Читать книгу Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar (Ахмет Мидхат) онлайн бесплатно на Bookz (6-ая страница книги)
bannerbanner
Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar
Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar
Оценить:
Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar

4

Полная версия:

Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar

“Yahu! Yiyeceğimiz bir külbastıdan, sürü sahibi olan adam kazanacak, çoban kazanacak. Salhaneci kazanacak, et satan kasap kazanacak. Bunlar elvermediği gibi bir de lokantacı mı kazansın? Lokanta kirası, aşçı, uşak masrafı filan çıktıktan sonra birkaç sene zarfında lokantacıyı servet sahibi etmek taahhüdünde bulunan yüzlerce, binlerce düşüncesizlere biz neden iştirak edelim? Mutfak kendimizin olursa yüzde yetmiş nispetinde kârlı çıkarız.”

O zamanlarda bu şekilde diğer öğrencilerden yüzde yetmiş noksanına yaşamak bizim dörtlere nasip olmuştu.

Bunların programı gereğince haftada yalnız bir gün yani pazar günleri eğlenceye ayrılmıştı. Bu eğlence elbette kendilerini beğendirdikleri dört kadın ile birlikte icra olunacaktı. Ama bu dört kadının seçilmesinde bir şart vardır. O ise, güzellikleri şöyle, terbiyeleri böyle olması tarzındaki şartlardan ibaret değildi. Belki kadınlardan ikisi kendi arkadaşına yine kendi evinde geceyi geçirtmek iktidarında bulunmasından ibaret bir şarttır.

Buna neden dolayı mecburiyet olduğunu galiba anlayamadınız! Eğlence geceleri salon, asıl eski hizmetine dönüştürülerek yatak odası vazifesini görecektir.

Bu hâlde yatak odasıyla salon birer çifti barındırabilecek ise de diğer iki çifte yatak odası bulunamayacaktır. Uyku zamanı geldiğinde onlar da arkadaşlarının evine gitmeye mecbur olacaklarından işte zikredilen şart bundan dolayı zaruret hükmünü almıştır. Hatta bir defasında evine misafir kabul edebilecek arkadaş bulunamamış idi de mutfağı da o gecelik yatak odası hâline çevirmeye lüzum görülmüştü. Tencereler, tabaklar, kevgirler, kepçeler ve diğer mutfak eşyası büyük yatak odasının karyolaları altına nakledildi. Sekiz tane hasır, iskemlenin dördü bir sıra ve dördü diğer sıra olmak ve her sıranın arkalıkları dış tarafa gelip makatları iç tarafta birleşmek üzere bir karyola tertip olunmuştur.

“İki gönül bir olunca samanlık seyran olur.” demişler. İki… Hayır, tüm arkadaşlarla beraber sekiz gönül bir olunca mutfak seyran olmaz mı?

Bizim dörtlerin bu tarzdaki yaşantılarına gülenler bir zaman sonra yavaş yavaş onları takdir ve alkışa da başladılar. Hatta birkaç kişi daha bunlara iştirak etmeyi teklif ettiyse de vuku bulan teklifler dört arkadaşın dördü tarafından oy birliğiyle ret olunarak:

“Bu tarz hayatımızı beğeniyorsanız, sizin de böyle birer yer hazırlamanıza kim mâni olur?” cevabını vermişlerdi.

Dörtler bütün kışı balolarla, tiyatrolarla geçirdikleri gibi derslerine de asla ara vermeyerek sınıflarınca da gelişimlerini temin ettikleri gibi ilkbaharın gelişiyle Paris’e civar olan köylere pazar günleri geziler tertip etmeye başladılar. Fakat bunların gezileri de başkalarına benzemiyordu. Dörtler için lokanta denilen şey gidilmesi en ayıp şeylerden sayıldığından köy gezisi yapılacak olan pazar günü için mutfak nöbetçisi daha cumartesi akşamından hazırlığa başlardı. Dört tavuk haşlaması ile birlikte ertesi gün için tavuk suyu ile bir alafranga çorba, bir alaturka pilav yapılacaktı. Bu şekilde en büyük zahireyi tedarikle beraber gezi malzemesinin esasını tesis etmiş olurdu. Mustafa Kamerüddin’in yalancı dolmasını kadınından erkeğinden kim yese doyamamakta olduğundan gezi için bir de yalancı dolma yapıldı mı artık ihtiyaç bir parça Hollanda peynirine ve biraz da tuzlu balığa kalırdı.

