
Полная версия:
Reşit Hanadan ve Romancılığı
4.1.2.6. İç Monolog Tekniği
Yazarlar, karakterlerin iç dünyalarını aydınlatmak, psikolojik yönünü güçlü bir şekilde oluşturmak için iç monolog tekniğinden faydalanmaktadırlar. Reşit Hanadan da Sel romanında bu teknikten sıkça faydalanarak karakterlerin çelişkilerini, üzüntü ve heyecanlarını yine kendi ağızlarından göstermiştir. Örneğin, Salim nişanlısı Esma ile çayırlıkta buluşacakken müstakbel kaynanası buna engel olur, Esma’yı göndermez. Bunun üzerine Salim de öfkelenmiştir:
“Birkaç ay sonra kaynanası olacak Züheyla’ya okkalı bir küfür çekti içinden. ‘Gösteririm sana. Düğünden sonra seni kızına hasret ettirmezsem bana da…’ diye.”131
4.1.2.7. Mektup Tekniği
Mektup tekniği, roman sanatında, yazar/anlatıcının geri çekildiği ve okurun tamamen karakter ile baş başa kaldığı bir uygulamadır. Anlatıcı konumunda mektubu yazan karakterin düşünceleri vardır. Bu noktada karakter kendi hislerini, düşüncelerini birinci ağızdan aktarmaktadır. Reşit Hanadan da bu teknikten iki defa faydalanmıştır. İlk mektubu Esma Salim’e; ikinci mektubu da Hülya Esma’ya yazar. Esma’nın yazmış olduğu mektup şöyledir:
“‘Sevgili nişanlım!
Anamla kavga ettik. Bana söylemediği söz kalmadı. Gülleri gördü ve sizin pencereden fırlatıp kaçtığınızı anladı. Pencere altından traktörle uzaklaşırken de görmüş sizi. Diğer kızların yanında rezil etti beni. Onlara da çıkıştı.
Ayrıca babama her şeyi söylemekle tehdit etti beni. Ne yapacağımı bilemiyorum. Oysa seni o kadar göresim geldi ki… Traktörle evimizin önünden geçtiğine çok iyi ettin. Kızların tümü gıpta etti bana. Hele Güllü’yü bir görseydin…
Bu gece, sabaha karşı kızlarla köyün altındaki çayırlığa çiçek derlemeye çıkacağız. Beni orada bekle. İstersen Cemil’i de yanına al. Belki Hülya’yı da kandırıp Cemil’le görüşmesini sağlarız.
Çok çok selam.
Nişanlın Esma’”132
Hülya da babasının onu kendi menfaati için başkasına vereceğini duyunca, çareyi Esma’ya mektup yazmada bulur. Çünkü onun Cemil’e ulaşabileceğini düşünür:
“ ‘Sevgili teyzem kızı Esma…
Belki şaşıracaksın mektup eline geçtiğinde. Ama başka çarem kalmadı. Akşam babamla annem kavga ettiler. Zavallı anamı bir görsen… Kendi kendisini yiyip bitirecek üzüntüsünden. Hep babamın kalpsizliği yüzünden…
Beni Cemil’den ayırıp Bodur Basri’nin topal yeğenine vermek istiyor Esma. Ahıra girip kendimi asmayı düşündüm bu niyetini duyduğumda. Ama, tekrar bir Cemil’i göreyim dedim. Babamın para için beni mal gibi satma niyetinde olduğunu anlatayım diye kıyamadım canıma. Başka bir umut da engel oldu bu niyetimi gerçekleştirmeye. Şart koşacak babam Cemil’in babasına. Çok para, çok altın isteyecek. Getiremeyeceğini bildiği için…
Ah, Esma!… Teyzemin güzel kızı… Ne olur, bu gece Cemil’in bizim eve gelmesi için Salim’e haber salıver. Cemil’i bulup tüm olup biteni anlatsın. Bu gece, Cemil’im olacağım. Buna karar verdim içinde bulunduğum bu çıkmazdan sonra…
Bana bir haber sal, daha geç. Akşam olmadan önce. Cemil’in gelip gelmeyeceğini öğreneyim diye. Dayanamıyorum yoksa…
Hülya’”133
4.1.2.8. Geriye Dönüş Tekniği
Yazar/anlatıcı, gerekli durumlarda, okuyucuyu bilgilendirmek için geriye dönüşler yapabilir. Sel’de de anlatının kompozisyonunu bozmayacak, hatta anlatıya bir bütünlük katacak şekilde anlatı zamanından koparak geçmişe gidilmiştir. Daha önce geriye dönüşün üç farklı biçimde yapıldığını söylemiştik. Yazar, Sel’de “dar anlamda geriye dönüş” ve “yapıcı geriye dönüş” biçimlerini kullanmıştır.
