Читать книгу Seçme Eserler (Alimcan İbrahimov) онлайн бесплатно на Bookz (5-ая страница книги)
bannerbanner
Seçme Eserler
Seçme Eserler
Оценить:
Seçme Eserler

4

Полная версия:

Seçme Eserler

Babamı bile görmeden, kimseye tek kelime dahi etmeden, kimseyle vedalaşmadan köyden çekip gitmiştim.

IX

Daha sonra neler olduğunu açıkça hatırlayamıyorum. Fakat karanlık bir gecede köyün köprüsünden koşarak arabayla giden birilerine rastlayışım, onlarla beraber yolumuzu şaşırıp bir ot yığınının dibinde geceleyişimiz, önümüzde bir kilisenin ya da cami minaresinin ışığının görünmesi, bir Rus mezarlığında haçların, mezar taşlarının arasından çıkacak yol bulamayışım, açlıktan elden ayaktan düşüp bir sütuna dayanışım, gözümde bir kan lekesi görünmesi, ondan korkmam, bunlar hepsi hâlâ bir rüya gibi aklımda.

Ancak tam hatırlamıyorum, bu bir rüya mıydı, yoksa gerçek mi?

Kendime gelip gözümü açtığımda bembeyaz, aydınlık bir evin içindeydim. Şaşırdım. Beyaz giysilerle bir yatağın üzerinde yatıyordum. Etrafımı beyaz giysili kadınlar ve erkekler sarmıştı.

Melek gibi görünen o beyaz elbiseli insanların içinde güler yüzlü, karakaşlı, acayip mülayim bir hanım yumuşacık elleriyle beni kucaklayıp yatağa oturttu ve:

– Korkma, kötü günler geçti artık… Senin adın ne, diye sordu.

Cevap vermedim. Şaşkınlıktan yutkunup gözlerimi kadının güzel yüzüne, kara gözlerine diktim. Beni başka bir odaya götürdüler. Orada da her şey bembeyaz ve temizdi. Yataklarda da beyaz giysiler giymiş ak yüzlü, hâlsiz insanlar yatıyordu…

Yanıma gelen hanım, tekrar adımı sordu. Tek kelimeyle cevapladım… Yine bir şeyler sormaya çalıştı ama göğsüm çatladı, öfkelendim ve kadına cevap vermedim. Buraya nasıl geldiğimi, babamın nerede olduğunu sormayı düşünsem de dilim varmadı. Dudaklarımı ısırıp yatağa uzandım. Canım acıyordu.

Sorarsam uygunsuz bir durum olur diye korktum. Çünkü kimseye inanmıyordum. Çünkü dünyada beni kucaklayan, şefkatle sarıp sarmalayan hiç kimse yoktu… Herkes benle alay etmek istiyorud… Beni küçük düşürmek herkese cazip geliyor, huzur veriyordu.

Gözümden yaş aktı. Bu durumu Rus kadına göstermemek için duvara dönüp yattım. Babam geldi gözümün önüne; çok yaşlanmış, hastalanmış, gözleri dertli…

Ondan sonra bütün dünya dönmeye başladı. Değirmenler, büyük dağlar, coşkuyla akan nehir… Köy… Sürüler… Yoldaki kilise… Rus mezarlığı… Orada bulunan taştan haçlar… Şimdiki beyaz bina…

Uzun uzun babamı düşündüm. O zavallım şimdi nasıl acaba? Hâlâ sırayla mı bakılıyor? Hâlâ o evden bu eve giderek mi ömrünü geçiriyor?

Bugün sıra kimde acaba? İyi insanlar olsa iyi de… Memlekette ne insanlar var… Zavallımın hiç olmazsa karnını doyursalar, başını koyacak yumuşak bir yer ayırsalar, üstüne başına azıcık da olsa baksalar, o zaman iyi olurdu.

