
Полная версия:
Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri
Destek vermesi için araya girenler oldu mu?
Sonrasında Erbakan Hoca’m, ona hatırını kıramayacağı insanlar gönderdi. Sistemi şöyle düşünmüşlerdi; mecburen Erbakan istifa edecek, başbakanlık sırası Çiller’e gelecek, BBP’nin 8 oyuyla birlikte hükûmet kurulacaktı. Hatta BBP’li arkadaşların da imzası alınmıştı Demirel’e götürülmek üzere. O zaman direndi Muhsin Bey, “Bunların niyeti kötü, direnmezseniz esiri olursunuz.” anlamında.

Hoca’nın ricaları ile araya giren bazı manevi büyüklerin “ ‘Ben Müslümanların iktidarına engel oldu.’ dedirtmem!” dedi. “Destekliyorum.” diye kararını vermişti. Kendini dindar/Müslüman hisseden koskoca bir zümrenin hukukunu savundu, aynı zamanda ümmete karşı sorumluluğu olduğunu biliyordu. Memleket meselelerinde her zaman çizgimiz örtüştü. Farklı partilerde oluş, bizi hiçbir zaman ayrı noktaya düşürmedi. Ben de Allah’a hamdediyorum ki 12 Eylül’den sonra gerçek ülkücü kardeşlerimizi savunmuş olmanın da aramızda bir samimiyet getirdiğini gördüm.
“Yaşasa İktidarı Hizaya Sokabilecek…”AK Parti’nin iktidara gelmesinden de mutlu olduğunu biliyorum. Onun da özlemiydi mutlaka. Bir defa benden ricası oldu. Nazik bir insandı. Bütün siyasetçiler çok taleplerle gelirler. TBMM başkanlığım döneminde ceplerim dolardı. Kimisi sekreterini Meclise almamı, kimisi başka şeyler söylerdi. Şahsen ben de “Muhsin Bey’den bir emir, rica gelse de ben de onu yapsam, memnun etsem.” diye düşünürdüm. Sanıyorum 5 yıllık Meclis başkanlığımda “Şu arkadaş burada çalışıyor, başka yerde değerlendirmek mümkün mü?” dediğinde ben mahcup olurdum. “Sayın Genel Başkan sizin ricanız bizim için emirdir.” derdim. Belki o arkadaşın işini yapmışımdır, onun dışında benden bir ricası olmadı.
2009’da ani vefatı bizi çok şaşırttı. Allah ömür verse de bugünlere gelse idi, bugünkü iktidarı da hizaya sokabilecek güçte idi, düşüncesi ve ikazı ile… Çünkü hepimiz ona çok inanırdık. Bilelim ki o çok güçlü bir siyasetçi idi.
“O Komutanlardan Alacağımı Aldım…”Arkasından yazılan, konuşulanlara da bakıyorum. Kırık dökük bir helikopterle verdiği sözü yerine getirmek için küçük bir beldeye gidişi bile onun dostlarına olan vefasını gösterir. Davasına olan bağlılığını gösterir. Cenabıallah cennetinde misafir etsin inşallah.
Siz TBMM başkanı seçildiğinizde “komutanlara misilleme” olarak ziyaretini “uzun” tutmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben Meclis başkanı olunca komutanlar “gelip gelmemeyi” tartışmışlar. Hilmi Özkök, “Gelenektir, hep gidildi.” diye ikna etmiş. Geldiler bir karış suratla. Sadece 3 dakika kaldılar. Muhsin Başkan ise arkadaşlarıyla gelip uzun süre ziyarette bulunarak cevap vermişti. Muhsin Bey ve arkadaşları beni onurlandırdılar. Ben de o komutanlardan alacağımı sonradan fazlasıyla aldım…

CELAL DOĞAN KİMDİR?

