Полная версия:
Cellat
“Bundan başka silahım yoktur.”
“Acayip! Yarım metre şişe karşı bastonla mı korundunuz?”
Komiserin bu sorusuna orada birikmiş olan halkın şahitliği cevap yerine geçti. Zaten Andre’nin ölümcül bir şişe karşı sıradan bir bastonla karşı koyuşu birikmiş kalabalığa hayret verdiği gibi polis komiseri de şaşırmıştı.
Andre’yi de, Leon’u da komiser efendi önüne katıp merkeze götürdü. Orada ilk ifadelerini kayda alarak raporlarını düzenledikten sonra ikisini bir arabaya bindirip yanlarına bir de polis vererek başkomiserliğe gönderdi. İş, adam öldürmeye girişim olduğundan Mösyö Leon gözaltına alındı.
Sözü uzatmayalım; Andre her ne kadar davasından tamamıyla vazgeçerek Leon aleyhine sürdüreceği hiçbir davası olmadığını sorgu hâkimine bildirdiyse de savcı bu konuda genel hukuk uyarınca bir iddianame hazırladı. Yapılan yargılanma sonucunda Leon üç sene boyunca prangaya mahkûm edildi.
Köprü üzerinde Andre ile Leon’un vuruştukları süre boyunca Madam Tonak ile kızı Stefani’nin şöyle bir kenara gizlenerek çatışmayı seyrettiklerini mi tahmin edersiniz?
Böyle bir tahmin boştur. Kadınlar kendilerine sarkıntılık eden delikanlının elinden kurtulur kurtulmaz bir arabaya binerek soluğu evlerinde almışlardı.
Hatta ikisi de korkunun çok büyük bir etkisine kapılmış olduklarından derhâl doktor çağırmak zorunda kaldılar. Ailenin öteden beri yardımına koşan doktor, ana ile kızın ikisine de tanıyı koyup gereken ilaçları ve müdahaleleri yaptıktan sonra yanlarından ayrılmayarak epeyce bir zaman da babacan öğütlerle iyileşmeleri için uğraş verdi.
Akşam vaktinin yaklaşmasıyla biraz sonra Madam Tonak’ın eşi ve Stefani’nin babası Pol Tonak da eve gelince ve o gün başlarından geçenler kendisine anlatılınca Leon aleyhine dava açmaya kadar ileri gideceğini söyleyerek hiddet ve gazaplandıysa da hanımı, henüz köprü üstündeki kavganın sonucunun ne olduğunu öğrenmeksizin bu hiddete gerek olmadığını, gerçekten melekçe bir yumuşaklık ve hoşgörüyle kocasına anlatarak çaresiz Pol Tonak’ın sinirini yatıştırmakta başarılı olabildi.
Gerek Madam Tonak’ın ve gerek Matmazel Stefani’nin o akşamı nasıl heyecanlı bir hâlde geçirmiş olduklarını okuyucularımız tahmin edebilirler. Çünkü iki delikanlının birbirine düşmesine sebep olmak, namus ve onurunu bilen kadınlardan hiçbirisinin hoşuna gidecek bir şey olmayıp, özellikle de, imdatlarına yetişen delikanlının silahı da bulunmadığından, iki tarafın silah bakımından var olan şu birbirlerine denklikleri çok fazla yürekler acısı olacak bir facia sonucunu doğurabilirdi.
Sabah olup da gazetelerde Eyena Köprüsü üzerinde birisi şişli ve diğeri bastonlu iki adamın çatışmasında, bastonlunun o şiş hamlelerine karşı kendisini çok güzel savunduğu, polisin de olay yerine yetişmesiyle köprü üzerine bir damla kan damlamaksızın ikisini de alıp götürdüğü yazısını okudukları zaman, aslında Andre’nin elinden bir değil birkaç damla kan damlamışsa da işin burasını kadınlar bilmeyerek, en fazla korkulması lazım gelen korkunç sonuç ihtimalinin ortadan kalkmış olmasına memnun olmuşlardı. Fakat resmî soruşturma uzun uzadıya devam edecek olursa herkesin ağzında destan olmanın endişesiyle kalmışlardı.
