
Полная версия:
Modern Seyahatname
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dini ve özellikle İslamiyet’i kötüleyen çok sayıda kitap Ruslar tarafından Kazak Türkçesi’ne çevirttirilerek insanlara zorla okutuldu. Önceleri Arap Alfabesi’ni kullanan Kazaklar, Rusların zorlamasıyla 1929 – 40 yılları arasında Latin, 1940’tan sonra da Kiril Alfabesi’ni kullandılar. Rusların amacı, tıpkı öteki Türk topluluklarında olduğu gibi Kazakların da geçmişle olan bütün bağlarını koparmaktı.
Kazak Türkleri; Türkçe’nin başlıca Kazakistan, Doğu Türkistan, Moğolistan, Kırgızistan ve Özbekistan’da kullanılan Kıpçak Dil Grubu’na dâhildirler. Her şeye rağmen Rusların dil üzerinde kurdukları baskı istenen sonucu vermedi. Kazakların en güzel edebî eserleri yine halkın en çok kullandığı Kazak şivesi ile yazıldı. Çokan Velihanov ve Abay Kunanbay gibi yazarlar bugün bizleri de heyecanlandıran eserlerini bu şîve ile yazdılar.
Abay Kunanbay, Kazakları göçebe hayattan uzaklaşarak yeni meslekler edinmeleri konusunda teşvik ediyordu. Şiirleri halk tarafından Kazak bozkırlarında ezbere okunuyordu. Fikirlerini hem şiirle hem de yazı ile duyurdu. 1800’lü yılların sonlarında yaşadı ama yıllar sonra bile şiirleri her yerde söyleniyor.
Abay Kunanbay’ın şiirinden bir örnek:“Allah’ın özi de ras, sözi de rasRas söz eş vakıtta çalgan bolmaş.Köp kitap keldi Alla’dan, onın törti,Alla’nı tanıtuvga sözi ayrılmas.(Allah’ın kendisi de gerçek, sözü de gerçekGerçek söz hiçbir zaman yalan olmaz.Çok kitap geldi Allah’tan; onun dördüAllah’ı tanıtırken sözü ayrılmaz.)*Mahabbatpen jaratkan adamzattıSen de süv Alanlı janan tettiAdamzattın berin süy bayrım depJane Hak joli osı dep ediletti.(Allah insanı muhabbetle yarattığı içinSen de O Allah’ı canından tatlı sevİnsanların hepsini “kardeşim” diye sevHak yolu budur diye adaleti gözet.)“Mal cutaydı, öner cutamaydı” yani, “Mal tükenir, sanat tükenmez” diyen Kunanbay’ın pek çok sözü Kazakistan’da ve Türk Dünyası’nda birer darb-ı mesel gibi söylenmekte, insanlığa ışık tutmaktadır. İşte onlardan birkaç örnek:
*Kötü arkadaş – gölgedir. Başına talih kuşu konarsa ondan kaçıp kurtulamazsın, başına bir felâket gelirse de arayıp bulamazsın!
*Bütün insanoğlunu rezil eden üç şey vardır. Onlardan kaçmak gerekir: Önce cahillik, ardından üşengeçlik, üçüncü olarak da zalimlik!
* İnsanoğlu insanoğlundan akıl, ilim, ar, huy denen şeylerle üstün olur.
Dünyada en çok Başkent değiştiren ülkelerden biri olan Kazakistan, 16 Kasım 1991’de bağımsızlığını ilan ettikten sonra yeni ve modern bir şehir kurarak başkenti 1998 yılında Alma-Ata’dan Astana’ya taşıdı. Tıpkı öteki Türk Cumhuriyetlerinde olduğu gibi, Kazakistan’ın bağımsızlığını ilk tanıyan ülke yine Türkiye Cumhuriyeti oldu.