Anlatının ilk sayfalarında Salim Esma’nın evlerinin önünden geçmeye utanır. Yazar/anlatıcı dar anlamda geriye dönüş yaparak bu utancın kaynağını açıklar:
“Esma’nın evlerinin bitişiğindeki samanlıkta buluştukları bir gece asık suratıyla ne demişti kız? ‘Kapımızın önünden şu meret öküzlerle geçme Salim’ demişti. Sonra da kendisi yanıt veremediğinde, ‘Kız arkadaşlarım benimle alay ediyorlar!…’ diye sürdürmüştü yakınmasını. O an, içinden yerin dibine batası gelmişti.”134
Yukarıdaki örnekte yazar/anlatıcı kısmen destekleyici, daha çok açıklayıcı bir geriye dönüş yapmıştır. Rüstem Dayı’nın savaş yıllarını anlattığı kısım ise yapıcı geriye dönüş örneğidir. Burada yazar/anlatıcı yaptığı geriye dönüşle hem Rüstem Dayı hem de savaş dönemi hakkında bilgi vermiştir:
“Daha Libya’da tanıdığımız mavi gözlü, sarışın genç bir zabit vardı. Çok cesur, çok zeki ve çok akıllıydı. Çok yararlılıkları olmuştu İtalyanlara karşı yürütülen savaşta. Çanakkale Savaşı’nı da o zabit yönetiyordu işte… İngilizler, Fransızlar nah bu ova kadar büyük, kocaman gemileriyle saldırdılar ele geçirebilmek için boğazları… Ama, ele geçiremediler. (…) Büyük toplarımız vardı bizim. Bir de cesur askerlerimiz… İngilizlerin, Fransızların o kocaman gemilerine gülleler yağdırdık, onlar karaya çıkmak için hücum ettiklerinde. Birkaçını batırdık. Deniz açıldı ortadan gemiler batarken… Dalgalar göğe kadar çıktı. Çok askeri boğuldu İngilizlerin, Fransızların. İnsanlar sularda kayboldular. Denizin üzeri mihverle doldu… Denizin suyu kırmızıya dönüştü, kana… Vermedik Çanakkale’yi. O mavi gözlü, sarışın genç zabit olmasaydı alırlardı belki… Ama o… Mustafa Kemal Paşa derlerdi adına… Ne savaştı o, ne savaş…”135
4.1.2.9. Diyalog Tekniği
Reşit Hanadan, toplamda sekiz bölümden oluşan Sel’in hemen her bölümünde diyalog tekniğinden faydalanır. Yazar, bu tekniği iki farklı işlevle kullanır. İlki karakterleri konuşturmak, onları itibari âlemde canlı kılmak için:
“ – İstediğin traktör olsun! dedi. Üzme tatlı canını…
Delikanlı böyle bir gelişmeyi beklememiş olacaktı ki, şaşkınlıktan ağzı açık kaldı. Nedense sonra sevinçli, memnun bir halde:
– Gerçekten mi söylüyorsun ana? Babam razı olur mu ki?!… diye sordu anasına.
– Elbette olur oğlum. Niye olmasın? Sen çalıştıktan sonra!…
Salim anasının yanaklarını öpmekten kendini alamadı. Bir yandan da sevinçle söyleniryordu:
– Ah, ana!… O kadar mutluyum ki! Ne desem anlatamam!…
Yine sustular. Bir süre sonra Salim öküzlerin yanına gidecek oldu. Remziye merak edici bir sesle:
– Salim! dedi. Bir şey sormak istiyorum sana.
