Полная версия:
Robin Hood
Böyle bağırmaya devam etti ve kahverengi bira akarken herkes neşeyle etrafına toplandı. Küçük John’un yiğit bir adam olduğunu düşündüler ve her biri onu kendi kardeşi gibi sevdiğine yemin etti. Çünkü insan, beleşe eğlendiği zaman herkesi sever.
Sonra John, sırık oynanan platforma doğru yürüdü, sırık dövüşlerini en az et ve içki kadar severdi. Burada, ülkenin her yanında günlerce türkülere konu olan bir macera yaşandı.
Ringde, çıkan herkesin kafasını kıran bir adam vardı. Bu, adı tüm taşradaki türkülerde söylenen meşhur Lincolnlü Eric’ti. Küçük John ringe ulaştığında, dövüşecek kimse bulamadı. Sadece sırığını sallayarak platformda bir aşağı bir yukarı yürüyen ve gür bir sesle bağıran cesur Eric’i gördü:
“Şimdi kim gelip iyi bir Lincolnshire delikanlısıyla en beğendiği kız için çarpışır? Böyle nasıl, beyler? Yaklaşın! Yaklaşın! Yoksa buralarda genç kızların gözlerinden yeterince ışıltı çıkmıyor mu? Ya da Nottingham delikanlılarının kanı durgun ve soğuk mu akıyor? Lincoln, Nottingham’a karşı! Çünkü bugün Lincoln’de, sırık oyuncusu diyeceğimiz hiç kimse henüz bu ringe ayak basmadı.”
Bunun üzerine herkes, bir diğerini dirseğiyle dürterek: “Yürü be Ned!” ya da “Yürü be Thomas!” diyordu ama hiçbir delikanlı bir kız uğruna kırık bir kafayla ringden inmek istemiyordu.
Bir süre sonra Eric, Küçük John’un diğerlerinin arasından sivrildiğini gördü. Hepsinden bir omuz mesafesi ve kafa boyu üstündü. Yüksek sesle ona seslendi:
“Hey, sen! Uzun bacaklı, kırmızı giysili adam! Omuzların geniş, kafan da kocaman; yoksa burada uğruna sırığı eline alabileceğin kadar güzel bir kız mı yok? Doğrusu, Nottingham erkeklerinin yürekleri ve cesaretleri olmadığı için kas ve etten ibaret olduklarını düşünüyorum! Şimdi, seni koca adam, Nottingham için sırık sallayacak mısın sallamayacak mısın?”
“Ah şimdi burada kendi güzel sırığım olsaydı, şu arsız palavracının kafasını kırmak beni çok memnun ederdi! Sesi kesilse çok iyi olurdu!”
İlk başta sakin konuşup sakin hareket ediyordu ama sonunda öfkesi tepeden aşağı yuvarlanan büyük bir taş gibi ilerledi ve iyice sinirlendi.
Lincolnlü Eric, yüksek sesle güldü. “Benimle erkek erkeğe adil bir karşılaşma yapmaktan korkan birine göre iyi konuştun.” dedi. “Arsız olan sensin ve eğer bu tahtalara ayak basmaya cesaret edersen o arsız dilini, dişlerinin arasından çekip koparırım!”
“Pekâlâ.” dedi Küçük John. “Bu adamın cesaretini denemem için bana sağlam sırığını ödünç verecek bir adam yok mu?” Bunun üzerine yarım deste adam sırıklarını ona uzattı. O da içlerinden en sağlam ve en ağır olanını seçti. Sırığa yukarıdan aşağı bakarak:
“Elimde yalnızca dandik bir odun parçası var, arpa samanı gibi bir şey bu ama sanırım işime yarayacaktır. Hadi bakalım.” dedi.
Bunun üzerine, sırığı standın üzerine fırlattı ve ardından hafifçe sıçrayıp standa çıkarak tekrar eline aldı.
