
Полная версия:
Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt
O zaman Beni Ağleb, Afrika valiliğinde müstakil olup onlar tarafından tayin edilen Sicilya valisi bu sırada pek çok zafere mazhar olduğu gibi Endülüs emiri de büyük muzafferiyetlere mazhar olmaktaydı.
Kazasker olan Ahmed İbni Ebu Davud birkaç sene önce felç olmuştu. Bu esnada Mütevekkil ona kızarak mallarına el koydu ve Yahya İbni Eksem’i Bağdat’tan Samerra’ya getirerek onun yerine kazasker ve ondan sonra adliye bakanı tayin etti. Ehlisünnet mezhebini muteber kabul ederek insanları Kur’an’ın mahluk olduğuna inanmaktan menetti. İki yüz otuz dört yılında her tarafa bu mealde fermanlar gönderdi. Mutezile imamlarına şiddet gösterdi ve muhaddisini (hadis nakleden âlimler) Samerra’ya getirip toplayarak onlara ikramda bulundu. Cenabıhakk’ın sıfatlarına ve Allah’ı cennette görmeye dair olan hadis-i şerifleri insanlara öğretmelerini emretti. Samerra’da elli altmış bin kadar adam, ehlisünnet mezhebini tederrüs ve taallüme (öğrenmeye) başladılar. Mütevekkil’in duacıları çoğaldı, onu övmekte aşırıya gittiler. Aslında Mütevekkil’in bu gibi hayırlı işleri inkâr olunmaz. Fakat bir günahı ve kötülüğü de vardı ki bütün sevaplarını ve iyiliklerini bastırmıştır.
Şöyle ki Mütevekkil’in Ali İbni Ebu Talib Kerremallahü Veçhe Hazretleri’ne ve ehlibeytine pek ziyade nefreti vardı. Onu ve ehlibeytini sevenlerin malına ve canına suikast eylerdi. Hatta amcası Memun’a, babası Mutasım’a ve kardeşi Vâsık’a, Hazreti Ali’yi ve ehlibeytini sevdikleri için buğzederdi. İki yüz otuz altı yılında insanları Kerbela’da ıtır kokulu topraklara gömülen Hüseyin (r.a.) Hazretleri’nin türbesini ziyaretten menetti. Türbe-i şerifesini ve etrafındaki yerleri yıktırarak, yerlerine tarla yapıp ekin ektirdi. Müslümanlar bundan dolayı çok üzüldü, Bağdat ahalisi duvarlar ve mescitler üzerine Mütevekkil’i kötüleyici söz ve küfür yollu ibareler yazdılar. Şairler dahi onu hicvettiler. Mütevekkil ise daima Hazreti Ali ile ehlibeytine düşmanlığı malum olan sefiller ile sefahat meclislerinde beraber olup, Hazreti Ali’yi kötülemekle eğlenirdi. Özetle Ubbâde adında dazlak başlı bir alçak vardı ki Hazreti Ali büyük karınlı olduğundan o da gömleği altına ve karnının üstüne bir yastık bağlayıp Hazreti Ali’ye kendisini benzetir ve hikâyeler anlatırdı, Mütevekkil’in işret meclisinde raks eder ve şarkıcılar, “Başı dazlak, karnı büyük halifetü’l-Müslimin geldi!” diyerek şarkı söylerlerdi. Mütevekkil de nebîz (küpe basılarak hasıl olan hurma ve üzüm şırası) içer ve gülerdi. Bir gün Mütevekkil’in oğlu ve birinci veliahdı olan Muntasır da mecliste hazır olduğu hâlde öyle mukallitlik ederken Muntasır onu işaret ederek tehdit edince, Ubbâde sustu. Mütevekkil, “Sana ne oldu?” diye sordu. Ubbâde, yanına varıp keyfiyeti bildirdi. Muntasır da “Ya emire’l-müminin! Bu kelbin taklit edip de onunla insanları güldürdüğü zat senin amcanın oğludur ve ehlibeytinin ulusudur. Senin iftihar sebebin odur. Dilersen sen onun etini ye, ama böyle kelplere yedirme!” deyince, Mütevekkil şarkı söyleyenlere, “Şu beyti taganni ediniz.” diyerek bir beyit okuttu ki manası kısaca, “O yiğit, amcasının oğlu için gayrete geldi. O yiğidin başı, anasının falanına…” demektir. İşte bunun için Muntasır, babasının katlini helal sayacak kadar gücenmiş ve Mütevekkil de ondan sonra ona hakaret edip küçük düşürmüştür.
