
Полная версия:
Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt
Yukarıda olduğu gibi önce Hamid İbni Kahtabe’nin hezimeti haberi Mansur’a ulaştığında, İran tarafına firar etmek üzere hazırlanırken bu muzafferiyet haberinin erişmesi, kendisine taze hayat verdi. Ondan sonra Muhammed Mehdi ve İbrahim ile beraber ayaklanan ve onların ayaklanmalarına cevaz gösteren eşraf ve ulemayı araştırıp hapsederek, kimini kırbaçlatmış kimini katletmiştir. İşte o yolda mahpus olanlardan biri de mezhep sahibi İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri’dir. Bundan dolayı Mekke Emiri İmam Malik İbni Enes Hazretleri’ni dahi kamçı ile şiddetli bir şekilde cezalandırmıştır. Fakat ondan sonra İmam Malik Hazretleri’nin halk arasında şan ve şöhreti artmıştır. Mansur’un şiddeti, zamanındaki müçtehitlerin hakkı söylemelerine zarar getirememiştir.
Mansur’un, hukukun yerine getirilmesinde, şeriata tam bir teslimiyeti vardı. Hatta Medine Hâkimi Muhammed bin İmran’ın kâtibi Nemir’den rivayet edilir ki Mansur’un Medine’ye varışında deveciler yol ile ilgili ondan şikâyetle mahkemeye müracaat ettiler, hâkim bir celp çıkardı ve çağırmak için kâtibi Nemir ile Mansur’un veziri Rebia’ya göndermiş, o da götürüp Mansur’a vermiş. Mansur hemen, “Mahkemeye davet edildik. Bizimle beraber kimse gelmesin.” diyerek Rebia ile birlikte mahkemeye varmış, hâkim kalkmayıp kaftanına bürünmüş olduğu hâlde hemen devecileri davet ederek davalarını dinlemiş ve Mansur’un aleyhine hükmetmiş. Mansur, hâkimin adaletinden memnun olarak ona ihsan etmiş. İşte Mansur’un hakkın yerini bulmasına bu derece itinası vardı.
Fakat hükûmetinin nüfuzuna dokunan, mülk ve saltanatına dil uzatan kimse hakkında asla müsamaha göstermezdi. Hatta hâkimane sözlerinden biri şudur ki: “Hükümdarlar her şeye tahammül ederler. Fakat üç şeye tahammül etmezler ki sır verme, ailelerine saldırı ve mülk-ü saltanatlarına sövme hususlarıdır.” Mansur açıklandığı gibi Muhammed Mehdi ile İbrahim sıkıntılarından kurtulduktan sonra Bağdat’ın kurulmasını tamamlamaya başlamış ve Hicret’in yüz kırkıncı yılı içinde Bağdat’a taşınmış, ondan sonra daha iki üç seneye kadar imar işiyle uğraşmış, ondan sonra Bağdat şehri Abbasi Devleti’nin başkenti olmuştur. Yüz kırk altı yılında Alâ adında biri Afrika tarafından Endülüs yakasına geçerek siyahlar giydi ve Mansur’un adına hutbe okudu, başına çok halk toplandı. Fakat Endülüs Emiri Abdurrahman-ı Emevi onun üzerine gitti, İşbiliye yakınlarında iki taraf karşılaştı. Yapılan kanlı bir savaşta Alâ ve yedi bin kadar askeri öldü. Abdurrahman yine Endülüs’te bağımsız kalmaya devam etti. Veliaht olan İsa bin Musa, yukarıda olduğu gibi Muhammed Mehdi ve kardeşi ile yapılan savaşlarda çok iş görmüş ve çok şan kazanmış olduğundan Mansur ona fazlasıyla hürmet ederdi. Fakat oğlu Mehdi Muhammed’i İsa’ya takdim ile birinci veliaht yapmak istiyordu ve bunu ara sıra İsa’ya ima ediyordu. İsa, önceleri buna muvafakat etmediyse de Mansur gaddar bir adam olduğundan, onun zulmünden korkarak, yüz kırk yedi senesinde kendisini veliahtlıktan çıkardı, Mehdi bin Mansur’un veliahtlığını ilan etti.
