
Полная версия:
Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt
İki yüz on bir yılında Yemen’de asiler ortaya çıkınca, iki yüz on iki senesinde Memun o tarafa asker sevkine mecbur olmuştur. Deylem Bölgesi’nde ortaya çıkan Babek-i Hürremî sorunu henüz bertaraf edilmediği hâlde Musul’da da Züreyk adındaki asi galip gelince Memun bu sene o tarafa da kâfi derecede asker göndermiştir.
Özetle Emin’in idamı üzerine hükûmetin bağları çözülmüş olarak doğuda ve batıda ihtilaller ve savaşlar devam ederken Memun bu çözülmüş düğümleri bağlamaya çalışmakta idi. Aleviler yer yer ortaya çıkarak imamet davası için ayaklanmaktaydılar. Fakat gariptir ki Mansur zamanından beri ilim ve fenlerin terakki yolunda aldığı hız kesilmeyip bunca iç sıkıntılar arasında ilmî ilerleyişler devam etmekteydi. Hele Memun’un zamanında peyderpey Yunanca kitaplar Arapçaya tercüme edilerek İslam memleketlerinde hikmet ve felsefe ilimleri pek fazla revaç buldu. Memun fıkıh ve edebiyat ilminde derin bir bilgiye sahip iken sonra hikmet ilmine yöneldi. Bu ilimlerde de mahir oldu. Fakat akli ilimlerde böyle ilerledikçe ehlisünnet dışındaki Mutezile mezhebi de evvelkinden fazla yayıldı.
Mutezile, “Kul, fiilinin halikidir (yaratıcısıdır) ve Kur’an mahluktur.” demek gibi nice bozuk inanç çıkarmakla buna benzer yanlış fikirlerini, felsefi delillerle kuvvetlendirmek için felsefi ilimlere dalıp, “halk-ı Kur’an” bahsinde Memun da onların yoluna girdi. Zaten Aleviliğe meyilli olup Aleviler ile Abbasiler arasına girmiş olan düşmanlığın giderilmesinin gerekli olduğunu düşündüğünden imamet bahsinde Mufaddıle mezhebini seçmiş ve Mutezile ile Şia arasında bir yol tutmuştu. İki yüz on bir senesinde, “Her kim Muaviye’yi hayır ile anar yahut onu ashab-ı kiramdan birinin üzerine tafdil ederse ben ondan beriyim.” diye tellallar vasıtasıyla ilan ettirdi. İki yüz on iki senesinin rebiülevvelinde “halk-ı Kur’an” meselesini meydana çıkardı. Hazreti Ali’yi bütün sahabenin üzerine tafdil (üstün) kılarak, “Resul-ü Ekrem’den (s.a.v.) sonra insanların efdali Ali’dir.” dedi.
İmam Şafii Hazretleri, gerek Bağdat’ta gerek Mısır’da Mutezile ile çok tartışmış idi. Bu konuda dermiş ki: “Cenab-ı Bâri âlemi ancak ‘Kün.’5 emriyle halk etti. ‘Kün’ mahluk olunca Kur’an’ın da mahluk ile halk olunmuş bir mahluk olması lazım gelir.”
Memun, önceleri “nikâh-ı muta”nın (geçici nikâh) da helal oluşuna inanırken Bağdat kadılarının başı Yahya İbni Ektem onu bu fikirden vazgeçirmiştir.
