Полная версия:
Cellat
Veznedar Piyer zavallısı, kontrolör efendinin ağzından başka bir söz alamadığından son derece telaşla efendisinin yanına geldi. Gönlü sağlam olan biçare Tonak ise bu sözlerin sağlamlığına inanmıştı. Hatta işlerin bir çaresi görülünceye kadar ödemelerini geciktirmemek için birkaç bankaya başvurup birkaç yüz bin frank kredi çekerek, o haftanın ödemelerini gerçekleştirdi. Pol Tonak gibi bir adam için yalnız bir imza ile bir bankadan iki üç yüz bin frank almak iş midir?
Gelgelelim, bakanlık kadrosu oluşturulduğu zaman bir de yeni müsteşar gelmiş olduğundan, kontrolör Simon Pankar’ın önceden tahmin ettiği gibi bunlar aç kalmış kurtların leşlere saldırmalarını andırır bir hırsla hesaplara sarıldılar. En önde hazır bulunan işin Pol Tonak’ın işi olmasıyla, işlemleri bitmiş olan ödemeleri kapsayan bir milyon sekiz yüz bin frangı derhâl alıp, müteahhit Tonak’ın hesaplarında şüphe götürür yerler bulunduğu bahanesiyle ödeme tutarını alıkoydular.
Alıkoymak da değil, koruma altına aldılar! Ama kendi kasalarında!
İşin başlarında Simon Pankar’ın başvurmuş olduğu muhasebeci, korkak bir adam olup şu işleri gözüne kestiremediğinden, yapılan değişiklikler sırasında onu işten çıkarıvermek ve yerine Simon Pankar’ı muhasebeci olarak atamak işten bile sayılmadı.
Zavallı Pol Tonak! Bunca yaptığı iyilikleriyle minnettarı olan bir kontrolörün şimdi muhasebeci oluşundan kendi işlerince pek büyük yardım görmeyi ümit ettiğinden, yeni muhasebeciye memuriyetini tebrik etmeye gitmişti.
Mösyö Simon Pankar cenapları, olanca nüfuzunu kullanarak şöyle çalışacağını, böyle gayret edeceğini vaat ve garanti ettikten sonra dedi ki:
“İşte efendim, ilk çabaların semeresi olarak bir milyon bu kadar bin frangı kurtardığımız gibi inşallah…”
“Aman dostum! Yanlış mı anlıyorum, bir milyon sekiz yüz bin frangı kurtar…”
“Öyle ya! Mösyö Piyer evvelki gün ödeme emirlerini almıştı. Parayı tahsil de ettirdi ya!”
“Hayır efendim! Piyer bana öyle bir şey söylemedi!”
“Acayip! Biz ödeme emirlerini Piyer’e teslim ettik. Hatta paranın alacaklıya veyahut kendisine vekil olarak atadığı kişilere ödendiğini bile inceledim.”
“Gerçek mi söylüyorsunuz? Ben dün akşam Piyer’i gördüm; bana hiçbir şey söylemedi.”
“Böyle işler şaka kaldırır olsa belki affınıza sığınarak şaka yapabilirdim.”
“Öyleyse gideyim bakayım, işin ne olduğunu anlayayım.” diye zavallı ihtiyar hemen şapkasını, bastonunu yakaladığı gibi koştu gitti.
Bir saat sonra beti benzi kül kesilmiş bir hâlde muhasebecinin yanına dönerek tıkana tıkana dedi ki:
“Mahvoldum, bittim!”
“Ne olmuş Allah’ı severseniz?”
“Piyer ortada yok! Bugün ofise gelmemiş, evine adam gönderdim, dün gece evine dönmemiş.”
“Acayip! Demek oluyor ki paraları aldığı gibi…”
“Ah hain, ah nankör! O kadar iyiliğimi gördüğü hâlde…”
“Bu dünyada kimseye güvenmek olmaz Mösyö Tonak! Fakat merak etmeyiniz! Elbette hainin izini buluruz. Nereye kaçsa elimizden kurtulamaz!”