Daha önce açıklandığı üzere Mansur, önce amcası Abdullah İbni Ali’yi hapsetmişti. Fakat hayatta olduğu sürece kendisinin zihni rahat bulunmadığından bu yıl onu temelleri tuzdan yapılmış bir odada hapsetmiş ve sonra su yürütmüş, temeller eriyince oda yıkılıp, Abdullah bin Ali ölmüştür. Yüz kırk sekiz senesinde Mansur’un devleti kuvvet buldu. Halkın zihninde heybeti arttı. Endülüs Bölgesi’nden, İslam memleketlerini mutlak hâkimiyeti altına aldı. Mansur dermiş ki: “Halifeler dört tanedir ki Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’dir. Hükümdarlar da dörttür: Muaviye, Abdülmelik, Hişam ve bir de ben.”
Yüz kırk sekiz yılında Kürtler etrafa yayılarak memleketin asayişini bozduklarından Mansur, Halid İbni Bermek’i Musul Eyaleti’ne memur etmiş, o da fesat ve kötülük yapanları yola getirerek memleketin durumunu düzeltmiştir. On yıl sonra Kürtler yine bozgunculuk ve başıbozukluk yoluna saptılar. Mansur kendi yakınlarıyla konuyu müzakere ettikten sonra yine Halid’in o tarafa görevlendirilmesine gerek duyuldu. Halid ise o zaman hapiste idi. Zira Mansur onu hapsederek, büyük miktarda mal talep ederek onu zorlamakta idi. Mansur, hemen onu Musul valiliğine ve oğlu Yahya’yı da Azerbaycan valiliğine tayin etti. Halid, gidip yine Musul vilayetini ıslah etti. Oğlu Yahya da babası gibi sağlam, bilgili ve temkinli görüş sahibi bir zat olmakla görevini güzelce yerine getirmeye muvaffak olmuştur.
Mansur, çok fasih ve beliğ, hadis ve soy ilminde mahir, işlerinde basiretli idi. Ondan evvel imamlar, ilmî meseleleri ezber söyler ya da tertipli ve düzenli olmayan kitaplardan, başka kitaplardan rivayet ederlerdi. Onun zamanında hadis ilimlerine, fıkıh ve tefsire dair kitapların tasnif ve telifine başlandı. “Kelile ve Dimne”, “Kitab-ı Oklides” gibi Hintçe ve Yunanca kitaplar tercüme edildi. Önce kölemenleri mühim işlerde kullanan ve onları Arapların ileri gelenlerine takdim eden Mansur’dur. Sonra bu iş gittikçe çoğalıp ilerleyerek, Arapların iş başına gelmesi ve bunda ilerlemesi kesintiye uğramış ve bu yolla Abbasi Devleti’nde zafiyet meydana gelmiştir.
İleri Gelenlerin Vefatı
Mansur’un zamanında eşraf ve ulemadan pek çok önemli kişi vefat etmiştir. Bunlardan İmamiyye mezhebine göre sıralanmış olan on iki imamdan İmam Cafer-i Sadık İbni Muhammed Bakır İbni Zeyne’l-Abidin İbni El Hüseyin İbni Ali (r.a.) Hazretleri yüz kırk sekiz senesinde ebedî âleme gitmiştir. Yine o zamanda müçtehitlerin meşhurlarından A’meş, İbni Şibrime, Muhammed İbni Aclânu’l-Medeni, merhum Abdurrahman İbni Ebu Leyla’nın oğlu Muhammed Kâdî ve Nahiv ilminde İmam Halil’in üstadı olan İsa İbni Amru’s-Sakafi (r.a.) vefat etmişlerdir.
Mansur’un hapishanesinde bulunan İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri de yüz elli senesinde hayat dersini bitirmiştir. İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri’nin şanının yüceliği herkesin malumudur. Faziletleri o kadar çoktur ki açıklansa cilt cilt kitaplar olur. Ashab-ı kiramdan Kûfe’de Enes İbni Malik, Abdullah İbni Ebu Evfâ ve Medine’de Sehl İbni Saidu’s-Saidî ve Mekke’de Ebu’t-Tufeyl gibi değerli şahsiyetlere yetişmiş, âlim, amil, abit ve zahit, çok övülmeye layık bir zat idi. Kırk sene sabah namazını yatsı abdestiyle kılmış ve vefat ettiği yerde yedi bin kere Kur’an-ı Kerim’i hatmetmiş olduğu rivayet olunmuştur.