Fahrilerin evinde kaldığı gün iyi geçiyordur. Onun hanımı yufka yürekli bir insan. Çocukları da uslu. Kendileriyle birlikte yedirip içiriyorlardır. Belki abdest almak için sıcak su bile veriyorlardır… Sonraki gün onların komşusu Gimadilere denk geliyor. O da kötü olmaz… Aç bırakmazlar, söylenmezler… Daha sonra kime gider? Salihlere mi? İşte onlar çok kötü insanlar. Onlarda olduğu gün çok zor geçer. Atık yemekle bayat ekmek verirler, uyumak için de kapı yanında, ayakaltında bir yer sererler… Allah’ım, diğerleri onlardan beter… Çoğunda yemek yok. Sütsüz şekersiz çay, bir lokma bayat ekmek… Bir de zavallıya “ihtiyar fakir” diye söverler. Böyle insanlara denk geldiğinde ihtiyarın kalbi çok kırılıyordur…

– Allah’ım, neden bizi böyle cezalandırıyorsun?

Hayallerim yıkıldı… Yüreğime bir sızı, ağrı girdi. Öfkelendim, utandım… Kalbim öfkeyle karışık bir gayretle çarpmaya başladı. Eskiden duyduğum bir masal geldi aklıma.

Keşke şimdi mümkün olsa da ben o masaldaki kahraman gibi babama acı çektiren o merhametsiz köyden öcümü alsam!

Şimdi sıçrayıp ayağa kalksam da zırhlı elbiseler giyinip yerinde duramayan o güçlü kuvvetli ata binerek keskin süngü ve kılıçlarla kuşanıp, yanıma kendim gibi kahraman gençleri de alarak o kahrolası köye hücum etsem! Bütün köyün altını üstüne getirip herkesi babacığımın önünde diz çöktürüp af diletsem… Ancak o zaman gönlüm huzur bulurdu.

Böylesine üzüldüğüm, kalbimin ağrıdığı günlerde ben de işte böyle hayallere dalmış yatıyordum…

X

Artık günlerim bambaşka geçiyordu, etrafımı tamamen farklı şeyler sarmıştı.

Güzel beyaz binalar… Gündüz vakti güneş ışığıyla evin içi sıcacık, yumuşacık nurlarla doluyor…

İşte sakalı ağarmış, kır saçlı, yürekli doktor… O ne kadar da merhametli, ne kadar da alçak gönüllüydü…

Onu her gördüğümde kalbim yumuşuyordu, göğsüne yatıp yumuşacık beyaz sakalına yüzümü sürmek istiyordum.

İşte melek gibi beyaz elbiseli, açık yüzlü kızlar… Allah’ım bunlar nerede doğmuş, nerede yetişmiş? Neden bizde bunların hiçbirisi yoktu?

Onların arasında iri kara gözlü, ismimi soran alımlı, güzel hanım da var. O, insan değil de bir melektir, hatta meleklerin de en kıdemlisi, Allah’a en yakın olanıdır…

Onun beyaz, pembe yanaklı yüzü, uzun boyu, tenini yumuşacık saran beyaz elbisesi… Bütün dünyaya severek ve okşayarak bakan büyük güzel kara gözleri… Mutlulukla gülümseyişi, güzel bakışları, güzelce gülümseyip sarıp sarmalayarak bakması, güzel şeyler konuşması… Allah’ım, bunları nerede yetiştirdin?

Akşam vaktiydi. Diğer odalarda ışıklar yandı, benim odam ise alaca karanlıktı.

Benim ismimi yazan melek, güzel büyük kara gözlü hanım, her zamanki gibi yavaşça, ayakları yere değmiyormuşçasına sessizce odama girdi. Koltuk altıma ateş ölçeri koydu ve güzel gözleriyle bana uzun uzun baktı. Sonra başımın altındaki yastığı düzeltip yüzüme doğru eğilip anlımdan öptü. O anda kayboldu ve uzun bir süre benim odama pek fazla uğramadı. Uğradığında da fazla kalmıyor, dikkatle gözlerimin içine bakıp anlımdaki saçlarımı düzeltiyor ve usulca gidiyordu.