Yerlerini aldılar ve oyunu yöneten kişi “Başlayın!” diye bağırana kadar rakiplerini bakışlarıyla ölçtüler. Talimat üzerine her biri, sırığını sıkıca kavrayarak ileri atıldı. Etraftaki seyirciler, Nottingham kasabasının gördüğü en sağlam sırık dövüşünü izliyorlardı. İlk başta Lincolnlü Eric kolay bir avantaj elde edeceğini düşündü ve “İyi izleyin güzel yürekli insanlar, bu işe yaramaz horozu nasıl hızlı bir şekilde alt ettiğimi görün.” der gibi öne çıktı. Ama kısa süre sonra bunun o kadar da hızlı olmayacağını gördü. Büyük bir ustalıkla vurdu ama Küçük John’dan karşı hamleler geliyordu. Bir, iki, üç kez vurdu ve Küçük John üçünde de darbeleri sol veya sağ eline çevirdi. Sonra çevik bir ters vuruşla Eric’in gardının altına öyle kurnazca vurdu ki Eric neye uğradığını şaşırdı. Eric, aklını başına toplamak için geri çekilirken kalabalığın içinden coşkulu bir çığlık sesi yükseldi ve herkes, Nottinghamlının Lincolnlü Eric’in kafasını kırmasına sevindi; böylece oyunun ilk karşılaşması sona erdi.
Kısa süreli bir moladan sonra oyunun hakemi tekrar “Başlayın!” diye bağırdı ve tekrar bir araya geldiler. Ama Eric bu sefer temkinli oynuyordu çünkü rakibinin kuvvetli olduğunu görmüş ve ayrıca aldığı tatlı darbeyi de unutmamıştı. Bu yüzden bu dövüşte ne Küçük John ne de Lincolnlü adam, rakibinin savunması karşısında bir vuruş yakalayabildi. Bir süre sonra tekrar ayrıldılar, bu da böylece ikinci karşılaşmanın sonu oldu.
Sonra üçüncü kez bir araya geldiler ve Eric, ilk başta, daha önce olduğu gibi dikkatli olmaya çalıştı. Ama darbeleri bu kadar engellendiği için çılgına döndü ve birdenbire o kadar şiddetli, seri darbeler yağdırmaya başladı ki etraftan çatı katındaki dolu sesi gibi takırtı sesleri yükseldi. Ama her şeye rağmen, Küçük John’un savunmasını geçemedi. Sonunda Küçük John bir fırsatını buldu ve bunu akıllıca değerlendirdi. Bir kez daha, hızlı bir darbeyle Eric’in başının yanına vurdu ve Eric daha kendini toparlayamadan, Küçük John sağ elini sol elinin üzerine kaydırarak savurduğu bir darbeyle rakibinin başına öyle bir vurdu ki Eric bir daha asla hareket edemeyecekmiş gibi yere serildi.
O an halk öyle bir bağırmaya başladı ki civardaki insanlar neler olduğunu görmek için koşarak geldiler. Küçük John, stanttan aşağı atladı ve sırığı, kendisine ödünç veren kişiye geri verdi. Böylece Küçük John ile Lincolnlü Eric arasındaki meşhur dövüş de sona ermiş oldu.
Ama artık ok atışı yapacak olanların yerlerini alma zamanı gelmişti; insanlar atış yapılacak yerlere doğru akın etmeye başladılar. Hedeflere yakın bir noktada, iyi bir konumda, Şerif yüksek bir kürsünün üzerinde oturuyordu. Etrafında da üst tabakadan pek çok insan vardı. Okçular yerlerini aldıktan sonra görevli öne çıktı ve oyunun kurallarını, herkesin üç atış yapması gerektiğini, en iyi atışı yapana iki gürbüz sığır ödülü verileceğini ilan etti. Alanda pek çok cesur atıcı toplanmıştı. Aralarında Lincoln ve Nottinghamshire’da okçuluğuyla meşhur kişilerden bazıları da bulunuyordu. Küçük John, uzun boyuyla diğerleri arasından sıyrılıyordu. Bazıları “Kim bu kırmızılar içindeki yabancı?” diye sorarken diğerleri de “Lincolnlü Eric’in kafasını kıran adam bu.” diye cevap verdiler. Halk kendi arasında böyle konuşuyordu, ta ki sonunda dedikodular Şerif’in bile kulağına gidene kadar.
Kurallar ilan edildikten sonra her okçu tek tek öne çıkıp sırayla atış yaptı; her biri iyi atış yapmasına rağmen Küçük John hepsinden daha iyiydi. Çünkü tam üç kez çemberin içinden vurdu ve bir kez de tam merkez noktadan sadece bir arpa boyu uzaklıkta atış yaptı. Halk “Hey, uzun okçu!” diye tezahürat yapmaya başladı. Hatta aralarından bazıları “Hey Reynold Greenleaf!” diye bağırdı çünkü Küçük John o gün kendisini herkese böyle tanıtmıştı.