Mansur, onu başkadı yapmak istediyse de kaçındı. Fakat Bağdat’ın kurulması sırasında tuğla ve kerpiç sayma görevini kabul etti. Muhammed Mehdi ve kardeşi İbrahim olaylarında Mansur birçok fukahayı hapsedip, dövüp sıkıştırdığı sırada İmam-ı Azam’ı da hapsetti. İmam Malik, sadece dayak yemekle kurtuldu. Fakat İmam-ı Azam mahpus kaldı ve bu şekilde hapiste cennet yolcusu oldu.
Kurra-i seb’adan (yedi meşhur kıraat âliminden) Ebu Amr, yüz elli üç yılında, yine kurra-i seb’adan Hamza, yüz elli altı senesinde ve içtihat sahiplerinin meşhurlarından, Şamlıların fıkıh âlimi olan İmam Evzâî yüz elli yedi senesinde vefat etti, rahmetullahi aleyhim.
Mansur’un emri üzere Mekke emiri, yüz elli sekiz senesinde Hazreti Ali İbni Ebu Talib (r.a.) evladından, Mekke’de bulunan bir zat ile meşhur müçtehitlerden İbni Cüreyh, Ubbâd İbni Kesîr ve Süfyan-ı Sevrî’yi hapsetti. Mansur da bu sene hac için Mekke’ye gitti. Mekke’ye varışında, onları idam eder diye korkuluyordu, fakat ömrü ona kâfi gelmedi. Şöyle ki Mekke civarında ihrama girdi ve zilhiccenin altıncı günü, altmış üç yaşında iken Bi’r-i Meymune adlı yerde vefat etti. Hilafet süresi yirmi iki sene, üç ay, küsur gündür. Zilhiccede doğmuş, zilhiccede tahta çıkmış ve zilhiccede vefat etmiş olması garip tesadüflerdendir.
Mehdi Bin Mansur Dönemi
Yukarıda olduğu gibi Mansur, yüz elli sekiz senesi zilhiccesinde Mekke’de vefat edince veziri Rebia hemen Haşimoğullarının ileri gelenlerini toplayarak, Mehdi İbni Mansur’a biat ettirdi. Resul-ü Ekrem (s.a.v.) Hazretleri’nin hırka ve asa-i şerifini, hilafet mührünü Mehdi’ye gönderdi. Vardıklarında Mehdi, Bağdat Mescidi’nde minbere çıktı. Hutbe okudu. Bağdat halkı da ona biat etti.
Mehdi, şeriata uygun iş yapan ve itikadı tam bir zat olup o zaman ortaya çıkmış dinsiz ve zındıkları idam, imha ile cemaat ve sünnet usulünü yeniden uygulattı. Bununla beraber, hilafet tahtına çıktığı gibi beşer olması dolayısıyla, veliaht bulunan İsa İbni Musa’yı aradan çıkarıp da kendi oğlu Musa El-Hâdî’yi veliaht tayin etme merakına düştü. İsa İbni Musa’yı vaat ve korkutma yoluyla veliahtlıktan çıkarmış, ona çok mal vererek, yüz altmış senesinde Hâdî’yi veliaht yapmıştır. Açıklandığı üzere Ebu Süfyan’ın üvey oğlu Ziyad bin Ebih’i Muaviye bin Ebu Süfyan kendi nesebine alınca Ziyad’ın evlat ve torunları Kureyş defterine geçmişti. Bu yıl Mehdi, o hükmü iptal ederek, Ziyad’ın nesebini Sakif Kabilesi’ne iade etmiş, Beni Ziyad’ı Rum köleleri defterine kaydettirmiştir.
Ehl-i Merv’den tek gözlü, kısa boylu, şeytan kılıklı bir hokkabaz ki altından bir peçe yapıp onunla yüzünü örterek kimseye göstermezdi. Bu şekilde Mukanna diye lakaplandırılmıştı. “Cenab-ı bârı, önce Âdem’e, sonra Nuh’a ve ondan sonra diğer peygamberlere hulul ederek nihayet Ebu Müslim’e ve ondan sonra bana hulul etti.” diyerek Mehdi’nin tahta çıkışının öncelerinde ortaya çıkıp, Horasan’da rübûbiyyet davasıyla ortaya çıktı. “Ebu Müslim’in kanını dava ediyormuş.” diyerek başına pek çok halk toplandı. Mehdi onun üzerine çok asker sevk ederek topluluğunu dağıttı. Mukanna da bir kaleye kapandı ve Mehdi’nin askerleri onu sıkıştırıp zorlayınca canından ümidini keserek, yüz altmış bir senesinde çoluk çoçuğunu zehirledikten sonra kendisini de ateşle yaktı ve canını cehenneme ısmarlayıp gitti.