On iki imamdan Muhammed Cevad Hazretleri iki yüz yirmi senesinde vefat ettiği zaman oğlu Ali Nakî Hazretleri onun yerine geçmiş ve Alevilere baş olarak yalnız başına bir köşeye çekilip, bir hücrede ibadet ettiği hâlde “Yanında silahlar ve zararlı kitaplar vardır.” denildi. Hemen Mütevekkil tarafından gönderilen zaptiyeler varıp evini bastıklarında İmam Hazretleri bir kapalı hücrede yüksek sesle cennetle müjdeleyen ve cehennemle korkutan ayet-i kerimeyi tilavet ediyordu. Altında kum ve çakıl taşlarından başka döşeme yoktu. O hâlde onu alıp Mütevekkil’in huzuruna götürdüler. Mütevekkil ise meclis-i işret kurup şarab-ı nebîz ile keyif çatıyordu ve şarap kâsesi elindeyken İmam Hazretleri içeri girince Mütevekkil ona hürmet göstererek yanına oturttu ve elindeki kâseyi ona verdi. İmam Hazretleri, “Beni af buyurunuz. Şimdiye kadar kanıma şarap karışmamıştır.” deyince o da kâseyi elinden bıraktı. İşret takımını kaldırtıp İmam Hazretleri’yle sohbete koyuldu ve bazı şiirler okumasını rica etti. O da âlemin fâniliğine dair gayet müessir bir kaside okudu. Mütevekkil ağladı ve ona borçlarını ödemesi için dört bin altın verdi. İzzet ve ikram ile ağırlayarak evine gönderdi.
Mütevekkil’in oğulları Mutezz ve Müeyyed’in öğretmeni olan İbni Sekiyyet ki lügat ilmi ve edebiyatta imam olup, “İslahu’l-Mantık” adlı güzel kitap onun telifatındandır. İki yüz kırk dört senesinde Mütevekkil ona bir gün, “Mutezz ve Müeyyed ile Hasan ve Hüseyin’den hangilerini daha çok seversin?” dediğinde İbni Sekiyyet, Hasan ve Hüseyin’in (r.a.) büyüklük ve yücelik derecelerini açıklayarak Mutezz ve Müeyyed’in haklarında sükût etmiş ve bir rivayete göre, “Ya emirü’l-müminin! Ali’nin hizmetkârı olan Kanber, senden de oğullarından da efdaldir.” demiş olduğundan Mütevekkil, hiddetlenip İbni Sekiyyet’i işkence ile vahşi bir şekilde idam etmiştir. İşte bu facia da Mütevekkil’in aleyhinde efkâr-ı umumiyeyi galeyana getirmiştir.
Mütevekkil ise Mutezz’in annesini çok sevdiğinden ve Muntasır’a, yukarıda anlatıldığı üzere kırgın olduğundan Mutezz’i onun üzerine takdim etmek istedi. Ve Muntasır’a veliahtlıktan vazgeçmesini teklif etti. Fakat Muntasır kabul etmedi. Mütevekkil de durmadan onu tahammül olunmaz bir şekilde alenen tahkir eder ve küçük düşürürken, Muntasır da babasının aleyhinde bazı emirler ile söyleşir oldu. Mütevekkil’in veziri Feth İbni Hakan ile komutanlardan Abdullah İbni Yahya, her ne kadar Mutezz’in taraftarı iseler de Vasif, Boğa ve diğer Türk emirleri, hep Muntasır’ın taraftarı idiler. Mütevekkil, artık Muntasır ile onları da mahvetme fikrine düşmüştü. Hatta Vasif’in mülklerini Feth İbni Hakan’a verme azminde bulunup buna dair yazılan evrakın mühürlenmek üzere olduğunu Vasif, gizlice haber alarak arkadaşları ile beraber Muntasır ile Mütevekkil’in aleyhine ittifak etmişlerdi.