Şöyle ki Memun bir gün bazı nedimleriyle muta meselesini mevzu bahis ederek, “Muta, zaman-ı saadette ve ahd-i Ebu Bekir-i Sıddık’ta cari idi. Onu kim menetmiş?” diye hararetli hararetli söylenirken Yahya İbni Ektem, asık suratla içeri girdi. Memun, “Ya Yahya! Yüzündeki değişme neden?” dedi. Yahya, “Zinanın helalliğine dair söz işittiğimden dolayı hasıl olan gam ve kederden…” deyince Memun, “Zina mı?” diye sordu. Yahya, “Evet, ya emirü’l-müminin, muta zinadır.” demiş ve Memun, “Ne ile sabit?” dediğinde Yahya, “Kitap ve sünnet ile…” diyerek “Kad eflâha’l-müminun Suresi”nin, “İllâ alâ ezvâcihim ev mâ meleket eymânühüm feinnehüm gayru melûmîne. Femeni’b-teğa verâe zâlike feülâike hümü’l-âdûn.” ayetini okuyup, “Ya emirü’l-müminin! Zevce-i muta, mülk-i yemini mi, yani odalık cariye midir?” diye sormuş. Memun, “Hayır.” diye cevap vermiş ve Yahya, “Vârise veya mevrûse bir zevce midir?” diye sormuş. Memun yine “Hayır.” demiş. Yahya, Kur’an’ı bu şekilde açıkladıktan sonra, “İşte Zührî, Muhammed İbni Hanife’nin oğulları Abdullah ve Hasan’dan, onlar da babalarından, o da babası Ali İbni Ebu Talib’den rivayet edip Hazreti Ali buyurmuş ki: ‘Resul-ü Ekrem (s.a.v.) nikâh-ı mutaya ruhsat vermiş iken onu haram ve yasak kılarak duyurmamı bana emretti.’ ” deyince Memun, “Zührî’den bu rivayet mahfuz mu?” diye sormuş. Yahya, “Evet, bu hadisi ondan bir cemaat rivayet etti ki onlardan biri İmam Malik’tir.” deyince Memun, istiğfar ve mutanın yasaklanmasına hemen başlamış. Ama halk-ı Kur’an meselesinde kendi bozuk itikadı üzere sabit kaldı.
Talha İbni Tahir’in vefatı üzerine Horasan vilayetini, kardeşi Abdullah İbni Tahir’e teveccüh etmekle küçük kardeşi Ali İbni Tahir onun tarafından vekillikle işlerin idaresine kalkışmış olduğundan Memun, Abdullah İbni Tahir’i Mısır’dan getirterek Mısır ve Şam eyaletlerini kardeşi Mutasım İbni Reşid’e, El-Cezire ve Avâsım eyaletlerini kendi oğlu Abbas’a verdi. Babek-i Hürremî üzerine gönderilen gruplar perişan olunca Abdullah İbni Tahir’i onun üzerine memur etti. Fakat Abdullah, Dinever’de askerin techizatı ile meşgulken Sabur’da ihlal zuhur ettiğinden, Memun’un emriyle Abdullah hemen Horasan’a gitmiştir. Memun da ileride anlatılacağı üzere Bizans şehirlerine sefer etmiştir.
Hicret’in İki Yüz On Beşinci Yılındaki Olaylar
Memun Bizans’a gaza etmek üzere iki yüz on beş senesi muharreminde Bağdat’tan çıktı. Merhum Tahir İbni Hüseyin’in amcasının oğlu olan İshak İbni İbrahim İbni Mus’ab’ı Bağdat kaymakamı olarak atadı. Tikrit’e geldiğinde halkın teveccühüne mazhar olan Muhammed İbni Ali Rıza gelip Memun ile görüştü. Memun ona ikram ve ihtiram ederek pek çok hediye ihsan etti ve önceden nikâh etmiş olduğu kızı Ümmü’l-Fadl ile evlenme işlerini yaptı. Bundan sonra Tikrit’ten hareket edip Musul, Menbic, Antakya, Massîsa yoluyla Tarsus’a geldi. Oradan cemaziyelevvel ayı içinde Bizans’a girdi. Pek çok kale fethettikten sonra döndü.
İki yüz on altı yılında Memun yine Anadolu’ya gaza etti. Ganimetle dönerek Keysûm üzerinden Şam’a ve oradan Mısır’a gitti.
Geçen sene pek çok eserin sahibi meşhur Esmai ve bu sene Emin’in annesi olan Seyyide Zübeyde vefat etmişlerdir. Rahmetullahi aleyhima.
Memun’un Mısır’a ulaşması iki yüz on yedi yılı muharreminde idi. Bazı icraatlardan sonra dönerek yine Anadolu’ya gaza etti. Kayser, barış istediği için onunla haberleşildiyse de barış karara bağlanamadı.
İki yüz on sekiz yılında Memun, Bağdat’taki kaymakamı İshak İbni İbrahim’e emirname gönderdi, Kadılar ve fakihleri toplayarak onları imtihan et, Kur’an mahluk-i muhdestir6 diye ikrar edenleri serbest bırak, kabul etmeyenlerin söylediklerini kayda alıp bana gönder, diye emretti. İshak, hemen kadıların başı Beşir İbni Velidi’l-Kindi, Mukaatil, Ahmed İbni Hanbel, Kuteybe ile diğer kadıları toplayıp getirerek, Memun’un emirnamesini onlara okudu. Ondan sonra Beşir İbni’l-Velid’e, “Kur’an hakkında ne dersin?” dediğinde Beşir, “Kur’an-ı Kerim kelamullahtır.” dedi ve İshak, “Ben onu sormuyorum. Mahluk mudur diyorum.” dediğinde yine başka mana veren cevaplar verip açıkça “Kur’an mahluktur.” sözünü söylemekten çekindi. İshak, kâtibe emredip onun sözlerini zapt ettirdi. Diğerlerine sordu. Onlar da bu yolda tevilli cevaplar verdiler.