İçilecek şarabı Paris’ten götürmek lazım mı? Payitahta şarap ithali pek ağır vergiler altında bulunduğundan köylerdeki şarap Paris’e nispetle bedava sayılabilecek kadar ucuzdur. Zaten bu gezileri teşvik eden sebepler arasında kır güzelliğinden istifade derecesinde bol şarap içmek hevesinin de pek büyük üzüntüye sebep olduğunu da dikkatli nazarlardan uzak tutmamalıdır.

Dörtlerin böyle akıllı ve hesaplı hareketleri bilhassa öğrencilere arkadaşlık hevesinde bulunan kızlar ve kadınlar arasında şöhret buldu. “Hakkıyla eğlenmek isteyenler dörtlerle arkadaş olsunlar.” sözü Quartier Latin4 güzelleri arasında atasözü hükmünü aldı. Âdeta pazar günleri kendilerine refakat eden kadınlardan birtakımını nezakete aykırı düşmeksizin nasıl reddetmek lazım geleceğini dört arkadaşın müzakereye mecbur oldukları zamanlar da nadir olmuyordu.

Nihayet imtihanların vakti geldi. O zamanlar öğrencinin meşguliyeti senenin diğer mevsimlerine asla kıyas kabul edemeyecek derecelerde artan eğlenceler azalır. Bizim dört arkadaş ise eğlenceleri tümüyle tatil ettiler. Hatta dördü bir yerde olur ise, istedikleri gibi çalışamayacaklarını anladıklarından, ta yatacakları zamana kadar her biri ayrı ayrı yerlerde derse çalışmak mecburiyetiyle mutfak nöbetini bile unuttular. Ressam ile heykeltıraşlar “concours”5 denilen yarışmaya koyacakları eserlerinin son düzeltmelerini yaparlardı. Pasteur ile Mustafa Kamerüddin ise zihinlerinin olanca kuvvetiyle bütün sene boyunca öğrendikleri dersleri tekrar ezberlemeye çalışıyorlardı.

Bu mesaileri ise pek ayıplanmadı. Dördü de huzurlarında imtihan verdikleri hocaların fevkalade övgülerine mazhar oldular. Bundan da nihayet derecelerde memnun oldular. Hatta bu memnuniyet üzerine dördü de o senenin tatil zamanlarını Narto’nun vatanı olan İsviçre’yi seyahatle geçirmeye karar verdiler.

Bizim dört arkadaşın İsviçre seyahatleri okuyucularımızın hayal edebilecekleri seyahatlerden olmadığından özellikle de izaha değer.

İlk önce nazarıdikkate alınacak şey, bizim dörtlerin hem züğürtlükleri ve hem de tasarrufa fevkalade riayetleri konusudur.

“Züğürt olan tabiatıyla tasarrufa riayet eder.” mi dediniz? Bu söz tamamıyla doğru değildir. Pek çok züğürtler vardır ki, tasarrufa hiç riayet etmezler. Ezcümle Paris öğrencisinin hemen tümü züğürt oldukları hâlde ellerinde avuçlarında bulunanı bir anda telef ederek geleceği düşünmek kaydında bile bulunmazlar. Yine pek çok kimseler vardır ki hem de tasarruflu. Bizim dörtler ise kudretlerinin yetebileceği şeylerde bile tasarruflu adamlardı. Tasarruf dereceleri de aşçılık hizmetini bile kendilerinin yapmasından anlaşılır.

İmtihanlardan sonra tatil zamanlarını Narto’nun vatanında geçirmeye karar verdikleri zaman Pasteur sordu ki:

“Hangi yolla gideceğiz?”

Podar: “Avrupa kıtasını örümcek ağı gibi trenlerin istila etmiş olduğu bir zamanda gidilecek yolu mu düşünüyorsunuz?”

Pasteur: “Yolu değil, tren ücretinin tasarrufunu düşünüyoruz.”

Mustafa Kamerüddin: “Yaya gitsek olmaz mı?”

Bu görüş üzerine arkadaşlarda bir kahkaha peyda oldu. Demir-zade görüşündeki isabeti ispat için trenle edilen seyahatte insanın etrafı temaşa etmeksizin rüzgâr gibi uçup gittiğini anlatmaya başladıysa da arkadaşlar bu filozofa kulak asmadılar. Narto dedi ki:

“Eğer doğrudan doğruya bizim memlekete yani Zürih’e gideceksek seçilecek yol Paris, Strazburg, Bale ve Zürih yoludur. En kestirme olduğu için, en ucuzu olur.”