Hâlbuki sorgulanma sırasında Mösyö Andre Gocafo, savunulmaları için canını tehlikeye koyduğu kadınların ne kendi isimlerini ne de ailelerinin isimlerini bilmediğini, onları yalnız başlarına korunmasız yakalayarak zor duruma düşüren saldırıdan kurtarmak için hasmını durdurmaya kalkıştığını söylemişti. Leon da ömründe hemen hemen ilk defa olmak üzere terbiyelice bir hareket etmek isteyerek, şu yargılanışında o kadınların ismini açıklamaya kanunen gerek olmadığını ve eğer kadınlar kendisini dava etmek isteyecek olurlarsa mahkemeye başvurmakta kararın kendilerine ait olduğunu söylediğinden, Madam ve Matmazel Tonak’ın isimleri mahkeme kayıtlarına geçmediği gibi, gazetelerin sayfalarında da yayınlanmamıştır.
Bu durumu Madam Tonak, kocasını dava açmaktan alıkoymak için güzel bir fırsat olarak gördü ve dedi ki:
“Efendi! Ticari işlerimiz dolayısı ile milletin ağzına dedikodu sermayesi olmamız yetmiyor mu ki bir de bu mahkeme ile kendimizi gözler önüne serelim?
Hazır iki delikanlının ikisi de ismimizi meydana koymadılar. Böylece, Leon tarafından gördüğümüz şu sarkıntılığı kendi şanssızlıklarımızdan biri olarak görüp hiç sesimizi çıkarmasak daha iyi etmiş oluruz.”
Pol Tonak, eşinin bu öğüdünü kabul ile Leon aleyhine dava açmak sevdasından vazgeçse de Paris’in merakta uzman mösyöleri ve özellikle de madamlarının, ağızdan kulağa geçen haberler cinsinden olarak bu sırrın aslına ulaşmış oldukları şüphesizdir.
Eyena Köprüsü olayından dört gün sonra o korkunç olayın etkisi Madam Tonak ile Matmazel Stefani’nin üzerinden tamamen kalkmıştı. Ana ile kız salonda oturup bir taraftan el işleri ile meşgul olurken, diğer taraftan şöyle bir söz de açtılar:
Madam Tonak:
“Hakkımızda koruyuculuğunun imkânlarını esirgememiş olan şu delikanlının kim olduğunu anlamadık da, onu merak ediyorum. Köprü üzerinde kendi isminin Andre Gocafo olduğunu söylediği gibi mahkemede de adını öyle kaydettirmiş.”
Stefani:
“Evet! Öyle kaydettirmiş. Delikanlının yüzünü başka kereler de görmüşüm gibi geliyorsa da nerede gördüğümü bir türlü hatırıma getiremiyorum.”
“Fakat her hâlde sevimli bir yüz, değil mi kızım?”
Stefani’nin yüzü kızardı. Annesi bu duruma dikkat ederek dedi ki:
“Bunda yüz kızaracak ne var? Galiba çocuğun fedakârlığı seni etkiledi, öyle mi?”
“Pek de etkisiz kalmadı anneciğim.”
“Tuhafsın Stefani! Sana bu kadar delikanlı düşkünlük göstersin, hiçbirisini beğenmeyesin de bu esmer çocuğu beğenesin!”
“Beğenip beğenmememin ne önemi olabilir? Şu kadar ki, bizim kim olduğumuzu tanımaksızın ve hatta yüzümüzü bile görmeksizin bizi korumak için canını tehlikeye atması, elbette karakterinin yüceliğine şahitlik eder.”
“Acaba kendisine borçlu olduğumuz teşekkürü etmek için bu delikanlıyı nerede bulabiliriz?”
“İşte orası zor. Aslında poliste kaydı bulunması gerekirse de onu da kim arayıp inceleyecek?”
“Babanın görevi değil mi?”
“Hayır! Babama bu görevi yüklemeyi hiç canım istemiyor. Zavallı babacığımın kendi derdi kendisine yetişiyormuş gibi…”
“O bizim kim olduğumuzu bilseydi kendisi gelir bizi bulurdu.”
