Читать книгу Samed Behrengi Bütün Öyküleri (Samed Behrengi) онлайн бесплатно на Bookz (7-ая страница книги)
bannerbanner
Samed Behrengi Bütün Öyküleri
Samed Behrengi Bütün Öyküleri
Оценить:
Samed Behrengi Bütün Öyküleri

3

Полная версия:

Samed Behrengi Bütün Öyküleri

Babası, Ulduz’un gözlerini açabildiğini görünce heyecanla haykırdı:

“Çok şükür! Gözlerini açtı sonunda. Ölmeyecek. Ulduz! Konuş Ulduz…”

Ulduz’un konuşmaya mecali yoktu. Üvey annesine doğru çevirdi başını. Aynı anda, dört bir yandan gak gak gak sesleri duymaya başladı. Ulduz çıldırmış gibi, üvey annesinin saçlarına yapıştı ve çığlık çığlığa bağırdı. Ama baş ağrısından o kadar hâlsizdi ve gücü yoktu ki, elleri birden çözülüp iki yanına kaydı ve sesi de kesildi. O vakit hıçkırıkları arasından,

”Ahh Anne Karga… Neredesin? Nerede? Anne Karga… Ahhh… minik kargaya ne oldu? Anne… Anne…” diye sayıklayıp ağlamaya başladı.

Diğer herkesten önce, Yaşar ona doğru koştu. Herkes bir şeyler söylüyor ve onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Ama Ulduz haykıra haykıra ağlamaya devam etti. Üvey annesi şefkatle yaklaşıyor, yumuşak bir sesle konuşuyordu kızla:

“Ağlama Ulduzcuğum, hadi ilacını iç, iyi olacaksın.”

Ulduz sonunda ağlamaktan yorulup hâlsiz düştü ve uykuya daldı. Düşünde Anne Karga’yı gördü, ayaklarından baş aşağı asılmıştı yine ağacın dalına, ölmek üzereydi:

“Ulduz, ben gidiyorum, ama sözlerimi unutma sakın. Hiç korkma!”

Ulduz dut ağcına doğru koştu, üvey anne aniden ağacın arkasından çıkıverdi, onu tekmeleyip dövecekti. Ulduz bu kâbustan birden korku içinde uyandı, yüksek sesle ağlamaya başladı. Odada yalnızca babasıyla karısı vardı bu kez. Yeniden uykuya daldı. Bir süre sonra yine bu rüyayı gördü. Çığlık atarak zıpladı yatağından. Geceye kadar bu şekilde bir uyudu bir çığlık çığlığa sıçradı. Bir sefer de gözünü açtığında gece olduğunu ve doktorun kendisini muayene ettiğini gördü. Sonra da doktorun babasına şunları dediğini duydu:

“Yarası çok da önemli değil, hızlıca iyileşecek. Ama çocuk çok korkmuş, korkudan çırpınıp duruyor. Bir şey çok kötü korkutmuş onu. Şimdi ona bir iğne yapacağım, bu onu sakinleştirip uyutur.”

Ulduz:

“Ben çok açım.”

Üvey annesi süt getirdi. Ulduz sütü içti. Doktor iğnesini yaptı, çantasını da aldı ve çıkıp gitti.

Ulduz, gözleri tavana dikili vaziyette, öylece yatıyor, bir şey demiyordu. Üvey anneyle babanın ne konuştuklarını duymak istiyor, ama duyamıyordu. Çabucak uykusu geldi.

***

Ertesi sabah, Ulduz’un aklına minik karga takıldı. Elleri titreyince, çayı yorganın üstüne döktü. Üvey anne öfkeli bir bakış attı ama bir şey demedi. Baba ayaktaydı, işe gitmek için hazırlanıyor, pantolonunu giyiyordu. Ulduz ayağa kalkıp minik karganın yanına gitmek istiyordu. Ama şimdi akıl kârı değildi bu. Karga Bey’in başına ne iş geldiğini bilmiyordu, Anne Karga’nın nasıl olup da geçen sabah üvey annenin eline düştüğünü bilmiyordu. Kadın, gözüne sardığı bezi çıkardı, kaşında ve alnında karganın gaga izi görülebiliyordu.