Mütevekkil, iki yüz kırk yedi senesi şevvalinin üçüncü salı günü Feth İbni Hakan ile söyleşip çarşamba günü Muntasır ile Vasif, Boğa ve benzeri diğer Türk emirleri, ansızın üzerlerine hücum ile işlerini bitirmek üzere karar vermişlerdi. Muntasır ise bir gün evvel Vasif, Boğa ve diğerleriyle Mütevekkil’i idam etmek üzere ittifak etmişlerdi. O çarşamba gecesi Mütevekkil fazla nebîz içerek sarhoş olduğu hâlde Şerbetçi Küçük Boğa marifetiyle odasına sokulan cellatlar kılıçlarını çekerek, Mütevekkil’i ve Feth İbni Hakan’ı katlettiler. Çıkıp Muntasır’ın yanına gittiler ve onun hilafetini tebrik ettiler. Muntasır, hemen durumu Vasif’e haber verdi. O da ileri gelen adamlarıyla birlikte gelip Muntasır’a biat etti. Ertesi çarşamba günü kumandanlar ve halkın ileri gelenleri toplandı ve “Feth İbni Hakan, Mütevekkil’i öldürmüş, Muntasır da onu öldürmüş.” diye ilan olundu. Onun üzerine bütün insanlar Muntasır’a biat ile döndüler. O zaman Mütevekkil kırklı yaşlardaydı. Hilafet müddeti de on dört sene, on ay, üç gündür.
Muntasır, bu şekilde hilafet makamına gelince Alevilere emniyet ve Kerbela ziyaretine ruhsat verdi. Fedek arazisini Hasan ve Hüseyin evladına geri vererek teslim etti.
Mutezz yahut Müeyyed’den biri ileride halife olursa babalarının katillerinden intikam almaya kalkışacakları muhakkak olduğundan, Türk emirleri onların veliahtlıktan ihraç olunmaları işinde ısrar ettiğinden, Muntasır onları veliahtlıktan istifaya zorladı. Onlar da kadıları ve emirleri şahit göstererek veliahtlıktan istifa ettiler.
İleri Gelenlerin Vefatı
İki yüz otuz altı senesinde Bağdat Mutezile’si imamlarından Cafer İbni Harb Hamedani elli dokuz yaşında iken vefat etti. Kelam ilmini Ebu’l-Hüzeyl El-Allâf’tan öğrenmiş idi. Yine bu sene Mus’ab İbni Abdullah İbni Mus’ab İbni Abdullah İbni Zübeyr seksen yaşında iken vefat etti. Âlim ve fakih bir zattı. Fakat Ali İbni Ebu Talib Hazretleri’nin yolundan sapmıştı. Muhaddis-i meşhur İbni Bekkâr’ın dayısı idi. İki yüz otuz yedi yılında, zikredilen Muhammed İbni Bekkâr da öldü. Ve yine bu sene İbni Rahveyh diye bilinen İshak Hanzalî vefat etti, imam-ı fazıl idi. Mekke hakkında İmam-ı Şafii Hazretleri’yle münazarası vardır. Rahmetullahi aleyh. İki yüz kırk bir senesinde İmam Ahmed İbni Hanbel rahimehullahu rahmeten vasian hazretleri de vefat etti. Halk-ı Kur’an meselesinde ne kadar eza ve cefa çektiği; bu hâldeki sabır ve sebatı yukarıda açıklanmıştı. Tekrara gerek yoktur ve şöhreti tarif ve tafsilden müstağnidir. İki yüz kırk iki senesinde Afrika Emiri Muhammed İbni El-Ağleb rahmetullahi aleyh vefat edince, yerine oğlu Ahmed İbni Muhammed emir oldu.
Yukarıda açıklandığı üzere başkadı ve adliye vekili olan meşhur Yahya İbni Eksem rahmetullahi aleyh de bu sene vefat etti. İmam Şafii Hazretleri’nin ashabından olup pek çok ilimlerde imam idi. Açıklandığı üzere Memun’u, muta nikâhını benimseyici fikrinden o vazgeçirmişti. Fakih ve fadıl bir zat idi. Fakat mahbûbluk (dostluk) ile suçlandığından bu cihetle bazı şairler onu hicvetmişlerdi.
İki yüz kırk üç senesinde Haris İbni Esedi’l-Muhasibî rahmetullahi aleyh vefat etti. Züht ve takva ile bilinen bir zat idi. Fakat kelam ilmi ile meşgul olurdu. O zaman mütekelliminin (ilm-i kelam ile uğraşanların) çoğu ise Mutezile mezhebine inandıklarından ve ehl-i hadis olan Hanbeliler, ehl-i kelamı ret ve inkâr yolunda taassup üzere bulunduklarından Haris’in cenaze namazı dört kişi ile kılınmıştır.