“Bunu da ümit edelim. Çünkü mahkemede verdiği ifadeye göre bizi hiç tanımıyormuş, sadece genel görgü kurallarına uymayan Leon’a görgü kurallarını tanıtmak için müdahalede bulunmuş.”
“O hâlde demek oluyor ki delikanlının sende yarattığı etki de birkaç gün içinde söner gider.”
Kız bu son söze karşılık hiçbir şey söylemedi. Annesi ise hemen o saatten başlayarak kızdan Andre hatırasını silmeyi gerek gördüğünden sözü başka taraflara saptırarak akşamı ettiler.
III
Hikâyemizin bu ilk kitabının ilk bölümü, romanımızın geçtiği zamanı tariften ibaret olup, ikinci bölümünde ise bazı isimler gördük ki bunlara dair hemen açıklama almazsak dile getirilen isimlerin sahiplerinin hikâyemizce önem dereceleri meydana çıkmaz.
Eyena Köprüsü üzerinde Leon ile karşılaşmalarının biraz öncesinde Madam Tonak ile kızı Matmazel Stefani haklarında yapmış olduğumuz tariflerden, bu iki kadının vücut ve yüzce olağanüstü bir güzellik ve tatlılığa sahip olduklarını söylemiştik.
Hâlbuki tepeden tırnağa kadar siyahlar giyinmiş olan iki kadının gerçek güzellik ve tatlılıkları, bu zalim rengin örtüsü altında gizli kalacağından, insan ne kadar dikkat etmiş olsa da bunların güzelliklerine hakkınca layığını veremez.
Madam Tonak, her ne kadar güzelliğinin doruğunda olduğu iddiasında bulunabilecek zamanı çoktan geçmiştiyse de Matmazel Stefani henüz yirmi iki yaşını bitirerek yirmi üçüne girmiş olmasıyla gençliğinin baharındaydı ki, bir kadın için süs sayılacak her ne kadar üstün nitelik düşünülebilirse hepsine fazlasıyla sahip olduğundan, kadın soyunun tümüne üstünlük ve başarısını iddia etmiş olsa bile ayıplanamaz. Hâlbuki bu kız güzellik açısından en üst seviyeyi bulmuş olduğu gibi iyi ahlak açısından da meleklere has bir ahlaka sahip olduğundan, bu eşsizliği ile övünmesinin herkesçe kabul görecek imkânlardan yararlanma derdine de asla düşmemiştir.
Matmazel Stefani Tonak’ın görünümünü hayalinizde resmetmek isterseniz, orta boylu kadınlardan biraz daha yüksek; fakat vücudunun inceliği sebebiyle ilk bakışta daha uzunca gibi görünebilecek olan bir boyu öncelikle karşınıza getiriniz. Bu boyun üst tarafına uzun ve güzel bir gerdan; onun üzerine de minimini bir baş koyunuz da, onu da sarı ipeklerden renkçe daha tatlı olan bir kucak uzun lepiska saçlarla süsleyiniz.
Bu saçların güzelce çerçevelendirdikleri figürün şeklini oval olarak düşünerek bu resmin güzel noktaları olan gözlerini, saf maviliğin bile ağzının sularını akıtacak bir mavi renkle boyayınız. Minimini bir burun ile küçük bir ağzı da, renkçe kederliymişçesine solgun olan bu çehreye gayet orantılı olarak çizip tamamlayınız. O küçük ağzı da her biri pirinç iriliğinde; fakat pirinçten renkçe pek çok daha beyaz sık dişlerle öyle bir süsleyiniz ki azıcık bir gülümsemesi hâlinde, hayretli bakışlara pırıltılar saçsınlar.
Matmazel Stefani Tonak’ın el ve ayaklarının ne kadar küçük olduklarını bundan önce de haber vermiştik. Şimdi tariflerimizi hayallerinizde güzelce şekillendirir ve canlandırır da, bu canlandırmanızı da ustaca bir fırça ile bir tabloya işler ve yorumlarsanız, Stefani’nin realist yollu aslına benzer bir resmini yapmış olursunuz. Bu tabloyu dikkatle incelediğiniz zaman da, Avrupa’ca mutlaka kont ve dük gibi prensler seviyesinde olan ailelerden birisine mensup ve asilzadelik niteliklerini eksiksizce kendisinde toplamış bir kadının resmini yapmış olduğunuza hiç şüpheniz kalmaz.