1943 Gaziantep Nizip doğumlu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. 1977 yılında CHP’den milletvekili seçildi, 1980 Darbesi’yle serbest avukatlığa başladı. 1989’da Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Başkanı seçildi ve 2004 yılına kadar üst üste 3 dönem başkanlık yaptı. 1993-2006 arasında Gaziantep Spor Kulübü başkanlığını da yürüttü ve onun döneminde futbol kulübü tarihinin en başarılı dönemlerini yaşadı. 2015-2018 yılları arasında iki dönem İstanbul milletvekilliği yaptı.
CHP’Lİ ESKİ MİLLETVEKİLİ CELAL DOĞAN:
“Helalleşmek İsterdim, Millîci ve Anti-Emperyalistti…”Çok muhterem bir insandı. Ben belediye başkanı iken Antep’e gelmişti. Kendi partisinin yöneticilerini toplamış, farklı partilerdeyiz, farklı ideolojilerden geliyoruz. Biz solcu, o ülkücü. 1994’te aday olduktan sonra yerel seçimlerde yönetime bana oy vermelerini tavsiye etti. “Antep’te yapılan hizmetleri gördüm, bu adam çalışıyor, bilinen de bir insan, haksızlık yaparız desteklemezsek. Hizmeti aksatmış oluruz.” diye bana destek olunmasını istemiş.

Telefonla konuştuk, “Bizim böyle bir kararımız var.” dedi, ben de kendisine teşekkür ettim. O zaman ortada memleket vardı, hizmet vardı, ahlak vardı. Şimdi ne var ne yok! Lafta herkes memleketi seviyor ama icraat? Seçimde verdiği destekten dolayı helalleşme şansım olmadı. Mutlaka hakkını helal etmesini isterdim, sağ olsa ederdi diye düşünüyorum.
Genel çizgisine baktığınızda anti-emperyalist bir insan. Millîci, namuslu kalmış bir adam ve siyasetçi. Sivas Ticaret ve Sanayi Odası beni aradı. “Antep sanayisi nasıl gelişti, bize de anlatır mısınız? Bizim tespitlerimize göre siz bunun öncülüğünü yapıyorsunuz.” diye davette bulundular. Ticaret ve Sanayi Odasında konferans vermemi istediler. Sivas’ta bizi ağırlamak istemişti rahmetli Başkan. Ancak programı Oda yapınca görüşemedik.

Allah rahmet eylesin. Ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum. İddia doğru ise -ki olma ihtimali yüksek- bir an önce faillerinin bulunması devletin namus borcudur. Değerli bir insan öldürülüyor. Suikasta maruz kalıyor. Hâlâ faili belli değil. Görevi ihmalden, suistimalden dava görülüyor. Bu görevi suistimal değil ki basbayağı suikasttır. Açılan davanın niteliği bile insanın içini burkuyor. Görülen davanın şekli, suikastı ifade etmiyor. İktidarın savsakladığı görülüyor.
Böyle bir insanın, hâlâ cinayetinin failinin bulunamaması Türkiye için bir ayıptır. Namuslu kalmış, ender siyasetçilerinden biriydi. Türkiye’de dürüst kalmak zor. Cinayete maruz kaldığı anlaşılıyor. Failinin bulunmaması ülkemiz için ayıptır. Eşine, çocuklarına tekrar başsağlığı dilerim.

CEMAL EĞİN KİMDİR?