Mehdi, o sırada ortaya çıkan Harici gruplarını da sindirerek, ülkelerin asayişini muhafaza etti.
Yine o esnada Rumlar, Abbasi Devleti’nin Havaric ile meşguliyetini fırsat sayarak İslam şehirlerine saldırmış ve Amik Ovası’na kadar girmiş, Maraş karasını muhasara etmişlerdi. Yüz altmış iki senesinde Hasan İbni Kahtabe, seksen bin askerle Rum diyarına gazaya gitti. Uğradığı şehirleri tahrip ederek muzaffer bir şekilde geri döndü.
Yüz altmış üç senesinde Mehdi, Horasan’dan vesair taraflardan asker getirip toplayarak harp hazırlığını tamamladıktan sonra veliahdı Hâdî’yi Bağdat’ta kaymakam bırakıp kendisi ikinci oğlu Harunü Bil’istishab’ı beraber alarak bir büyük ordu ile Bağdat’tan çıktı. Halep’e geldi. O tarafta zuhur etmiş olan zındıkları toplayıp idam ettiği sırada oğlu Harun’u ordu başkumandanı tayin etti. Yanına Hasan İbni Kahtabe gibi kumandanların meşhurlarını aldı, Hasan ve Süleyman İbni Bermek’i kâtip yaptı ve erzakın idaresine, hesap işlerinin yürütülmesine de Yahya İbni Halid İbni Bermek’i tayin etti. Orduyu Ceyhan Nehri’ne kadar uğurlayarak kendisi geri döndü.
Harun, öyle büyük ve mükemmel bir ordu ile Rum şehirlerine gazaya gidip büyük fetihlere mazhar oldu. Pek çok ganimet malı aldı ve zaferle geri döndü. Bazı tarihçilerin rivayetine göre o zaman Harun’un veziri Halid İbni Bermek olup, bu gazalarda pek çok takdire değer çalışmaları görülmüştür. Çok zaman geçmeden Halid İbni Bermek, yetmiş beş yaşında iken ölmüştür. Ondan sonra oğlu Yahya onun yerine geçmiştir.
Harun, yukarıda açıklandığı gibi zafer ve ganimetle Bağdat’a döndü. Babası Mehdi ona bütün batı bölgesini, Kürdistan’ı ve Azerbaycan’ı verdi. Reisülküttaplık ve hariciye vekilliği memurluğuna da Yahya İbni Halid İbni Bermek’i tayin etti.
Yüz altmış beş senesinde Mehdi, yine Harun’u bir mükemmel ordu ile Rum diyarına gönderdi. O da Anadolu Bölgesi’ni yarıp geçerek ve pek çok ganimet malı alarak Konstantiniye Boğazı’na kadar geldi. Kayser-i Rum tarafından yıllık yetmiş bin altın verilmek üzere üç senelik bir barış imzasına muvaffak oldu. Yüz altmış altı senesinde babası onu “Reşid” diye lakaplandırarak ikinci veliaht yaptı.
Zındıklardan Beşşâr İbni Bürd adlı âmâ şair ki ateşi, toprak üzerine üstün tutar ve Âdem’e secdeden kaçınmakla şeytanın fikrini doğru bulurdu. Onu da bu sene Mehdi idam ettirmiştir.
Bazı İleri Gelenlerin Vefatı
Yüz altmış senesinde İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri’nin arkadaşlarından ve zahitlerden Davud İbni Nusayr El-Tâî, İmam Sibeveyh’in üstadı ve aruzu icat eden İmam Halil vefat ettiler rahmetullahi aleyhima. Yüz altmış bir senesinde fakihlerin meşhurlarından Süfyan-ı Sevrî ve aslen Horasan hükümdarlarından iken terk-i dünya ile Şam’a göçüp kendini dine veren meşhur zahit İbrahim İbni Edhem sonsuz âleme gittiler, rahmetullahi aleyhima.
İsa İbni Musa ki açıklandığı üzere iki defa veliahtlıktan ihraç edilmişti. Yüz altmış yedi senesinde mücadele yeri olan dünyayı terk edip gitti, rahmetullahi aleyh.