Fakat Ahmed İbni Hanbel’e, “Kur’an hakkında ne dersin?” diye sorduğunda, “Kelamullah’tır.” dedi ve “Mahluk mudur?” dediğinde, “Kelamullahtır diyorum, fazla söz katamam.” dedikten sonra İshak, “Semi ve Basar’ın manası nasıldır?” diye sordu. Ahmed bin Han-bel, “Cenabıhak kendini nasıl vasfettiyse öyledir.” diye cevap verdi ve İshak, “Peki ya manası nedir?” dediğinde yine evvelki sözünü tekrar etti. Daha sonra İshak diğerlerine sorduğunda her biri birer tevilli şekil ile konuyu uzattılar. İshak hepsinin ifadesini kayda alarak Memun’a arz etti. Memun’dan gelen cevapta, “Halk-ı Kur’an’a ikna olmayanları zincire vurulmuş oldukları hâlde, muhafaza altında bana gönder.” diye emretti.
İshak, onları toplayarak durumu ifade ettikten sonra çoğu çaresiz olarak Kur’an’ın mahluk olduğunu ikrar etti. Ancak İmam Ahmed İbni Hanbel, Muhammed İbni Nuh, Secâve ve Kavâriri bunu ikrar etmediklerinden İshak dördünü de zincire vurdu. Tekrar sorduğunda Secâve ile Kavâriri, halk-ı Kur’an’a ikna olunca İshak onları salıverdi. Ama İmam Ahmed ile Muhammed İbni Nuh sözlerinde ısrar edince onları zincire vurulmuş oldukları hâlde Tarsus tarafına gönderdi. Fakat Rakka’ya geldiklerinde Memun’un vefatı haberi gelince Bağdat’a geri dönmüşlerdir.
Çünkü iki yüz on sekiz senesinin cemaziyelahirinin ortalarında Memun, Anadolu’da bulunan Bedendun Irmağı kenarında iken hasta olup recebin on sekizinde vefat etmiştir. Kardeşi Mutasım ile oğlu Abbas onu Tarsus’a götürüp orada defnettiler. Hilafet süresi yirmi sene, beş ay, küsur gündür. Vefatında yaşı kırk sekize varmıştı. Aleviliğe meyletmişti, hatta Fedec köyü gelirini evlad-ı Fatıma’ya tahsis etmiş ve evlad-ı Fatıma’dan müstahak olanlara pay etmek üzere onu Yahya İbni Hasan İbni Zeyd İbni Ali İbni Hüseyin İbni Ali İbni Ebu Talib’e teslim etmişti.
Memun, çok düzgün konuşan biri idi. Abbasi halifelerinin en bilgini idi. İmam-ı Suyûti der ki: “Memun, kesin karar sahibi, azim, sabır, ilim, heybet, şecaat, efendilik, cömertlik, görüş ve zekâca Beni Abbas’ın efdali olup, çok güzel tarafları vardı, halk-ı Kur’an konusuyla insanların başına bela olmasaydı…”
Âlimlerin en büyüklerinden ve Memun’un nedimlerinden meşhur Yahya İbni Ektem demiş ki: “Memun gibi ekmel ve ekrem bir adam görmedim.” Afaallahu anhu ve gufireleh.
Memun, yukarıda olduğu gibi vefat edince vasiyeti gereğince kardeşi Mutasım Tarsus’ta hilafet ve saltanat tahtına oturduktan sonra oradan hareketle ramazanın ilk gününde Bağdat’a vardı. İki yüz on dokuz yılında Muhammed İbni Kasım İbni Ömer İbni Ali İbni’l-Hüseyin İbni Ali İbni Ebu Talib, Horasan’da Tâlikan nahiyesinde ortaya çıkıp, Şia halkı arasında bilinen “Âl-i Muhammed’de rızaya biat…” şeklindeki belirsiz ibareyle davet etti. Başına pek çok halk toplandı. Horasan Valisi Abdullah İbni Tahir’in askerleriyle pek çok muharebe etti. Fakat sonunda topluluğu dağıldı. Kendisi de tutuldu, Bağdat’a gönderildi. Mutasım onu “Büyük Mesrûr” diye bilinen Hâdim’in yanında hapsetti. Fakat Ramazan Bayramı gecesi firar ederek kayboldu.