Şerif, oturduğu yerden inip okçuların durduğu yere geldi; onun geldiğini gören herkes saygıyla şapkasını çıkardı. Küçük John’a dikkatle baktı ama onu tanımıyordu, yine de bir süre sonra; “Nasılsın sevgili dostum, sanki seni bir yerlerden tanıyor gibiyim.” dedi.
“Belki bir yerlerde görüşmüşüzdür.” dedi Küçük John. “Çünkü ben sizi sık sık görüyorum, efendimiz.” Konuşurken Şerif’in gözlerinin içine öyle dikkatli baktı ki Şerif onun kim olduğundan hiç şüphelenmedi.
“Sen oldukça cesur bir delikanlısın dostum.” dedi Şerif. “Bugün Lincoln’e karşı Nottinghamshire’ın namını çok iyi koruduğunu duydum. Adın nedir bakalım sevgili dostum?”
“İnsanlar bana Reynold Greenleaf derler, efendim.” dedi Küçük John ve adının geçtiği eski bir türkü sözü ekledi:
Gerçekten de yeşil bir yapraktı,Ama Şerif ne tür bir ağaçtan geldiğini bilmiyordu.“Şimdi, Reynold Greenleaf.” dedi Şerif. “Sen gözlerimin şimdiye kadar gördüğü en iyi okçusun, tabii o düzenbaz Robin Hood’u saymazsak! Hizmetime katılmak ister misin dostum? Yılda üç takım elbise, iyi yemekler ve içebildiğin kadar birayla iyi bir maaş alacaksın. Ayrıca her Aziz Michael Yortusu’nda sana kırk mark ödeyeceğim.”
Küçük John, Şerif’in hizmetine girerse neşeli şaka malzemeleri bulabileceğini düşündüğü için:
“Burada özgür bir adam olarak durduğuma göre hizmetinizde seve seve bulunmak isterim.” dedi.
Şerif:
“Semiz sığırları gerçekten de bileğinin hakkıyla kazandın.” dedi. “Böyle bir çalışan kazanmış olmanın şerefine, ödülüne kaliteli bir mart birası da ekleyeceğim. Çünkü en az Robin Hood’un kendisi kadar iyi ok attığını düşünüyorum.”
“Öyleyse.” dedi Küçük John. “Kendimi sizin hizmetinize sokmuş olmanın sevinciyle, yağlı sığırlar ve kahverengi birayı bütün bu iyi insanlara vereceğim.” Bunun üzerine büyük bir çığlık koptu, hatta pek çok kişi bu ödülün sevinciyle şapkalarını havaya fırlattı.
Sonra herkes el ele verdi; bazıları büyük ateşler yakıp sığır etlerini kızarttı, bazıları da bira doldurdu ve herkes bu şekilde eğlendi. Yiyebildikleri kadar yiyip içtikten, gün batıp da Nottingham kasabasının çatıları üzerinde kızıl ve yuvarlak bir ay doğduktan sonra, el ele verip gaydalarla arpların tınısı eşliğinde, ateşlerin etrafında dans ettiler. Ancak bu eğlence başlamadan çok önce Şerif ve yeni hizmetkârı Reynold Greenleaf, Nottingham Kalesi’ne çoktan gelmişlerdi.
Küçük John, Şerif’in Hizmetinde Ne Yaşadı?
Böylece Küçük John, Şerif’in hizmetine girmiş oldu; Şerif onu sağkolu yaptığı ve ona büyük misafirperverlikte bulunduğu için orada sürdürdüğü yaşamı çok rahat buldu. En iyi ziyafet sofralarında Şerif’in yanında oturuyor, ava çıktığında atının yanı başında at biniyordu; böylece biraz avlanmak, biraz şahincilik, iyi yemekler yemek, kaliteli fıçılardan biralar içmek ve sabahın geç saatlerine kadar uyumak derken, ahırda durmadan beslenen bir öküz kadar şişmanladı. Her şey bu şekilde ilerlerken Şerif’in ava çıktığı bir gün, o kusursuz rahatlığını bozan bir şey yaşandı.
