Читать книгу Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri (Selçuk Özdağ) онлайн бесплатно на Bookz (6-ая страница книги)
bannerbanner
Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri
Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri
Оценить:
Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri

5

Полная версия:

Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri



Büyük Birlik çalışmaları içinde iken, tüzük çalışmaları benim başkanlığımda, program çalışmaları benim organizem ile yürütüldü. Şimdiye kadar bakanlık, rektörlük, milletvekilliği ve danışmanlık yapan 100’e yakın isim o çalışmaların içinde idi. Bir Millî Mutabakat Çağrısı yayımladık. Bu çağrıyı Mümtaz’er Türköne’nin evinde Muhsin Başkan’la beraber, eşi Mualla Türköne de vardı, onun daktilosu ile hazırladık. Çağrıyı aldım elime, akademik komisyon dediğimiz arkadaşlara teker teker gösterip “İfadelerden girsin/çıksın dediğiniz var mı?” diye sordum. Katkıları olanları topladım. Ana metin Bahçelievler’deki Türköne’nin evinde yazıldı. Metin içerisindeki açılım bana göre hâlâ geçerlidir. Türkiye’nin temel taşıdır.

“ ‘İslami’ Dedik, Partinin Kapatılmasını Bekledik!”

Millî Mutabakat Çağrısı bize büyük bir açılım alanı sağladı. Bir profesör arkadaşa anket yaptırdık. Sonuç şu idi; “Siz bu şekilde Türkiye nüfusunun ancak %20’sine hitap edersiniz. O da eğitim seviyesi belli düzeyde olanlara, aşağıdakilerden bir sonuç almanız mümkün değil.” diye. Siyasal Bilgilerden solcu bir profesör geldi. Bu çalışmaların üzerine, solda bile olmayan bir anlayış getirdiğimizi söyledi. İlk sözlerimiz “Hadim Devlet” anlayışı. Sivil İtaatsizlik Eylem Planı, Sivil İnisiyatif Grubu. Partiyi kurarken “Millî, İslami, sivil ve katılımcı.” dedik. “İslami” demenin Anayasa’ya aykırı olduğunu biliyorduk, parti kapatılsın diye çok uğraştık ama beceremedik.

Parti çalışmalarına başladık. Söğütözü’nde büyük kurultaya hazırlandık. Divanın en önemli özelliklerinden biri, “Masraflar nereden karşılanıyor?” diye gelip cebime para koyanlar oldu. “Katkımız olsun.” diye yardım edenleri o gün de bugün de unutmadım, unutmayacağım.

“İnanmadığınızı Yapmayın, Yapmayacağınızı Söylemeyin”

Rahmetli bize bir tavsiyede bulunmuştu; “İnanmadığınız hiçbir şeyi yapmayın, yapamayacağınız hiçbir şeyi söylemeyin.”dedi. Sonra istişareye çok önem verdik. Rahmetli ile “kentli Müslüman” tipi oluşturmak için yoğun gayret gösterdik. Kendi çevremize bile anlatmakta zorlandık.

Parti kurulurken, kurucuları 99 diye düşündük. Allah’ın 99 ismini esas alarak yaptık. Kurucular Kurulu değerlendirmeleri oldu. Liste tamamlandı, rahmetli Başkan’a götürdüm. Kâğıtları uzattım, “Lambayı söndür!” dedi. Lambayı söndürdüm, karanlık odası. Elini kâğıtların üzerinde gezdirdi, “Şunu çıkart.” dedi. Parmağımla orayı tuttum, dışarı çıktım orayı karaladım. Kimi karaladığımı bilmiyorum. Yerine Başkan koydu. “Bu arkadaşı geçirebilirsen, morali düzelir.” dedi. Yazdım, kurucular arasında yer aldı. O tarihte aranıyordu.


“Fetih Olacaktı, BBP’ye Dönüştü”

Partinin ismi nasıl oluştu, başka isimler de vardı…

Partinin isim arayışında sona gelindi. Son gün Fetih Partisi diye karar kılındı. Ancak o gece biraz komitacılık yaptım, telefon mesajlarıyla “İstemiyoruz.” diye Büyük Birlik’e dönüş noktasında kulis attık. Amblemi Sivaslı bir arkadaş çizdi. Hilal içinde gül. Ayrıca Allah lafzı.