Özenle davranıyordu. Sözleri yüreğimdeki bütün ağrıları dindiriyordu. Yumuşacık küçük bembeyaz elleriyle sert saçlarımı okşadığında sanki kudretli bir el ruhumu ferahlatıyordu. Öylesine yumuşak ve huzur vericiydi dokunuşları…

Ben ona “Sara” diye seslenmek istedim. Kendisini böyle çağırıyordum. Başta biraz şaşırmış olsa da sonradan alıştı.

Galiba artık iyileşiyorum. Doktor günde iki defa bahçede oturmama izin verdi. Bahçeye ilk çıktığımda, Sara benim koluma girdi… Sonra yanıma oturdu… Sanki ömrümde ilk defa baharı görüyordum.

Güneş gülüyor… Çiçekler gülümsüyor… Tabiatın kalbi yeni, gencecik bir hayatla atıyor… Bütün dünyayı nur içinde, çiçeklerin içinde görüyorum… Sara epey bir süre yanımda oturdu, güzel sesiyle dünyanın, tabiatın ve insanların güzelliği üzerine konuştu.

Sözlerini anlamadım ama içim açılıyor, kalbimdeki ağırlık kendiliğinden dağılıyordu sanki…

Zırhlı kıyafetler giyerek süngü ve kılıçlarla kuşanıp köyden öç alma düşüncemi artık ben de garipsemeye başladım.

Kötülük düşünmeye gerek var mı? Boş yere silahlanıp yiğitleri toplayıp kan dökmeye ne hacet?

Kim bilir, belki de babacığım da düşündüğüm kadar kötü durumda değildir… Dünyada iyi insanlar da çok. Belki birisi yaşlılığına hürmeten onu evine almış, bir köşede ona yer ayırmış ve özenle bakıyordur… Hazır yemeği, demlenmiş çayı, abdest almak için her zaman sıcak suyu vardır. Başına sarığını sarıp üzerine kaftanını giyip elinde büyük bir asayla beş vakit camiye gidiyordur… Bizim halkımız yaşlılara saygısını esirgemez. Babama ön sırada, imamın sağ tarafında bir yer veriyorlardır… Böyleyse öç almak niye, yok yere kan dökmek niye?

Bir gün ferahlayarak bahçeden odama girdiğimde gözüm duvardaki resimlere ilişti.

– Bu kim, diye sordum.

Sara düşünceli bir sesle:

– Hazreti İsa… Ay ışığında derin düşünceye dalmış… O, fakirleri çok severmiş… Onları düşünüyor olmalı, dedi.

Dediklerinden hiçbir şey anlamadım ama yoluma devam etmeden resme uzun süre baktım.

Fakirleri düşünüyor olmalı deyince, babacığım aklıma geldi. Acaba, Hazreti İsa onun için ne yapabilirdi, diye sordum kendime. Fakat bu düşüncenin içinden bir türlü çıkamadım.

XI

Bir gün, doktor bana çok kötü bir haber verdi:

– Sen iyileştin… Artık taburcu olabilirsin, dedi.

Nereye gideyim? Buradan nereye gidebilirim?

Doktordan sonra Sara geldi. Öyle güzel, öyle sevinçliydi ki, onu görünce adeta kendimden geçtim. O, yavaşça odama geçip yatağıma oturdu. Saçlarımı okşadı ve derinden gelen yumuşak, cılız bir sesle:

– Seni taburcu ediyorlar ama üzülme. Ben seni evime götüreceğim, dedi.

Teşekkür filan etmedim, çünkü benim için bu çok doğaldı. Bana göre o, beni kendisinden uzaklaştırmamalıydı.