Birkaç gün sonraysa biçare Pol Tonak Askeriye Bakanlığına davet edilerek kendi veznedarı tarafından nakden alınmış bulunan bir milyon sekiz yüz bin frangın hâlen incelenmekte olan hesapların değerlendirmesinin sonuçlanmasına kadar alıkonulması gerektiği bildirimiyle, paraların geri verilmesi istendi.
Tonak’ın çıldırmadığına memnun olmalı! Para almadığı hâlde iki milyon franga yakın bir tutarı nereden iade etsin, ki onun yarısından fazlasını zaten birçok sarraftan borç almıştı.
Böylece hesaplar incelenmeye başlandığında, filanca ordunun süvari topçusuna teslim etmiş olduğu ot ve arpaların resmen teslim edilip teslim alınmasından önce askerin oradan hareketi sebebiyle köylüler tarafından yağma edildiği veyahut filanca piyade alayı için göndermiş olduğu koyunlar henüz müteahhidin adamları tarafından korunmaktayken hastalığa uğrayarak kırıldığı gibi bahanelerle zavallının alacak kalemlerinden büyük büyük miktarların indirimine başlandı.
Sözü daha fazla uzatmayalım. On altı milyonluk borç, üç milyon yedi yüz otuz dört bin sekiz yüz altmış yedi frank ile seksen beş santimine kadar inerek, bunun da bir milyon sekiz yüz bu kadar bini ödenmiş olduğu için arta kalan küsuratın müteahhide verilmesi gerekmiştiyse de, evvelce falanca filanca bankalardan bir haftalık ödemeleri için çektiği kredilerden dolayı alacaklı olan bankalar Pol Tonak’ın Askeriye Bakanlığındaki alacaklarını mahkeme yoluyla haciz altına aldıklarından, arta kalan tutar da onlarla beraber zavallı biçarenin diğer borçlarına üleştirildi.
İşte Napolyon’un istifasından sonra Pol Tonak’ın içine düştüğü durum böyle feci bir durumdur. Evvelce kızı Stefani’ye tüm dünya âşıkken, bu âşıkların tümünün ortadan çekilmesi de bu durumdan dolayıdır.
IV
Eyena Köprüsü üzerindeki olay sebebiyle işittiğimiz isimlerden ana kız Tonaklar ile bunların eş ve babası olan Pol Tonak ve kadınların üzerine saldıran Leon hakkında üçüncü bölümde almış olduğumuz bilgilerle şimdilik yetinebiliriz.
Aslında Andre Gocafo denilen delikanlı hakkında henüz bir bilgi alamadıksa da, bu delikanlının geçmişi, şimdiki durumda hikâyemizi oluşturan kişilerin hepsi için bilinmez olduğu gibi, hikâyemizi ilgilendirecek durumları da sonradan yeri geldikçe okurlarımızın gözlerinin önüne serilecektir. Üçüncü bölümde Andre Gocafo için gereken bilgilerin verilememiş olması, o kadar büyük bir eksiklik olarak görülmemelidir.
Eyena Köprüsü olayıyla Napolyon’un Elbe Adası’ndan dönerek Pol Tonak’ın kara talihinin son bulmadığı zamana kadar geçen birkaç ay içinde süregiden hikâyemizin izleyeceği yol, birisi Stefani Tonak, diğeri Andre Gocafo’dan oluşan iki gencin âşıktaşlık durumlarından ibaret kalıyor.
Şöyle ki:
Matmazel Stefani annesiyle olan bir sohbetinde demiş olduğu gibi Mösyö Andre Gocafo’nun çehresi her ne kadar kendisi için hiç bilinmeyen çehrelerden olmayıp, o zamana kadar bu çehreyi birkaç defa görmüş olduğunu anımsıyorsa da aralarında hiçbir ilişki olmadığı için önem vermemişti. Köprü olayından bir hafta kadar sonra Şanzelize’ye doğru taze hava almak için annesiyle beraber çıktığı zaman Stefani, Andre Gocafo’yu tekrar görerek kendisini tanıdı. Hatta annesine bile gösterdi.
Ancak delikanlı yirmi adım kadar kadınların arkasından gelmekte olduğu için gerek Madam ve gerek Matmazel Tonak birtakım terbiyesiz kadınlar gibi sık sık arkalarına bakmaktan kaçındılar.