Parti kurulurken Nevzat Kösoğlu Ağabey ile bir görüşme oldu. “Sen partinin başına gel, ben de başkan yardımcısı olayım.” dedi. Nevzat Ağabey bunu kabullenmedi. O zaman Başkan’da illa “Ben olayım.” düşüncesi yok idi.

Türkeş’ten ayrıldıktan sonra bazı sıkıntılar yaşandı.

Rahmetli Türkeş’ten ayrılmamıza siyasi yorumlar olabilir ama bir cesaret işi idi. O dönemler bir hayli sıkıntılı ve stresli günler yaşadık. Biz ayrılırken de güzel şeyler söylenmedi. Ama biz hep rahmetli Türkeş’in sayesinde milliyetçi olduk, onun sayesinde vatan/millet sevgisini bulmuştuk. Saygısızlık edemezdik. Fakat siyasi açılım diyorduk. “Milletin %85’i Türk, %99’u Müslüman, niye oy vermiyor.” diye düşünüyorduk. İnsanlarda sevgi ve sempati alanı iyice oluşmaya başlamıştı. Hareketin içinde Ülkü Ocaklarının belli seviyede yöneticiliğini yapmış, içinde bulunmuş arkadaşların tamamının sempati alanı içinde idik. Parti kurma aşamasında bazı hatalarımızla herkese ulaşamadık.

“Özal ‘Birlikte Olalım’ Dedi, Başkan Kabul Etmedi”

O tarihlerde Turgut Özal’la bir görüşmeniz oldu, ne önerdi?

O günlerde gidişatı gören Cumhurbaşkanı Özal bizi Çankaya Köşkü’ne davet etti. Ben, Mustafa Çalık, Başkan ve ismini hatırlamadığım 4 isim gittik. Biz bir odada ağırlandık. Başkan ile Özal baş başa görüştüler. Bir müddet görüştükten sonra çıktı. Başkan’ın bir huyu var. “Görünene değil, gerçeğe göre hareket et!” esprisinden yola çıkarak yakın arkadaşlarından hiçbir şeyi saklamazdı. Başkan açık, düzdü. Tabiri caizse yatak odası hariç her şeyimiz birbirimize açıktı.

Ne konuşulduğunun özeti; “Parti kuruyormuşsun, partiye gerek yok. Ben de kurmayı düşünüyorum. Burada ağırlığımız yok. Birlikte olalım…” Başkan özetle şöyle dedi: “Aşağılar, yukarıdan sizin baktığınız gibi değil… Aşağıda sizin için bir parti kuracak aşama yok. Bizim ise partide ‘iktidar’ diye bir derdimiz yok. Biz partiyi bir mücadele diye açmak, bu açılan mücadelede nereye kadar gidebilirizin ölçüsündeyiz.” Kendisi çok ısrarcı olmasına rağmen Başkan kabul etmedi. O görüşmeden sonra Divan’da bu bilgileri anlattı.

“1994’te Erdoğan’ın Erbakan’dan Ayrılma İsteği”

Daha sonra İBB’de Tayyip Bey’i ziyaret ettiniz, hatıranız var mı bu görüşmeye ilişkin?

Tayyip Bey İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı olmuştu. Kendisini ziyarete gittik. Bir araba kadar kişi. Bir salonda hoş sohbet, değerlendirme. Daha sonra fotoğraf çekinildi. Orada 4-5 kişi idik. Sayın Cumhurbaşkanı “Ya siz Türkeş gibi bir adamdan ayrıldınız, biz Erbakan’dan nasıl ayrılacağız? Artık yenilenmemiz lazım, bizlere bırakmaları lazım.” dedi. Şahit olduğumuz sözler. Yıllar, sonra onu Erbakan’a galip getirdi.

“Ağar’a Çatlı Ricası…”

REFAHYOL koalisyon görüşmelerinde siz de vardınız, neler yaşandı?