Evlad-ı Hasan’dan Hasan İbni Zeyd İbni Hasan ki cömert bir zat idi. Fakat ehlibeytinden sapmış ve Mansur’a yönelip, hatta açıklandığı üzere amcasının oğlu Muhammed Mehdi’yi Mansur’a kötülemişti. Bu nedenle Mansur ona itibar etmiş, hatta yüz elli senesinde onu Medine emiri atamışsa da beş sene sonra azlederek Bağdat’ta hapse atıp, malını zapt etmiştir. Sonra Mehdi, kendisini tahliye edip mallarını iade etti. Bu sene o da vefat etti. Allah ona mağfiret ve rahmet etsin. Yedi şöhretli kıraat âliminden Nâfi İbni Abdurrahman İbni Ebu Nuaym yüz altmış dokuz senesinde vefat etti, rahmetullahi aleyh.
Taberistan’da Deyalime beyleri isyan edince Mehdi, yüz altmış yedi senesinde birinci veliahdı olan oğlu Hâdî’yi mükemmel bir ordu ile Cürcan’a göndermişti. Hâdî varıp asileri kuşattı ve baskın ile meşgul oldu. Fakat muharebe uzadı. Yüz altmış sekiz senesinde Mehdi, Taberistan üzerine bir başkomutan ile kırk bin asker daha gönderdi. O zaman Yemame’de, Bahreyn’de ve Musul tarafında da Hariciler ortaya çıkınca Mehdi onlar üzerine de başka gruplar sevk etmeye mecbur oldu.
Mehdi duruma bakarak, Hâdî’yi erteleyip, Harun Reşid’i birinci veliaht yapmayı uygun buldu, keyfiyeti Hâdî’ye haber verdi. Fakat Hâdî, oralara yanaşmadı. Mehdi onu Bağdat’a çağırdı, gelmedi. Gelmesi için adam gönderdi. Hâdî, adamı dövdürdü. Mehdi, hemen Cürcan’a varmak üzere Harun Reşid’i yanına alarak Bağdat’tan çıktı ve yüz altmış dokuz senesi muharrem ayı içinde, Mâsebezân’a vardı. Orada ava çıkıp bir dağ keçisini takip ederken atı bir ağaca yahut bir harabenin yıkık kemerine çarptı, Mehdi’nin bel kemiği kırıldı ve vefat etti. Hilafet süresi on sene, bir aydır.
Hâdî ve Harun’un Hilafet Zamanları
Yukarıda olduğu gibi Mehdi, Mâsebezân’da vefat edince oğlu Harun Reşid hemen oradan Bağdat’a döndü ve kardeşi Hâdî için insanlardan biat aldı ve keyfiyeti her tarafa yaydı. Hâdî’ye de biat etti. Hâdî, Cürcan’dan süratle Bağdat’a gelip hilafet tahtına oturdu. Harun’un lalası olan Yahya İbni Halid İbni Bermek’in bu konuda göstermiş olduğu halisane muamelelerinden hoşnut kalarak onun eskisi gibi Harun Reşid’in hizmetinde bulunmasını emretti. Harun ise ona, “Babam Yahya.” diyerek hürmet gösterdi ve hizmetinden memnun kaldı.
Hâdî’nin tahta oturduğu yılda, Hüseyin İbni Ali İbni’l-Hasan El-Müselles İbni’l-Hasan El-Müsenna İbnü’l-Hasan Es-Sıbt İbni Ali El-Mürtaza (r.a.), Medine’de ayaklandı. Ehlibeytinden, yüz kırk beş senesi olayları sırasında açıklandığı üzere Medine’de isyan edip, muharebe sırasında ölen Mehdi’nin oğlu Hasan, kardeşleri Yahya İbni Abdullah ve İdris İbni Abdullah da onunla beraberdi.
Zilkade ayında Hüseyin İbni Ali sabahleyin Mescid-i Şerif-i Nebevi’ye gitti. İnsanlar ona biat etti. Medine emiri ile savaştı, ona üstünlük sağladı ve beytü’l-malda mevcut olan paraları aldı. İhtiyaçlarını gidermek için on bir gün Medine’de ikametten sonra Mekke’ye gitti. “Yanımıza gelen köleler azat edilmiştir.” diye ilan etti. Bütün köleler onun yanında toplandı. Bu suretle bir hayli kalabalık oluştu. Bu altmış dokuz senesi zilhiccesinin sekizinci günü Abbasilerle pek şiddetli bir muharebe etti. Fakat kendisi öldürüldüğü gibi askerlerinden de yüz kadarı ölmüş, birçoğu yaralanmış ve kalanı hezimete uğramıştı. Böylece bozguna uğrayan askerler, hacıların içine karışıp görünmez oldular.