Bu kız yalnız yüzce, yalnız vücut ve salınışça “şahane” nitelendirmesine layık olmaz. Tekrar ederiz ki ahlakça da “melek gibi” nitelendirmesine hakkıyla layıktır. Kadınlar için huy ve karakter özelliği olarak görülecek kusur -fakat kusur sayışımızda hatamız yoksa- hemcinsleriyle güzellik ve süs yarışı yapmaları olduğu hâlde Stefani’de bu çaba, bu rekabet bile yoktur. Daima sade giyinir. Fakat en sade olarak giydiğini, en süslü kadınların giyimlerinden daha çok üstüne yakıştırır. Yumuşaklığı, alçak gönüllülüğü düsturlarından olup, hatta kendi başına bulunduğu zamanlarda sanki sürekli bir hüzün içindeymişçesine o melek yüzünü güzel bir hüzün ifadesi kaplamasına rağmen, her kim olursa olsun güler yüz görme umuduyla karşısında boy gösterecek olsa onu, gözlere parıltı ve gönüllere ferahlık veren tatlı gülümsemelerle karşılamak, bu kızın yaradılışındandır.
Babası Pol Tonak ise yaradılışça kızının hemen tam tersidir. Stefani her hâlince, her ahlakınca kendisinin tıpkısı olan annesinden kopya edilmiş olduğu hâlde babası sanki kızın yaradılışında tümüyle yabancıymış gibi kızına asla benzemez.
Yaşı yetmişe ulaştığı hâlde Pol Tonak hâlâ dimdik, sapasağlam bir adam olup, boyu uzun, göğsü ve omuzları geniş, pazıları bacakları kalın, elleri ayakları büyük bir adamdır.
Aslen Provans eyaletinde bir bakkal ve sıradan bir köylü olan Pol Tonak’ta bundan başka bir şey aramak mümkün olabilir mi?
Gelgelelim ki Pol Tonak gönlü güzel, yüreği sağlam bir adam olup, askerî kumanya müteahhitliğinde para kazananlar için, kazandığı parayı en helalinden kazanmak ne kadar mümkünse o kadar helalinden kazanmıştı.
Pol Tonak için bir kez köylü bir bakkal dememize rağmen, sonrasında da askerî malzeme müteahhidi diye vermiş olduğumuz bilgileri birbirlerine karşıt zannetmeyiniz. Aslen köylü ve bakkaldı. Fakat Napolyon Bonapart henüz bir topçu subayıyken birkaç defa Pol Tonak’ın bakkal dükkânında veresiye karnını doyurmuş olduğu gibi, birkaç defa da züğürtlüğü sırasında, Pol Tonak, hatta sonradan geri alacağını ümit bile etmemesine rağmen, kendisine borç para vermişti. Napolyon askerî rütbeleri çabuk çabuk kazanarak büyüdüğünde de Pol Tonak ile olan dostluğu kesilmemiş ve en sonunda Genç General diye yalnız Fransa’da değil bütün Avrupa’da şöhret kazandığı zaman Pol Tonak’ı kimi askerî kumanya müteahhitliği işlerinde kullanmaya başlamıştı.
Hele Napolyon, Fransa’da cumhurbaşkanı olunca ve biraz sonra imparatorluğa kadar yol bulunca, eski bakkal Pol Tonak Fransız ordularından birkaçının birden en önemli askerî kumanya malzemelerini karşılamayı üstüne almaya başlayarak, bu yüzden milyonlarca franklık alışverişlere girişmiştir.
Matmazel Stefani, böyle milyonların döndüğü bir ticaretin içinde yuvarlanan bir adamın kızı olur ve o kadar güzel ve o derecede terbiyeli bulunur da Paris gibi bir başkentte herkesin istekli bakışlarından mahrum mu kalır?