Delikanlı durdu. Başını çevirip anasına baktı:
– Sor ana! dedi.
Remziye oğlunun yanına yaklaştı. Sağ elini delikanlının sol omzunun üzerine koydu. Sonra:
– Esma ile buluşuyor musunuz? diye sordu.
– !…
– Söyle oğlum! Anandan mı çekiniyorsun?
– Bir iki kez ana!… Ama sadece konuştuk, o kadar…”136
Yazarın diyalog tekniğine yüklediği ikinci işlev ise, bir karakterin ağzından başka bir karakteri tanımlamak; onun fiziksel, psikolojik ya da ekonomik durumu hakkında bilgi vermektir. Smaylo’nun Yakup Ağa’nın geçmişteki hali için söyledikleri her ne kadar geçmişe ait de olsa Yakup Ağa’yı tanımlar niteliktedirler:
“– İri cüsseli, güçlü kuvvetli, pala bıyıklı biriydi benim bildiğim Yakup Ağa… Savaşta iken aldığı yaradan şikâyet ederdi ara sıra. Çok iyi yürekli, çok dindar bir adamdı. Darda-zorda kalanlara yardım etmeyi severdi her zaman… ”137
4.2. Anlatı Yerlemleri
4.2.1. Zaman
Roman sanatında zaman mefhumu vak’ayı oluşturan önemli bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Yazar, anlatıyı tanzim ederken zaman mefhumu üzerinde düşünmek zorundadır. Çünkü roman sanatında zaman, anlatı içerisinde olayların yaşanış sırasından, hangi zaman dilimi içerisinde yaşandığına kadar pek çok konuda belirleyici konumdadır.
Reşit Hanadan Sel’in hikâyesini kronolojik bir zaman dilimi üzerine oturtmuştur. Fakat yazar, karakterlerin tanıtımı ya da romanın genel seyri için önemli olan tarihi olayların hatırlatılması veya anlatılması gibi gerekli durumlarda anlatı zamanını durdurup geriye dönüşler yapmıştır.
Romandaki olay zamanı, kabaca, ilkbahar ile sonbahar arasındaki bir süreci kapsamaktadır. Yazar olay zamanı ile ilgili ilk bilgileri anlatının ilk sayfalarında Salim tarladayken vermektedir:
“Kendisi de bitmiş tükenmişti öküzlerle birlikte. İlkyazın gelmesiyle birlikte, tarlaları ekime hazırlayabilmek için, birkaç gündür sabahın köründe kalkıyor, gün boyu çift sürdükten sonra da akşamları bitkin, kendinden geçmiş bir halde eve dönüyordu.”138
Anlatının ilkbahar ile başladığını gösteren farklı belirtkeler mevcuttur. Bunlardan bir tanesi de Hıdırellez’dir. Bu belirtke ilk olarak “Hıdırellez’e birkaç gün kalmıştı.”139 cümlesiyle ortaya çıkmaktadır. Yazar, yaklaşık altmış sayfa sonra da “Ertesi gün Hıdırellezdi.”140 şeklinde bir ifadeyle ilkbaharın geldiğini açıkça belirtmektedir. Bilindiği üzere “Hıdırellez geleneği, bir bayram olarak bütün Türk milletinin topluca katıldığı, kutladığı, birtakım törenleri yerine getirdiği bir bahar bayramıdır. Bu tarih kışın bitişi yazın başlangıcı, yılbaşı olarak kabul edilir.”141 Böylece ilkbahar ile başlayan roman Kasım ayındaki sonbahara dek devam eder. Okur, romanın Kasım ayında son bulduğunu Salim ve Esma’nın düğününden anlamaktadır. Roman bu düğünle birlikte son bulur.