Bizim hükûmete girmemiz için REFAHYOL ekibi bize geldi. Cinnah’ta benim ofiste. Mehmet Ağar, Ayvaz Gökdemir DYP adına, Abdullah Gül, Abdulkadir Aksu ve Fehim Adak RP’den geldiler. Uzun bir görüşme yapıldı. Buraya Divan’dan sonra geldik. Orada arkadaşlardan “Bakanlık teklif edilirse kabul et.” diyenler oldu. “Etme.” diyenlerimiz vardı, ben onlardandım. İkna etmek için “2 bakanlık, 3-4 genel müdürlük pozisyonu” dendi. Başkan, “Ben size güvenoyu vereceğim ama hiçbirini istemiyorum. Pazarlık gibi değerlendirmeyin.” dedi. Mecliste “Müslümanların iktidarını engelleyenlerden olmadığımı göstereceğim.” dedi. Mehmet Ağar’dan bir talepte bulundu: “Mehmet Ağabey senden bir talebim var.” deyince Ağar “Buyur Başkan, nedir?” dedi. Başkan “Burada söylemem.” dedi, küçük odaya geçerken, ben de yanında gittim. “Bizim arkadaşın işini halledin, başka bir şey istemiyorum.” dedi. Kastettiği Abdullah Çatlı idi…

“Mesut Yılmaz ‘Ne Cüretle Bunu Söylersin!’ Diye Uyardı”

ANAP ile BBP ittifak kararı aldı 1995’te, ben karşı idim. Bu ittifaktan sonra BBP özelliğini kaybetmeye başlamıştı. Şahsi düşüncem. Ben aday olmayacağımı açıkladım. Beni görüşmeleri not tutmak üzere Başkan görevlendirmişti. İttifakın ilk görüşmesinde Dedeman Oteli’nde bir toplantı düzenledik. Mesut Yılmaz da gelmişti. Orada Yılmaz konuştu, mikrofonu elime aldım: “Muhsin Başkan’ım, doğru yolda olduğun müddetçe arkandayız ama en ufak bir sapma olursa ilk terk eden ben olacağım.” diye bir ifade kullanmıştım. Mesut Yılmaz beni yanına çağırdı, Başkan da yanında, “Sen ne cüretle bunu söylersin!” dedi. Başkan’ın dediği ifade: “Biz birbirimize böyleyiz! Böyle olmak zorundayız…”

İttifak çalışmaları yapıldı. Milletvekili listesi hazırlandı. Daktilo edip listeyi ANAP’a bıraktık. Antep’te 4. sıra bizimdi fakat bize gelen listede Eski Ülkü Ocakları Başkanı Fevzi Koçoğlu’ya yanlışlıkla ikinci sırayı vermişler. Başkan’a götürdüm, “Fevzi vekil oldu.” diye. “Şimdi ararlar.” dedi. Antep karışmış. Mesut Yılmaz aradı, Başkan “Ben hallederim.” dedi. “Fevzi’yi arayın.” dedi, bana. Cep telefonunu arıyoruz, ulaşamıyoruz. Muziplik yapıp “Tamam Fevzi kaçtı.” diyoruz. “İstifasını vermezse vekil olacak.” diye yorumlar yapıyoruz. Başkan da çok rahattı. Süre geliyor, Taşar arıyor. Kapı çaldı, Fevzi içeri girdi. “Hayırdır Fevzi?”, “Yav Başkan dedi, beni yanlışlıkla ikinci sıraya yazmışlar, Yüksek Seçim Kuruluna gitmezsem olmazmış, YSK’ya gittim, istifa ettim, oradan geliyorum.” dedi. Başkan, Mesut Yılmaz’ı aradı, “O arkadaşımız gereğini yaptı.” diye.

“Alkole Bulaşmışa Yetki Belgesi”

Başkan gani gönüllü bir adamdı. Parti kurarken bir vilayete gittik. Yetki belgesi benim elimde. Başkan “Şuna yetki ver.” diyor, veriyoruz. İsmi önemli değil, bir vilayetteyiz. Başkan kürsüde konuşma yapıyor. Birileri geldi, “yetki kime verilecek”, onu soruyorlar. Ben de “İstişare edeceğiz.” dedim. O arada birisi geldi, dedi ki, “Yetki belgesini ben istiyorum.” O arkadaşımız da 12 Eylül’den sonra biraz bunalıma girmiş, alkole bulaşmıştı. Yanında olanlar “Ovv, onun ne işi var!” filan diyorlardı. Birkaç kişiye sordum “Aman ha, olmaz!” dediler. Olayı aynen Başkan’a anlattım. Çağır dedi, yanına getirdim. “Niye istiyorsun?” dedi. “Başkan’ım kendimi kurtarmak için istiyorum.” dedi. “Tekrar hareketin içinde yer alırsam belki kötü huylarımdan vazgeçerim ama söylenenlerin hepsi doğru.” dedi. Başkan “Çıkart yetki belgesini, bu arkadaşa verelim.” dedi.