On yedi yaşındayken “pansiyon” denilen geceli gündüzlü okuldan çıkmasının ardından kalbur üstünden, sefilinden birçok delikanlı kızın etrafını kuşatmıştı.
Kalbur üstünden olan delikanlılar için böyle ayak takımından olan bir kızı eş olarak almakta hiçbir sakınca olamaz. Kızın milyonlarla ifade edilen çeyizi olsun da ne olursa olsun! Çünkü Avrupa âdetleri ve ahlakınca kızlar kocalarının isimleriyle anıldıklarından, bugün ismi Matmazel Tonak olan bir kızın, yarın örneğin bir dük dö bilmem neye eş olmasıyla düşes dö bilmem ne olması her zaman görülmüş durumlardandır. Asilzade olmayanlara gelince; bunlar için milyonlara sahip ve kendileri gibi ayak takımından bir kızı eş olarak almak mutluluğun son derecesi demektir.
Gelgelelim Matmazel Stefani Tonak, kendisine yakınlık gösteren delikanlıların hiçbirisine gönül akıtamazdı. Zor beğenenlerden olduğu için değil. O zamanlar Paris’te kalbur üstünden olsun ayak takımından olsun delikanlıların hepsi eğlence hayatının ustası olup, gece gündüz zamanlarını kumarhanelerde, tiyatrohanelerde, cambazhanelerde, vesairehanelerde(!) geçirdiklerinden, hangi kız kocaya varırsa sadece birkaç hafta süresince kocasının güler yüzünü görebilecek, bunun da âdeta ikiyüzlülüğün güler yüzü olduğunu ve diğer taraftan damat efendilerin eşlerinden aldıkları çeyiz bedelini gönül eyleyişi ve savurganlıkla yediklerini ve paralar bittikten sonra eşlerinin hiç de yüzüne bakmadıklarını, Matmazel Stefani’nin gözleri daima görürdü.
Hatta bir gün annesiyle bu konuda bir söz açarak kızın gösterdiği beğenmez tavırları annesinin sormasıyla Stefani demişti ki:
“Babamın alın teriyle kazandığı sermayesini tiyatro kızlarına yedirmek için mi kendisine damat getireceğim? Evlilik konusunda benim hiç acelem yoktur. Elbette hâl ve şanını beğeneceğim ve babama damat olarak teklif etmekten utanmayacağım bir adam bulurum.”
Eyena Köprüsü üzerinde Andre Gocafo ile dövüşen Leon, işte Matmazel Stefani’nin böyle damat olarak babasına sunmaktan utanacağı heveskârlardandı.
Bu delikanlı her ne kadar, oldukça kaymak tabakadan sayılan Sukar ailesinin fertlerinden olup, hatta soyluluk işareti olmak üzere isminde bir de ”dé” bulunarak, “Mösyö Leon dé Sukar” diye çağırılırdıysa da babasından kalan paraları da, taşınmazları da gönül eğlendirme yollarında yiyip bitirdikten sonra, özbeöz kız kardeşine, kendisinin daha önceden çeyizlik olarak uygun gördüğü üç yüz şu kadar bin frangı da dolandırıp yemiş ve böylece zavallı kızcağız için koca bulup evlenebilmeyi de imkânsız kılmıştı.
Artık Matmazel Stefani Tonak gibi her şeyin farkında ve ince fikirli olan bir kız, Leon’da bu eğlenceye düşkünlüğü, bu saçıp savurganlığı, bu ahlaksızlığı gördüğü hâlde, onun âşıkça, ikiyüzlüce, haince olan bu davranışlarına aldanabilir mi?
Leon, Matmazel Tonak’ın davranışlarını yanlış anlamış ve tahmin etmişti. Kızın o üzgün davranışlarını aşk yakarışlarına vererek, ilk girişimlerinin geri çevrilmesi üzerine, kendisini çılgın bir âşık gibi gösterirse umuduna erebileceğini zannetmişti. Bu aslı olmayan zannı üzerine güya kendini öldürmeye kadar her şeyi göze almış görünmek derecesinde yapmacık davranışlarda bulunmuştu. Gelgelelim Matmazel Tonak bu davranışların hiçbirisine aldanmadı.