O sırada Abbasiler, yenilenlere aman verdiklerinde Hasan İbni Muhammed Mehdi gelip Abbasi askerlerinin başbuğu olan Muhammed İbni Süleyman İbni Ali Abbasi’nin arkasında durmuşken, Abbasi emirlerinden iki kişi onu tutup idam ediverdiler. Başbuğ bunun için hiddetlendiyse de ne fayda ki usule ve amana muhalif olarak Hasan İbni Mehdi kaybedilmiş oldu. Amcası Yahya İbni Abdullah bu savaştan kaçarak, aşağıda beyan olunacağı şekilde Deylem’de ortaya çıkmıştır. Kardeşi İdris ise Mağrip ülkesine kaçarak, Berberi kavmine iltica etti. İşte bu İdris’in oğlu Küçük İdris, sonradan Mağrip’te Edârise Devleti’ni teşkil etmiştir ki ona Fatımiyye Devleti de denir. Abbasi halifeleri ona bir çare bulamayıp boşuna İdris’in soyuna küfür ile uğraşmışlardır.
Hâdî, kardeşi Harun Reşid’i veliahtlıktan çıkarıp da kendisinin yetişmemiş oğlu Cafer İbni Hâdî’yi veliaht yapma merakına düştü. Bazı askerî kumandanlar da yaltaklanma yolunda onun arzusuna itibar ettilerse de Harun Reşid’in lalası olan Yahya İbni Halid İbni Bermek’in hâkimane tedbirleriyle iş sonraya kaldı ve icrasına vakit bulunamadı. Zira Hâdî bir sene, üç ay hilafet makamında bulunduktan sonra yüz yetmiş senesi rebiülevvelinin on beşinci gecesi, yirmi altı yaşında iken vefat etti.
Hâdî’nin bu şekilde vefatı üzerine kardeşi Harun Reşid yirmi iki yaşında iken hilafet tahtına ve saltanata oturdu. Lalası Yahya İbni Halid Bermek’i vezir yapıp bütün işlerini ona bıraktı.
Yüz kırk sekiz senesinin zilhiccesi sonlarında Yahya’nın Fadl adında bir oğlu dünyaya gelmiş ve ondan bir hafta sonra da Harun Reşid doğmuş. Annesi, Fadl’a süt vermiş olduğundan Fadl İbni Yahya, Harun Reşid’in süt kardeşiydi. Babası ve dedesi gibi zekâ ve iktidar sahibi olmakla Harun’un hüsn-i muhabbetine mazhardı. Kardeşi Cafer İbni Yahya ise Harun’la sıkı fıkı, içli dışlı beraber idi. Harun hiçbir vakit onu yanından ayırmazdı. Diğer Bermekiler de bir şekilde istediklerine erer olmuşlardır. Kısaca Bermekiler, Abbasi Devleti’ni ellerine alıp bütün insanlara başvurulacak yer, makam oldular.
Halep ve El-Cezire eyaletleriyle Rum diyarı arasındaki sınırlar, çeşitli muhafızlar ile muhafaza edilirken, Harun Reşid bu sınırları tek idare altına alıp müstakil bir eyalet olmak üzere A’vâsım diye isimlendirdi. Süveyş Denizi’nden Akdeniz’e bir kanal açıp iki denizi birleştirmek istediyse de veziri Yahya, Rum gemilerinin Hicaz sahillerine taarruzları için bir yol açılmış olacağı mülahazasını söyleyince Harun o sevdadan vazgeçmiştir. Yahya’nın bu mülahazası Ömerü’l-Faruk (r.a.) Hazretleri’nin mütalaasıdır ki Mısır Valisi Amr İbni El-As (r.a.) o veçhile iki denizi birleştirme fikrine düşüp Hazreti Ömer’den izin istediğinde, “Rum’un taarruzuna sebep olur.” diye reddetmişti.