Mütevekkil, önceden açıklandığı üzere iki yüz kırk senesinde meşhur fazilet sahiplerinden İbnu’s-Sekiyyet’i katletmişti. İki yüz kırk yedi yılında da yukarıda yazıldığı gibi, Türk emirler birleşerek Mütevekkil’i öldürüp, oğlu Muntasır’ı tahta çıkarmışlar ve işlerin idaresini büsbütün kendi ellerine almışlar. Muntasır ise onların birer birer nüfuzlarını kırma işine teşebbüs etmekle onlar da onun işini bitirme fikrine düşmüşler ise de Muntasır, gayet zeki, yiğit ve heybetli bir zat olduğundan çaresini bulamıyorlardı.
İki yüz kırk sekiz senesi rebiülevvelinin beşinde, yirmi beş yaşında iken boğaz hastalığı illetinden vefat etmiştir. Hastalığının müddeti üç gün olup o sırada bazı doktorlar vasıtasıyla zehirlenmiş olduğu rivayet edilir. Hilafet müddeti altı ay, iki gündür. Muntasır’ın vefatında Enâmiş, Büyük Boğa ve Küçük Boğa gibi devlet büyükleri olan Türk emirleri, toplanarak yirmi sekiz yaşında bulunan Müstain İbni Mutasım’ı tahta çıkardılar. Mütevekkil’in oğulları Mutezz ve Müeyyed’i bir köşkte hapsettiler.
Enâmiş veziriazam oldu. Şahik adlı ağa da özel hazine ve harem dairesi bakanı oldu. Bu esnada Büyük Boğa ölünce, uhdesinde bulunan memuriyetler ile posta nezareti oğlu Musa İbni Boğa’ya ve Hulvan Eyaleti de Küçük Boğa’ya verildi.
Horasan Emiri Tahir İbni Abdullah İbni Tahir’in vefatı haberi gelince, Horasan emareti, âdet olduğu üzere onun oğlu Muhammed İbni Tahir’in idaresine verildi. Irak vilayeti de Muhammed İbni Ubeydullah İbni Tahir’e bağlandı. O esnada ise Horasan’a bağlı olan Sicistan’da Tahiroğulları Devleti’ni imha edecek bir kuvvet hazırlanmakta idi.
Şöyle ki iki yüz otuz yedi senesinde Salih İbni Nasır adında biri emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker yolunda başkaldırarak, dökmeci esnafından Yakub İbni’l-Leys Es-Saffâr adlı zatı da kendisine başkumandan tayin etmişti. O zaman Horasan emiri biraz önce zikredilen Tahir İbni Abdullah, varıp Sicistan’ı kurtarmışsa da sonra Dirhem adında biri ortaya çıkıp yine Sicistan’ı zapt etti. Fakat askerin idaresine muktedir olamadı. Yakub Saffâr ise tedbirli biri olduğundan, ahali ve asker onun başına toplanmış ve Dirhem de işten çekilmişti. Yakub Saffâr, Sicistan’ı zapt etmiş, Muhammed İbni Tahir’in zaafından istifade ederek kuvvet ve gücünü günden güne pekiştirmiştir.
İki yüz kırk dokuz yılında bir büyük Rum ordusu, Malatya üzerinden İslam memleketlerinin hudutlarını aşmış ve hudut muhafızlarıyla savaşarak galip gelip pek çok ziyan vermişlerdi. Azerbaycan Valisi Ali İbni Yahya El-Ermeni imdada yetişip Rumlar ile savaşırken kendisi ve birçok askeri öldürülmüştür. Bu bozgunların üzücü haberleri Bağdat’a ulaşınca Türk emirlerinin baskı ve sıkıntılarına gücenen halk isyan etti. Peşinden Samerra’da da karışıklık ortaya çıkınca Enâmiş, Vasif ve Boğa birlik olarak pek çok kimseyi idam edip isyanı bastırdılar. Enâmiş ise zulmederek hazinede istediği gibi tasarruf edip yalnız Özel Hazine Bakanı Şahik ile valide sultan tarafını kayırmakta olduğundan, Türkler arasında karışıklık ortaya çıkıp ahaliden de birçok halk onlara katılıp toplanarak Enâmiş’i katlettiler ve evini yağmaladılar. Ondan sonra iş Vasif ile Küçük Boğa’nın elinde kaldı. Müstain’in işi, onların isteklerini imza etmekten ibaret idi. Fakat Küçük Boğa’nın kumandanlarından Bağer ki Mütevekkil’in katillerinden olduğundan, arazileri arttırılarak kendisine fazlasıyla yüz verilmişti. Türkler arasında nüfuz kazanarak, efendisi olan Boğa’ya bile azılarını göstermeye başlamıştı. Boğa da onu sayar ve ondan sakınırdı. Müstain, bir taraftan da onu okşamaya mecburdu. Özetle işlerin idaresi bu üç şahsın elindeydi.