Birazdan ayrıntılarını anlatacağımız garip bir biçim ve faciayla Pol Tonak iflas ettiğini ilan ettiği zaman ise her ne kadar Leon ve Sukar’ın Matmazel Stefani’den ümidi kesmesi lazım gelmişse de Leon, Mösyö Pol Tonak’ın iflasını ciddi bir iflas olarak görmeyip, belki alacaklılarına olan borçlarını vermemek ve milyonlarca frangı kendi kesesinin istifadesine atmak için düzenlenmiş sahte bir iflas olduğuna karar verdiğinden, Matmazel Stefani Tonak’ın gönlünü avlayabilirse bu sayede milyonları da avlayabileceğini hâlâ ümit eder dururdu. Bu sebepledir ki Eyena Köprüsü üzerindeki sarkıntılık da olagelmiştir.
Pol Tonak’ın iflasına gelince: Bu konu eğer biraz aralanacak ve kurcalanacak olsa başlı başına bir roman oluşturabilir.
Pol Tonak gibi bir müteahhidin, milyonlar tutarındaki hesabını sonuçlandırarak alacağını alıp, vereceğini verdikten sonra asıl kendi servetini oluşturacak tutarı ya bankalara yatırması veyahut taşınmaza çevirmesinin, ta işten el çekeceği zamanın gelmesiyle gerçekleşecek bir durum olduğunu, işten anlayan herkes bilir. Hâlbuki Napolyon’un henüz kendisi bile barut dumanı içinde kömürcü çırağı gibi simsiyah kesilmiş bulunduğu bir zamanda, Pol Tonak için böyle işini olduğu gibi sona erdirerek el etek çekmesi imkânsızdır.
Dolayısıyla Pol Tonak’ın ticari işlemleri, kuzey ile güney ve doğu ile batı ordularının falanca ve filanca senelerinin hesaplarına ait et veyahut yağ ve ot gibi mal kalemlerinin gözden geçirilmesinden başka, alacaklarının ödenmesi demek olan milyonlarla, bu milyonlar karşılığında falanca ve filanca illerdeki çiftlik sahiplerine veyahut falanca ve filanca limanlarda ticaretle uğraşan tacirlere ve şirketlere vereceği milyonlar arasında dolaşıyordu. Ancak Pol Tonak, bir yandan gerçekleştirdiği tahsilatıyla, bir yandan da düzenli olarak borçlarını kapattığından kendisinden alacağı olanların hepsi, alacaklarının âdeta kasalarında demek olduğuna emindiler. Nasıl olmasınlar ki? Napolyon’un göğün yedi kat üstünden, cehennemin yedi kat dibine düşebilmesi ne kadar uzak görülürse, Pol Tonak’ın batması bundan fazla uzak görülürdü.
Pol Tonak’ın, işlerinin genel dengesinden kendisinin de güveni bir derecede idi ki, Kont Belv sarayında, Napolyon Bonapart imparatorluktan istifasını yazdıktan sonra bazı dostları Pol Tonak’ın içinde bulunduğu durumun üzerine dikkatini çektiklerinde Tonak dedi ki:
“Geri gelen kraliyet hükûmeti her ne kadar Napolyon’un armasını yere çarpabilirse de o armayla Fransa adına imzalanmış olan bu sorumlulukları hiçbir sebeple inkar edemez. Borç, Napolyon’un değil Fransa’nındır.”
Aslında öyle oldu. Gelgelelim bakınız Pol Tonak hakkında nasıl bir oyun oynandı.
Hükûmetçe gerçekleştirilen heyet değişimi üzerine bakanlık kadrosundan sonra dairelerin üst düzey memurları da değiştirilmişti. Üçüncü ve dördüncü dereceden sekizinci, onuncu dereceye doğru memur olanların hiçbirisi yerlerinden olmayıp, hep “Yaşasın İmparator!” diye haykırırlarken bugün “Yaşasın Kral!” diye haykırmalarıyla yine memuriyetlerinde devam ettirilmeleri olağandır.