“Ülkücü Mafya mı Olur?”

Ukalalık olmazsa Başkan’ın vakanüvisi gibiydim. Bazı olayları değerlendirme şansına sahiptim. Başkan, cenazelerde insanlara karşı birtakım görev hatırlatmaları yapmıştı. Örneğin rahmetli Ertuğrul Alpaslan: Bizim Ülkü Ocaklarından arkadaşımız, cezaevi arkadaşımız. Antalya’dan gelirken, şüpheli bir trafik kazasıyla rahmetli oldu. Onun cenazesini Karşıyaka’dan kaldırmaya giderken, Hacı Bayram’da namazını kılacaktık. Hacı Bayram’ın kavşağına geldiğimizde, özellikle İstanbul’dan Ertuğrul Alpaslan’ı kendilerine yakın, sempatik buldukları için, delikanlılığından, cesaretinden bazı konularda ara buluculuğundan diye… Ertuğrul’a sahip çıkmak istediler. Hacı Bayram’ın kavşağında birkaç kişinin kafasını cenaze arabasına vurarak cenaze arabası kanlı gitti Karşıyaka’ya. Defnedileceği zaman duvar dibinde duran, adlarına mafya denilen büyük bir grup da gelmiş, siyah elbiseler filan. Rahmetli Başkan “Duvar dibinde duranlar şunlar değiller mi?” dedi. “Evet.” deyince, “Ne işleri var bizim cenazemizde!” diyerek, bağırarak üzerlerine doğru yürüdü. “Ulan ne işiniz var burada, ülkücünün mafyası mı olur, ülkücünün adını kirletiyorsunuz! Defolun gidin buradan!” diye… Başlarındaki adama tokat atmaya giderken, kendisini zor tuttuk. Karşısındakilerin hepsi başlarını yere eğdiler, hiçbir saygısızlık yapmadılar. Belki bir tokat atsa ülkücü mafya adında kimse olmazdı!

Cesaretli davranır, sonucunu düşünmezdi. “Biz doğru olanı yapacağız, her şeyin sonucunu burada mı alacağız? Öteki dünya var, bizim hayalimiz orada netice almak.” derdi. Çekinmezdi hiçbir şeyden.

“Askere Fırça Attı, Akşam Genelkurmaya Davet Edildi”

Şehit cenazesinde askere kızarken çekilmiş bir fotoğrafı var, anlatır mısınız, ne oldu?

Şehit asker cenazesi için Kocatepe Camisi’ne gitmiştik. O zamanlar, güneş için bir tente oluşturulur, oraya şehit aileleri otururdu. Yanında da tüm askerî erkân bekler, cami cemaati şehidin cenazesini kılar giderdi. Başkan tam askerî erkânın önüne geldi, “Bu cenaze kimin cenazesi?” diye sordu. “Şehit cenazesi, askerin cenazesi değil mi?” diye kendi cevap verdi. “Siz niye kılmıyorsunuz da burada bekliyorsunuz?” dedi. “Siz Türk askeri değil misiniz?” Bir tek kişi cevap vermedi. Hepsi böyle kafalarını eğdi.

Akşam saatlerinde Genelkurmaydan 2. başkan düzeyinde bir davet oldu. Davete gitti. Orada kendisine “Başkan’ı ne kadar sevdiklerini, Türkiye için çok önemli olduğunu, milliyetçi camiaya hizmet ettiğini, herkesin onu sevdiğini ama milletin içinde askere o şekilde söylemesinden dolayı rencide olduklarını fakat bir hatırlatma olarak kabul ettiklerini, bundan sonra belli düzeyde cenaze namazlarına katılma kararı aldıklarını.” söylemişler. Bunun da şahidi Muzaffer Özdoğan. O da orada imiş. Başkan’ı tanır diye onu da çağırmışlar.

“İşkenceci Polis Cenazesine Geldi”

Rahmetlinin cenazesinde bütün askerî erkân Kocatepe’de var idi. Genelkurmay Başkanı’ndan kuvvet komutanlarına kadar. Cenazesinde, kendisine işkence eden polislerden biri de vardı. “Ne işin var burada?” dediğimde, “O delikanlı adamdı, helalleşmeye geldim.” demişti. Allah rahmet etsin, mekânı cennet olsun.

EROL MARAŞLI KİMDİR?