İki yüz elli senesinde Zeyd İbni Ali torunlarından Yahya İbni Ömer İbni Yahya ortaya çıkıp halkı Âl-i Muhammed’de rızaya davet ettiğinde, Kûfe ahalisinden bir grup ona biat etti. Zeydiyye fırkası ve Vâsıt taraftarlarından birçok halk da tabi olunca taraftarları çoğaldı ve kuvvet kazandı. Fakat Irak Valisi Muhammed İbni Abdullah İbni Tahir onun üzerine çok miktarda asker gönderdi ve muharebe esnasında Yahya öldürülüp askerleri hezimete uğradı.
Muhammed İbni Abdullah’ın muzafferiyetine mükâfat olarak Müstain ona Taberistan’daki sultana ait olan, Deylem Boğazı yakınında iki büyük parçayı mülk olarak verdi. Bu yerlerde ise ahalinin pek çok merası vardı. Muhammed İbni Abdullah tarafından o yerleri zapt ve idare için gönderilen Câbir İbni Harun En-Nasırânî, halkın faydalanması için terk edilen meralara saldırınca ahali şikâyet etmekteyken Horasan emareti tarafından Taberistan valisi olan Süleyman İbni Abdullah İbni Tahir İbni Abdullah, Taberistan Eyaleti’ni kendi çiftliği gibi idareye kalkıştığı ve memurları her tarafta ahaliye zulüm ve düşmanlık ettikleri için Taberistan halkı “Dâî bi’l-Hak” denilen ve o zaman Rey beldesinde bulunan Hasan İbni Zeyd İbni İsmail İbni Zeyd İbni’l-Hasan İbni’l-Hasan İbni Ali İbn Ebu Talib’i Taberistan’a davet ederek ona biat ettiler. Taberistan halkı, zaten Deylemîlerle barış içinde bulunduklarından, bütün Taberistan dağlarının halkı, Hasan İbni Zeyd’e biat edince bir anda topluluğu arttı. Ve hemen ileri hareketle Âmul beldesini zapt ettikten sonra Sâriye üzerine yürüdü. Taberistan Valisi Süleyman İbni Abdullah, yüklerini ve ağırlıklarını Sâriye’de bırakıp kaçınca Hasan İbni Zeyd, Sâriye’ye girdi. Taberistan’ı tamamen idaresi altına aldı ve gittikçe kuvvet buldu.
İşte o sırada Türklerin reislerinden, daha önce zikredilen Bağer, gemi azıya almış olduğundan Boğa ile Vasif ittifak ettiler, bir yolunu bularak onu hapsedip ondan sonra katlettiler. Onun taraftarı olan Türkler ayaklanınca Müstain, Şahik, Boğa ve Vasif ile bir kayığa binerek, Samerra’dan kaçıp iki yüz elli bir senesi muharreminin beşinde Bağdat’a ulaştılar. İsyan edenler de Mütevekkil’in oğlu Mutezz’i hapisten çıkarıp ona biat ettiler. Mutezz o zaman on dokuz yaşındaydı. İşlerin idaresi ise Türk emirlerin elinde olup onun adına istediklerini icra eder oldular. Mutezz’in kardeşi Ebu Ahmed Muvaffak İbni Mütevekkil ve Türk emirlerinden Gülbatekin bir büyük Türk ordusuyla Bağdat üzerine gönderildiler. Bu ordu gidip Bağdat’ı muhasara etti. Irak Valisi Muhammed İbni Abdullah ile aralarında çok mubarebeler vuku buldu. Pek çok adam öldü. Valinin maiyetindeki Türkler savuşup kavimlerinin yanına gittiler. Daha önce Humus’ta ortaya çıkan isyanı bastırmak üzere oraya gönderilmiş olan Musa İbni Boğa bu defa Müstain’in yanına gelmek istediğinde maiyetindeki askerin çoğu ona muhalefet edip onunla savaştılar.