Yukarıdaki örnekler bize Sel’in hangi mevsimde başladığını ve bittiğini göstermektedir. Dolayısıyla hangi yıl ya da yıllar arasında geçtiğiyle ilgili bilgi vermez. Yazar bu konuda bilgileri satır aralarına, karakterlerin geçmişlerinin anlatıldığı cümlelere sıkıştırır. Örneğin, Salim öküzleri satmak için pazara gider ve orada Smaylo adlı Goralı bir kişiyle tanışır. Salim’in Mamuşalı olduğunu öğrenince kendisinin de beş yıl orada kaldığını söyler:
“ – Tam beş yıl kaldım Mamuşa’da, diye anlatmaya başladı içindekileri. Savaşın son yıllarıydı. Korkunç bir açlık çekiliyordu her yerde o günler…”142
Yazar, olay zamanı ile ilgili bilgileri parça parça vermektedir. Smaylo, bu açıklamasından biraz sonra Yakup Ağa’nın savaştayken aldığı yaradan şikâyet ettiğini söyler. Yazar/anlatıcı, iç çözümleme tekniğinden faydalanarak Yakup Ağa’nın bu süreç hakkındaki düşüncelerini şu şekilde yansıtır:
“Yakup Ağa, bir süre düşündü. Savaş yıllarını, sonraki açlık dönemini anımsamaya çalıştı. Evet, çok iyi anımsıyordu olup biteni. Cephede ağır şekilde yaralandığı için savaşın son günlerine doğru eve gönderilmişti. Günün birinde, orta yaşlı bir yabancı dayanmıştı kapılarına. Yanında on yaşında bir oğlan çocuğuyla birlikte. Bir deri bir kemik kalmış oğlan çocuğunu yanına almasını, iş gördürüp karşılığında yaşamda kalabilecek kadar karnını doyurmasını rica etmişti. Araya tanrının, peygamberin adını da koymuştu. Acımış çocuğu eve alıp iyicene beslemişti. Bir ay sonra, bir deri bir kemik halde olan çocuk kendine gelmiş, zamanla hayvanları gütmüş, çiftte, harmanda yardımcı olmuştu kendisine. Kolektifin ilk yıllarında da, bıyıkları terlemeye başladığı zaman, başını alıp köyüne, Gora’ya dönmüştü köyde beş yıl kaldıktan sonra. Adı İsmail idi. Sonra hakkında hiçbir haber alamamıştı Yakup Ağa. Aradan aşağı yukarı yirmi yıl geçmişti.”143
Yukarıdaki alıntılar olay zamanının hangi yıl içerisinde olup bittiğini tahminen de olsa bize söylemektedir. Smaylo’nun “Savaşın son yıllarıydı.” ifadesine karşın, yazar/ anlatıcı tarafından yapılan iç çözümleme ile Yakup Ağa’nın “ Gora’ya dönmüştü köyde beş yıl kaldıktan sonra.” ifadesi Smaylo’nun 1947-48 yıllarında köyüne döndüğünü göstermektedir. “Aradan aşağı yukarı yirmi yıl geçmişti” ifadesi ise olay zamanının, tahminen, 1967 ya da 1968 yıllı olduğunu göstermektedir.
Anlatı boyunca yazar birçok defa vakanın klasik kronolojisine müdahalelerde bulunarak geçmişe dönmektedir. Bunu yapmasındaki amaç ise bilinmeyen bir olay ya da karakteri bilinir kılmaktır. Rüstem Dayı’nın romana dahil olması ve akabinde yazarın vaka kronolojisinden kopması bu konuya örnektir. Söz konusu kopma, “Tüm köylülerin, köyün bu en yaşlı adamına sonsuz saygı ve sevgileri vardı.”144 cümlesiyle başlamaktadır. Yazar, bu kopmayla birlikte altı sayfa kadar Rüstem Dayı’nın geçmişiyle alakalı bilgiler verir. Onun katıldığı savaşları, bulunduğu cepheleri anlatır. Yazar uzun bir ara verdiği vakanın klasik kronolojisine tipografik bir boşluktan sonra dönmektedir. Benzer bir örnek de anlatının başkişisi olan Yakup Ağa’nın babasının anlatıldığı bölümdür. Yazar/anlatıcı bundan boşuna bahsetmez; anlatılan her ne kadar Yakup Ağa’nın babası da olsa, aslında tanıtılan kişi Yakup Ağa’dır. Vakadaki bu kopma karısı Remziye ve oğlu Salim’in mutfağa gitmesiyle başlamaktadır:
“Bu arada Yakup Ağa, tek başına kaldığı odada sigarasını tazelemiş, ikincisini yakmıştı. Sigarasını keyifli keyifli tüttürürken bir yandan da düşünmekteydi. Düşünceler alıp, geçmişe götürmüştü. (…)
Çocukluğunu anımsadı. Anası geldi gözlerinin önüne hayal meyal. Birlikte tarlaya babasına yemek götürdüklerini anımsadı sonra. Beş yaşlarında olmalıydı o zamanlarda. Babasının siyah, pala bıyıkları vardı. Güçlü kuvvetliydi. Tarlada, yemeğini yedikten sonra, anasının bakışları karşısında, kendisini belinden yakaladığı gibi havaya, başının üzerine kaldırır ‘benim aslan oğlum!…’ diyerek bir süre öyle oynaşırdı. Ardından gelen sekiz yılı anımsayamıyordu. Anımsıyordu da, olayların içinde babası yoktu. Anası ve babasından küçük iki amcasıyla geçirdiği yıllardı onlar. ‘Babam nerede?’ diye sorduğunu anımsıyordu anasına, önüne gelene. ‘Hayvan satın almaya gitti!…’ diye kaçamak yanıtlar vermişlerdi hep sorularına karşılık olarak. Sonradan öğrenmişti gerçekleri. Babasının aslında ‘hayvan satın almaya gitmeyip’ Osmanlılarda askerlik yapmaya gittiğini…”145
Yazar/anlatıcı vaka kronolojisine, uzun süren tarihi anlatımın ardından, Remziye’nin “Buyur kahveni al!”146 cümlesiyle dönmektedir. Bu noktadan sonra roman öykü zamanına dönmektedir. Romanın vaka zamanının 1967-1968 arası bir yılda; ilkbahardan sonbahara dek olan süreyi içerdiğini söylemiştik. Yazar, Tanrısal bakış açısıyla kaleme aldığı romanda anlatma zamanı ile vaka zamanı arasındaki mesafe uzundur. Sel romanını Paul Ricoeur’ün “üçlü mimetik bağıntısı” ile ele aldığımızda ise şöyle bir sonuç çıkar ortaya:
Mimesis 1; yani yazma zamanı: Reşit Hanadan eserini 1986 ile 25 Ocak 1987 tarihleri arasında yazmıştır. Bu süreç bize eserin yazma zamanını göstermektedir. Mimesis 2; yani anlatma ile vaka zamanı: anlatma zamanı ile vaka zamanı arasında uzunca bir süreç vardır. Biz romandaki olayların tahminen 1967-1968 yılları arasında yaşandığını tespit ettik. Buna karşılık anlatma zamanı bu sürecin oluş anından sonra olduğu için vaka zamanıyla farklıdır. Olay önce yaşanmış, sonra anlatılmıştır. Yaratma zamanı olan Mimesis 3 ise, her okurun metni anlamlandırdığı zaman dilimini kapsar. Bizim incelememizde bu süreç 2017’ye denk düşmektedir.
4.2.2. Mekân (Uzam)
Reşit Hanadan, bu ilk romanda mekân tercihini dar tutmuştur. Roman, oldukça dar bir çevrede geçmektedir. Geriye dönüşlerle farklı mekânlardan bahsedilmiş olunsa da, vakanın cereyan ettiği yer Mamuşa’dır. Reşit Hanadan’ın yaşadığı çevrenin adamı olduğunu, bu coğrafyayı iyi bildiğini daha önce söylemiştik. Bu nedenle yazar mekân tasvirlerinde köy ve köy yollarını anlatmaya ağırlık vermiştir. Yazar anlattığı çevreye olan hâkimiyetini yılın belirli noktalarındaki mevsimsel değişimleri ifade ederek de göstermektedir. Bu noktada, Salim’in hayvan pazarına giderken kullandığı yolun anlatımı ifadelerimizi destekler niteliktedir. Yazar, burada yolun hem tarihçesini verir hem de hangi mevsimde ne durumda olduğunu ve ne gibi kolaylıklar sağladığını açıklar:
“Öküzlerin yuları elinde olduğu halde, kendisi önde, öküzler ardında yarım saattir yürüyordu kır yolunda. Hayvan satmak için kente gitmek ya da kentte satın aldıkları hayvanları köye getirmek zorunda kalanlar, yüzyıllardır alışa gelindiği gibi, Sırbiça yolunu kullanırdı.