Bana gök kapısı açıldı sanki. Oradan yeryüzüne durmadan nur akıyor. İnsanlar o nurun içinde yüzüyorlar, rahat bir ömür geçiriyorlardı. Artık babamın mutlu bir hayat sürmesi konusunda hiç şüphem yoktu. Tabii ki son günlerini huzur içinde geçiriyordur. Huzurlu, karnı tok, sırtı pektir. Başında sarık, üzerinde kaftanla namaza gidiyordur. Hazretin sağ tarafında saygın yaşlılarla beraber oturuyordur… Nereye giderse gitsin onu:

– Hoş geldin Eptireş Dede, diye, güler yüzle karşılayıp başköşeye oturtuyorlardır…

XII

Hastanede giydiğim beyaz elbiseleri çıkarınca, ne giyeceğim diye şaşırdım. Tam o sırada Sara, kucak dolusu bir şeylerle geldi. Hepsi de yeni ve güzeldi. Tam bana göre dikilmiş gibiydiler.

Şaşırdım. Giyinmeyi bilmiyordum, Sara yardım etti.

Çok önceden hazırlık yapmış olmalı. Dışarıya çıkınca iyi bir arabaya binip gürültülü patırtılı şehrin sessiz bir mahallesinde bulunan bahçeli evin önünde durduk.

Korkuyordum ve şaşkındım. Meleğin kanadına yapışmışım, o da hafifçe gülümsüyordu.

Bir odaya girdik. Gerçek mi, düş mü bu? Bilmiyorum.

Böylesine güzel, temiz, süslü odaları bir tek masallarda duymuştum. O odada yaşamaya başladım.

Sara her gün geliyordu. Ben tamamen iyileştiğimde bana okumayı öğretmeye başladı.

Lâkin ben, kitaptan ziyade onun gözlerine bakıyordum. İlgimi çekmek için her türlü yola başvurdu, öfkelendi, sinirlendi. Fakat çok fazla sonuç alamadı.

Bir gün Sara ile yürüyüşe çıktık. Bir an nedense babam aklıma düştü, sonra da gözümün önüne hastanede gördüğüm Hazreti İsa’nın resmi geldi.

Meleğin kanatlarına iki elimle yapıştım ve oraya götürmesi için yalvarmaya başladım.

O önce şaşırdı, neden gideceğimizi söyleyince canlanıp aniden:

– Seni başka bir yere götüreyim. Orada daha iyileri var, dedi.

Şehrin ortasında, etrafı bahçeyle çevrili büyük bir saraya vardık. Büyük beyaz merdivenlerden çıkarak beyaz sütunları geçip büyük salona girince tamamen hayran kaldım.

Salonun duvarları resimlerle doluydu… Çağlayarak dalgalanan denizler… Olağanüstü ağaçlar… Gözüne girecek gibi olan insanlar… Sanki canlı insanları çerçeve içine oturtmuşlardı… Güzel kadınlar… Masaldan duyduğum zırhlı kıyafetler giymiş bahadırlar… Söylemekle bitmeyecek gibi, öylesine güzel, öylesine ilginç, acayip…

Ömrümde ilk defa gördüğüm için yüreğim her zamankinden daha hızlı, daha bir heyecanla atıyordu… Benim bu heyecanım Sara’yı çok keyiflendirmiş olmalıydı. O, koluma girdi ve kitaba bakıp resimleri sırasıyla işaret ederek titizlikle anlatmaya başladı…

Salonda bizden başka birçok kişi vardı. Hepsi de çok düşünceli görünüyordu… Bir resme uzun uzun bakıyorlar, daha sonra birbirleriyle sessizce konuşuyorlardı. Sonra yine resimlere bakmaya başlıyorlardı…

Sara, neredeyse her gün beni buraya getiriyordu. Eve dönünce de orada gördüklerimizle ilgili birçok şey anlatıyordu.