Mutasım’ın ilmi yoktu. Lakin itikatta kardeşi Memun’u taklit ederdi. Bu yıl İmam Ahmed İbni Hanbel Hazretleri’ni getirip imtihan etti. İmam Hazretleri, Kur’an’ın mahlukiyyetine ikna olmadığından, Mu-tasım onu o kadar dövdürdü ki mecalsiz kaldı. Etleri parça parça oldu. Yine sözünde sabit kaldı, o hâlde Mutasım onu hapsettirdi.
Daha önce açıklandığı üzere Mansur zamanında Acemlere ve Türklere çok itibar edilir oldu. Memun’un annesi Türk asıllı bir cariye olduğundan, Türklere daha çok itibar ediyor, onlar da kendisini kız kardeşlerinin oğlu bilerek uğrunda canlarını ve başlarını feda ediyorlardı. Mutasım ise Mısır’da bir sınıf asker hazırlayarak onlara “Megâribe” ismini verdiği gibi Semerkant halkından, Eşrûsene ve Fergana’dan bir sınıf asker hazırlayarak onlara da “Ferâgine” ismini verip askerî birliklerin sayısını arttırdı. Beş altı bin kadar Türk kölesi salınmış, bunlar sokaklarda çekinmeden at koşturup ara sıra çocuk ve kadınlara çarptıklarından insanlar da onları tutup döverlerdi. Bu şekilde bazen dövüşme ve vuruşma gibi suçlar vuku bularak şikâyetler çoğaldı. Bağdat’ta bulunan askerî sınıflar ise onların aleyhinde olduklarından, bir gün bu kölemenlerin üzerine hücum edip saldırmalarından korkulur oldu. Bunun üzerine Mutasım iki yüz yirmi bir yılında “gören sevinir” anlamına gelen “Samerra” beldesinin imarına başlayıp, bitiminde kölemenlerini oraya nakletmiş ve bu şehir kendilerinden sonrakilere de başkent olmuştur.
Türkler, valilik ve komutanlık gibi işlerde görevlendirilip halifenin divanına dâhil değillerken, Mutasım zamanında divana da dâhil olarak devlet büyükleri arasına geçtiler. Ondan sonra en mühim işlerde Türk isimleri söylenmeye başlanmıştır.
Babekilerin Sonu
Yukarıda açıklandığı üzere iki yüz bir yılında, Cavidaniyye içinde ortaya çıkan Babek-i Hürremî, Erdebil ile Zencan arasındaki kaleleri yıkmış, hükûmet merkezi olan Bezz beldesi ise çok engelli, sarp bir mevki olduğundan defalarca üzerine sevk olunan asker bozguna uğramış, batıl mezhep gittikçe genişlemişti. İki yüz on sekiz yılı içinde İran halkından pek çok kişi onun batıl mezhebine girerek Hamedan civarında ordu kurmuş idi. Mutasım, ordu ile Tarsus’tan Irak’a varışında Babek üzerine bir büyük ordu gönderdi. Muharebede Babek’in altmış bin kadar adamı öldü. Fakat kendisi yakalanamayıp yine etrafa çeteler göndererek, tecavüz ve hücum etmekte idi. Mutasım, tekrar üzerine büyük bir askerî birlik gönderip Erdebil ile Zencan arasında Babek’in yıktığı kaleleri tamir edip içlerine muhafızlar yerleştirerek Erdebil yolunu muhafaza altına aldı. Böylece kafileler kaleden kaleye askerle gidip gelmeye başladılar.
Azerbaycan vilayetinde Tavaif hükümdarlarından, Şahî adlı kalede oturan Muhammed İbni Ba’îs ki Tebriz Kalesi de onun elindeydi. Bu esnada Babekileri bir tuzağa düşürüp kimini öldürdü, kimini tutup hapsederek Mutasım’a gönderdi.
İki yüz yirmi yılında Afşin İbni Haydar İbni Kâvs’ı dağ şehirlerine vali atayarak Babek ile muharebeye memur etti. O da gidip Babek sınırına vardı ve Erzend adlı mevkide ordusunu kurdu.
Mutasım da askerin aylıkları için arkadan Büyük Boğa ile Afşin’e yüklüce para gönderdi.