1968 Bingöl doğumlu iş insanı. Büyük Birlik Partisi İstanbul İl 2. Başkanlığı ve MKYK üyeliği görevlerinde bulundu. 2002 ve 2011 seçimlerinde Bingöl’den milletvekili adayı oldu.
BBP İSTANBUL 2. BAŞKANI CEMAL EĞİN:
“2008’de Bolu Tünelinde Birlikte Kaza Geçirdik…”Haziran 2008’de İstanbul Sultanbeyli’de Alperen Ocaklarının bir şöleni vardı, program çok kalabalıktı ve program uzayınca Muhsin Yazıcıoğlu uçağına yetişemedi. BBP İstanbul il ikinci başkanı ve Genel Başkan’ın protokolünden sorumluydum. Başkan, gece benim evimde misafir kaldı. Ertesi sabah saat 10:00’da Ankara’da MKYK toplantısı vardı ve oraya yetişmesi gerekiyordu. Sabah saat 06:30’da benim aracım ile Ankara’ya gitmek üzere evimden hareket ettik. Bolu Tüneli’ne girmeden 2-3 km geriden itibaren sağdan bir şeridin trafik dubalarının dizili olduğunu gördüm ve yol iki şeride düşürülmüştü. Dikkatimi çekti, yeni açılan Bolu Tüneli’nde ne arızası olabilirdi ki ve hiçbir kazı çalışması göremedim. Tünele girdiğimizde takribi 1500. metrede biz sol şeritte seyrederken orta şeritten giden kapalı kasa bir kamyon tam sollama anımızda önümüze kırarak şerit değiştirdi.
Aracımız dört çeker Mercedes bir otomobil ve şoförü yeğenim de profesyonel bir makam şoförü idi. Hızlı bir refleks ile ani frene basarak olabildiğince sol bariyere yanaştı. Ancak arkadan çarparak aracımızın kaput kısmının çarptığı araç kapalı kasa kamyondu. Arkası yüksek olduğundan bizim aracımızın ön burun kısmı altına girerek ön camımız ve ön direkler kamyona arkadan vurduğundan o da bizim için bir dezavantaj idi aracımızın hava yastığı açıldı. Muhsin Başkan arabanın arka sağ kapısını açıp arabadan inerek hızla yolun karşı tarafına doğru koşmaya başladı.
Ne yapmak istediğini anlayamamıştım. O sırada ben arabanın arka konsolun altına koyduğum tabancamı ve telefonumu almak istedim ancak yerinde yoktular. Araca hızlı çarptığımızdan ön cama doğru fırlamış ve ön koltukların altına düşmüşlerdi. Hemen aklıma Susurluk Kazası gelmişti. Eğer suikast girişimi ise birilerinin orada bekleyebileceği aklıma geldi. Hızlıca tabancam ve telefonumu buldum. Çevremde kimse var mı diye baktım. Telefonumun bataryası, kapağı ve kendisi üç parçaya ayrılmıştı derhâl telefonumu toparlayarak 155 polis imdatı aradım. Yazıcıoğlu ile İstanbul’dan Ankara’ya giderken yeni Bolu Tüneli’nin 1500. metresinde trafik kazası yaptığımızı söyledim ve acil yardım talep ettim.
Bu arada baktığımda rahmetli Muhsin Başkan’ın en sağ şeritte trafik şeridini daraltmak için konulan dubalardan birkaç tanesini kucaklayarak bizim şeride doğru getirdiğini gördüm. Ve aracımızın arka tarafına dizerek arkadan hızla gelen araçların bize çarpmasına engel oldu. Çok kısa sürede olay yerine polisler geldi. Ancak kazaya sebep veren kamyon sürücüsü hiç durmadan yola devam etmişti. Oradan Bolu il emniyet müdürünün aracı ile Bolu Polis Evi’ne gittik. 155 uzun kanaldan anons geçtiği için gazeteciler devlet ve hükûmet yetkililerinin haberi olmuştu. Hükûmetten ve devletten üst düzey yetkililer telefonla arayarak bilgi aldılar.
Yazıcıoğlu kazadan yara almadan kurtulurken ben burnumdan hafif yaralanmış bir hâlde ağır hasarlı aracımızdan çıkmıştık. Şoför de herhangi bir yara almamıştı. Biz oradan Ankara’ya devam ederken şoför ağır hasarlı aracımı çekiciye yükleyerek İstanbul’a döndü. Dönemin BBP Ankara İl Başkanı Hasan Hüseyin Bozok partililerle Ankara gişelerinde bizi kalabalık bir şekilde karşıladı.
Parti genel merkezinin önüne gittiğimizde partililer ve halk, kurbanlar keserek sevinç gözyaşları ile Muhsin Başkan’ı karşıladı. Sonraki günlerde emniyetten aldığımız bilgilere göre kazaya sebebiyet veren kamyon sürücüsü kamera ve EDS kayıtlarından takip edilip Bolu Oto Sanayi Sitesi’nde aracının hasar gören arka kısmını tamir ettirip yoluna devam etmeye teşebbüs ederken yakalandı. 60 plakalı Mercedes kamyonun Çankırı’da et kombinasının aracı olduğu anlaşıldı. Şoför kasıtlı yapmadığını araç çakarlı olduğundan içindekilerin önemli insanlar olduğunu düşünerek korkusundan kaçtığını söylediğini öğrendik.
Daha sonra Muhsin Başkan bana sürücüden şikâyetçi olup olmadığımı sordu. Ben de “Hayır.” diyerek olmadığımı söyledim. Muhsin Başkan da bana şikâyetçi olmamamı söyledi. Bana, aracın ait olduğu Çankırı Çerkeş ilçesindeki et kombinasının müdürünü aradığını şoförden şikâyetçi olmadığını ve işine son verilmemesini rica ettiğini söyledi. Et kombinasının müdürü ise olayın ulusal medyaya yansıdığından ve şoförün ciddi ihmalinin olmasından dolayı işine son verdiklerini söyledi.