Birkaç adım gittikten sonra kız annesine dedi ki:
“Anacığım! Ben mutlaka bu delikanlıya teşekkür edeceğim.”
“A kızım! Hiç tanıştırılmış olmadığın, tanımadığın delikanlıya sıkılmadan nasıl söz söyleyip teşekkür edeceksin? Sonra delikanlı senin hakkında ne düşünür?”
“Ne düşünürse düşünsün. Hem o adam bizim tanımadığımız bir adam değildir. Bize söz bile söyledi. Bizi savunmak için canını tehlikeye koydu. Gazetelerin sonradan verdikleri açıklamalardan anlaşıldığına göre, bizim için sağ elinden ve bileğinden birkaç yara da almış; artık kendisine teşekkür cinsinden birkaç söz söylersem ne olur? Tamamen kayıtsız kalırsak o zaman nimete hakaret etmiş olmaz mıyız?”
“Ee? Delikanlı ile söyleşme için ne sebep bulacaksın? Kendisini nasıl çağıracaksın?”
“Demek oluyor ki teşekkürlerimizi sunmanın gerektiğini itiraf ettin, bak şimdi onu nasıl çağırırım…” diye anasına da verdiği komutla iki kadın birdenbire durdular. Bu durmaları, askerin “Bölük dur!” komutuna ait uygulama hareketi gibi birdenbire olduğundan başka, yine bir ”Sağdan geri!” komutuna uyuyorlarmış gibi birdenbire geriye de döndüler. Andre ise yürüyüşünü bozmamış olduğundan kadınlar bu durma ve yönlerini değiştirme hareketlerini yapıncaya kadar kendilerine daha çok yaklaşmış olduğundan, kadınlar ile delikanlı hemen yüz yüze geldiler.
Matmazel Stefani Tonak olanca cüret ve cesaretini toplayarak dedi ki:
“Bonjur Mösyö Gocafo!”
Andre Gocafo’da hayret tavırları!
Kız bu hayreti görünce dedi ki:
“Affedersiniz Mösyö Andre Gocafo! Siz galiba bizi tanıyamadınız ama biz pek güzel tanıdık. Size borçlu olduğumuz teşekkürleri sunmak için yolunuzdan sizi alıkoymakta olduğumuzdan dolayı affınızı rica ederiz.”
Andre Gocafo, bir aralık kıpkırmızı kesildiği hâlde birden sapsarı sarardı. Kalbindeki heyecandan yüreği çatlamak derecelerine geldi. Tıkana tıkana dedi ki:
“Gerçekten sizi hiç tanımıyorum Matmazel! Dolayısıyla bana neden dolayı teşekküre borçlu olduğunuzu da bilemiyorum.”
“Eyena Köprüsü üzerinde kurtardığınız kadınlar biz değil miyiz?”
Andre’nin rengi sarıdan tekrar kırmızıya ve onun da ardından patlıcaniye dönüştü. Dudakları titreyerek dedi ki:
“Eyena Köprüsü üzerinde kurtardığım kadınlar mı? Kadınlar kurtarılmış ise onlar siz olabilirsiniz. Fakat kurtaran adamın mutlaka ben olduğum lazım gelmez.”
“Nasıl siz olduğunuz lazım gelmezmiş? Ben sizi pekâlâ tanıdım. O zaman isminizi kendiniz Andre Gocafo diye bildirdiğiniz gibi, sonradan gazetelerde de kurtarıcımızın ismini böyle okudum. İsim de olmasa yüzünüzü ömrümün sonuna kadar gözümün önünden kaybetmek olur şeylerden değildir.”
“Zannederim ki bu keşfinizde hatanız vardır Matmazel!”
“İsminiz nedir? Ahlaklı bir adam ismini yanlış vermez.”
“İsmimi söylemeye neden dolayı mecbur olduğumu bilsem belki açıklayabilirdim.”
“Size sunacağım teşekkürden dolayı!”
“Hayır Matmazel! Bana hiçbir sebeple, hiçbir şekilde teşekkür etmeye borcunuz yoktur.”