Gazeteci ve yazardır. 12 Eylül öncesi MHP ve Ülkücü Kuruluşların çeşitli kademelerinde görev aldı. 1980 öncesinde MHP Manisa il başkanlığı görevinde bulundu. MHP ve Ülkücü Hareket üzerine yazdığı kitaplarıyla biliniyor.

GAZETECİ-YAZAR EROL MARAŞLI:

“Türkeş, Eleştiri Olunca ‘O Bizim Evladımız, Kötü Söylemeyin’ Derdi”

BBP’de 3 yıl kaldıktan sonra ayrıldınız, konuştunuz mu Yazıcıoğlu’yla?

1996 yılında bazı gerekçelerle MYK’dan istifa ettim. Rahmetli Yazıcıoğlu, kardeşime diyor ki “Erol niye mücadele etmedi de istifa etti!” Ergün bana söyleyince mosmor oldum. “İroni yapıyor, göndermede bulunuyor, bir gün bir araya gelince gerekçelerimi kendisine anlatırım.” dedim. Ankara’ya gittiğimde Ergün “Ağabeyim geliyor.” demiş. “Hiç haber vermeden al, Meclise yanıma getir.” demiş. Mecliste büyük bir odası vardı. Hasretle kucaklaştık. 4-5 yıl geçmişti. Yemek yedik, ara sıra içeri giren olunca “Buyur gardaş, beraber yiyelim.” diyordu. Uzun sohbet ettik, gerekçelerimi kendisine anlattım.

Ülkü Ocakları başkanlarının çoğunun altyapıları güçlüdür. Bunları ben Fetih Nesli’nden üstün tutarım. Yazıcıoğlu’nun jenerasyonu çok talihlidir, neden? Biz talihsizdik. Bizim zamanımızda Osman Turan, Serdengeçti, Mehmet Kaplan, Muharrem Ergin, Nihal Atsız, Necip Fazıl bize hep hamaseti öğrettiler. Sol bizden daha birikimli idi. Kooperatifçiliği, bankayı, ekonomiyi onları dinleyerek antitez ürettik. Bu ferdi bir antitezdi.

“9 Işık’ın Altını Hindistan’da Doldurdu”

Partide ve Ülkü Ocaklarında görev alanlar nasıl bir eğitimden geçiyordu?

Türkeş, Ülkücü fikri geliştirdi ve Hindistan’a gittiğinde bunun altını doldurdu. Türkiye’ye döndüğünde bunu 9 Işık olarak ortaya serdi. Türkeş’in Ülkü Ocakları projesi çok büyük bir proje idi. Ülkü Ocakları başkanları hep birikimli insanlardı. Türkeş benden milliyetçi kooperatif sistemini istedi, bunu yazdım. Ramiz Ongun, Muharrem Şemsek, Ali Batman, Muhsin Yazıcıoğlu bir tartışmaya girdiği zaman bir derya idi.

9 Işık üzerine yetiştiler, bununla kalmadılar. Sol bilim adamlarının yazdıkları kitapları okuyarak yetiştiler. Eskiden bizde kişiden kişiye eğitim vardı. Partinin eğitimcisi dediğimiz kişiler. Yazıcıoğlu da bunlardan birisidir. Türk-İslam sentezi üzerine kuruldu.

Yazıcıoğlu’nun hayatı, normal bir insanın hayatı gibi değildi. Kendisine bir yol çizmişti. Sosyal hayatı, mesela ata binmeyi çok severdi. İnsanları incitmemeye dikkat ederdi. İthamcı değildi, iknacı yönü çok kuvvetli idi. Bunlar olmasa zaten lider seviyesine gelemezdi. Nitekim vefatından sonra o hareket maya tutmadı. Onları üzmek istemem ama Türkiye’nin gerçeği bu. Türkiye gerçekleri ile mecz olmadıktan sonra yarının iktidarına talip olamazsınız.



Muhsin Bey’i başka siyasilerinden farklı kılan özellikleri ne idi?

Muhsin Bey’i diğer liderlerden ayrı tutan özellikleri vardı. Anadolu’nun bağrından çıkmış, İslam ahlakı ve Türklük şuuru ile yetişmiş birisiydi. Bu vasıflarından hiçbir zaman ayrılmadı. Türkeş ve Yazıcıoğlu, etrafındaki gençleri kışkırtıp birbirleriyle dövüştürmediler. Yazıcıoğlu’nun, Türkeş’e saygısını yitirdiğini hiç görmedim. Arada çok laflar getirilip götürüldü. Yaranmak için, yalakalık yaparak laf getirenleri Muhsin Başkan terslerdi.