Babek onu haber alınca yolda hazineyi ele geçirme sevdasında iken Afşin de casusları vasıtasıyla durumdan haberdar olarak hemen süratle yetişip habersiz olarak Babek üzerine hücum edip saldırınca Babek askeri kırıldı. Hele piyadesinden biri dahi kurtulmadı. Kendisi az bir atlı ile Muvkan’a ve oradan hükûmet merkezi olan Bezz şehrine canını zor attı. Afşin de ordugâhına gitti. İşte bu sırada Büyük Boğa, hazinelerle salimen Afşin ordusuna ulaştı. Afşin, bu meblağdan askerinin aylıklarını verdi. Ondan sonra Babek üzerine yürüyüp Bezz Kalesi’ne iki saat mesafesi olan bir mevkide ordusunu kurdu. Büyük Boğa da bir askerî birlik ile ilerledi. Babek’i muhasara altına aldı. Meyane’de pek çok kanlı çarpışmalar meydana geldi. Fakat kış mevsimi erişti, soğuklar arttı. O dağlık yerlerde ikamete güç kalmayıp dönülmek mecburiyetinde kalındı.
İki yüz yirmi iki yılına girildi ve bahar mevsimi geldi. Mutasım tarafından Afşin’e yardım için yüklüce mal ve asker gönderildi. Onun üzerine Afşin, yine ileriye hareket etti. Bu yıl da Babek ile aralarında pek çok olaylar ve kanlı muharebeler geçti. İşin sonunda Bezz şehri fethedilerek kalesi tahrip edildi. Hürremîlerden pek çok adamlar öldürüldü. Babek, kardeşi ve çoluk çocuğuyla kaçtıysa da yakalandı. Afşin, iki yüz yirmi üç yılında Babek’i ve kardeşi Abdullah’ı Irak’a götürdü. Mutasım’ın huzuruna çıkardı. Mutasım, hemen Babek’i Samerra’da ve kardeşini Bağdat’ta astırdı, benzerlerine ibret gösterdi. Afşin’e fevkalade ikramda bulundu ve pek çok para ve mücevherat verdi.
Anadolu Savaşı
Babek-i Hürremî, yukarıda olduğu gibi kuşatılıp zorlandığında kaysere mektup gönderip, Mutasım bütün askerini benim üzerime sevk etti. Sizin için tam fırsattır, diye onu tahrik ve teşvik ettiğinden, kayser de yüz binden fazla asker toplayarak Zibetre’yi işgal etmiştir. Erkeklerini öldürüp kadın ve çocuklarını esir ettikten sonra Malatya’ya hareket etmesi üzerine hudutlar üzerinde bulunan muhafız askerler toplanarak savunmaya geçmişlerdir. Babek tutulup idam edildikten sonra Mutasım da büyük ve mükemmel bir ordu ile Irak’tan hareket etti. Askerin öncülüğüne Eşnas’ı, sağ kanada Eytah’ı ve sol kanada Cafer İbni Enbar’ı görevlendirdi. Afşin ise bir birlik ile sağ koldan Ankara’ya yöneldiğinden, kayserin büyük ordusuna çattı. Çok savaştı, sonunda galip geldiğinden Ankara halkı dağılıp Bursa’ya doğru kaçtı. Mutasım büyük ordusuyla Ankara’ya vardı. Afşin de gelip orada ona katıldı. Bundan sonra Mutasım, yine ordusunu üç kola ayırarak Amûriyye’ye yönlendirdi. Önüne gelen ülke ve şehirleri yakıp yıkarak Amûriyye’ye varıp kalesini muhasara etti. Toprak ile dolu koyun derileriyle hendeğini doldurdu. Debbabeler yürüttü ve mancınıklar kurdu. Kale duvarında bir gedik açılınca oradan ramazan başında kaleye girdi. Ahalisini esir ve mallarını ganimet olarak aldı. Şehri ve kaleyi yakıp yıktı. Elli beş gün ikametten sonra Tarsus’a ve oradan Irak’a geri döndü.
Afşin ve Eşnas gibi ileri gelen kumandanları çekemeyen komutanlardan bazıları Haris-i Semerkandî adlı bozguncu vasıtasıyla Kasım İbni Memun’u kandırarak saltanat sevdasına düşürdüler. Bir aralık Mutasım’ı ve sevgili emirlerini idam etmeye karar verdiler. Fakat iş duyulunca Mutasım onları hapsetti ya da idamla cezalandırdı ve Kasım’a Menbic’de yemek yedirdikten sonra su içirmediler. Susuzluktan orada öldüler.