Biz beyaz merdivenli, beyaz sütunlu güzel saraya gitmeye devam ettik. Orada özellikle iki tane resim hoşuma gitti ve beni şaşırttı. Bir tanesinde, bir ihtiyar koltuk altına birkaç odun almış nehrin üzerine kurulu daracık köprüden geçiyordu. Başı çıplak, ayağında çabata, üzerinde gömlek. Bu resmi her gördüğümde babam aklıma geliyordu. Uzun uzun baktıkça tablodaki ihtiyarı babama öyle benzetiyorum ki şuurumu kaybedip “Babacığım, sen misin?” diye bağırarak onu kucaklamamak için kendimi zor tutuyordum. İşte o zaman babamı çok özlüyordum. Onun beni affetmemesi, köyde yayılan dedikodudan dolayı beni görmeyi istememesi, beni kabul etmemesi, kendisi için hiçbir şey yapmama izin vermemesi, kalbimi acıtarak tek tek gözümün önünden geçiyordu.

Hazreti İsa’nın resmi, bu resimlerden fazla farklı değildi. Büyük bir deniz, onun sağ tarafında göğe yükselmiş kocaman dağlar. Sessiz sakin bir gece. Denizden dolunay yükseliyordu. Dünyada tek bir ses bile yoktu. İşte o vakit Hazreti İsa elinde asa ile dağın içinden çıkıyor ve büyük bir taşa oturup aya bakarak düşünceye dalıyordu. Ayakları yalın, üstünde topuklarına kadar uzanan bir cübbe… Başı açık, ipek gibi yumuşacık saçları omuzlarına dökülmüştü. Yüzü çok ciddiydi, gözleri derin bir düşünceyle uzaklara bakıyordu…

Onunla ilgili ne söyleyeceğimi bilemesem de saatlerce bakıp duruyordum.

Bir gün Sara’ya:

– Acaba, o ne düşünüyor, diye sormuştum.

Meleğim canlanıp kanatlarını çırptı. Sorularım ona çoğu zaman böyle tesir ediyordu.

Koluma girdi ve nur saçan gözleriyle önce İsa’ya, sonra bana bakarak:

– O, Allah’ın mutsuz kullarının rahatını, saadetini düşünüyor, dedi.

XIII

Aradan çok zaman geçti.

Sara ile birlikte yaşamaya başladık. O, artık Hazreti İsa’nın önünde eskisi gibi diz çökmüyor, onun fakirleri düşünmesini de eskisi gibi heyecanla anlatmıyordu. Onun hayatı artık ailenin günlük işleri, çocukların eğitimi ve benim işlerime yardım etmekten ibaretti.

Ben de çok değişmiştim. Fakat kalbimin ağrıdığı zamanlar istemeyerek de olsa o büyük saraya, dâhi hayallerden doğan hikmetli güzel âleme girip kayboluyordum. Çok sıkıntılı zamanlarımda oraya gidip ruhumu dinlendiriyordum.

Her gittiğimde köprüden geçen ihtiyarla ay ışığını saçan gecede deniz kenarında yalnız oturan Hazreti İsa, beni kendilerine çekiyor ve saatlerce düşündürüyorlardı. Resimdeki ihtiyar her seferinde gözüme bambaşka görünüyordu. Bazen babam oluyordu. Elleri, bütün ömrü boyunca zor işlerde çalıştığı için sertleşip nasırlaşmış, beli babamınki gibi bükülmüş. Alnındaki derin çizgiler de babamı andırıyordu. Bakışları da onunki gibi ağır, sakin ve ıstıraplıydı. Bazen de babama hiç benzemeyen bir Rus ihtiyara dönüşüyordu.

İsa’nın önüne geldiğimde ise hep Sara’nın söylediği sözler aklıma geliyordu:

– O, Allah’ın mutsuz kullarının rahatını, saadetini düşünüyor…

– O, fakirleri çok severmiş…

Söyle, İsa! Sen insanların mutsuzluğu ve onları rahata kavuşturmak üzerine çok düşündün. Şimdi söyle, nasıl bir düşünceye, nasıl bir sonuca vardın? Kan dökmek sona erecek mi? Milleti, dini farklı olduğu için insanların birbirlerine olan düşmanlığı bitecek mi? Söyle, bunlara ulaştırabilen yolların hangisini daha kısa buluyorsun?