İslami hassasiyeti yüksekti, namaz vakti gelince tedirgin olurdu. Ama hiçbir zaman dini kullanıp siyaset yapmadı. 1970’li yılların başında bir ilçede cumaya gidecektik, biri bulunduğumuz ilçenin en büyük camisine götürmek istedi. Türkeş, “Tenha cami yok mu?” diye sordu. “Millet görmez.” denilince, “Biz millet görsün diye kılmıyoruz, bugün lafımı dinlemiyorsunuz, yarın hiç dinlemezsiniz!” diye kızdı.

Türkeş’i de Yazıcıoğlu’nu da tanıdınız, aralarının açılması için uğraş verenler konusunda bilginiz var mı?

Bu iki insanın arasını bozmasalardı, laf getirip götürmeselerdi… (Bir ara laf taşımaya Fetullah Gülen’in aracılık ettiği iddia edilirdi.) Gündüz gazetesinin çıkmasının onlar tarafından organize edildiği, maddi yardım yapıldığı filan… Ancak ekonomik rahatlık içinde olduğunu hiç görmedim. Öyle yardım olsa ekonomik refah içinde olurlardı. Bunlar insanları lekelemek için. Bir de “Ölülerinizi rahmetle anın.” deniyor. Tenkit edersin ama ortada rivayetleri anlatarak şahsiyetleri yıpratmak çok yanlış.

Buraya gelmişti, bana haber verdiler. Kahvaltıda sohbet ederken “Gardaş nasılsın, iyi misin?” diye sordu. İzmir büyük bir fuara ev sahipliği yapacaktı. Fuarı kabaca anlattım. “İzmir benim de şehrim, davam.” dedi. “Ankara’ya gel, seninle ortak basın toplantısı yapalım.” dedi. Ankara’ya gittiğimde bir AKP’li vekilin yanına uğramıştım. Onun danışmanıyla haber gönderdim, “Yerinde ise görüşmek istiyorum.” diye. Gitmiş, söylemiş, “Buyursun, gelsin.” demiş. Ben kalktım, gittim. Ankara’ya gittiğimde, onun programı vardı, “2-3 gün beklersen sonra yapalım.” dedi. Vedalaşmadan aşağı indi. Garibime gitti. Bu kadar samimiyiz.

İzmir’e geldi, toplantı yaptı. Aşağı indi, biz ise haber yetiştirme derdi ile yukarıda kaldık. Döndü geldi, “Gardaş, vedalaşamadık.” diye helallik istedi. Aile terbiyesi, Ocak terbiyesi üzerinden yetişmiş biri idi.



Rahmetlinin öldüğü gün gözyaşımı tutamadım, keza Türkeş için de. İhtilafım olmasına rağmen Türkeş’in haberini duyunca ağladım. Çünkü 30 yılımız beraber geçmişti: 1966-1996. Evlilik bile bu kadar sürmüyor! Muhsin Bey’le de 1975’ten 2009’a kadar. Acılar büyük iz bırakıyor. MHP’de kalanlar “Bazı yönünü duyduk.” diyor, BBP’de kalanlar “farklı yönünü”. Bunu yapmasınlar. Duyumlarla hatıralar yazılmaz.

Ölümünden sonra kafamda şüpheler oluştu. AK Parti cephesinde düşmanlık yoktu. MHP tabanında tenkit vardı, düşmanlık yoktu. ANAP, DYP’de yoktu. Türkeş-Yazıcıoğlu, sağ kesimin idollerindendi. Siyasi ayrılık olabilir.

MHP’de ilk ayrım 1969’da başladı, Adana Kongresi ile. Muhsin Bey’in ayrımının en sonda İYİ Parti ayrımı var.

Ayrışma oldu, daha BBP kurulmadı. Türkeş, hiçbir zaman Yazıcıoğlu’nu hain olarak nitelemedi. Benim yanımda, eleştirenler olunca da “O bizim evladımız, ben yetiştirdim, sakın ola onlara kötü bir şey söylemeyin!” dedi. Aynı şeyi Muhsin Bey’de de gördüm. Başbuğ’a karşı saygısını hiç yitirmedi. İthamlar yapmadı, “şuranın-buranın adamı” demedi.