Babası gittikten sonra, üvey anne de gitmek üzere ayaklandı:

“Ben de Yaşar’ın annesinin yanına gidiyorum, erken dönerim. Çok zaman oldu hamama gitmeyeli, seni bu sefer yanımda götüremem, bir bakayım Yaşar’ın annesi benimle gelebilecek mi hamama.”

Üvey anne yavaş yavaş şefkatli birisi oluyordu sanki. Ulduz’la hiçbir zaman böyle yumuşak konuşmazdı. Ama Ulduz onunla bir şey konuşmak istemiyordu. Hiç hazzetmiyordu ondan. Aklına bir şey geldi birden:

“Anne, sen şimdi hamama gidiyorsun madem, Yaşar’a söyle o da buraya gelsin, yalnız kalmak istemiyorum evde.”

Kadın biraz hık mık eti, sonra Yaşar’ın okula gittiğini söyledi.

Ulduz bir şey demedi. Üvey anne çıkıp gitti. Ulduz da kalkıp minik karganın yuvasına gitti. Zavallı kargacık kümesin içinde gübre yığınının üzerinde oturmuş, ağlıyordu. Ulduz’u görünce, “Ohh, sonunda gelebildin!” dedi.

“Affet beni, çok yalnız bıraktım seni.”

“Şimdi bir şeyler getir de yiyeyim, sonra konuşuruz. Çok acıktım, çok susadım.”

Ulduz gitti, yiyecek içecek getirdi. Karga Bey biraz bir şeyler yedi, “Sen de annemin peşinden gittin diye düşündüm.” dedi.

“Annen nereye gitti?”

“Hiçbir yere! Üvey annen o kadar dövdü ki sonunda öldürdü onu. Ya çöplüğe atmıştır ya da başka bir yere.”

Ulduz ağlayacaktı, ama tuttu kendisini:

“Ne kadar acı bir ölüm! Köpekler şimdiye kadar bedenini parçalayıp yemişlerdir!”

“Hayır, biz kargaların eti acıdır, hiçbir canlı yiyemez bizi. Hele köpekler, cesaret edip de dişlerini bile geçiremezler etimize. Bu yüzden cesedimiz o kadar uzun süre yerde kalır ki en sonunda çürüyüp dağılır. Şimdi annemin cesedi de ya bir çöplükte veya başka bir yerde öylece duruyordur, çürümeye başlamıştır.”

Ulduz artık kendini tutamadı daha fazla, kendini koyverdi ve ağlamaya başladı. Minik karga da ağlamaya koyuldu. Ulduz sonunda, “Şimdi üvey anne gelir, bizi görmesin, hamama gittiği vakit yeniden gelirim yanına.” dedi.

Kümesin kapısını kapattı ve yatağına gidip, yorganın altına girdi. Üvey anne geldi, hamam bohçasını aldı ve gitti. Ulduz, bu sefer rahat bir şekilde kargacığın yanına gitti. Güzel ve güneşli bir havaydı Karga Bey’i güneşe çıkardı. Güneş iyice ısıtsın diye, kümesin kapısını da açık bıraktı ardından.

Karga Bey kanatlarını açıp silkeledi, gagasını yerde sağa sola doğru sürttü:

“Gerçekten de Ulduzcuğum, özgürlük ne kadar güzel bir şeymiş!”

Ulduz bir ah çekti:

“Sabah erkenden niye gelmişti annen, anlayabildin mi sen?”

“Doğrusu, beni götürüp uçmayı öğretecekti, onun için gelmişti. Gün doğarken yanıma geldi ve ‘Bugün uçma günü.’ dedi. ‘Kardeşlerinle beraber size uçmayı öğreteceğim. Sen de muhakkak gelmelisin, sonra geri getiririm seni buraya.’ ‘Peki Ulduz’a haber vermeyecek misin?’ diye sordum. Annem de sana haber vereceğini söyledi. Sonra kapıyı kapattı, sana haber vermeye gitti. Biraz vakit geçti, sen dışarı çıkmadın. Ben kümesin içindeydim. Sonra ‘Tut, Yakala!’ diye sesler işittim. Annem çığlıklar atıyordu, gak gak gak… İçim parçalandı. Annem, ‘Bu dünyada yaşamak bizim de hakkımız değil mi? Neden her istediğimizle dostluk kuramayalım?’ diye bağırıyordu. Kapının altındaki boşluktan dışarı baktım, üvey annen benim anneme tuzak kurmuş, kalburla yakalamıştı. Annemin ne dediğini anlayamayacağını tahmin edersin zaten.”