“Eyena Köprüsü üzerinde iki aciz kadını bir sarkıntılıktan kurtaran siz değil misiniz? İnkâr mı ediyorsunuz?”
“Ben değilim Matmazel! Yanlış görmüşsünüz! Yahut benzetmiş olabilirsiniz.”
Stefani’yi tuhaf bir titreme aldı. Kalbinde olağanüstü derecede gazap hissediyormuş gibi bir hâle uğradı. Âdeta gereken edep ve terbiyeyi bile unutmak derecelerine gelip, delikanlının elini tutarak dedi ki:
“Mösyö Andre Gocafo! Bu adın görüntüsü sizsiniz! Eyena Köprüsü olayını inkâr edişiniz size yakıştıramayacağım bir yalandır. İşte sağ elinizdeki şu yara izleri sizin Mösyö Andre Gocafo olduğunuzu veyahut bizi kurtaranın siz olduğunuzu bana ispatlıyorlar.”
Andre Gocafo’nun patlıcanımsı rengi yine ayva rengine döndü.
Hele Stefani, delikanlının bileğini tuttuğu zaman elinin buz kesmiş olduğunu da fark etmişti. Bunu nasıl hissetmesin ki; kendi eli de kanının taşkınlığından ateş kesildiğinden eli içindeki bileğin soğukluğunu bir kat daha fazla hissedeceği ortada olduğu gibi, Andre de bileğini tutan elin ne kadar ateşli olduğunu anlayarak şaşıp da kalmıştı.
Stefani’nin sözleri üzerine Andre biraz sustu. Önce dedi ki:
“Matmazel! İster terbiyesizliğime veriniz, ister edepsizliğime! Teşekküre mecburiyet gördüğünüz adam ben değilim vesselam!”
Andre’nin bu sözleri kızın ümitlerini öylesine kırdı ki, eğer o anda can verseydi, can verdiğine gam yemeyecekti. Annesi bu zamana kadar söze karışmamış olduğu hâlde kızını kurtarma çabasıyla dedi ki:
“Efendi! Bizi kurtaranın siz olduğunuzu kızım tanıdığı gibi, ben de yüzünüzü tanıdım. Siz ister kabul ediniz, ister etmeyiniz. Hakkımızda gösterdiğiniz iyiliğe, mertliğe size özel olarak teşekkürler ederiz. Kurtarıcımızın isminin Andre Gocafo olduğunu biz bildiğimiz gibi, siz de kurtardığınız kadınların isimlerinin Madam ve Matmazel Tonak olduğunu biliniz!”
Stefani:
“Eğer ki şimdiye kadar ismimizi öğrenmemişseniz!”
Stefani’nin bu sözleri öyle anlamlı bir şekilde söylenilmiştir ki, Andre Gocafo bu anlama ister istemez önem vermeye mecbur oldu. Kendi kendisine, “Acaba kız izlediğime dikkat mi etmiş ki bu sözü söyledi!” diye merakını artırdığından Stefani’ye verecek cevap bulamamıştı.
Annesi, sözü bitirip de yoluna devam için yürüyüverdiği zaman Stefani de ona eşlik ederek yürümeye başladı. İki adım attıktan sonra tekrar başını arkaya çevirerek Andre’nin yüzüne baktı.
Aman ya Rab! Kızın gözlerinden fındık kadar iki yaş tekerlendi!
Andre bu yaşları görünce ne oldu? Ne olduğunu kendisi anlayabilecek bir hâlde kaldı mı ki anlasın? Yahut onu anlamaya harcanacak vakit mi kaldı? Hemen kızın yanına koştu. Annesi yolunda devam etmekte olduğu hâlde kızı alıkoyarak dedi ki:
“Yüz bin affınızı birden dilerim Matmazel! Hata ettim! Sizi incittim. Allah aşkına olsun affımı söyleyiniz ve müjdeleyiniz! Evet, Andre Gocafo benim! Köprü üzerinde size ben rastladım. Ancak kendimi ve hizmetimi teşekkürünüze layık görmediğim için inkâr ettim.”