Taberistan Bölgesi Horasan valiliğine katılmış olduğu hâlde Taberistan Emiri Mâzyar İbni Kârin İbni Vendâd Hürmüz’ün, Horasan Valisi Abdullah İbni Tahir ile araları bozulduğundan, Mâzyar onu tanımaz olmuştu. Afşin ise Horasan valiliğine tamah ederek el altından Mâzyar’ı Abdullah aleyhine tahrik etmekte olduğundan, Mâzyar artık halifenin emirlerine de önem vermez oldu. Bunun üzerine iki yüz dört senesinde her taraftan Mâzyar üzerine asker sevk edildi. Mâzyar, sahip olduğu sarp dağlara güvenmekteyken, amca çocuklarını para ve nüfuz vaadiyle elde edince Mâzyar yalnız kalıp tutuldu ve Samerra’ya gönderildi.
Afşin, Babek savaşından dönüşünde akrabasından Menkcûr adlı emiri, Azerbaycan emiri tayin etmişti. Menkcûr’un, bazı köylerde Babek’in bütün mallarını bulup sakladığı Mutasım’a ihbar edilince, Mutasım onu azlederek yerine bir başbuğ gönderdi. Menkcûr isyan ederek Azerbaycan kalelerinden birine kapanmışsa da kendi adamları onu tutup başbuğa teslim ettiler. O da bu esnada onu Samerra’ya göndermişti. Vardığında Mutasım onu hapsetti. Ondan dolayı Afşin’i itham ederek iki yüz beş senesinde onu da hapsetti.
Bir gün sonra Mâzyar geldi, o da hapsolundu ve sorgusu esnasında Afşin’in onunla gizlice haberleştiğini ve kendisini isyana teşvik ettiğini kabul etti. Afşin’in, her ne kadar zahiren Müslüman olmuşsa da kalben atalarının dini olan Mecusiliğe inandığı açıklandı ve buna dair pek çok delil gösterildi. İki yüz altı senesinde büyük ihtimalle zehirlendi ve hapiste öldükten sonra cesedi asılarak insanlara gösterildi.
Filistin’de ne olduğu belirsiz biri çıkarak yüzü peçeli gezdiğinden, ona Müberka denilirdi. Emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker görevi yaparak, halife aleyhinde sözler söyler idi. Başına bir hayli kalabalık toplanmıştı. İki yüz yedi yılında Mutasım tarafından gönderilen askerle muharebe ederken yakalanıp hapsedilerek Samerra’ya gönderilmiş ve cemaati dağılmıştır.
İleri Gelenlerin Vefatı
Memun’un damadı olan Muhammed Cevad İbni Ali Rıza İbni Musa El-Kâzım İbni Cafer-i Sadık (r.a.) Hazretleri ki İmamiyye nezdinde on iki imamın dokuzuncusudur. Bağdat’ta iken iki yüz yirminci hicri yılı zilhiccesinde, yirmi beş yaşında olduğu hâlde beka âlemine göçüp dedesi Musa El-Kâzım’ın yanında defnolundu. Memun, Horasan’da iken Bağdat’ta halifeliğe seçilen ve bir müddet sonra tahttan indirilen İbrahim İbni Mehdi de iki yüz yirmi dört senesi ramazanında vefat etti, namazını Mutasım kıldı. Rahmetullahi aleyh.
Mısır’daki Mutezilelerin reisi olan Ebu’l-Hüzeyl El-Allâf da iki yüz yirmi altı senesinde, yüz yaşını aşkın olduğu hâlde vefat etmiştir.
Meşhur muhaddislerden İmam Buharî’nin şeyhi olan Humeydî de Mutasım’ın zamanında vefat etmiştir. Rahmetullahi aleyh.
Mutasım İbni Harunu’r-Reşid, iki yüz yirmi yedi senesi rebiülevvelinin on sekizinde vefat edip Samerra’da defnolundu. Rahmetullahi aleyh. Sekiz erkek ve sekiz kız evladı kaldı. Yüz yetmiş sekiz senesinde doğup, kırk sekiz sene yaşadı. Talihi sekizinci burç olan Akrep’tir. Abbas (r.a.) Hazretleri’nin sekizinci kuşaktan torunu, Harun Reşid’in sekizinci oğlu ve Abbasi halifelerinin sekizincisidir. İki yüz on sekizinci sene halife oldu. Hilafet müddeti sekiz sene, sekiz ay, sekiz gündür. Sekiz fütuhatı vardı, sekiz düşman katletmiştir. Bundan dolayı ona Sekizli Halife denilmiştir.