Ulduz sabırsızca sordu sonrasında ne olduğunu.

Karga Bey:

“Sonra da annemi bir iple bağladı, dut ağacına astı. Annem çırpınırken gagasıyla, üvey annenin yüzünü gagalayıp yaraladı. O zaman kadın iyice çıldırdı ve annemi sopayla dövmeye başladı.”

“Anne Karga başka bir söz söylemedi mi?”

“Söyledi tabi. Ey akılsız kadın, sen kargaların hırsızlık etmekten hoşlandıklarını mı sanıyorsun? Kendi karnımı ve yavrularımın karnını doyurabilecek kadar yiyeceğim olsa, yine de hırsızlık edecek kadar hasta ve akılsız mı olduğumu sanıyorsun? Kendi dolu midenize bakıyorsunuz, herkesi de kendiniz gibi tok sanıyorsunuz!” dedi.

Karga Bey sustu. Ulduz hıçkırıklarını dindirip sordu:

“Sonra ne oldu?”

“Sonra sen dışarıya çıktın. Üzerinde sadece bir gömlek vardı. Sonrasını da sen kendin biliyorsun zaten…”

Bir süre ikisi de sustu, konuşmadılar.

Ulduz:

“Şimdi Anne Karga gitti ve her şey bitti! Ne yapacağız bundan sonra?”

“Benim uçmayı mutlaka öğrenmem lazım.”

“Doğru diyorsun. Ben hep kendi derdime düştüm.”

“Ah keşke babam, kardeşlerim, büyük annem bilseydiler nerede olduğumu…”

“Evet. Yardımımıza gelirlerdi.”

“Annemin ne söylediğini biliyorsun, birkaç güne kadar uçmayı öğrenmem şart, yoksa ölürüm. Vakti tam olarak biliyor musun?”

Ulduz parmaklarıyla bir hesap yaptı:

“Altı günümüz var en fazla.”

“Sence ne yapmalıyız şimdi?”

“İstersen seni Yaşar’a vereyim, o da götürüp kırlarda uçmayı öğretsin sana. Ne dersin?”

“Yaşar da kim?”

“Hemen sol taraftaki komşumuz.”

“İyi bir çocuksa, benim bir itirazım yok.”

“Hem iyi bir çocuktur, hem de iyi bir sırdaştır. Ama nasıl haber vereceğiz ona?”

“Hemen dama çık, söyle gelip alsın beni.”

“Ama şimdi olmaz, okula gitti.”

“Okul mu? Birkaç günden beri yaz tatiline girdik artık!”

“Aslında doğru diyorsun. Üvey annem kandırdı bizi. Okullar tatil oldu şimdi. Ben dama çıkıyorum, sen buradan bir yere ayrılma.”

Tam merdivenin ikinci basamağına adımını atmıştı ki sokaktan ayak sesleri duyuldu. Ulduz hemen dönüp, kargayı kümese götürdü, kapısını kapattı. Kendisi de odasına gitti, yorganın altına girdi ve gözlerini bahçeden tarafa çevirdi.

***

Bir köpek havlaması duyuldu. Ardından kapı gıcırdadı. Baba eve geldi, ardından da amcası. Babasının küçük kardeşi… Kara köpek de onların arkasından bahçeye daldı. Köpeğin ipi amcasının elindeydi.

Baba:

“Artık hiçbir karga bu evden içeri adımını atamaz.”

Amca:

“Kış geldiğinde gelip geri götürürüm köpeği.”

“Olsun, tamam. Kışın zaten köpeğe ihtiyacımız olmaz.”

“Ulduz nerede? Yengeyle birlikte mi gitti?”

“Yok, hastalandı. Uyuyor şimdi.”

Köpeğin ipini dut ağacına bağladıktan sonra, odaya geldiler. Ulduz amcasını severdi. En çok da, annesinin köyünden geldiği için severdi onu.

Amcası, Ulduz’a hâl hatır sordu, ama annesiyle ilgili bir şey demedi. Babası, önceki karısından yanında bahsedilmesinden hoşlanmazdı.

Amcası, ağabeyine işe gidip gitmeyeceğini sordu. Babası da izin alıp geldiğini, zaten vaktin de geçmiş olduğunu söyledi.

