLAN
Hayatı
Ali Akbaş, 1942 yılında Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesine bağlı Çatova [Maraba] köyünde doğmuştur. Çatova Köyü İlkokulu ve Elbistan Ortaokulunu bitirdikten sonra Kahramanmaraş Lisesine devam etmiş, burada okuduğu yıllarda edebiyata merak salmıştır. Şairin “Engizek” adlı ilk şiiri, 1955 yılında Kahramanmaraş gazetesinde yayımlanmıştır.