Bu defalık İsviçre’ye gidilecek yolları ve burada trenlere verilecek ücretleri daha uygun bir tarife bulmaya çalıştılar. İkinci defa müzakereye başlandığı zaman Pasteur elindeki varakayı seslice okurcasına dedi ki:

“Paris’ten Strazburg ve Moloz yoluyla Bale şehrine, 643 kilometre! Tren hızıyla on beş saat elli beş dakika… Yolcu katarıyla yirmi saat otuz beş dakika… Birinci sınıf yetmiş iki frank, ikincisi elli dört, üçüncüsü otuz dokuz frank altmış santim.”

Podar: “Huuu! Dünyanın parası!”

Pasteur: “Bunun bir çaresi yük trenleriyle gideriz.”

Mustafa Kamerüddin: “Kendimizi tarttırıp kaç kilo gelirsek ona göre ücret vererek mi?”

Pasteur: “Hayır! Onun da tarifesi var ise de ilan olunmaz. Fakirler içindir. Fakat üçüncü sınıf kırk frank olduğu hâlde, yük treniyle on franka gidilebilir.”

Narto: “Tamam tamam! Dört kat ücret niçin verelim?”

Podar: “Fakat yük treniyle ne kadar zamanda gidebileceğimizi düşünüyor musunuz? Hattın boyu diğer katarlardan boşaltılacak! Bir katar teşkili derecesinde vagonlar birikecek de ondan sonra sevk olunacak! Kim bilir kaç günde varırız.”

Mustafa Kamerüddin: “Kaç günde varır isek varalım. Bir memuriyet işine yetişmek için gitmiyoruz ya?”

Podar: “Gerçi orası da öyle! Hangi istasyonda durmaya mecbur olur isek etrafı gezip tesadüf edeceğimiz güzel kızların resimlerini alırız.”

Dört arkadaşın dördü de yük vagonlarıyla gitmeye karar verdiler. Hatta trenlerin içindeki lokantaların en pahalı şeyler olduğu bunların malumu bulunmasıyla Paris’ten tedarik edecekleri malzemeyi dört kısma ayırıp her birini yol çantalarına birer miktarını yerleştirmeye kadar yol ihtiyaçlarını da pek etraflıca düşünüp icra ettiler.

Paris’in şark istasyonundan hareket ettikleri gün şu dört delikanlının şevkleri, sevinçleri, neşeleri bin bahtiyara gıpta edilecek derecedeydi. Beygir sevkine mahsus olan vagonlardan birisini bizim dörtler hâlindeki diğer yirmi kadar fakir seyyaha tahsis ettiklerinden yolcuların kimisi, ya yem yiyen beygir taklidini yapar ya diğerine çifte atardı. Hele birisi yolcular arasındaki bir fakir kocakarıyı kısrak sayarak, şahlanıp kişniyordu. Velhasıl her biri o kadar farklı hareketlerde bulunurdu ki, katar memurlarını bile kahkahalarla güldürürlerdi.

Yol esnasında bunlar bahtiyarlıklarını birbirine ispat için “Sanki yük katarıyla gitmekte ne beis varmış? Kadife kanepeler üzerinde oturmuyor isek, Paris’teki odamızda da kadifeler üzerinde oturmuyor idik ya? Seyahate bakalım seyahate? İşte yük treni dahi sürat treninden daha yavaş gitmiyor.” tarzındaki sözlerin binini bir ağızdan söylüyorlardı. Fakat kaç saat sonra Şalon mevkisine geldiklerinde meğer kendi katarlarını teşkil eden vagonların yarıdan ziyadesi orada kalacağından diğer yarısını sundurmalar altına çektikleri zaman bizim yolcular Şalon’dan ileriye kendileri için yol kapalı olduğunu görüp biraz hayıflandılar. Podar’ın:

“Ne üzülüyorsunuz be? Etrafı temaşa ederiz.” demesi arkadaşların ümitlerini yeniledi. Katarın ancak ertesi sabaha kadar birikecek diğer yük vagonlarıyla yola çıkacaklarını memurlardan öğrenmeleri üzerine dörtler etrafı gezmeye çıktılar. Akşama kadar gezdiler. Akşam olduğu zaman geceyi nerede geçireceklerini müzakereye başladıklarında Mustafa Kamerüddin:

“Artık masrafa bakmayıp lokanta, meyhane, han gibi bir yerde geceyi geçirmeliyiz.” demiş ve Narto:

“Yük trenlerinin fiyatı ucuz ise de şu yolda sebep olduğu masraf yine pahasını arttırıyor.” itirazını ileriye sürmüştü Pasteur:

“A la belle hotel an biuvac a la militaire, yani en güzel otel olan asker gibi kırda.” deyince cümlesi bu fikri kabul etti. Zaten yiyecekleri de çantalarında bulunmakla büyük bir yaban kestanesi altını o gece kendilerine mesken seçtiler.

Yaş yirmi ile otuz arasında olur, meslek talebelik bulunur da dört kafa da bir yerde toplanırsa, zevki çıkarılmayacak hâl mi tasavvur olunur? Böyle dört genç zindana atılmış olsalar, zindanı bile kendilerine eğlence kabul ederler. Hele mevsim haziran sonları olduğundan ağustos böceklerinin cırıltıları, kurbağaların vakvaklarına karışarak, tek tük bülbüller ile rekabete çıkmaları ve ateş böceklerinin, denizcilere doğru yolu gösteren döner fenerler gibi kâh ışık saçarak kâh kapanmaları ve özellikle gayet sıcak bir gündüzü gecenin latif serinliği takip etmesi misafir oldukları yeri bizim delikanlılar nazarında cennet etmiş bırakmıştı.

Gecenin yarısından fazlasını uyanık ve neşeli bir hâlde geçirdiler. Sonra uykuya daldılar ki, ertesi sabah güneşin ziyadece kızdırması ve sineklerin inekleri bile rahatsız etmesi bunları güçlükle uykudan uyandırabilmişti. Hemen tren mevkisine koştular. Bereket versin ki koştular. Zira yük treni hemen hareket etmek üzere bulunduğundan ahır vagonuna güçlükle can atabildiler.

Şalon’dan hareket eden tren Sen Dizye mevkisine geldiğinde Şumun’dan gelmiş olan diğer yük katarlarını da takarak Barlo Dük yolunu tuttu. O gün ikindi üzeri Nansi’ye vardı. Bizim dörtler Nansi’de de bir gece geçirmeyi pek arzu ettiler ise de dünyada insanın her arzusu yerine gelir mi? Katar Nansi’de durmayarak Strazburg yolunu tuttu. Fakat her mevkide bazı vagonlar bırakarak diğer bazılarını almak suretiyle gece yarısına doğru Strazburg’a vardılar.

Gece yarısından sonra Strazburg’da kendilerini nerede barındırabilsinler? Gerçi misafirhaneler yok değildir. Ancak beş franktan aşağı yatak yok. Pasteur:

“Şu vagon içinde sabahı edemez miyiz?”

Fikrini dile getirdiyse de bunu müzakereye fırsat olmadı. Zira vagonları yoklamaya gelen memur bu efendilere derhâl istasyondan dışarıya çıkma lüzumunu büyük bir nezaketle anlattı.

Bu defa da Pasteur’un fikri mecburen kabul edildi. O fikir gereğince sabaha kadar Strazburg sokaklarını gezdiler. Bundan memnun dahi oldular. Zira sokakların tenhalığından istifadeyle büyük ve yüksek binalarını istedikleri gibi temaşa edebildiler.

Paris’ten hazırlamış oldukları yiyecekler bu gecenin sabahında bitmiş idi. Ama bu da kendilerini ümitsizliğe düşürmedi. Zira Strazburg şehri Paris’ten pek ucuz olduğundan yeniden tedarikine mecbur oldukları yol ihtiyaçlarını daha uyguna tedarik edebildiler.

Strazburg’dan Bale şehrine yük treni bulunmadığını araştırdıkları zaman epeyce üzülmüş idiyseler de müteakiben yüke mahsus boş trenlerin Bale’a gideceğini haber alınca bu ümitsizlik da sevince dönüştü. Tevafuka bakmalı ki elli kadar boş vagondan ibaret bulunan trende bizim dörtlerden başka yolcu yoktu. Bir sevince de bu hâl zemin oldu. Pasteur dedi ki:

“Tren spesiyal! Yani özel tren ile gidiyoruz. Böyle bir şeref ancak prenslere mahsustur.”