Fransa Askerî Bakanlığının satın alma dairesinde bulunan yazıcı, kontrolör ve muhasebeciler de işte böyle hangi mübareğin zamanında bulunurlarsa onun şarkısını çığırmakla memuriyetlerinde devam etmelerine izin verilenlerdir. Bunların arasında Simon Pankar ismindeki bir kontrolör, herkesin hükûmetteki değişim üzerine oluşan heyecanlarına asla katılmaksızın kimi hesap işleriyle o kadar meşguldü ki bundan dolayı arkadaşlarının ayıplamalarına ve azarlamalarına bile uğramıştı. Fakat elli yaşını türlü türlü entrikalı hesaplar içinde geçirmiş olan bu kontrolör, arkadaşlarının taş atmalarına hiç kulak vermeyerek işine devam ediyordu.
Ne iş görüyordu? Mösyö Pol Tonak’ın Askeriye Bakanlığından ve bu yolla Fransa hazinesinden genel alacaklarını hesap ediyordu.
Kolorduları, numaraları sırasıyla dizerek Pol Tonak’ın her birinden kaçar kalem alacağı varsa onları da kaydetti. Ödeme emirleri çıkmış olup hemen ödenecek bulunan alacakları başka ve ödeme emirleri hâlihazırda hazırlanmakta olanları başka kaydederek, Pol Tonak tarafından alacak talep dilekçeleri yeni hazırlanmış ve henüz hesap inceleme komisyonuna gönderilmemiş olan alacakları da kaydetti.
Bu şekilde ortaya çıkan hesaplara bakılacak olursa, Pol Tonak’ın hemen eline geçmesi gereken tutarın toplamı bir milyon sekiz yüz bin franga ulaşmış olup, ödeme emirleri hâlihazırda hazırlanmakta bulunan alacağı sekiz milyona ve yeni gönderdiği alacak talep dilekçelerinin oluşturdukları toplamlar da altı milyona varmaktaydı.
Hepsi birlikte toplam on altı milyon bu kadar yüz bin frangı gösteriyordu.
Kontrolör Simon Pankar, söz konusu hesap cetvelini alıp emrinde bulunduğu muhasebeciye götürdü. Muhasebeci bunun ne olacağını sorunca dedi ki:
“Her değişiklikten bir çıkar aramak akıl kârı değil midir?”
“Sanki ne demek istiyorsunuz?”
“Demek istiyorum ki Napolyon’un istifası üzerine ministroların hepsi işlerden el çektiler. Bakanımız ise sınır dışına kadar kaçtı. Şimdiki durumda bakanlık bir müsteşarın elindeyse de bugün yarın o da gönderilir veyahut kendisi kaçar.”
“Ee?”
“Eesi şu ki; bunların yerlerine gelecek olanlar, bunca senelerden beri göç belası, mallarına el koyulması ve diğer kimi sebeplerle züğürtlenmiş, tırıl kalmış adamlardır. Nereden birkaç altın parlarsa dikkatlerini o tarafa çevirirler. Şu anda elimde bulunan kâğıdın üzerinde on altı milyon bu kadar yüz bin frank parlamaktadır. Bunun onda biri bizim olsa, ikimizi de zengin edeceğinden, başka bakan ve müsteşar ve diğerlerine de böyle bir hizmette bulunursak, en gözde memurlar biz oluruz. Bir ihtimal memuriyetimizin derecesinde yükselme mümkün olur.”
“Kötü söylemiyorsunuz ama siz Pol Tonak’ın bunca iyiliğini görmüş olduğunuz hâlde zavallı adama bu oyunu nasıl oynayacaksınız?”
“Sizden asla ders almaya muhtaç değilim. Ben size bir dostluk etmek istiyorum. Bu dostluğumun değerini ileride daha güzel takdir edersiniz.”
“Fakat Pol Tonak’ın bu alacaklarını inkâra dayanak yoktur!”
“Siz bana teorik olarak katılınız da, pratikte ben sizin desteğinize de ihtiyaç duymam.”