Bunun ardından, sohbet yine köpeğe ve kargalara kaydı. Babası, durmadan kargaların kötülüklerinden bahsediyor, onları kötülüyordu. Mesela şöyle diyordu:

“Kargalar, pis, hırsız ve korkak hayvanlardır. Gelip hırsızlık ederler, ama birini de görürseler eğilip taş veya bir şey alırken, hemen korkup kaçarlar.”

Vakit öğleni bir saat geçmişti. Üvey anne geldi. Köpek onu görünce önce bir havladı, ama sonra amca pencereden seslenince, o da sesini kesti.

Kadın, kayınbiraderine bakmadı. Amca da onun yanındayken hiç başını kaldırmadı ve yengesinin yüzüne hiç bakmadı. Ulduz sessizce oturuyor, amcasının yüzüne bakıyordu. Birdenbire,

“Amca, giderken köpeği de yanında götürsen…” dedi.

Babası şaşırdı. Amcası Ulduz’dan yana döndü:

“Niye götüreyim ki onu?”

Üvey annesi, Ulduz’u kekeme ve çekingen yapmıştı. Ne diyeceğini bilemedi bir süre. Sonunda,

“Ben… Ben korkuyorum.” diyebildi.

Baba:

“Bırak şimdi şunu, ne diyorsun sen?”

Amcası:

“Korkma kızım, iyi bir köpektir bu. Söylerim seni ısırmaz.”

Baba:

“Bırak şunu! Tatlı dille konuşulmaz onunla. Hem kendi köpekten fena ısırıyor insanları. Hiç sebep yokken gidip o adi ve hırsız kargaların tarafını tutuyor. Bilmem ki şu pis hayvanlardan ne iyilik görmüş şimdiye kadar!”

Ulduz başka da bir şey demedi. Yorganı başına çekti ve uyudu. Uyandığı zaman, amcasının gitmiş olduğunu gördü. Köpek ise bahçede havlayıp, yaklaşan kargaları korkutmakla meşguldü.

O günden sonra ev tam bir av sahasına döndü. Hiçbir karga cesaret edip de aşağıya inemiyordu. Ulduz bile korkusundan bahçeye çıkamıyordu. Bir sefer minik kargaya koyun etinden bir parça götürmeye niyetlenmişti ki köpek fırlayıp elinden kaptı eti ve midesine indirdi. Ulduz da bundan çok korktu, çığlık atıp içeri koştu.

***

Ulduz yatağından kalktı. Üvey annenin alnındaki yara çabucak iyileşmişti, ancak Ulduz’un kafasındaki yaranın iyileşmesi epey vakit aldı. Kadının Ulduz’a karşı davranışları yeniden değişmişti. Eskisinden daha beter bir şekilde Ulduz’a bağırıp çağırıyordu. Ulduz’un dişleri üvey annenin bacağında iz bırakmıştı.

Minik karganın durumu ise çok kötüleşmişti. Her zaman açlık çekiyordu. Ulduz ne kadar uğraşıp gayret etse de, kargacığın suyunu ve yiyeceğini vermeye fırsat bulamıyordu. Siyah köpek, gözlerini dört açmış, her tarafı kolaçan ediyordu sürekli. Tanımadığı her türlü sese havlıyordu. Ulduz’la Karga Bey’in tek ümidi Yaşar idi. Eğer Yaşar onlara yardım edebilirse işler yoluna girebilirdi. Ama ona nasıl haber gönderebileceklerini de bir türlü bilemiyorlardı. Ulduz köpeğin korkusundan dama bile çıkmıyordu, yani cesaret edip çıkamıyordu. Kara köpek hiç fırsat vermiyordu. Hırlayıp havlıyordu sürekli.

Isırması da her zaman ihtimal dâhilindeydi. Sürekli bahçede devriye geziyor, etrafı kokluyordu.

Yaşar’ın annesi ara sıra Ulduz’ların evine girip çıkıyordu. Ama ona da bir şey söylemek olmazdı. Hem onun üvey anneyle arasının iyi olmadığı ve ona bilgi vermediği ne malumdu? Bu devrin insanlarına hemen güvenmek çok yanlış olur. Hem, üvey annesi de son günlerde onu kimseyle yalnız başına bırakmamıştı hiç.