DOĞAN ÖZTAŞKAN KİMDİR?

Alperen Ocakları genel başkanlığı yaptı.
DOĞAN ÖZTAŞKIN:
“Hapishane Arkadaşına Cebindeki 500 Lirayı EFT Yaptı…”İnsanlığın, adamlığın, adanmışlığın vücut bulmuş hâli Şehit Muhsin Yazıcıoğlu…
Yeğenim Ali Şahin, Ziraat Bankasında uzmandı. Arkadaşlarına zaman zaman, benden duyduklarını anlatırmış. Ali’nin yaşadığı bir olayı nakletmek isterim.
Yaklaşık 20 yıl oluyor. Muhsin Başkan bir kış günü yanında koruma olmadan Ziraat Bankasına giriyor. “Başkan’ın hiç banka işlemi yapmamış olma ihtimali var.” diye düşünüyorum.
Bankada dolaşırken memurlar Ali’ye, “Senin Başkan geldi.” diyorlar.
Ali hemen aşağıya iniyor. “Başkan’ım ben Doğan Öztaşkın’ın yeğeniyim, yardımcı olayım.” diyor.
Başkan çıkartıyor telefonu, “Bana bir mesaj geldi oraya para göndereceğim.” diyor.
Ali bakıyor isim yok, telefonda kayıtlı değil.
“Tanıyor musunuz Başkan’ım?” diyor.
“Benim cep telefonuma ulaşmışsa tanıyıp tanımamam önemli değil.” diyor.
İşlem yapmamız için isim lazım.
“Hesap numarası var.” diyor. Muhsin Başkan cüzdanını çıkartıyor 500 lira var. “50 lirasını bırakıp 450 lirasını gönderin diyor.” Memurlar işlemi başlatırken, Ali isim için numarayı arıyor. Telefona bir bayan çıkıyor.
“Hanımefendi bir mesaj atmışsınız. Kim olduğunuzu öğrenebilir miyiz?”