Bir gün yine böyle düşüncelerle üzüldüğümde yüreğim ağrıdı, sanki kalbime bir şeyler saplandı.

Bilmiyorum ama içime bir şeyler doğdu.

Aceleyle eve gittim. Sara beni kapıda karşıladı. Yüzünde ölüm korkusu, gözlerinde derin bir hüzün vardı. Dudaklarının kenarı korkudan buruşmuş. O, sanki on yıl yaşlanmıştı… Aceleyle ellerini tuttum:

– Söyle ne oldu? Çocuklarımız iyi mi, diye sordum.

Sara, şimdiye kadar hiç alışık olmadığım ıstıraplı bir sesle:

– Çocuklar iyi ama baban vefat etmiş, dedi.

Bu duruma fazla şaşırmadım. Ne yapabiliriz ki hayatın düzeni böyle. İnsan doğar, büyür, hayatın akışıyla bir yerlere ulaşmak için çırpınır, mücadele eder, didinir ve bir gün ölür.

Bu, değişmez bir kanun, ölümden hiç kimse kurtulamaz, diyerek karımı avutmaya çalıştım.

Ancak bu durum, yalnızca haberi aldığım an için geçerli oldu. Babamın ölüm hikâyesini duyunca başımı taşlara, duvarlara vurmak istedim, aklımı kaybetmiş gibi oldum.

Çaresiz ihtiyar, zavallı babam!

Yetmiş yıl durmadan çalıştı! Yetmiş yıllık ağır hizmetinin sonunda gücü tükendi ve sokağa atıldı. Ömrünü evden eve gezerek sırayla bakılarak geçirmeye mecbur kaldı…

Belinde çuval, elinde uzun kırbacı… Sen ömrünü böyle geçir ve birinin ahırında, buzağılar arasında son nefesini ver!

Evimiz ağır bir yasa büründü. Sara benden daha çok ıstırap çekiyordu.

Ben de uzun süre kendime gelemedim.

Bu olay, hayata ve işime olan bakış açımda derin bir iz bıraktı.

İnsanların iyi yaşamaları, mutlu olmaları için yapılan işlerin, fikirlerin hepsi sanki hataymış, hepsi boşunaymış gibi geldi bana.

Bir saat içinde din, felsefe, ilim, edebiyat hepsi koyu bir şüphenin gölgesi altına girdi… Hepsinin üstüne büyük bir soru işareti konuldu.

İnsanların mutluluğunu, saadetini düşünen peygamberler! Siz, Allah’ın elçileri Musalar, İsalar, Muhammedler!

Kabirlerinizden kalkın ve şu yetmiş yaşındaki ihtiyarın onuru kırılarak ahıra bırakılan cansız bedeninin önünde cevap verin!

O yalnız değil. Onun gibilerin sayısı yüzlerce, binlerce değil, milyonlarca, yüz milyonlarca! Onlar çalışıyor, çabalıyor. Sizin verdiğiniz vaatlere, gösterdiğiniz yola bakılırsa onlar mutlu olmalıydı! Hani, nerede mutluluk?

Yeryüzüne sizden sonra gelip geçen şu milyonlarca, milyarlarca insan, ömürlerini azapla geçirenler sizden cevap bekliyor.

Sizin yolunuz yanlış değil mi? Siz, size verilen sürünün cefa çekmesinden kendinizi sorumlu tutup, bunu itiraf edip insanoğlunu başka yollar aramaya, başka çobanlar, başka elçiler bulmaya çağırmıyor musunuz?

İnsanların mutluluğu için ilim, felsefe, medeniyet yolunu gösteren âlimler, filozoflar! Gösterdiğiniz yolun, ilmin ve medeniyetin nasıl sonuç verdiğini görmek istiyorsanız buyurun, işte o ahırda, buzağılar arasında can veren ihtiyarın ölüsünü görmeye geliniz.