Vâsık İbni Mutasım, Mütevekkil İbni Mutasım, Muntasır İbni Mütevekkil, Müstain İbni Mutasım, Mutazz İbni Mütevekkil ve Mühtedi İbni Vâsık Devirleri
Mutasım’ın vefat günü oğlu Vâsık’a biat olundu. Mutasım’ın zamanında Türk kumandanlar pek fazla nüfuz kazanmış olduklarından oğlu Vâsık da iki yüz yirmi sekiz yılında Eşnas’a, hükümdarlık ve saltanat işareti olan mücevher ve taç giydirdi. Onu saltanat danışmanı yapıp devletinin işlerini onun başına buyruk ellerine teslim etti. Kendisi müminlerin emiri olduğu hâlde fiilen hükümdarlık yapan Eşnas idi.
İki yüz otuzda Horasan Valisi Abdullah İbni Tahir vefat etti, rahmetullahi aleyh. Güçlü iktidara sahip bir hükümdar olup Horasan ve ona bağlı olan Taberistan, Kirman ve bütün doğu tarafları onun emrine tabi idi. Yerine oğlu Tahir İbni Abdullah geçti. Abdullah İbni Tahir’in vefatından dokuz gün sonra Eşnas da vefat edince devlet işlerinin idaresi Enâmiş, Eytah, Vasif ve Boğa gibi Türk emirlerin ellerinde kaldı.
Medine civarında bazı bedevi Arap aşiretleri birleşerek halka tecavüz edip yol kesmeye başladıklarından Vâsık-ı Billah iki yüz otuz senesinde o tarafa yeteri kadar askerle Büyük Boğa’yı gönderdi. O da çöl eşkıyalarını vurmuş, çoğunu kılıçtan geçirmiş ve reislerinden birçoğunu tutup Samerra’ya getirmiştir. Vâsık-ı Billah evlad-ı resule dost olup onlara pek ziyade ikram ve hürmet gösterirdi. Haremeyn (Mekke, Medine) halkına çok ihsanda bulunurdu. Fakat Mutezile mezhebinde mutaassıp olup, halk-ı Kur’an meselesinde insanları imtihana tabi tutardı ve “Ahirette müminler, Cenabıhakk’ı göremezler.” derdi.
Beni Abbas’ın ileri gelenlerinden Malik İbni Heysem Huzâî’nin torunu olan Ahmed İbni Nasır İbni Malik ise daima ehlisünnet ve’l-cemaat mezhebinde bulunan muhaddisin ile görüşerek Mutezile’ye düşman olduğundan Vâsık’ı kötüler ve hakkında ağza alınmaz sözler söylerdi. Bu şekilde Bağdat ahalisinden pek çok kişi de ona tabi olarak, iki yüz otuz bir yılında emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker yolunda harakete geçmeye karar vermişlerken iş duyulunca Vâsık, Ahmed İbni Nasır’ı huzuruna getirdi. “Kur’an hakkında ne dersin?” dediğinde, o da “Kelamullahtır.” diye cevap verdi. Vâsık, “Mahluk mudur, değil midir?” diye sordu. Yine “Kelamullahtır.” dedi. Vâsık, “Rabb’in hakkında reyin nedir, kıyamette onu görecek misin?” dediğinde, İbni Nasır, “Ya emirü’l-müminin Resul-ü Ekrem (s.a.v.) Hazretleri, ‘Kameri nasıl görürseniz kıyamet gününde Rabb’inizi de öyle göreceksiniz.’ diye buyurmuş. Biz, peygamberin verdiği haberlere inanırız.” deyince, mecliste hazır bulunan Mutezile fakihleri onun hakkında, “Cenabıhakk’ı cisimlere benzetiyor.” diyerek katline fetva verdiler. Vâsık da kendi eliyle Ebu Nasır’ı katletti. İmam Şafii’nin arkadaşlarından Ebu Yakub Yusuf Buveytî ki halk-ı Kur’an’a inanmadığından hapsolunmuştu. O da bu sene ahiret yolculuğuna çıktı, vefat etti. Gayet salih bir zattı. Rahmetullahi rahmeten vasi’a.