“İş yapalım derken iş bozarız diye korkuyorum.”
“Ondan hiç korkmayınız. Emin olunuz, önünüze şöylece beş yüz bin frank konulduğu zaman memnun olursunuz ya?”
“Oo! Ona hiç şüphe olmasın.”
“Artık işin öte tarafını bana bırakınız!”
Muhasebeci ile Simon Pankar arasında bu sözler edilirken, öte tarafta Pol Tonak da kendi veznedarı Piyer ile alelacele bir hesap yapmaktaydı.
Bunların düzenledikleri hesap cetveli üzerinde de on altı milyon bu kadar yüz bin frank alacak bölümüne kaydedilmiş olup, borç kısmında ise yüz elli kalem kadar borcun toplamı dokuz milyon beş yüz bin frank etmekteydi. Hele bu borçların içinde yirmi kalem kadarının toplamı olan bir milyon yüz elli bin frangın hemen bir haftaya kadar ödenmesi gerekiyordu. Bu sonuç görülünce Pol Tonak veznedarına dedi ki:
“Piyer! Rica ederim hemen şimdi Askeriye Bakanlığına gidersiniz. Bizim Simon Pankar’ı bulup, gereken işlemleri yapar ve bakan tarafından imzalanmış bulunan ödemeleri alırsın. Bu konuda katlandığı ve katlanacağı zahmetlerin ödülünü yok saymayacağımızdan emin olsun. Öncelikle şu söz konusu tutarı çabucak kasamıza koyarak şu borçları bitirelim. Bir haftamızı bu şekilde atlatabilirsek, önümüzde daha on beş günlük bir alan açılmış olur.”
Piyer, Askeriye Bakanlığına gelip Simon Pankar’ın yanına girdiği zaman kontrolör efendiyi, söz konusu hesap cetvelini hâlâ elinde tutarak inceler buldu. Efendisi tarafından gönderilen haberi ilettiği zaman Pankar dedi ki:
“Mösyö Pol Tonak’ın işlerinin nice en öncelikli işlerden olduğuna şüphe mi edersiniz? Kendisinden görmüş olduğum iyilikleri, bunca senedir hizmet verdiğim Askeriye Bakanlığından görmediğimi her zaman itiraf ederim. Hatta işte tüm alacaklarını şu hesap cetveli üzerine kaydederek şu kargaşalık arasında çabucak gereğini yerine getirtmenin yollarını da düşünmekteyim.”
“Allah razı olsun Mösyö Pankar! Efendim de bu çabanızdan emindir.”
“Gelgelelim üzülerek söylerim ki bakanımızın kaçışından beri müsteşarımız bütün işleri tatil etti. Galiba kendi geleceğinden bile emin değildir. Dolayısıyla kraliyet hükûmetinin askeriye bakanı, maliye bakanı filanı atanıncaya kadar hiçbir iş görmenin imkânı yoktur.”
“Aman ne diyorsunuz Mösyö Pankar! Biz bu hafta içinde bir milyon yüz elli bin franklık ödemeyi almak zorundayız.”
“Bu mecburiyetiniz o kadar kesin değildir. Gerçekleşen değişikliklere bakılarak…”
“Hiç ticaret işleri değişiklik filan tanır mı?”
“Ordu müteahhitlerinin işleri, değişikliği tanımaya mecburdur.”
“Hiç olmazsa şu işlemleri bitmiş, imzalanmış olan ödemeleri olsun veriniz!”
“Ne söylüyorsunuz a dostum! Kaçan bir askeriye bakanının imzasıyla adama bir milyon sekiz yüz bin frangı verirler mi; devlet işlerinden hiç mi haberdar değilsiniz?”
“Onları imzaladığı zaman henüz bakandı, hem de borç bakanın kendi borcu değildi. Bakanlığın, devletin yani Fransa’nın borcudur.”
“Güzel söylüyorsunuz ama öyle değildir. Siz telaş etmeyiniz dostum! Mösyö Tonak’a nasihat veriniz de o da telaş etmesin. Ben işin çıkar yolunu bulduğum anda bir dakika bile fırsat kaybetmem.”