“Kılıçla Baş Kesen, Kılıçla Helak Olur”

Bazı çevreler, iki tarafa da yalan yanlış haberler gönderdiler. Türkeş, kendisinden yıllarca ayrı kalmış insanları hemen partiye kabul etti. Eminim ara bulunsa idi, onlar da olurdu, hiç kimse bu gayretin içinde olmadı. Falan grup, kutup, ekol diyorlar, bunlar o zaman kıllarını kıpırdatmadılar. Politika sivrilikleri törpüleme sanatıdır. İkinci vasfı da uzlaşma sanatıdır.

İtham etmiyorum. Dinler de yasaklamıştır. Peygamberimiz der ki, “Bir mümin, bir kardeşi hakkında su-i zanda bulunursa o suçu işlemeden ölmeyecektir.” Matta İncil’inde okumuştum, “Hükmetmeyin, neyle hükmederseniz onunla hüküm edileceksiniz.” Bu lafı da ilk defa Ali Fuat Başgil’den duymuştum: “Kılıçla başa geçen, kılıçla helak olur.”

Gençlik kitapları okusun. Yoksa ağabeyinin, babasının anlattığına, onun başkasından duyduğuna itibar etmesin. Yazdığım kitaplarımda da hep kaynak gösteririm.

“Türkeş Ayrılanlara Ne Derdi?”

Türkeş, kendi yetiştirdiği ancak başka partilerde siyaset yapan isimlere kızar mıydı?

Türkeş’in davaya inanmayıp kenarda duranlara, kendisini terk edenlere bile kızmadığını ve onlara Asır suresini okuyup, onları ikna ederek gönderirdi. Hatta birileri gelip derdi ki, “Biz Türkeş’ten ANAP’a, DYP’ye geçmek için izin aldık.” Türkeş’e sordum, “Siz mi izin veriyorsunuz?” dedi ki “Oğlum gidecek olduktan sonra ben…” Muhsin Bey de öyle idi. BBP’yi kuracağı zaman Anadolu’yu köy köy gezdi. Hapiste kendisini hem takvaya hem de fikrî atmosferi yükseltmeye verdi. O, enderdir. Bazıları hapse girer, kuzu kuzu yatar çıkar. Bazıları ise fikrî eksiklerini gidermeye çalışır. Soldan birçok kişi içeride geçmişiyle hesaplaştı. Biz geçmişimizle hesaplaşmaya gerek duymadık.

Bugünkü gençlik, her şeyi eleştiren gözle bakıyor. Septik bakıyor. Bir hastalığı da var gençliğin, çok inanıyor internette okuduklarına. Sanki bunlar vesika gibi yayımlanıyor.

Ben hapisten çıktıktan sonra MHP’nin ileri gelenlerine gittim. Sadi Somuncuoğlu, Nevzat Kösoğlu, Agâh Oktay Güner gibi çıkan arkadaşların hepsiyle görüştüm. Kimisi yolunu ayırmıştı. Herkeste Türkeş sevgi-saygısı vardı.

Dedim ki biz kırsal kesimin çocuklarıyız. Çocuklarımızın eğitimi yarım kaldı. Gelir düzeyleri yok, devlet kapısında iş bulamazlar artık. Bir vakıf kurun, bunlara yardım edilsin, dedim. Muhsin Başkan bunu hapishanede kurmuş, birçok ülkücüye yardım etti. Bunları da çoğu kişi bilmez. Söylemekten de hicap duyardı.

ESAT BÜTÜN KİMDİR?

12 Eylül öncesinde Ülkü Ocaklarında görev yaptı. Darbe sonrasında tutuklandı ve Mamak Cezaevinde yattı. 1991 yılında milletvekili seçildi. 1993’te BBP’nin kuruluşunda yer aldı. BBP’de yer alan ilk 7 milletvekilinin arasında idi. 1995’te ise ANAP-BBP ittifakından milletvekili seçildi.

ESKİ BBP MİLLETVEKİLİ ESAT BÜTÜN:

“Başbakan Yardımcılığını Kabul Etmedi”

Muhsin Bey’le yolunuz nerede kesişti, ilk tanışma döneminiz nasıl oldu?