Yahya, emir ve yasaklamasında bağımsızdı fakat Harun Reşid’in annesi Hayzeran’ın emirlerini de yerine getirmeye mecbur idi. Yüz yetmiş üç senesinde Hayzeran öldüyse de onun nüfuzu Harun’un hanımı Seyyide Zübeyde’ye geçti. Zübeyde ondan daha fazla nüfuzlu oldu. Zira Hayzeran, ümmü’l veled (çocuk annesi olan cariye) idi. Zübeyde ise Reşid’in amcası olan Cafer İbni Mansur’un kızı olup Abbasi Hanedanı’nda gayet muhterem ve sözü geçen biriydi. Diğer hatunların yetkisi olmayıp emirlik makamının sahibesi Seyyide Zübeyde idi. Hükmü, Harun’un fermanı gibi netice verirdi ve tesirli idi. Hakikaten değerli ve hayırsever, hayır yapan şanlı bir sultan idi. Hâdî’nin yüz yetmiş yılı rebiülevvelinde vefatıyla hilafetin Harun Reşid’e geçtiği gece Reşid’in bir Türk odalığından, Memun adlı bir oğlu dünyaya gelmişti. Yine bu senenin şevvalinde Seyyide Zübeyde’den de Emin adlı bir oğlu doğdu. Emin, Memun’dan birkaç ay küçükse de Seyyide Zübeyde’nin oğlu olmakla daha nazlı ve daha sevgili idi. Memun, saltanatın birinci vârisi olması lazım gelirken Zübeyde onun üzerine önceliğin Emin’e verilmesini arzu ederdi. Emin’in dayısı olan İsa İbni Cafer-i Mansur ise Fadl Yahya İbni Halid’e gelip Emin’in veliahtlığını teklif ederek, “O senin oğlundur. Onun saltanatı senin içindir.” diyerek teşvik etti. O da vadederek bunun için çalıştı ve yüz yetmiş beş senesinde Emin beş yaşında iken veliahtlığa icra olunarak kendisine biat edildi, yani hilafetin yüce işini çocuk oyuncağı ettiler. İleri gelen tarihçilerden bazıları Emin’in veliahtlığını beyan ettikten sonra diyor ki: “İslam Devleti’nde imamet yönünden ilk defa meydana gelen gevşeklik budur.” Ve bazılarının beyanına göre Harun Reşid, Memun’un güzel işlerini beyan ettikten sonra, “Eğer Seyyide Zübeyde ile Beni Haşim’in Emin’e meyilleri olmasa onu Memun’un üzerine öne geçirmezdim.” demiş olduğu rivayet edilir.
Hâdî’nin devrinde meydana gelen Mekke Savaşı’ndan kaçmış olan Yahya İbni Abdullah İbnu’l-Hasan El-Müsenna, yüz yetmiş altı senesinde Deylem’de ortaya çıktı. Etraftan pek çok halkın, onun başına toplanmasıyla kuvvet ve şevki fazlalaştı. Harun Reşid ondan dolayı büyük bir telaşa düştü ve hemen bir büyük ordu ile Fadl İbni Yahya İbni Halid’i Taberistan’a gönderdi. Fadl, pek akıllı ve tedbirli bir zat olup ne yaptıysa yaptı, Yahya ile haberleşerek onu kandırdı ve gönderdiği yazısı gereğince Harun Reşid de el yazısıyla amanname gönderdi. Yahya da ona itimat ederek kendisini teslim etti. Fadl, onu alıp Bağdat’a götürdü ve Harun ile görüştürdü. Bundan dolayı Fadl’ın mevki ve şöhreti arttı, Harun ona Rey ve Sicistan ile beraber Horasan Eyaleti’ni verdi. Evvelemirde Yahya’ya da pek çok ikram ve ihtiramda bulundu. Fakat sonra ahit ve amanını bozarak onu hapsetti. Biçare Yahya vefatına kadar mahpus kalmış ve ondan sonra da Harun’un görüş ve amanına kimse itimat etmez olmuştur.