Eflatunlar, Aristolar, İbn-i Sina, Farabi, İbn Rüşdler, Kopernik, Newton, Descartes, Kant, Voltaire, Goethe, Spenser ve diğerleri, hepiniz, o cansız bedenin önünde cevap vermek için kendinizi borçlu hissetmiyor musunuz? Çizdiğiniz yolun aydınlığa, mutluluğa, özgürlüğe götürmeyeceğini tecrübelerden görüp yeni yollar bulmaya davet etmiyor musunuz?

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Gimaziyev, Y. (1982). Talant Hem Hĕzmet: (Galimyan İbrahimov İcadı Turahında Ezebi Publitsistik Mekaleler.) Başkortstan Kitap Neşriyatı, Öfö, s. 145.

2

Zaripova Çetin, Çulpan. (2016). Alimcan İbrahimov’un Eserlerinde Tatar, Başkurt ve Kazak Türklerinin Kültürel Değerleri. Bengü Yayınevi, Ankara.

3

Öner, Mustafa. (2012). “Alimcan İbrahim ve Tatar Medeniyeti.”, Galimcan İbrahimov Mirası hem Türki Dönya. Galimcan İbrahimovnıñ Tuvuvına 125 Yıl Tuluvga Baġışlangan Halıkara Fenni-Gameli Konferantsiya Materialları, 17.04.2012, Kazan, s.11-14.

4

Zaripova Çetin, Çulpan. (2018). “Vefatının 80. Yılında Saygıyla Anıyoruz.”, Kardeş Kalemler, Sayı 134, Şubat, s. 78-86.

5

Beşirov, Ferit. (2002). XX Yöz Başı Tatar Prozası. Fikĕr, Kazan, s. 97.

6

Hesenov, Mansur. (1989). “Galimcan İbrahimov.” Tatar Edebiyatı Tarihı. Altı Tomda. 4 Tom. Tatar Sovĕt Edebiyatı (1917-1941). Tatarstan Kitap Neşriyatı, Kazan, s. 193.

7

İslamov, F. F. (2000). Tatar Edebiyatın Ukıtkanda Milletara Beylenĕş (İdel Buyı Hem Ural Yagı Halıkları Ürnegĕnde). Tatarstan Fenner Akadĕmiyasĕ Tarih İnstitutı, Kazan, s. 101-102.

8

Zaripova Çetin, Çulpan. (2016). Alimcan İbrahimov’un Eserlerinde Tatar, Başkurt ve Kazak Türklerinin Kültürel Değerleri. Bengü Yayınevi, Ankara, s. 26-28.

9

Yarullina Yıldırım, Ramilya. (2016). Tatar Nesri ve Romantizm Estetiği. Kesit Yayınları, İstanbul, s. 85.

10

Ganiyeva, Rezeda. (2002). Tatarskaya Literatura: Traditsii i Vzaimosvyazi. İzdvo KGU, Kazan, s. 229.

11

Nadirov, İlbaris. (1977). “Traditsionnıyı Obrazı Tatarskoy Narodnoy Liriki”, Razvitiye Gumanitarnıh Nauk. Tatarstan Kitap Neşriyatı, Kazan, s. 134.

12

Yarullina Yıldırım, Ramilya. (2021). “İr Kanatı At Bulır – Erin Kanadı At Olur (Modern Kazan Tatar Nesrinde At Motifi).”, TÜRÜK Uluslararası Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları Dergisi, Sayı: 9, s. 67.

13

Zaripova Çetin, Çulpan. (2017). “Alimcan İbrahimov’un Almaçuar Adlı Eserinde Tatarların Milli Bayramı Sabantuy.”, 22 Uluslararası Türk Kültürü Sempozyumu ve Karma Türk Sanatları Sergisi. Üsküp-Makedonya, 5-9 Mayıs 2017, Bildiriler ve Katalog, Halk Kültürü Araştırmaları Kurumu Yayınları: 61, Ankara, s. 58-67.