Hele Bale şehrinde boş vagonlara ihtiyaç çok olduğu için bu tren hakikaten sürat postası kadar hızlı gitmesiyle birkaç saat sonra Bale şehrine varmış oldular.

Dört arkadaşın Zürih seyahatlerinin ilk kısmı burada nihayet bulmuştu. Bale’dan da Zürih’e gitmek için hemen tren mevkisinde duvarlara yapışmış olan matbu tarifeleri okumaya başladılar. Malum ya? Görev Pasteur’da olduğundan gözleri tarifeye dikilmiş olduğu hâlde ağzından şu kelimeler çıkıyordu:

“Ard ve Baden yoluyla Bale’dan Zürih’e seyahat, yüz iki kilometre, dört saat bir çeyrek müddette sürat postasıyla, on bir saat kırk dokuz dakika zarfında adi postayla. Birinci sınıf on frank yirmi santim, ikinci sınıf yedi frank beş santim, üçüncü sınıf dört frank seksen santim.”

Dört arkadaş bu yolu da yük vagonlarıyla katetmek kısmını düşündülerse de Narto:

“Hayır! Ya dörder frank seksener santimi verip üçüncü sınıfa binmeli veyahut şu yüz iki kilometre mesafeyi yaya olarak yürümeli.” demiş olduğundan yük treni hesabı kesin ortadan kaldırıldı. Tren ile veyahut yürüyerek gitmek kısımlarından hangisi tercih olunacağı müzakereye girişildiğinde yine Narto fikrini beyan ederek:

“Mesafenin yüz iki kilometre olması trenin evvela Ard kasabasına gittikten sonra Baden’e dönmesi hesabıyladır. Hâlbuki Bale’dan doğrudan doğruya Baden’e giden karayolu, on üç kilometreden ibarettir ki, iki günde kat olunabilir. Oradan Zürih ise ancak bir günlük yoldur.” demesiyle Podar bu seyahat esnasında resmi alınacak birçok şeyler görüleceğini söyleyerek Narto’nun fikrini benimsediği gibi Mustafa Kamerüddin de bu görüşe dönünce Pasteur için muhalefete lüzum kalmayarak dört arkadaş yolun kalanını yaya kat etmekte ittifak ettiler.

Gerçekten delikanlıların bu kararları her yönüyle uygundu. Zira İsviçre denilen yer, latif dağları, ormanları, vadileri, ovaları, dereleri ve gölleriyle Allah’ın bir memlekete bahşedebileceği güzelliklerin tümünü içinde barındıran latif bir memleket olduğu gibi; orada yaşayan insanlar da oranın imarı için yüzlerce seneden beri çalışıp, orasını Avrupa’nın en mükemmel, en güzel bir memleketi hâline koymuşlardır. İnsanın maksadı gezmek, tabii ve suni görülmeye şayan şeyleri görmek olduğuna göre Bale’dan Zürih’e kadar gidilecek olan mesafeyi tren ile kat etmeye asla lüzum görülmez.

Ne gerek var! Her sene yüzlerce İngilizler Mont Blanch Dağı’nın tepesine kadar çıkmak zahmetini çekmezler mi? Gayet nazik, nazlı kadınlar da bu yolda erkeklerine uymazlar mı? Mon Blanch Dağı’nın letafeti bu zahmete değdiği hâlde; Kuzey İsviçre’nin güzellikleri hangi zahmete değmez?

İşte bu mukayese bizim dört arkadaşın dördü tarafından da benimsendi. Dördü tarafından da tasdik olundu.

Bunların yol çantaları zaten asker çantaları gibi, yani arkaya takılacak surette olduğundan çantalarını sırtlayıp yağmurluklarını da çantaları üzerine tokaladılar. Ellerine birer uzun baston alarak yola düzüldüler.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

“İşinin sonunu düşünmemek pişmanlığa sebep olur” anlamında kullanılmış. Yani işinin sonunu düşünmeyen ve körü körüne o işi yapan bir gün muhakkak pişman olur, demektir.

2

Anneler.

3

Sivrisineklerin ısırması sonucu bulaşan sarı humma virüsünün neden olduğu ciddi bir hastalık.

4

Paris’in en güzel turistik semti.

5

Sınav, yarışma, mülakat gibi sözlük anlamları olan bir Fransızca kelimedir.

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:


Полная версия книги

Всего 10 форматов

1...456
bannerbanner