O sabah Şerif ve diğer birçok adamı, ava çıkmak üzere, bazı soylularla buluşmak için yola çıkmışlardı. Şerif her yerde iyi okçusu Reynold Greenleaf’i aradı, bulamayınca da canı sıkıldı çünkü Küçük John’un becerilerini soylu dostlarına göstermek istiyordu. Küçük John ise o sırada yatağında uzanmış, güneş gökyüzünün tepesine yükselene kadar hararetle horlamıştı. Sonunda gözlerini açtı ve etrafına bakındı ama kalkmak için hareket bile etmedi. Güneş pencereden içeri pırıl pırıl parlıyordu ve tüm hava, soğuk kış geçtiği ve bahar yeniden geldiği için duvarın etrafındaki hanımellerinin kokusuyla tatlanmıştı. Küçük John, bu güzel sabahta her şeyin ne kadar huzurlu ve keyifli olduğunu düşünerek öylece yatıyordu. Tam o sırada, uzaklardan belli belirsiz, ince fakat net bir borazan sesi duydu. Ses çok uzaktan geliyordu ama durgun bir çeşmeye düşen küçük bir çakıl taşı gibi Küçük John’un düşüncelerinin tüm huzurlu yanını kırdı ve ruhu birdenbire rahatsızlıkla doldu. Ruhu âdeta bir uykudan uyanır gibi oldu ve hafızası ona tüm neşeli yeşil orman hayatı anılarını geri getirdi. Kuşların bu ışıl ışıl sabahta ormanlarında nasıl neşeyle şarkı söylediklerini ve sevdiği dostlarının nasıl ziyafet çekip eğlendiklerini ya da belki de kasvetli konuşmalarla ondan bahsettiklerini düşündü. Çünkü Şerif’in hizmetine ilk girdiğinde, bunu bir şaka malzemesi olacağını düşünerek yapmıştı ama kış boyunca şöminenin sıcaklığı ve yemeklerin bolluğu, altı uzun ay geçene kadar Sherwood’a geri dönmesini günden güne ertelemesine sebep olmuştu. Ama şimdi iyi kalpli reislerini, dünyadaki herkesten daha çok sevdiği Will Stutely’yi ve tüm erkek sporlarında çok iyi eğittiği Doncasterlı genç David’i düşünüyordu. Böylece yüreğinde hepsine karşı büyük ve acı bir özlem oluştu, gözleri yaşlarla doldu. Sonra yüksek sesle şöyle dedi:
“Burada, ahırda beslenen bir öküze döndüm; tüm erkekliğim benden uzaklaşıyor, iyice tembel ve ahmak olmaya başladım. Ama derhâl kendime geleceğim ve bir kez daha sevgili dostlarımın yanına döneceğim, son nefesimi verene dek de onları bir daha asla terk etmeyeceğim.”
Böyle söyleyip yataktan fırladı çünkü artık bu tembellik hâlinden nefret ediyordu.
Aşağı indiğinde kiler kapısının yanında duran kâhyayı gördü; şişman bir adamdı ve kuşağında kocaman bir anahtar bohçası asılı dururdu. Küçük John:
“Hey, kâhya efendi! Şu an oldukça açım çünkü bütün bu keyifli sabah boyunca ağzıma bir lokma girmedi. Bu yüzden, hadi bana yemek verin.” dedi ona.
O an kâhya ona acımasızca baktı ve kuşağındaki anahtarları şıngırdattı. Şerif’in gözüne girdiği ve onun imkânlarından faydalandığı için Küçük John’dan nefret ediyordu.
“Demek açsınız, öyle mi Bay Reynold Greenleaf?” dedi. “Ah, sevgili delikanlı, eğer yeterince uzun yaşarsan, başıboş dolaşıp gereksiz uyuyanın midesinin boş olacağını öğreneceksin. Ne demiş atalarımız, Efendi Greenleaf: ‘İşleyen demir pas tutmaz.’ Öyle değil mi?”
“Seni gidi koca yağ tulumu!” diye bağırdı Küçük John. “Senden aptal bilgeliğini değil, yalnızca ekmek ve et istiyorum. Sen kim oluyorsun da beni yemek yemekten mahrum bırakıyorsun? Aziz Dunstan adına kemiklerini kırılmaktan kurtarmak istiyorsan, kahvaltımın nerede olduğunu söylesen iyi edersin!”