Stefani ağlamanın etkisiyle titrek çıkan bir ses ile dedi ki:
“Aman ya Rab! Talihimizin uğursuzluğu ne dereceye varmış, ne kadar kötü bir kadere sahip olmuşuz ki sunduğumuz ve gösterdiğimiz teşekkürler bile kabul olunmayarak yüzümüze çarpılıyor. Ya, Allah korusun, şefkatli bir yürek sahibinden bir şey rica edecek olsak?”
Andre Gocafo, mutlaka Tonak ailesinin servetini kaybederek uğradığı felaketten haberdar olmalıdır ki kızın bu sözleri, gözlerinden akan yaşlardan daha fazla etki etti. O da gözlerinden yaş dökerek dedi ki:
“Allah aşkına olsun kalbinizi rahat tutunuz! Hiç imdat istemediğiniz hâlde imdadınıza yetişmek için canını bu uğurda harcamayı göze aldıracak kadar yürek sahibi adamların henüz dünyadan kaybolmadıklarını gördüğünüz hâlde edeceğiniz ricaların, vereceğiniz emirlerin kabul olunmayacağını düşünmekle, bütün şefkat dolu kalp sahiplerine haksızlık yapmış oluyorsunuz. Sözünüzü geri alınız Matmazel!”
Stefani zaten fazilet sahibi bir kız olduğu gibi, mertçe söylenen bir sözün en ince yerlerini de eksiksiz değerlendirebildiğinden, Andre’nin bu sözü üzerine gözündeki yaşları dindirdikten başka, yüzünde o melekvari gülümseyişleri de geri geldi. Hoş, Andre’ye etki konusunda bu gülümseyişlerin kuvveti önceki gözyaşlarından daha az değildi ya!
Stefani dedi ki:
“Ricalarım ve hatta emirlerim bile kabul olunacak, öyle mi?”
“Hiç şüpheniz olmasın Matmazel!”
“Öyleyse kolunuzu bana veriniz de, bize evimize kadar eşlik ediniz. Bu akşam sizi yemeğe davet ediyorum. Babama da sizi tanıştıracağım. Çünkü savunduğunuz ve korumanız altına aldığınız namusun en önemli bir kısmı ona aittir.”
“Başüstüne Matmazel! Davetinize teşekkürlerimle beraber katılım gösteririm. Gelgelelim ki, kolumu size sunmak şerefi benim gerçekten haddimin ve liyakatimin üstünde bir şeref olduğu için, sizi böyle bir hatadan sakınmak üzere beni bu emrinizden affetmenizi rica ederim.”
Stefani, kendisini böyle bir hatadan korumak sözüne şaşırdı. Yalnız şaşırmak da değil, kırıldı da. Çünkü Andre Gocafo denilen delikanlı gerçekten kendisi gibi bir kıza kolunu vermeye layık olacak seviyede bir adam olmayabilirdi. Stefani ise Andre’nin prenseslere kol vermeye layık olmasını arzu ediyordu.
Bununla beraber hiç olmazsa Andre’ye davetini kabul ettirmiş olduğuna memnun olarak delikanlının ikinci ricasını kabul edip, evinin sokak ve numarasını bildirdi.
Annesi elli altmış adım kadar ilerleyerek kızının arkadan gelmediğini hissedince durmuş ve yine Andre ile konuştuklarını görünce sözlerine karışmamak için geriye gelmemişti. Stefani, Andre’den ayrılarak annesine kavuştuğu zaman annesi sordu:
“Ne yaptınız?”
“Akşam yemeğe gelecek.”
“Gerçek mi söylüyorsun?”
“Çok gerçek! Kendisini babama takdim edeceğim.”
O akşam Mösyö Pol Tonak’ın evinde gerek sofrada, gerek salonda geçen sohbetler gerçekten pek tatlı sözlerden ibaretti.
Mösyö Andre Gocafo o kadar terbiyelice davranırdı ki kalbinde Stefani için alıkonulması, karşı durulması mümkün olmayan bir sevda olduğunu kız da, anası da, babası da anladıkları hâlde, içindeki duygulardan asla renk vermemek için Andre olanca gücüyle kendini zorlardı. Hem de kendisini kontrol altında tutmayı başarırdı. Çünkü Stefani’nin kalbinden Andre için geçen şeyleri hâl ve durumundan, gerek babasınca ve gerek annesince açıkça anlaşılmış olmasına rağmen, o da hâlinden renk vermemeye çalışırdıysa da onun ağırbaşlılığı Andre’nin soğukkanlılığı karşısında âdeta taşkınlık derecesinde kalırdı.