İki yüz otuz iki senesi zilhiccesinde Vâsık, çok ağır hasta olunca müneccimleri toplayarak talihine baktırdı. Kendisi için elli sene daha ömür takdir ettiler. Hâlbuki on günden ziyade yaşamayıp, zilhiccenin yirmi dördünde otuz iki yaşındayken vefat ederek, müneccimleri yalancı çıkardı. Hilafet müddeti, beş sene, dokuz ay, küsur gündür. Vâsık’ın vefatında kadıaskeri olan Ahmed İbni Ebu Davud, Eytah ve Vasif gibi Türk kumandanlar toplanarak, Vâsık’ın oğlu Muhammed’e biat etmeye karar vererek ona siyah ferace ve külah giydirdiklerinde gördüler ki hilafete yakışmıyor. Çünkü Muhammed kısa boylu, sakalı bıyığı çıkmamış bir genç idi. Vasif ona bakıp, “Allah’tan korkun, hilafet gibi mühim bir işi buna tevdi etmeyin.” dedi. Onun üzerine Vâsık’ın kardeşi Mütevekkil İbni Mutasım getirildiğinde Ahmed İbni Ebu Davud, onu giydirip, “Es-selamu aleyke ya emire’l-müminin ve rahmetuhu ve berekâtuhu.” dedi ve hepsi ona biat ederek, “Mütevekkil Alâllah” diye lakap verdiler. Mütevekkil o zaman yirmi altı yaşındaydı. Mütevekkil önce Eytah’a çok ikram etmişken sonra Bağdat’ta kaymakamı olan İshak İbni İbrahim marifetiyle onu hapsettirdi. İki yüz beş senesi içinde Eytah, Bağdat Hapishanesinde vefat etti.
Azerbaycan’da zorla hüküm sürüp zulmeden Muhammed İbni Ba’îs üzerine bundan önce asker sevk edilerek kendisi tutulup Samerra’da hapsolunmuştu. Geçen sene hapishaneden firar etmiş olduğundan, Şerbetçi Küçük Boğa askerle gidip onu yine yakalayarak, bu sene Samerra’ya getirdi. Mütevekkil onu hapsederek, boynuna yüz batman ağırlığında demir bağlatınca bir ay sonra öldü. Yine iki yüz otuz beş senesinde Mütevekkil, Muhammed Muntasır Billah, Ebu Abdullah El-Mutezz Billah ve İbrahim El-Müeyyed Billah adlı üç oğlunu veliaht yaptı ve ülkeyi üçüne taksim etti. Yine bu yıl Samerra’da Mahmud İbni Ferec Nişaburi ortaya çıkıp, “Ben peygamberim ve ben Zülkarneyn’im.” diye halkı biate davet etti. Yirmi yedi kişi ona tabi oldu. Mütevekkil onu tuttu ve kendi cemaatine dövdürerek öldürttü.
Bağdat’ta halife kaymakamı olan İshak İbni İbrahim El-Mus’abî ki merhum Tahir İbni Hüseyin İbni Mus’ab’ın kardeşinin oğludur. Bundan önce kapı kethüdalığı vazifesini yerine getirmek için oğlu Muhammed İbni İshak’ı halifenin kapısına göndermişti. Bu sene İshak, Bağdat’ta ölünce Mütevekkil, çok üzülerek, iki yüz otuz altı senesi muharreminde Fars vilayetini onun oğlu Muhammed İbni İshak’a verdi. Birinci veliaht olan Muntasır İbni Mütevekkil de ona Yemame ve Bahreyn’i kattı. O da Mütevekkil’e ve oğullarına babasının terekesinden pek çok cevher ve güzel eşyayı takdim etti. Amcası Muhammed İbni İbrahim ise Fars beyliğinde bulunduğu hâlde kardeşinin oğlunun bu geleceğini çekemeyip hem ona hem de halifeye gücendi. Muhammed İbni İshak da onu Mütevekkil’e şikâyet etti. Mütevekkil, ona amcası hakkında dilediğini yapmak üzere tam salahiyet verdi. O da amcasını Fars emîrliğinden azlederek yerine amcasının oğlu Hüseyin İbni İsmail İbni İbrahim İbni Mus’ab’ı memur ederek amcasının katlini ona havale etti. Hüseyin, Fars’a varıp Muhammed İbni İbrahim’e pek çok nevruz hediyesi takdim etti. İçlerinde hayli tatlılar, şekerlemeler vardı. Muhammed İbni İbrahim onlardan çok yedi. Hüseyin derhâl onu bir odada hapsetti. Muhammed su istedi. Verilmediğinden biçare iki gün sonra susuzluktan öldü.