Harun Reşid gerçi Hz. Peygamber’in ehlibeytine hürmet ederdi. Fakat makamının muhafazası için de şiddet kullanırdı. Bir gün meclisinde evlad-ı Ali’ye dair söz açıp, “İşittim ki halk, Ali İbni Ebu Talib’i sevmem zannedermiş, öyle değil, vallahi ben ondan daha fazla bir kimseyi sevmem. Fakat biz,3 bunların4 Beni Ümeyye’den intikamlarını aldıktan sonra bize en çok söven, aleyhimizde bulunan ve mülkümüzün fesadına çalışan bunlar oldu. Hatta Beni Ümeyye’ye bizden çok meyillidirler. Ama Ali’nin evlatları herkesin efendileri, fazilet ve şerefçe en ileride olanlarıdır. Bana babam Mehdi’den, ona babası Mansur’dan, ona Muhammed İbni Ali’den, ona babasından, ona da babası İbni Abbas’tan rivayet edilmiştir ki İbni Abbas (r.a.) demiş ki: ‘Resulullah’tan (s.a.v.) işittim. Buyurdu ki: Hasan ve Hüseyin’e muhabbet eyleyen bana muhabbet eylemiş olur ve onlara buğzeden bana buğzetmiş olur. Ve yine Resul-ü Ekrem’den işittim, buyurdu ki: Fatıma, Meryem binti İmran ve Asiye binti Müzâhim’den başka âlemdeki kadınların seyyidesidir, demiştir.’ ”
Altmış dört senesinde Şam ehli, Kaysiyye ve Yemeniyye diye iki fırkaya bölünmüştü. Mervan’ın taraftarları olan Yemeniyye galip gelince Mervaniyye Devleti ortaya çıkmıştır. Sonra da bu devlet sönmüştür. Fakat Yemeniyye ile Kaysiyye arasındaki düşmanlık baki kalmıştır. İşte bu eski düşmanlık eserlerinden olarak bir iki seneden beri Kaysiyye ve Yemeniyye arasında büyük harpler vuku buldu. Pek çok insan öldü. Bunun üzerine yüz seksen senesinde Harun Reşid, birçok emir ve askerle Cafer İbni Yahya İbni Halid’i o tarafa gönderdi. O da gidip Şam’ın durumunu düzelterek emniyet ve asayişi geri getirdi. Yüz seksen üç senesinde Hazer kavmi Kaf Dağı’ndan çıkarak, Kafkasya’da, Şirvan civarındaki Derbent’in beri tarafına hücum edip şiddetle saldırdılar, İslam beldelerine çok zarar verdiler. Harun Reşid, onların üzerine iki emir ile iki ordu sevk etti. Onlar da gidip o kavmi kaçırdılar ve gelip gittikleri gediği kapattılar.
Harun Reşid, önce beş yaşında olan oğlu Emin’i veliaht yapıp ona Irak ve Şam’ı, bütün Mağrip ülkesini vermişti. Yüz seksen iki senesinde Cafer İbni Yahya’nın teşvik ve ihtarıyla on iki yaşında olan oğlu Memun’u da ikinci veliaht yapıp ona da Horasan ve ona bağlı yerleri, kısacası doğu sınırlarından Hamedan’a kadar olan memleketleri verdi. Onu Cafer İbni Yahya İbni Halid’e teslim etti. Sonra üçüncü oğlu Kasım’ı da üçüncü veliaht yapıp ona da El-Cezire ile Avasım’ı verdi. Fakat onun veliaht kalması yahut kalmaması hususunu Memun’un uygun görüp görmemesine bıraktı. Yüz seksen altı senesinde Harun Reşid hac etti. Medine’ye vardığında, biri kendi tarafından ve diğerleri iki oğlu Emin ve Memun tarafından olmak üzere üç hediye verdirdi. Ondan sonra Mekke’ye gitti, Mekkelilere bir buçuk milyon altın ihsan etti. Fıkıh âlimlerini, kadıları ve emirleri getirip şahit tutarak, biri Emin için ve diğeri Memun için olmak üzere iki sözleşme yazdı. Onları Kâbe’ye asarak veliahtlıklarını yenileyip zannınca kuvvetlendirdi. Harun gibi anlayışlı bir zatın böyle boş hülyalara düşmesine insanlar hep hayret nazarı ile bakıyordu. Zira Seffah, İsa İbni Musa’yı veliaht tayin etmişti. Neticesinin ne olduğu ve Hâdî’nin ömrü vefa etseydi kendisini veliahtlıktan ihraç edeceği Harun Reşid’in malumu idi. Bir hükümdarın sağ iken verdiği emirlerin, vefatından sonra ne olacağı Allah’tan başka kimsenin malumu olamayacağı Harun’un şüphesiz bildiği bir şey idi. Hâl böyle iken büluğa ermeyen çocukları veliaht yapması kendisinin zekâsına yakıştırılmıyordu. Ne çare ki insana evladı fitnedir. Aşırı sevgi, insanı görmez ve işitmez eder, gaflet en uzağı gören adamları böyle gülünç yapar.