Eyena Köprüsü üzerinde eşiyle kızını savunmasından dolayı ihtiyar Pol Tonak teşekkürlerini dile getirdiği zaman Gocafo en ciddi bir alçak gönüllülükle dedi ki:
“Bu davranışı yiğitçe bir fedakârlık saymanız beni fazlasıyla utandırır efendim! Bendeniz hakkımı da, sınırlarımı da bilen adamlardanım. Olaydaki hareket biçimimi övmekten çok ayıplamaya yaraşır görseniz bile itiraza hakkım yoktur. Çünkü Mösyö Leon’un Tonak ailesine olan yakınlığı sebebiyle bağlılığını kabul ettirmek için biraz ileriye gitmesinde hoşgörülmesi ihtimalden uzak değildir. Benim ise dışarıdan işe karışmaklığım…”
Pol Tonak Andre’nin sözünü kesti ve dedi ki:
“Bir matmazel kendisine bağlılık ve yakınlık gösterilmesine izin vermediği hâlde o yolda zor kullanmaya kalkışmak terbiyesizliktir. Hem terbiyesize haddini bildirmek her iyi ahlak sahibi olan kişinin en kutsal görevidir. Siz, o görevi yerine getirmekle iyi ahlak sahibi kişilerden olduğunuzu ispatladınız dostum!”
İşte bu şekilde Andre ile Tonak ailesi arasında baş gösteren ilişki gittikçe kuvvet buldu. Haftada birkaç gece Andre, Tonakların salonuna giderek birkaç saat zaman geçirirdi. Bazı kere gündüz de uğrayıp hatta Stefani’yi yalnız bulduğu ve kız ile özel olarak görüştüğü de olurdu. Ancak hiçbir zaman olmadı ki Andre, Stefani’ye gerek kendi sevdasından ve gerek genel anlamda aşk ve âşıktaşlıktan konu açsın. Her davranışında, her söyleşişinde son dereceye kadar terbiyelice davranarak anası ve özellikle babası, delikanlının bu durumuna dikkat ettikçe onun hakkındaki güven ve güvencelerini ve dolayısıyla saygı ve samimiyetlerini artırırlardı.
Bununla beraber Andre’nin Stefani’ye olan düşkünlüğü gittikçe artarak, başka bir adam da olsa dayanılması mümkün olamayacak derecelere ulaştığı da anlaşılmayacak durumlardan mıdır? Fakat düşkünlüğü ne kadar artarsa, o düşkünlüğünün olanca kuvveti Stefani hakkındaki hürmet ve saygısının artmasına sebep olurdu. İş bir dereceye gelmişti ki, artık Stefani’nin küçük bir arzusunu bile ilahî bir emir olarak görmek Andre’nin boynuna borç olmuştu.
Örneğin Andre tütünün son derecede tiryakisi olup, kızın babası Pol Tonak da eski bakkal olması sebebiyle şu tiryakilikte Andre’yi fersah fersah geçmiş bulunduğundan, ikisi beraber tütün içmeye başladıkları zaman odanın içini kara bir bulutla kaplarken, bu alışkanlığın Matmazel Tonak’ın hoşuna gitmediğini kızın bazı davranışlarından anlaması üzerine Andre, tütünü öyle bir kesin şekilde terk etti ki sadece Tonak ailesinin evinde değil, hiçbir yerde, hatta kendi evinde bile ağzına almayarak, bu hizmete yarayan kutusunu, filanını da def ve yok eyledi.
Tütün meraklısı bir adamın birdenbire bu merakına üstün gelmesi ne kadar zordur! Matmazel Tonak, bir pundunu getirip, bunu Mösyö Gocafo’ya ifade ile “Tütünden benim hatırım için vazgeçtiğinizi anlıyorum. Bundan dolayı minnettarınız olduğumu inkâr edemem.” dediği zaman, Gocafo’nun ne cevap vermesini beğenirsiniz? Demişti ki:
“Hayır Matmazel! Asla minnettarım değilsiniz!”