Günler bu şekilde ardı ardına geçip gidiyordu. O beş gün endişe ve perişanlık içinde geçti. Sadece bir günleri kalmıştı. Ulduz, otek günün içinde minik kargaya uçmayı öğretmesi gerektiğinin farkındaydı. Öğretemezse, ölecekti kargacık. Ama nasıl öğretecekti uçmayı? Hiç bilmiyordu bunu.

Sonunda, aradığı fırsat çıktı ve Yaşar’ı görebilmeyi başardı. O gün, üvey anne bir düğüne gidecekti. Ulduz da üvey annesine, köpekten çok korktuğunu ve onunla evde tek başına kalamayacağını söyledi.

Kadın kaşlarını çattı, homurdandı, sonra da Ulduz’un elini tutup, Yaşar’ın annesine götürdü. Ulduz buna çok sevindi. Yaşar’ı evin içinde göremeyince, annesine nerede olduğunu sordu. Annesi, Yaşar’ın okula gittiğini, dünden beri tatilin bittiğini ve okulların yeniden açıldığını söyledi. Ulduz da oturup Yaşar’ı beklemeye başladı.

Öğle vakti olunca Yaşar koşa koşa eve geldi. Ulduz’u görünce kızardı ve “Hoş geldin.” dedi. Ulduz da selamını alıp, Yaşar’la konuştu. Yaşar’ın bir de henüz süt emme çağında olan bir kız kardeşi vardı. Annesi, o sırada kız kardeşini uyutmak için emziriyordu.

Ulduz ve Yaşar beraber bahçeye çıktılar. Ulduz fısıltıyla ve üzüntülü bir sesle:

“Yaşar ne oldu biliyor musun?”

“Ne oldu?”

“Karga Bey ölüyor.”

“Hangi Karga Bey?”

“Benim minik kargam işte!”

“Nasıl yani, senin bir kargan da mı var?”

“Evet, var. Şimdi söyle ne yapacağız.”

“Nereden buldun onu?”

“Anlatırım sonra, ama şimdi söyle ne yapacağız?”

“Açlıktan ölecek mi dedin?”

“Hayır.”

“Yaralandı mı?”

“Hayır.”

“E o zaman neden ölecek?”

“Uçamıyor. Bir karga uçamazsa, muhakkak ölür.”

“Bana ver, ben öğreteyim ona.”

“Merdivenin altına sakladım.”

“Üvey annenin haberi var mı bundan?”

“Haberi olursa, öldürür kargayı!”

“Bir oyun oynamamız lazım.”

“Önce şu köpeğe bir oyun düşünmemiz gerekecek. Sesini duymuyor musun?”

“Duymam mı? Kargayı dışarı çıkarmamıza izin vermez o köpek. Bana bir iki gün müsaade et de ne yapabileceğimizi bir düşüneyim.”

“Vaktimiz yok. Bugün Karga Bey’i çıkarmalıyız, yoksa ölecek. Anne Karga öyle söyledi bana.”

Yaşar iyice heyecanlanmıştı. Oldukça hareketli ve sıkıntılı bir durumda olduğunu anlamış bulunuyordu. Aceleyle, “Anne Karga mı, o da kim?” diye sordu.

“Karga Bey’in annesi… Bunları sonra konuşuruz. Ama şimdi hemen bir şeyler yapalım ki Karga Bey ölmesin.”

“Öğleden sonra okula gitmem. Gizli gizli gider, Karga Bey’i alır getiririz.”

Öğle vakti, ekmek, peynir ve yeşillik yediler. Öğleden sonra, Yaşar’ın babası işine gitti, annesi de bebeğini emzirip uyutmaya götürdü. Yaşar, annesine, Ulduz’la birlikte kendisinin de uyumayacağını, derslerini bitirmek zorunda olduğunu söyledi.

Yaşar bu tür yalanları, annesi onu yalnız başına bıraksın diye, çok nadiren söylerdi.

***

Biraz daha sonra, ikisi birden evden çıktılar. Merdivenlere tırmanıp dama çıktılar, etrafa iyice bir baktılar. Siyah köpeğin bahçede serbest bırakıldığını, onun da gidip minik karganın kaldığı kümesin kapısında uyumakta olduğunu gördüler.

Yaşar:

“Ben sizin eve gidiyorum, kargayı alıp getireyim.”

“Köpeğin, kümesin kapısında uyuduğunu görmüyor musun?”

“Doğru diyorsun. Zavallı Karga Bey! Baksana ne duruma düştü biçare.”