Bu suretle Muvaffak’ın kuvveti artmış oldu. Muhammed İbni Abdullah, Boğa ve Vasif bir araya gelip, bazı şartlar ile barışa karar verdiler. Müstain, hilafet makamını bırakarak, iki yüz elli ikinci senenin muharrem ayının dördünde Mutezz’in adına hutbe okudu ve insanlardan Mutezz için biat aldı.
Mutezz Billah yukarıda olduğu gibi iki yüz elli iki senesi muharreminde tahta çıktıktan sonra kardeşi Müeyyed İbni Mütevekkil’e işlerini düzeltmesi için Azerbaycan valisi tarafından beş bin altın gönderilmiş olduğunu işitince, veziri İsa İbni Ferhanşah’ı gönderip altınları aldırdı. Müeyyed’i ve diğer biraderi Ebu Ahmed Muvaffak’ı hapsettirdi. Müeyyed gerçi Türkleri tahrik etmişse de askerî sınıflar arasında ittifak hasıl olamamıştı. Mutezz ise Müeyyed’i dövüp sıkıştırarak, veliahtlıktan feragatine dair kendisinden el yazısıyla istifa mektubu aldı. Ondan sonra Türklerin Müeyyed’e biat etmek istediklerini işitince durumu Boğa’ya açtığında, Boğa, “Türklerin amacı Müeyyed değildir, onlar muharebede kendileriyle beraber bulunan Muvaffak’ı isterler.” demişti. Recebin sonlarına doğru Mutezz, ileri gelen kadıları çağırarak, Müeyyed’in cenazesini çıkarıp gösterdi. Yara beresi olmadığı görüldü. Fakat halkın zihni tatmin olmadı. Kimi bir samur tulumu içine konulup boğulduğu, kimi de kar içinde dondurulmuş olduğu gibi fikirlere kapıldılar.
Bundan sonra Mutezz, kendisinin selefi olan Müstain’i öldürttü. Kesik başı, satranç oynarken huzuruna getirildiğinde, “Hele şu oyunu bitireyim de öyle.” deyip oyunu bitirdikten sonra kesik başa bakıp defnine ruhsat verdi. Muvaffak’ı Basra’ya sürdükten sonra Bağdat’a naklettirdi.
Türk emirlerinin istedikleri gibi hüküm sürmelerini çekemeyen Megâribe askeri, Samerra’da ihtilal çıkardı. Ahaliden ve diğer askerî sınıflardan birçok halk da onlara katıldı, ihtilal büyüdü, güçlükle araları bulundu ve barış yapılarak durum düzeltildi.
İki yüz elli üç yılında asker geçmiş maaşlarını isteyerek başkaldırdı. Vasif, Küçük Boğa ve Uzun Sima onlara şiddetle cevap verdi, onlar da ayaklanarak Vasif’i katlettiler. Boğa ile Sima kaçıp kurtuldular. Mutezz, hemen Vasif’in memuriyetlerini Boğa’ya verdi, ona gelecek ve bağımsızlık nişanı olmak üzere mücevher taç giydirdi. Yine bu sene zaptiye nazırı ve Irak valisi olan Muhammed İbni Abdullah İbni Tahir İbni Hüseyin ölüp yerine kardeşi Ubeydullah tayin edildi. Bu yılda Sicistan Hükümdarı Yakub Saffâr, Herat üzerine yürüyüp Horasan Emiri Muhammed İbni Tahir’in başkomutanıyla yapılan kanlı muharebede galip gelerek Herat’ı zapt etti, kuvvetini artırdı. Artık Horasan emareti ondan korkar oldu.
İki yüz elli dört yılında Boğa, Salih İbni Vasif ile birleşerek, Mutezz’in aleyhine ayaklanmak istediyse de Türk beylerinin büyüklerinden Babekyal onlara muhalif bulundu, kendi taraftarlarıyla birlikte Boğa’yı katletti.
İmamiyye görüşünce sıralanmış olan on iki imamın onuncusu olan Ali Nakiy İbni Muhammed Cevad (r.a.) iki yüz elli dört senesinde beka âlemine göçtü. Yerine oğlu Hasan Askerî geçti.
İki yüz elli beş senesinde de Mutezile imamlarından, meşhur Câhız vefat etti. Vefat sebebi şu şekilde rivayet edilmiştir ki pek çok kitapları olup hepsini duvar gibi etrafına istif edermiş. Pek zayıf ve ihtiyar olduğu hâlde bir gün kitaplar birdenbire devrilip üzerine düşünce ezilip vefat etmiştir. Edebî ilimlerde benzeri nadir olup kelam ilmini de Nizam-ı Mutezzili’den öğrenmiştir. Afallahu anh.