“Ben İstanbul’da … Hastanesinde hemşireyim, bir hasta rica etti.” diyor.
“Hastayla görüşebilir miyiz?” diyor Ali.
Hasta telefona alınıp ismini duyunca telefonu alıyor hem konuşuyor hem ağlıyor Muhsin Başkan.
Konuşma bitince “Yarabbi ya umursamasaydım.” diyor. Kalan 50 lirayı da çıkartıyor, bunu da ilave et diyor. Ali “Ben tamamlarım başkanım, herhâlde iftara gidiyorsunuz, otoparkçı falan çıkar lazım olur. Yanınızda kimse de yok.” diyor.
“Yok yok.” diyor başkan 500 lirayı gönderiyor. “O benim MHP, Ülkü Ocakları davasından birlikte hapis yattığım arkadaşlarımdan biri, hastanede mağdur kalmış. Kimden isterim derken ben aklına gelmişim.” diyor.
Şehit Muhsin Yazıcıoğlu hiç tanımadığı, nereden geldiği belli olmayan birine cebindeki paranın tamamını verebilen bir adam.
Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz diye bir söz var ya, işte bunun tam örneğidir.
Böyle olunca Allah (CC), Türk milletinin yüreğine, dualarına, gözyaşları ile nakşetti.
Rahmet, dua ve minnetle…

ENİS ÖKSÜZ KİMDİR?