“Çok da korktuğunu sanmıyorum. Yürekli bir kargadır o.”

“Şimdi bir şeyler düşünüyorum. Bir plan yapalım…”

Üvey annenin sirke küpü, damın bir köşesinde duruyordu. Devrilip dökülmesin diye, küpün etrafını taşlarla desteklemişti. Yaşar’ın gözü taşlara takıldı, birden,

“Gel de şu köpeği öldürelim.” dedi.

Ulduz ürktü bu sözden:

“Öldürelim mi?”

“Evet. Öldürürsek, bir daha sana bir zarar da veremez.”

“Korkuyorum ben.”

“Ben öldürürüm onu.”

“Günah değil mi?”

“Günah mı? Günahın ne olduğunu bilmiyorum. Ama öyle görünüyor ki bunu yapmanın başka bir yolu da yok. Hem biz kimseye bir kötülük yapmıyoruz ki günah olsun.”

“Bu, amcamın köpeği.”

“Olsun. Amcan ne demeye köpeğini buraya getirip bağladı? Hem seni korkutuyor hem de Karga Bey’i zindanda tutuyor burada.”

Ulduz’un bu soruya verilecek bir cevabı yoktu. Yaşar parmaklarının ucunda yürüyerek, koca bir kayayı almaya gitti, bir yandan da Ulduz’a evde kimse olup olmadığını sordu.

“Üvey anne düğüne gitti. Babamı bilmiyorum. Köpeğin durumuna çok üzülüyorum.”

“Benim köpek öldürmekten büyük zevk aldığımı mı sanıyorsun? Başka çaremiz yok.”

Bir adım daha attı, şimdi köpeğin tepesine kadar gelmişti. Tam oanda kayayı bir anda başının üzerine kaldırdı ve hızla aşağı bıraktı. Taş tam da kafasına denk geldi köpeğin. Köpek, hırıltılı bir sesle inlemeye ve çırpınmaya başladı. Birden Ulduz’un babasının sesini duydular. Hemen kendilerini geri çektiler. Baba bahçeye çıkınca, köpeğin can vermekte olduğunu gördü. Yaşar, Ulduz’un kulağına fısıldadı:

“Hadi gel dışarı çıkalım, baban şimdi kayayı görünce dama çıkabilir bakmaya.”

“Kargayı burada mı bırakacağız?”

“Ben daha sonra gelirim onun yanına.”

İkisi de gizlice damdan aşağı indiler ve Yaşar’ın odasına girip oturdular. Yaşar’ın kitaplarını önlerine açtılar, onları bu vaziyette gören herhangi biri ders çalışmakta olduklarına inanırdı. Ama kalpleri küt küt atıyordu. Yüzlerinin de feri biraz sönmüş gibiydi. Ulduz’un babasının sesi duyuluyordu damın üzerinde. Ses kesildi bir süre sonra. Yaşar tek başına çıktı dama. Ulduz’un babası üzerini giymiş, köpeğin ölüsünün başında dikiliyordu. Sonra da sokak kapısından çıktı gitti.

Yaşar, daha önce yaşadıkları bir hadiseyi hatırladı; günün birinde, attığı taş Ulduz’ların evinin camını kırmıştı. Ulduz’un babası yine böyle sokağa çıkmış, ama dönerken yanında polisle gelmiş ve ortalığı birbirine katmıştı. Damdan aşağı inerken bu düşünceler kafasının içindeydi. Öncelikle, Karga Bey’i kümesten dışarı çıkardı,

“Ben Yaşar, seni özgürlüğüne kavuşturmak için köpeği öldürdük” dedi kargaya.

Karga güçlükle nefes alıyordu:

“Teşekkür ederim, ama artık çok geç.”

“Neden?”

“Annemin söylediği vakit bugün öğlene kadardı. Ama o vakti geçtik. Hem ben o kadar açım ki istesem de uçamam, hiç gücüm kalmadı.”

Yaşar çok üzülmüştü bu duyduklarına, neredeyse ağlayacak haldeydi:

“Şimdi gelmiyor musun? Ben sana uçmayı öğretecektim.”

“Dedim ya, vakit geçti artık. Ulduz’a söyle, benim tüylerimden birkaç tanesini alıp bir yerde saklasın. Ne olursa olsun, diğer kargalar benim ve sizin peşinize düşecektir mutlaka.”