Kendisinden başka hangi delikanlı olsa Matmazel’i bir minnet altında bırakmayı cana minnet sayar ve bu konuda gereken itirafları büyük bir övünçle yapardı da, gel gör ki şu hareketleri kızın gözünde bu kadar hoşa gitmezdi. Stefani ise var olmasına bile neden olmayan hatırı için o sevgili ve tatlı sigaralara elveda öpücüğü gönderilmiş olduğu hâlde, bundan dolayı kendisini minnettar bırakmamasının da, kendine karşı gösterilen bir gönlü hoş tutma çabası olduğundan şüphe edemeyerek bu kadar nezaketten dolayı Andre’ye olan tutkunluğunu bir kat daha kuvvetlendirdi. Matmazel Tonak, bir adamın arkasında açık renk bir ceket görüp, beğendi mi, ertesi gün Andre’nin arkasında açık renk ceket görülüyor. Bir kimsenin elinde herhangi renk ve biçimde eldiven görüp beğenecek olsa hemen Andre’nin eli de o renk ve biçimde bir çift eldivenin içine girer. Şapkada, potinde, kısacası her şeyde Matmazel’in eğilimi hangi yöndeyse Andre’nin de eğiliminin o yöne olduğuna kızın dikkat ettiği ve yalnız dikkat de değil, bu işte görev edinmekte pek ileriye gittiği hâlde, Andre bunların hiçbirisini Matmazel’e hoş görünmek için yapmıyormuş da sanki rastlantı gereği oluyormuş gibi davranırdı.
Bir gün salonda birkaç kadın daha varken Madam Tonak bir kere kızının, bir kere de Andre’nin yüzüne baktıktan sonra ikiyüzlülüğe ve yaranmaya dair bir söz açarak, mesela bir kimsenin dostlarından birisine hoş görünecek davranış ve tavırlarda bulunup da, sözün sırası geldikçe bu hareketlerinin, o dostunun hatırı için olmadığını öne sürecek olursa, bu durumun ikiyüzlülük ve dalkavukluğa verilebileceğini gayet şaka yollu bir biçimde söylemişti.
Mösyö Andre, büyük bir dikkatle Matmazel Stefani’nin yüzüne baktı. Bu bakışa kız da dikkat ederek annesini onaylayan bir tavır gösterdi. O günden sonra da Mösyö Andre, Stefani tarafından ima ile ve üstü kapalı olarak açığa vurulan arzuların hiçbirisine uygun davranmaz oldu.
Delikanlının davranışlarındaki bu değişikliği yüzüne vurmak için fırsat arayıp duran Stefani, bir gün yine kendi salonlarında annesi de varken Andre’ye dedi ki:
“Mösyö Andre, sigara içmeye ne zaman başlayacaksınız?”
“Neden sordunuz Matmazel?”
“Sigara içmeyen erkeklerden pek hoşlanırım da, onun için soruyorum.”
Delikanlı düşünmeye başladı. Kızın annesi gerek bahaneyle olsun, gerek hakikaten bir lüzum üzerine bulunsun salondan çıkıp da iki genç yalnız kaldıkları zaman Mösyö Andre dedi ki:
“Beni utandırmaktan gerçek bir zevk mi alıyorsunuz Matmazel?”
“Siz bu soruyu sormayınız; ben size sorayım ki, beni kararsızlık içinde bırakmamak sizin hakikaten zevkiniz midir?”
“Sorunuzun altında yatan anlamı anlayabilseydim cevap verebilirdim.”
“İnsanların davranışları ve âdetleri gereğince düşünülecek olursa, delikanlılar kendilerine yönelmelerini arzu ettikleri kızlara hoş görünmek için yapmadıkları şeyleri bile yapmış görünürler. Göze aldıramadıkları fedakârlıkları bile aldırmışlar veyahut aldırmaya hazırlarmış gibi davranırlar. Siz ise her hâl ve hareketinizi benim arzularıma uydurmaya çalıştığınız hâlde, kendi kendinizi yalanlama çabasında da kusur etmezsiniz. Beni sevmiyor veyahut sevmeyecek olsanız, bu hareketlerinizden amacınızın beni alaya almak olduğuna karar verirdim. Fakat eminim ki kalbinizde benim için var olan sevgi, en temiz, en kutsal ve en şiddetli sevgidir. Yoksa bu sevginizi de inkâr mı edeceksiniz?”