Yukarıda söylendiği gibi, Taberistan’da Alevi bir imamlık kurulmuş ve Sicistan Hükümdarı Saffâr, Herat’ı ele geçirmiş olduğundan, Horasan Beyliği’nin dairesi daralmış, Horasan Emiri Muhammed İbni Tahir’in nüfuzuna büyük bir zaaf gelmiş ve birçok bölgenin ahalisi, beyliğin vergilerini vermez olmuş idi.
Fars Eyaleti’nin gelirleri halife hazinesine ait olup Fars Valisi Ali İbni Hüseyin İbni Şenbel ise göndermekte acele etmiyordu. Beni Tahir’in zaafından ve Saffâr’ın onlara galebesinden bahsederek Horasan vilayetine bağlı olan Kirman Eyaleti’nin ilave olarak kendisine verilmesini talep etti. Hâlbuki Saffâr da bağlılığından dem vurup Kirman’ın Sicistan’a katılmasını rica ediyordu. Mutezz ise ikisinin de itaatlerinin yapmacık olduğunu iyi bildiğinden, ikisini birbirine düşürmek üzere iki yüz elli beş senesi içinde Kirman Eyaleti’ni ikisine de verdi. Ve hangisi mahvolursa iki düşmandan biri eksik olur diye yan gelip seyretmeye başladı.
Ali İbni Hüseyin’in temsilcisi daha evvel davranıp Kirman’ı zapt etmişse de Saffâr bizzat ordusuyla gelip Kirman’ı zapt ettikten sonra Fars üzerine yürüdü. Savaşarak Şiraz’a girip Ali İbni Hüseyin’i esir ederek alıp Sicistan’a götürdü ve Kirman kendisinde kaldı. Halife de memurlar gönderip Fars’ı ele geçirdi.
Saffâr bu galibiyetini Mutezz’e arz ettiği sırada birçok doğan ve misk köpekleri gibi tuhaf hediyeler takdim etmişti. Mutezz ise paraya muhtaç olup, Samerra’daki askerin açlıktan nefesleri kokuyordu. Hatta kölemenler bu esnada Mutezz’e gelip maaş ve tayinlerini istediler. Beytü’l-malın darlığı meydanda olduğundan elli bin altına razı oldular. Mutezz, annesi Kabîha’dan yardım istediğinde o da “Bende bir şey yoktur.” diye cevap verdi.
Kabîha, gayet güzel bir cariye olup, Mütevekkil onu çok severdi. Zıddıyla isimlendirme kabilinden Kabîha (çok çirkin) diye isim vermişti. Devletin intizamsızlığı yüzünden beytü’l-malda bir akçe yokken, Kabîha’da milyonlarca nakit para ve mücevharat mevcut olduğu hâlde fevkalade cimriliğinden dolayı oğluna öyle bir dar vaktinde elli bin altın vermedi.
Kölemenler, Mutezz’den ve annesinden ümidi kesince iki yüz elli beş yılı recebinin sonlarında Mutezz’i alaşağı etmek üzere Megâribe ve Ferâgana askerleri ile ittifak ettiler. Reisleri olan Salih İbni Vasif ile Ebu Nasır diye bilinen Muhammed İbni Boğa ve Babekyal ile birlikte hilafet sarayına gittiler. Mutezz’i tutup hapsederek üç gün aç ve susuz bıraktılar. Bağdat’ta bulunan Muhammed İbni Vâsık’ı getirip, şaban ayının girmesine bir gün kala Mutezz’i hapisten çıkarıp, şahitler ve kadılar huzurunda hilafetten istifa ettirip, İbni Vâsık’a biat ettirdikten sonra kendileri de biat ederek onu Mühtedi Billah diye lakaplandırdılar. Mutezz’i yine hapse attılar. Hilafet müddeti, o zaman dört buçuk seneye erişmişti. Beş gün sonra Mutezz’i hamama götürdüler. Guslettikten sonra su istedi, vermediler. Hararetinden bayıldı. Hemen hamamdan çıkarıp karlı su içirdiler. Derhâl düşüp öldü ve işkenceden kurtuldu. Yukarıda anlatıldığı gibi Mutezz’in tutulup hapse atılması esnasında annesi Kabîha, sarayda gizli olan bir yer altı odasından kaçarak saklanmıştı. Fakat bir tarafa savuşup da kendini kurtaramadığından ramazan ayı içinde meydana çıktı. O zaman emir eri ve zorbalar başı olan Salih İbni Vasif’e bir milyon altın ile üç sepet verdi. Biri benzeri görülmedik zümrüt, diğeri gayet büyük inciler ve diğeri nadide kırmızı yakut vesaire cevherler ile dolu olup bunlara iki milyon altın kıymet takdir olunmuştu. Bu para ve cevherler, Salih’in huzuruna getirildiğinde, “Şu yüzü kara olası karının elinde bu kadar mal varken elli bin altın vermeyip oğlunu felakete uğrattı!” demiş ve bu malları alarak Kabîha’yı Mekke’ye sürmüştür. Fakat o da bunca malların üstüne yatmış ve bir miktarını olsun askere vermeyip, kendisini ölüm çukuruna atmıştır.