Karga Bey bunları söyledikten sonra, gagası kapandı ve vücudu soğudu birden. Yaşar ağladı, ağlarken aklına bir fikir geldi. Gözleri hınzırca parıldadı, güldü bu fikrine. Karganın ölüsünü girişteki basamakların üzerine bıraktı. Köpeğin başına attığı taşı da alıp mutfağın ortasına koydu. Köpeğin ölüsünü dut ağacının altına bıraktı. Gidip bir kova su getirdi, ufak kapıdaki ve merdivenin basamaklarındaki kanı yıkadı suyla. Ardından kovayı ters çevirip, odanın ortasına koydu. Sonra da Karga Bey’in ölüsünü yanına aldı ve dama çıktı. Damda kendilerine ait herhangi bir iz kalmaması gerektiğini düşündü. Böyle de yaptı.

Ulduz çok üzüntülüydü. Çok ağladı. Ama sonuçta olan olmuştu ve buna yapılabilecek herhangi bir şey de yoktu. Yaşar onu teselli etmeye çalıştı:

“Eğer işlerin daha da kötüye gitmesini istemiyorsan, hiç sesini çıkarmamalısın, kimse işin kokusunu almamalı. Başlarına öyle bir bela aldılar ki neye uğradıklarını şaşıracaklar. Bugün okuldaki öğretmenimden yeni bir şey öğrendim, babanla üvey anneni öyle kötü korkutacağım ki bundan sonra kendi gölgelerinden bile korkar hale gelecekler.”

Sonra da hem Karga Bey’in ölmeden önce söylediklerini hem de evin içinde kendi yaptıklarını bir bir Ulduz’a anlattı. Ulduz biraz daha kendine gelmeye başlamıştı. Karga Bey’in tüylerinden birkaç tane koparıp cebine koydu. Yaşar, karganın ölüsünü, daha sonra gömmek üzere gizli bir yere koydu. Yaşar’ın annesi de bu sırada bebeğini emzirmiş, ona sarılarak uyumaktaydı.

***

Çocuklar oturmuş, bekliyorlardı. Birden dışarıdan sesler yükseldi. Ulduz’un babası feryat figan bağırıyordu. Ona başka sesler de eşlik ediyordu. Yaşar’ın annesi uykusundan uyandı ve bahçeye koştu. Sonra çarşafıyla örtündü ve dama fırladı. Ulduz’un babası adeta aklını oynatmış gibiydi. Çıldırmış gibi bağırıp çağırıyordu:

“Vayy, vayy… Vay başıma gelenler… Evimi cinler bastı… Ben artık kalamam burada… İmdatttt! Yardım edin…”

Yanında getirdiği polis ve diğer birkaç kişi, adamın etrafında dönüyor, onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Ulduz’un babası köpeğin ölüsünü gösterip, acıyla haykırıyordu:

“Şuna bakın! Kim getirmiş buraya koymuş bunu? Taşı kim kaldırdı yerinden? Yerdeki kanı kim yıkamış? ‘İyi saatte olsunlar’ evin içinde cirit atıyor! Önce gelip köpeği öldürdüler… Sonra da… Vayy… vay başıma gelenler…”

Ulduz’la Yaşar merdivenlerin dibinde durmuş, konuşmaları dinliyorlardı. Yaşar’ın annesi dama çıkmalarına izin vermemişti. Birbirlerine göz kırptılar, babayla diğerlerinin cehaletine gülüyorlardı. Tuzağa düşürüp hemen kandırdıkları bu insanların hâli onları iyice mutlu etmişti.

Ulduz’un babasını çeke çeke zorla odaya götürebildiler. Ama bir anda hepsi korku içinde çığlığı bastı:

“Allah’ım sana sığındık… İyi saatte olsunlar burayı da basmış… Cinler…”

Baba feryat figan içinde tekrar bahçeye fırladı ve deli divane gibi bir o yana bir bu yana koşturup durdu. Ters çevrilmiş kova hepsini korkutmuştu. Oradaki yaşlı bir adam, evi cinlerin bastığını ve her yeri ele geçirdiklerini, hemen koşup bir cinci hocayla bir de muskacı bulmak gerektiğini söyledi.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

İran’da kullanılan gayriresmî para birimi. (ç.n.)

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:


Полная версия книги

Всего 10 форматов

1...567
bannerbanner