34 yıllık bürokratlık-hocalık ve profesörlükten sonra politikaya girdi. 1999’da MHP’den milletvekili seçildi ve Ulaştırma bakanlığı yaptı. Bakanlıktan ve MHP’den istifa ederek BBP’ye katıldı. Genel başkan yardımcılığı görevinde bulundu.
ESKİ ULAŞTIRMA BAKANI ENİS ÖKSÜZ:
“Üzeyir Garih’in Dedikleri Harfiyen Gerçekleşti”Çok uzun yıllar bürokraside bulunduktan sonra siyasete girdiniz. Nasıl oldu siyasete girmeniz?
Siyasete ilgim 1959-1960’larda öğrenciyken başladı. 60 İhtilali’nde lise birinci sınıfa geçmiştim. Ondan bu yana siyaseti hep takip ettim. Fiilen siyasete girmem 1995’te rahmetli Türkeş Bey’in Mersin’de “Bir görünsen iyi olur. Biz mevcut hükûmetle anlaştık. Koalisyon hükûmeti kuracağız. Öyle gözüküyor. Seni de Kültür Bakanı olarak düşündük.” önerisiyle oldu. Ben buna itiraz ettim. Nevzat Yalçıntaş ve Tunca Toskay Bey’in de vesilesiyle biz bu tekliften geri duramadık.
1995 seçimlerinde parti barajı aşamadığı için milletvekili olarak Parlamentoya giremedim. Daha sonra 1999 yılında Meclise girdik ve 57. Hükûmet’te de Ulaştırma Bakanı olarak 2,5 sene civarında bir bakanlığım oldu. Sonra gerek özelleştirme konusunda gerekse ihale ve benzeri konularda görüş ayrılıkları doğdu. Alışagelmiş yöntemlerle, gayriahlaki ve hukuki olmayan yollarla, siyaseti kısa zamanda zengin olmanın bir vasıtası gibi görenlerle uzlaşma imkânımız olmadı. Bu tür ilişkilere karşı ciddi bir savaş açtığım için kendi arkadaşlarım ve kendi parti yönetimimle ters düştüm.
“Bir Fiyatım Olmadı”Daha sonra da hükûmette özelleştirme meselesi suni olarak hazırlanmış olan bir krizin sonrasında geldi. Türkiye’de hiçbir şeyin tesadüfi olmadığını zaten biliyordum. Devleti, işleyişini biliyorum. Çalıştığım şahıslardan 2 kişi cumhurbaşkanı da oldu. Rahmetli Özal ve rahmetli Demirel.
Kamuran İnan ve Veysel Atasoy gibi iz bırakmış bakanlarla çalıştığım için devleti de tanıyorum. İğrendiğim ve tiksindiğim ahlaki olmayan, kul hakkı, yetim hakkı yeme konusunda ters düştük ve sonunda ayrılmak zorunda kaldım. Onun mücadelesini yaptım, yapmaya devam ediyorum.
Ama kamuoyu beni daha çok Kemal Derviş hareketine karşı olan tutumumdan tanır. O hareket, önceden ayarlanmış; kirli politikacı, kirli bürokrat, kirli iş adamı ve kirli medyadan oluşan bir kumpas çetesi, Türkiye’nin kanını, iliğini sömürüyor. Kaynaklarımızı verimli kullandırmıyordu. Buna karşı tabii ki ben bildiğimi yapmak zorundaydım. Allah’a hep şükrederim, aklımdan hiçbir zaman bir fiyatım olduğunu geçirmedim. Bir fiyatım olmadı benim. O yüzden de bu mücadele çok şiddetli geçti.
“Erdoğan’a Verilen Kerkük Mektubu”BBP’den iken Yazıcıoğlu ile birlikte Erdoğan’la görüşmeleriniz oldu, neden gittiniz, ne konuştunuz?
Daha sonra bu konuda görevimi yapmadım değil. Devrin cumhurbaşkanına, başbakanına bizden sonra gelen dönemlerde bunun teferruatını anlattım. Sadece konuya ilgisi fazla olmadığı için girmeyeceğim ama Recep Tayyip Erdoğan ile 2 defa görüştüm. Bunun her ikisinde de Muhsin Yazıcıoğlu ile beraber gittik. BBP genel sekreteri idim. Erdoğan başbakandı. Onun talebi üzerine gittik. Otelde bir toplantı yaptık ve Barzani’nin Kerkük’teki mezarlıklara, tapu dairelerine ve nüfus dairelerine girebileceğini, devletimizin hemen müdahil olmak üzere hareketlenmesi gerektiğini Muhsin Bey’in imzası ve açık bir mektupla bildirdik. Başbakan’ın bu mektubu okuyup okumadığını da Özel Kalem’i vasıtasıyla takip ettik.
Ama bunlar dikkate alınmadı, Kerkük ondan sonra darmadağın edildi. O zaman biz BBP olarak daha farklı ve Türkiye’nin kendi özüne kendimizi bağlamak suretiyle daha millî, daha bilgiye dayalı teorik meselelerden ya da hoş sözlerden öte nelerin olup nelerin olamayacağı konusunda hazırlıklı olmamız gerektiği konusunda mutabakata vardık, bu minvalde çalışmaları sürdürdük. Ama başarılı olduk mu? “Hayır.” Kimse bizi dinlemedi. Neticede tarih tekerrür etti ve bu tarihin tekerrürü ibret alınmadığı için, ders alınmadığı için dün böyleydi, bugün de böyle, yarın da böyle olacağı kuvvetli görülüyor.
MHP içinde iken yaşadığınız sorun ve dertleri Genel Başkan Bahçeli’ye anlatmadınız mı?
Ben MHP’de ülkücünün ülkücüye, hem de 35 yıllık namlunun ucunda bu davaya hizmet eden, tesadüfen ayakta kalan bir mensubu olarak o yaptığım mücadelede mafyatik hareketlerden, yalancılıktan ve birbirine tuzak kurmaktan bıktım ve bunu Sayın Bahçeli’ye birkaç defa aktardım. Sayın Bahçeli, her defasında nezaketle dinledi ama hiçbir şey yapmadı. Çok sıkıştığı zaman da saatlerce susup sükût yolunu tercih etti. Konuşmayan, gereğini yapmayan bu tavrı dolayısıyla yararlı olamayacağıma kanaat getirdiğim için ayrıldım. Orada eğitim ve kültürden sorumlu başkan yardımcılığı görevinde bulundum. Başka görevler de yaptım ama hiçbir şey olmayacağını çabuk keşfettim. Bununla ona buna suç atmıyor, sadece olanı söylüyorum.