Şöyle ki Büyük Boğa’nın oğlu Musa, Hamedan tarafından çıkan Haricileri yola getirmek için kendisine bağlı olan Rey tarafına gitmişti. Kölemenlerden Müflih ki onun öncü birliklerine memurdu. Hamedan dışında vaki olan bir şiddetli muharebede Haricilere galip gelmişti. Ondan sonra Taberistan’da da hayli muzafferiyet kazanmışken Mutezz’in indirilip öldürülmesi ve Salih İbni Vasif’in zorbalığı, Musa İbni Boğa’nın kulağına gelince, Müflih’i askeriyle beraber yanına çağırdı. Salih İbni Vasif’i yargılamak ve Mutezz’in kanını ve annesinin mallarını dava edip istemek üzere ordusuyla Rey’den hareket etti. İki yüz altı yılı muharreminde Samerra’ya geldiğinde Salih İbni Vasif korkup gizlendi.
Onun üzerine Mühtedi, aralarını bulma yolunda nasihat edince kölemenler, Mühtedi’yi, “Salih’in yerini biliyor da söylemiyor.” diye itham ederek aleyhine başkaldırdılar. Musa İbni Boğa’nın evinde toplanıp Mühtedi’yi halifelikten indirmek üzere ittifak ettilerse de Babekyal kalkıp, “Siz Mütevekkil’in oğlunu katlettiniz ki görünüşü ve ahlakı güzel bir zattı. Bu halife ise oruç tutar, şarap içmez bir Müslüman’dır. Suçu olmadığı hâlde onu da katlederseniz ben Horasan’a giderim ve kötülüklerinizi açıklayıp sizi orada teşhir ederim!” deyince isyan edenlere durgunluk geldi. Hemen Musa’nın adamları Salih’in aranmasına titizlik göstererek, bir münasebetle onu bir evde bulup idam etti, böylece kavga bastırılıp karışıklık bitti.
Mühtedi, abit ve zahit bir zat olup hilafet merkezinden oyun ve eğlence aletlerini kaldırmıştı. Yaşayışı hususunda, Ömer İbni Abdülaziz’i taklit ederdi. Fakat ne yapsın ki asker, maaş ve tayinlerini ondan ister, hazinede ise bir kuruş yok, su yolları bozuk, gelirin çoğu nüfuz sahiplerinin ve zorbaların sandıklarına akıp giderdi. Hâlbuki önce Musul tarafında ortaya çıkan Mesâver adındaki Harici, geçen iki yüz elli beş senesinde Musul’u zapt etmişti. Bu sene Irak’ın çok yerlerini istila edip beylik mallarının gönderilmesine mâni olmakla askeriyenin idaresi tamamıyla zorlaştığından, Musa İbni Boğa, Babekyal ve diğer emirler ile birlikte Mesâver üzerine gittiler. Samerra’daki asker ise recep ayı başlarında maaşları için ayaklandılar. Mühtedi, hemen kardeşi Ebu’l-Kasım ile Kiğlığ gibi bazı Türk emirlerini gönderip onlar da ayaklananları, “Biraz sabrediniz.” yollu sözlerle susturdular. Bu sırada onlara, “Sizin maaş ve tayinleriniz Musa İbni Boğa ile Muhammed İbni Boğa’dadır.” denilmiş olduğu Muhammed İbni Boğa’nın kulağına gidince, kaçma niyetinde iken Mühtedi onu kandırarak tutup hapsetmiştir. On beş bin altınını aldıktan sonra onu idam etmiştir.