14

Hudyakov, Mihail. (1933). “Kult Konya v Prikamye.” İzvestiya İGAİMK, M., N-100, s. 271–273.

15

Yarullina Yıldırım, Ramilya. (2021). “İr Kanatı At Bulır – Erin Kanadı At Olur (Modern Kazan Tatar Nesrinde At Motifi).”, TÜRÜK Uluslararası Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları Dergisi, Sayı: 9, s. 67.

16

Kamalieva, Alsu. (2018). “Mirhaydar Feyzi’nin “Galiyabanu” Dramında Tatar Gelenek ve Görenekleri.”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi/Journal of Turkish World Studies, 18/1 Yaz, s. 283.

17

Kamalieva, Alsu. (2017). “Alimcan İbrahimov’un Fikir ve Edebiyat Yaşamını Besleyen Fikri Temeller.”, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 5, Sayı: 62, Aralık, 19.

18

Halit, Gali. (1957). “Galimcan İbrahimov (Tormışı Hem İcatı). Kĕrĕş Mekale.” G. İbrahimov. Saylanma Eserler. Öç Tomda. 1 Tom. Tatarstan Kitap Neşriyatı, Kazan, s. 37.

19

Zaripova Çetin, Çulpan. (2020). Alimcan İbrahimov. Âdemler. Araştırma-İnceleme-Metin. Bengü Yayınevi, Ankara.

20

Akköbekov, R. (2007). “Bĕẕẕĕñ Böyök Yaktaşıbıẕ.” Galimcan İbrahimov Hem XXI. Gasır. Tuvuvına 120 Yıl Tuluga Bagışlangan Halıkara Fenni-Gameli Konfĕrĕntsiya Matĕrialları. İYALİ AN RT, Kazan, s. 136.

21

Zaripova Çetin, Çulpan. (2022). “Türk Dünyasında Bir Ekol: Tatar Yazar Alimcan İbrahimov.”, Kardeş Kalemler, Sayı 184, Nisan, s. 73-77.

22

Hesenov, M. (1989). “Galimcan İbrahimov.” Tatar Edebiyatı Tarihi. Altı Tomda. 4. Tom. Tatar Sovet Edebiyatı (1917-1941). Tatarstan Kitap Neşriyatı, Kazan, s. 199-200.

23

Almaçuar: Açık renkli lekeleri olan boz veya koyu kırmızı ile sarı arasında bir renkteki at donu (Tatar Tĕlĕnĕñ Añlatmalı Süzlĕgĕ. (1977). Öç Tomda. I A-Y. Tatarstan Kitap Neşriyatı, Kazan).

24

Sabantoy: Kazan Tatarlarında bahar mevsiminde ekin işleri bittikten sonra kutladıkları çift sürme bayramı.

25

Garmun: Akordeona benzer bir müzik aleti.

26

Burlı: siyah üzerinde parça parça beyaz tüyleri ya da beyaz üzerinde parça parça siyah tüyleri olan at donu.

27

Eçtérhan: Rusya Hazar gölü kıyısında bulunan Astrahan şehri.

28

Eçterhan denizi: Hazar gölü.

29

Pokrov: Hıristiyan takviminde yer alan bir bayramın adı.

30

Boyar: Rus asilzade.

31

Tübetey: Tatar erkeklerine özgü bir çeşit millî şapka.

32

Kelepüş: Aynı tübetey gibi Tatar erkeklerine özgü bir çeşit mllî şapka.

33

Arşın: Eskiden kullanılan, 68 santimetreye eşit bir uzunluk ölçüsü.

34

Sajin: 2.13 metre uzunluk ölçüsü.

35

Çabata: Ihlamur ağacının lifinden örülen bir çeşit pabuç.

36

Yatu: Nehrin yavaşça akan derin yeri (A. İ.).

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:


Полная версия книги

Всего 10 форматов

1...345
bannerbanner