Önce kendimi kısaca anlatmak isterim; 1955 Elbistan doğumluyum. İlkokulu Büyükyapalak köyünde, orta ve liseyi ise Elbistan’da okudum. 1971’de İstanbul’a kursa gittim. 1972’de Ankara Beşevler’de akademiye ardından Fransızca puanım yüksek olunca Dil Tarih Fakültesine kayıt yaptırdım. Maden Mühendisliği okumak için Hacettepe’ye geçtim. 1965’li yıllarda ilk kez sağ-sol olaylarıyla karşılaştım.

1968’de bizim orada (Elbistan) sol olayları başladı. Komünizmle Mücadele Derneği Başkanı Azmi Bey vardı, bir eylem yaptırdı ve Türk bayrağını da ben taşıdım. Böylece ilk siyasi eyleme katıldım. Coğrafya öğretmenimiz “Bu yürüyüşe katılanlar beni karşısında bulacak.” diye bizi tehdit etti. 1969 gibi Genç Ülkücüler Derneği kuruldu Elbistan’da, oraya gitmeye başladık.

Ankara’ya gelir gelmez Site Yurdu’na geçtim, Başkanı Mesut Türkeri idi. 1972’de yurdun başkan yardımcısı, daha sonra başkanı oldum. Muhsin Başkan ise Yıldırım Beyazıt Yurdu’nda kalıyordu.

“Demirel İstedi, Sol Boykotu Kırdık”

1974 yılında ben Site Yurdu’nun Muhsin Bey ise Yıldırım Beyazıt’ın başkanı idi. ABD Dışişleri Bakanı Kissenger Ankara’ya gelecekmiş, Hacettepe-ODTÜ’de boykot kararı almış solcular. Bize boykotları kırma talimatı verildi. Çünkü boykotlar başarılı olursa buralar solcular için kurtarılmış bölge olacaktı. Ülkücüler giremez… 40-50 Ülkücü genç, Hacettepe girişini tuttuk ve solcuları içeri almadık. Böylece boykotu kırdık. Çatışma çıktı, İsa diye Maraşlı bir çocuk silahla yaralandı. Demirel’in, Ulus ve Kızılay’ı tutmak için solcuların eylemine karşı böyle bir şeyi rica ettiğini sonradan Muhsin Bey’den duydum.

1975 yılında içeri düştüm. DGM tarafından tutuklandım, Ulucanlara gittim. 2 ay kaldım. Sami Bal’dan sonra Muhsin Bey Ülkü Ocakları başkan yardımcısı oldu, çok fedakârdı ve çalışırdı. Çalışmaktan yemek yemeye fırsat bulamazdı.

“Kurtarılmış Bölgede Ocak Açtım”

Maltepe’de solun hâkim olduğu bölgede ilk Ocak’ı açan siz oldunuz…

1975 yaz aylarında Maltepe’de Ocak’a yer açtım. Solcuların olduğu bölge, “Yer vermezler, başka yerde aç.” dediler. Kahramanmaraş Derneği adı altında Ankara Ocağı’nı açtım. Sağ görüşlü bir doktordan tuttum. Okullar açıldı, solcular bizim Maltepe’deki kaldırımı terk ettiler. O bölge sol açısından “kurtarılmış bölge” idi, arabayla bile geçmek mümkün değildi. 25-30 kişi topladık, eğitim verdik. Muhittin Çolak bir gün geldi, dedi ki; “Site Yurdu’nu işgal edeceğim.” “Orada çok öğrenci var, kimse birbirini tanımıyor, olmaz.” dedim. Kendince tatbikat yapıyor! “O zaman Yıldırım Beyazıt’ta yap.” diye öneride bulundum. Bir gün sabah 03.00’te Kızılay’da buluştuk, birlik oluşturduk.

“Korkut Özal’ın Oğlu Sol Lideriydi”

Maltepe’de Orhan Bakıryan diye bir Ermeni (TİKKO’nun kurucusu) öldürüldü, sol orayı terk etti. Tamamen bize bıraktılar bölgeyi. Maltepe camisinin üst bölgesinden geçen bir sokak var, oradan gidip gelmeye başladılar. Zafer Kıraathanesi vardı, orada toplanırlardı. Orada bir katliam oldu, başlarında da Murat Özal vardı. Murat, Korkut Özal’ın oğlu. Solun liderlerinden. “Yükseliş’teki faşist baskılara son.” diye yürüyüş yaptılar. “Ocak açamazsınız.” dedikleri bölge “Ülkücülerin kalesi” oldu.

bannerbanner