“Sizi sevebilmek benim haddim olsaydı…” Kız hemen elini delikanlının ağzına götürerek susturdu. Dedi ki:
“Susunuz! Allah aşkına susunuz! Çünkü bir kelime daha söylerseniz, dehşetli bir yalan söylemiş olacaksınız.”
Andre, siyah ve parlak gözlerini Stefani’ye dikerek bir dakika kadar kızın yüzüne baktıktan sonra o güzel gözlerini, gözlerinden daha güzel bir yaş perdesi kapladı. Pırlantalardan daha parlak akan yaşlar bıyıklarının siyah tellerine asılıp kalmaya başladı.
Stefani de elinde olmadan ağlamaya başladı. Ah şu karşı karşıya olan ağlayış ne tatlı, ne hatasız bir söyleyiştir! Acaba Mösyö Andre kıza ilanıaşk etmeyi nice zamanlardan beri aklında kurarak, bu gün olanca söyleyiş kuvvetiyle hâlini açıklamış olsaydı, ağzından çıkacak olan sözler, gözünden dökülmüş olan bu yaşlar kadar derdini anlatmaya yeterli gelebilir miydi?
O sırada salon kapısındaki perdeler kımıldadı. Fakat içeriye kimse girmedi.
Bunu Andre fark edemediyse de, Matmazel Tonak pekâlâ fark etti. Anladı ki perdeyi kımıldatan annesiydi; ancak salonun içine girmek için değil, oradan dışarıya çıkmak için yaptığı hareket üzerine perde sallanmıştı.
Gözlerden akan bu yaşlar, akşama kadar ve belki de sonsuza dek akıp gitse, Stefani’nin o oranda memnun ve içi rahat kalacağına şüphe yoksa da, kız kapı perdesine doğru yaşlı gözlerini çevirdiği anda Andre’nin de aklı başına gelerek kim bilir ne kuvvetli, ne şiddetli bir şekilde kendini zorlayıp tuttu ki, hemen gözlerindeki yaşları kuruttu. Fakat gözlerindeki kızarıklığı da hemen uzaklaştırmaya imkân bulamadı.
Stefani, delikanlının elini eline alarak kendisini kanepeye kadar çekti oturttu. Kendisi de yanına oturdu. Dedi ki:
“Andre, beni sevdiğinizi inkâra imkân ve gücünüz yoktur. Gözlerinizden akan yaşlar bunu itiraf ettikleri hâlde, dilinizin inkârdaki inadı nedendir? Sevginizi açığa vurmak için bir engel mi görüyorsunuz?”
“Engel gördüğümü söyleyecek olsam yine bir itirafta bulunmuş olurum.”
“Eğer gördüğünüz engeli ailem tarafından zannediyorsanız emin olunuz ki bu zannınız yanlıştır. Eğer babam servetini mahvettiği için çeyizsizliğim…”
Bu kez de Andre kızın ağzını kapayarak dedi ki:
“Allah aşkına susunuz! Bu kötü söz ağzınızı kirletmesin.”
“Öyleyse niçin bana karşı o kadar sakınmaya gerek görüyorsunuz? Andre, açıkça söyleyiniz, beni seviyor musunuz?”
“…”
“Hayır, suskunlukla karşılık istemem! Beni seviyor musunuz, sevmiyor musunuz? Mutlaka ikisinden birine cevap vermelisiniz!”
“Ne yolda cevap vermemi istiyorsunuz?”
“Elbette ‘Seviyorum.’ demenizi!”
“Demiş olursam, ne faydamız olacak?”
“Ben de sizi sevdiğim için faydamızı hangi yönde görürsek, gerçekleştirmekten bizi alıkoyacak hiçbir kuvvet bulunamaz da, faydamız işte bundan ibaret olacak.”