Yol bu adı, Mamuşa ovasının sınırında, Mamuşa ile Prizren arasındaki mesafenin aşağı yukarı ortasında yer alan Sırbiça köyünden almıştı. Yörede genelde Sırpların yaşadığı ender köylerden biriydi.
Savaştan önce, köylüleri kente, gerek yaya, gerek at veya öküz arabasıyla hep bu yolu ulaştırmıştı.
Savaşın sona erip özgürlüğün gelmesiyle Prizren –Yakova yolu asfalt döşenmiş, kente at arabalarıyla gidenler de artık Sırbiça yolunu kullanmaktan vazgeçmişlerdi. Ancak asfalta ulaşabilmek, asfalt yol üzerinden kente varabilmek için, asfalt yolun kıyısında yer alan Pirina köyüne kadar yedi kilometrelik bir şose üzerinden yolculuk yapılması gerekiyordu. Yol, özellikle yağmurlu günlerde ve kış mevsimi boyunca zaman zaman çamur içinde ve su gölekleriyle dolu olsa dahi, ötesinin asfalt oluşu yüzünden kente giden köylüler bu yolu Sırbiça yoluna tercih ederlerdi. Bu tercihte, biraz da, asfalt çarptıkça atların ayaklarından çıkan ‘tak… tak… tak…’ şeklindeki seslerin, asfalt yolla ömürlerinde belki de ilk kez karşılaşmış bulunan köylülere, tarif edilmesi olanaksız bir zevki oluşturmasının da rolü olmuştu kuşkusuz.
Sırbiça yolu, yukarıda söylediğimiz nedenlerin dışında, bir de, öykümüzün yaşandığı dönemlerde kente gidebilmek veya kentten köye dönebilmek için hemşerilerine ait bir at arabası bulamamış köylülerin köye yaya olarak dönmek zorunda kaldıklarında, köylülere hizmet verir olmuştu.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Suat Engülü. (1997). “Makedonya Türk Edebiyatı ve Yugoslavya (Kosova) Türk Edebiyatı”, Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, Ankara: Kültür Bakanlığı, s. 310.
2
Suat Engülü, a.g.e., s. 311.
3
Mustafa İsen. (1997). Ötelerden Bir Ses – Divan Edebiyatı ve Balkanlarda Türk Edebiyatı Üzerine Makaleler, Ankara: Akçağ Yayınları, s. 146.
4
C. Şanlı ve E. Jable. (2009). “Balkanlarda Türk Dili ve Edebiyatı”, I. Uluslararası Balkanlarda Tarih ve Kültür Kongresi 10-16 Mayıs Priştine Bildiriler Kitabı, Sakarya: Sakarya Üniversitesi, s. 49.
5
Mustafa İsen, a.g.e., s. 152.
6
Suat Engülü, a.g.e., s. 316.
7
Suat Engülü, a.g.e., s. 316.
8
C. Şanlı ve E. Jable, a.g.m., s. 49.
9
Gürsel Aytaç. (2009). Genel Edebiyat Bilimi, Ankara: Say Yayınları, s. 9.
10
Y. Z. Sümbüllü. (2006). “Kemal Tahir’in Romanları Üzerine Oluşumsal Yapısalcı İnceleme”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 1.
11
Nedim Gürsel. (2007). Başkaldıran Edebiyat, İstanbul: Doğan Kitap, s. 11.
12
Robert Escarpit. (1968). Edebiyat Sosyolojisi, Çev. A. T. Yazıcı, İstanbul: Remzi Kitapevi, s. 17.
13
Berna Moran. (2014). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İstanbul: İletişim Yayınları, s. 83.
14
Mme de Steal. (1997). Edebiyata Dair, Çev. V. H. Safiye Hatay, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, s. 1.
15
Berna Moran, a.g.e., s. 83.
16
Nurettin Şazi Kösemihal. (1967). “Edebiyat Sosyolojisine Giriş”, Sosyoloji Dergisi, s. 2.