“Kahvaltınız kilerde, Bay Alev Topu.” diye cevap verdi kâhya.
“O zaman buraya getir!” diye bağırdı Küçük John, artık iyice sinirlenmişti.
“Git de kendin getir.” dedi kâhya. “Ben senin uşağın mıyım ki senin getir götürünü yapayım?”
“Diyorum ki git ve şu kahvaltıyı bana getir!”
“Ben de diyorum ki git, kendin getir!”
Küçük John öfkeyle:
“Öyle olsun, getireceğim, hem de hemen!” dedi.
Ve böyle söyleyerek kilere doğru yürüdü. Kapıyı açmaya çalıştı ama kapının kilitli olduğunu gördü; bunun üzerine kâhya güldü ve kuşağındaki anahtarları şıngırdattı. O an Küçük John’un öfkesi iyice taştı ve sıkılı yumruğunu kaldırarak kiler kapısına sağlam bir şekilde vurdu, üç panelli kapıyı kırdı. Öyle büyük bir açıklık yaratmıştı ki kolayca eğilip içinden geçebildi.
Kâhya, yaptığını görünce öfkeden deliye döndü. Küçük John, kilerin içine bakmak için eğildiğinde onu ensesinden yakaladı, anahtarlarıyla kafasına vurdu. Ancak bu darbe kulaklarının çınlaması ile sonuçlandı. Bunun üzerine Küçük John kâhyaya döndü ve ona tekrar öyle bir vurdu ki şişman adam yere düştü, bir daha hiç kıpırdayamayacakmış gibi orada öylece yattı.
“İşte.” dedi Küçük John. “Birine vurmadan önce iyi düşün ve bir daha asla aç bir adamdan güzel bir kahvaltıyı esirgeme.”
Böyle söyleyerek kilere girdi ve açlığını yatıştıracak bir şeyler olup olmadığına bakmak için etrafına bakındı. Büyük bir geyik etli börek ve iki kızarmış piliç gördü. Yanında da bir tabak yaban ördeği yumurtası duruyordu. Üstelik bir şişe şarap da vardı; aç bir adam için oldukça lezzetli bir manzaraydı. Bunları raflardan indirip bir masanın üzerine yerleştirdi ve iştahla tadını çıkarmaya hazırlandı.
Avlunun karşısındaki mutfakta bulunan aşçı, Küçük John’la kâhya arasındaki yüksek sesli konuşmaları ve Küçük John’un kâhyaya vurduğu darbeyi duyunca, avluyu koşarak geçip merdivenlerden yukarı, kâhyanın kilerinin bulunduğu yere çıktı. O sırada kâhya, aklını başına toplayıp ayağa kalkmıştı. Aşçı, kâhyanın kilerine geldiğinde onun, kırık kapıdan bir ziyafet hazırlığı yapan Küçük John’a, aç bir köpeğin kemiği olan bir diğer köpeğe baktığı gibi baktığını gördü. Kâhya, aşçıyı görünce yanına geldi ve bir kolunu onun omuzuna atarak:
“Ah benim sevgili dostum!” dedi. Aşçı uzun boylu, şişman bir adamdı. “O aşağılık, düzenbaz Reynold Greenleaf’in ne yaptığını görüyor musun? Efendimizin mallarını çaldı ve bana öyle bir vurdu ki öldüğümü sandım. İyi kalpli aşçı, seni çok severim, sen eski ve sadık bir hizmetkâr olduğun için her gün efendimizin en iyi şarabından iyi bir kâse vereceğim sana. Ayrıca, sevgili aşçı, sana hediye olarak verebileceğim on şilinim de var. Ama Reynold Greenleaf gibi aşağılık bir sonradan görmenin bu kadar cüretkâr davrandığını görmekten sen de nefret etmiyor musun?”
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
13 şilin ve 4 peniye eş değer bir İngiliz ve İskoç para birimi. (ç.n.)
2
Adam Bell, Clym of the Clough ve William of Cloudesley kuzey bölgesinin üç meşhur okçusu idi ve isimleri pek çok eski zaman efsanelerinde geçerdi. (ç.n.)
3
Küçük, ekşi elmalar. (ç.n.)
4
91,4 santimetrelik İngiliz uzunluk ölçüsü birimi. (ç.n.)
5
Maaşsız köleler. (ç.n.)
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
Всего 10 форматов