Suspus olmak, susmak… “Sabırlı adamlarmış, nezaketlerini hiç bozmadılar.” gibi laflar kılıf bulmaktan öteye gitmeyen söylemlerdir. Değeri yoktur. Çünkü müspet yönde gelişmeyi görmüyorum. Bunları neden söylüyorum? Tarihe böyle geçsin. Bunu da bir düşünsün insanlar zamanla. Bizim nesil düşünemeyebilir. Daha sonrakilere tarihe not düşmek için söylüyorum. Olmadı ve ben Kemal Derviş ile olan mücadelemde yalnız bırakıldım. Haklılığım biline biline yalnız bırakıldım. Abdullah Öcalan’ın idamının, arkadan dolanılarak komisyonlara üye göndermemek suretiyle uygulanmaması, kararın Meclisten uzun süre kaçırılması gibi şeyler bardağı taşıran son damla oldu. Bu süreçte kendi hukukunu, kanununu uygulamayan bir devlet gördüm. Bu devlet başka yerlerden talimat alır hâle gelmişti. Benim bunu hazmetmem mümkün değildi. Hangi kuruluş, hangi ittifakın içerisinde olursanız olun ülkenizdeki hukukunuzu tatbik etmek mecburiyetindesiniz. Aksi hâlde hukuk devleti olmaktan çıkarsınız. Emir alan, ona buna göre gerekçeler bulup anayasayı da hukuku da çiğneyen idareciler durumunda kalırsınız. Bu bardağı taşıran son damlaydı ve MHP’den ayrıldım.
“Türkeş, ‘Denesinler’ Dedi”Yazıcıoğlu’nun Türkeş’le yollarını ayırma sürecini ve perde arkasını biliyor musunuz?
Ben Muhsin Beylerin, MHP’den neden ayrıldıklarının teferruatının teferruatına kadar biliyorum. Haklı bir ayrılış sebeplerinin olduğunu söyleyeyim. “Daha makul, daha uygun, daha açık bir politika güdebilir miyiz?” şeklinde bir denemeyi yapmaya mecbur kaldılar. Ben bunu Türkeş Bey ile de görüştüm. “Arkadaşlarla geçinemediler. Benim ile olan ilişkilerinde de biraz erken büyümüş gördüm. O yüzden bir şey de diyemedim. Ama bizim arkadaşlarımız. ‘Hayır, hiçbir faydaları olmadı.’ şeklinde inkâr edici yaklaşım bize yakışmaz. ‘Bir yol deniyorlar, denesinler bakalım.’ ” demişti.

O “Denesinler bakalım.” dedikleri konu, benim bakan olduğum dönemde MHP’de değişmemişti ve onu deneme konusunu uzun süre görüştük. 7-8 defa bir araya gelerek bunları tartıştık. Mutabakat sağlandıktan sonra benim gibi düşünen 8-10 arkadaş daha vardı. Bizim burada bu güzel denemeyi yapma şansımız var. Arkadaşlar da bu sözü bize veriyorlar, o zaman burada yapamadıklarımızı orada yapalım. Türk milletinin arzu ettiği ümitlerini yeşil tutmaya, canlı tutmaya gayret edelim. Başarırsak herkes gibi biz de seviniriz. Başaramazsak “Niye başaramıyoruz?” Tecrübe kazanırız. Çünkü bizim nesil, 1960’lardaki süregelen dönemde en iyi yetişmiş, en çok okuyan, memleket meselelerine en çok kafa yoran bir nesil olarak bunları tecrübelerine katmak ihtiyacını en çok hisseden, sorumluluk duygusu yüksek olan bir nesildi. O yüzden biz mutabık kaldık, 3 arkadaş MHP’den ayrıldık ve orada eski yerde yapamadığımızı yapmak üzere bir araya geldik. BBP’ye geldim, Genel Sekreterlik boştu, görevlendirme şeklinde o görevi de bana verdiler ve hemen seçim geldi.
Muhsin Bey’in “Devleti biz yöneteceğiz, biz alırız.” şeklinde büyük bir düşüncesi, bu konuda çok ciddi hazırlıkları, heyecanı ve felsefesi vardı. Uygulamada yakın çevresinin tesirinde herkesin kaldığı gibi o da belli ölçüde kaldı, biz olsaydık belki biz de kalacaktık. Ne yazık ki bu eksiklik giderilemedi. Ben tabii o kadar değerli, hamiyetperver, insanlık değeri son derece yüksek olan bir insanın, eksik gördüğüm tarafını söylemeyi bir tarihî görev, bir hatırlatma olarak gördüm. Güven? Herkes birbirine güvensin de soru işaretinin noktasını silmeyelim.