17
Erol Tanrıbuyurdu. (2010). “Marksist Edebiyat Eleştirisi ve Fethi Naci’nin Eleştiri Anlayışı”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Bilkent Üniversitesi, Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 61.
18
Berna Moran, a.g.e., s. 53.
19
Erol Tanrıbuyurdu, a.g.e., s. 61.
20
Mustafa Özsarı. (2014). “Edebiyat Sosyolojisi”, Eleştiri Kuramları, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları, s. 90.
21
Berna Moran, a.g.e., s. 87.
22
Berna Moran, a.g.e., s. 91.
23
Ayten Er ve İrfan Atalay. (2013). “Oluşumsal Yapısalcılık Bağlamında Sorunsal Kahraman ve Dünya Görüşü Kavramları: Bernard-Marie Koltés’in Batı Rıhtımı (Quaı Quest)”, Humanitas, s. 28.
24
Terry Eagleton. (2015). İdeoloji, Çev. Muttalip Özcan, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, s. 152.
25
Lucien Goldmann. (1998). Diyalektik Araştırmalar, Çev. A. Arkay, İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları, s. 56.
26
Ekrem Aksoy. (1999). “Roman Tarihine Goldmann’cı Bir Yaklaşım”, Edebiyat ve Toplum Sempozyumu, Gaziantep, s. 80-81.
27
Sedat Adıgüzel. (2001). “Elçin Efendiyev’in Romanları Üzerine Bir Çalışma –Oluşumsal Yapısalcı İnceleme-, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, s. 17.
28
Lucien Goldmann. (2005). Roman Sosyolojisi, Çev. A. Arkay, Ankara: Birleşik Yayınları, s. 20.
29
Berna Moran, a.g.e., s. 186.
30
Sedat Adıgüzel, a.g.e., s. 19.
31
Tahsin Yücel. (2017). Yapısalcılık, İstanbul: Can Yayınları, s. 18.
32
Mehmet Rifat. (2004). Eleştirel Bakış Açıları, İstanbul: Dünya Kitapları, s. 45.
33
Ayşegül Yüksel. (1982). Yapısalcılık ve Bir Uygulama –M. C. Anday Tiyatrosu Üstüne, İstanbul: YAZKO, s. 64.
34
Lucien Goldmann, Diyalektik Araştırmalar, s. 76.
35
Jale Parla. (2003). Don Kişot’tan Bugüne Roman, İstanbul: İletişim Yayınları, s. 39.
36
Nedim Gürsel, a.g.e., s. 26.
37
Janet Wollf. (2000). Sanatın Toplumsal Üretimi, Çev. A. Demir, İstanbul: Özne Yayınları, s. 101.
38
Şerif Aktaş. (1991). Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş, Ankara: Ak-çağ Yayınları, s. 84.
39
Y. Z. Sümbüllü, a.g.e., s. 37.
40
Lucien Goldmann, Diyalektik Araştırmalar, s. 68.
41
Mehmet Tekin. (2012). Roman Sanatı, İstanbul: Ötüken Yayınları, s. 56.
42
Mehmet Tekin, a.g.e., s. 58.
43
Şerif Aktaş, a.g.e., s. 96.
44
Mehmet Tekin, a.g.e., s. 62.
45
Şerif Aktaş, a.g.e., s. 100.
46
Mehmet Tekin, a.g.e., s. 59.
47
Şerif Aktaş, a.g.e., s. 113.
48
İsmail Çetişli. (2007). Metin Tahlillerine Giriş, Ankara: Akçağ Yayınları, s. 88.
49
Mehmet Tekin, a.g.e., s. 65.
50
Mehmet Tekin, a.g.e., s. 218.
51
Mehmet Tekin, a.g.e., s. 227.
52
Mehmet Tekin, a.g.e., s. 247.
53
Mehmet Tekin, a.g.e., s. 252.
54
Mehmet Tekin, a.g.e., s. 254.
55
Mehmet Tekin, a.g.e., s. 255.
56
Mehmet Tekin, a.g.e., s. 257.
57
Mehmet Tekin, a.g.e., s. 264-265.
58
Mehmet Tekin, a.g.e., s. 271.
59
Mehmet Tekin, a.g.e., s. 271.