Bu söylediklerine tamamen iştirak ederim. Şimdi bunlar tesadüf olamaz. Şimdi niye bu kadar kesin konuşuyorsun? En azından bunun tesadüf olmadığını biliyorum. Bir gün zannediyorum Aydın’da spor salonunda konuşmalar yaptık. Sonra da il başkanının evine yemeğe geçtik. Orada nahoş bir hadise oldu. Orada Muhsin Bey ile bu konuda uzunca bir görüşme yaptık. Şimdi bana şeyi anlatıyor, -rahmetli diyeceğim- hangisini daha çok seviyordu, hangisine çok biat etmiş ya da bağlanmıştır o konuda bir şey diyemem ama Üzeyir Garih… Çünkü Müslüman gibi davranış, ahlak ve konuşmalarında son derece tasavvuf bilgisine de vâkıf istifade edilecek kültürü olan birisiydi. Onun öyle bir şeyi vardı. Orada hem Küçük Hüseyin Efendi, Beşiktaş’taki bir caminin imamıydı hem de zannediyorum Nakşibendi tarikatının da bir mensubu. Fevzi Çakmak da ona bağlı bir kimseydi. Kendisi ve babası da Küçük Hüseyin Efendi’ye çok hürmetleri olan, bağlılık gösteren birisiydi. O yüzden Müslüman mıydı, Musevi miydi derseniz, her ikisi de desem bir tuhaf olur. İkisinden biri desem, ayırmak zor. Çünkü iş hayatı, çevresi, kendisinin Musevi asıllı bir aileden gelmiş olması, onunla ilgili bir şeyler anlatmıştı. Üzeyir Garih Bey daha eskiden, daha öteden beri yakından tanıdığım birisiydi. Severdim. Neden derseniz, bizim toplum, genellikle gayrimüslimlere karşı geçmişte çok kazık yediği için, çok aldatıldığı için ön yargılı, biraz da böyle tedbirli bakar. Ama ben Üzeyir Bey’de şunu gördüm; bu ülkeye en yeni teknolojilerle yatırım yapan, sadece çok para kazanıp bu parayı başka yerlerde savuran değil, kazandığını Türkiye’de harcayan büyük bir iş adamı. Böyle bir adama şapka çıkarıp selam durulur.
“ ‘İki Partili Sisteme Gidilecek’ Dedi”Süper bir kalite, her verdiği sözü tutan bir adam ve bir de Türkeş Bey’in yanında. İstanbul’a da gerek ramazanda gerekse başka zamanlarda, yemeklerde yani sağında Üzeyir Bey oturursa solunda ben otururum. Daha başka bir büyüğümüz geldiyse Üzeyir Bey’in yanında otururum. Ama Üzeyir Bey mutlaka Türkeş Bey’in yanında oturur. Böyle belki 10 defa, 20 defa görüşme imkânımız, sohbet etme imkânlarımız oldu.

Şimdi onun dilinden Muhsin Bey bana bir şey anlattı. “Dün beni Üzeyir Bey ziyaret etti.” dedi, Ankara’da. Yarım saatten fazla. Bu ABD’nin ve bazı oradaki devletlerin projelerini Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’ne âdeta yapılması gereken kutsal bir görevmiş gibi kabul ettirdiğini gördüm demiş. “Nedir o ağabey?” deyince, “İki partili sisteme doğru götürmek istiyorlar Türkiye’yi.” demiş. 2002 seçimlerinden önce konuşmuşlar.