Türk Dünyası’nın ünlü düşünürü olan ve Anadolu’nun Türkleşmesinde önemli rol oynayan Ahmet Yesevî’nin türbesi Kazakistan’ın Türkistan şehrinde bulunuyor. O, “Sabahları kulağıma nida geldi/Zikret dedi, zikrini deyip yürüdüm işte,/Aşksızları gördüm ise, yolda kaldı;/O sebepten aşk dükkânın kurdum işte” diyerek yola çıkmış ve bir ekol, bir yol gösterici olarak güneş gibi parlamış, erenleri, öğrencileri dört bir yana dağılıp ışığını yaymışlardı.
Hep niyetimizde olmasına rağmen Kazakistan’a gitmek bir türlü nasip olmamıştı. “Her şerde bir hayır” aranır ya, bizimki de öyle oldu…
2016 Mayıs’ında Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi Havaalanı’nda tam on saat bekletilip, Türk Ocaklı oluşumuz gerekçesiyle “Derhal ülkemizi terk etmeniz gerekiyor” denilince Dışişleri Bakanlığımızı ve ilgili birimleri aradık ama ilgi de gösterilmesine rağmen sonuç alınamayınca çareyi dost ve kardeş ülke Kazakistan’a gitmekte bulduk. Allah’tan akşam saatlerinde Almatı’ya uçak vardı.
Almatı Başkonsolosluğumuz durumdan haberdar edildiği için havaalanına inişimizden itibaren adeta şeref konuğu gibi karşılandık ve ağırlandık. Önce Konsolos Yardımcısı Sayın Altay Alper, ardından da Başkonsolos Rıza Kağan Yılmaz otele gelip “Hoş-geldiniz” dediler ve derdimizi paylaşıp teselli ettiler. Ertesi gün için de program yapmışlardı. 30 saatten beri ayakta idik ve tahmin edileceği üzere bu moralle deliksiz bir uyku çektik.
Sabah kahvaltısından sonra genç ve dinamik Konsolos Yardımcısı Altay Alper Bey bize güzel bir şehir turu attırdı. Öğle sonrası Başkonsolosumuz Rıza Kağan Yılmaz Bey nezih bir lokantada muntazam bir yemek ikramında bulundu. Yemeğe muhterem eşleri ve ikiz çocukları Batu ile Duru’nun da katılması bizi gerçekten duygulandırdı. Daha sonra Kök Tepe’den Almatı şehrini seyrettik ve en güzeli, en anlamlısı, çocukluğumuzdan beri hayallerimizi süsleyen Tanrı Dağları’nı, Ala Dağları, Altayları doya doya seyrettik, resimler çektik, çektirdik. Hele, 70’lik delikanlı Prof. Dr. Ramazan Demir Hocam benim ak saçlarımla Tanrı Dağlarını birleştiren bir resmimi çekti ki her şeye değer. Görenler bu resmi fotomontaj sanabilirler ama gerçeğin ta kendisi. Bizler, “Tanrı Dağı Kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslüman” olduğumuzu haykıra haykıra büyümüştük ve işte o tablo: Ben, Almatı Kök Tepe’de Tanrı Dağları’nın en güzel fotoğraf karesini yakalamaya çalışırken bir de ne göreyim; bir Kazak kadını biraz aşağıdaki çimler üzerinde namaz kılıyor… Ağaçlar kapattığı için Tanrı Dağları ile ikisini aynı kareye almam mümkün olmadı ama o kardeşimizin huşu içinde kıldığı namazı tam da rükû halinde yakalamayı başardım.
İnsan yurt dışında, vatanından uzakta olduğu anlarda Devletini de yanında görmek istiyor. Vatandaşına tepeden bakan pek çok elçilik, konsolosluk, diplomatlık hikâyesi dinlemişizdir. Ben, Moğolistan’ın başkenti Ulanbatur’daki Büyükelçimiz Murat Karagöz ve Almatı Başkonsolosumuz Rıza Kağan Yılmaz’la Yardımcısı Altay Alper’in şahıslarında özlemini duyduğumuz diplomat resmini gördüm ve çok mutlu oldum. Atayurtlarımızı ziyaret edip fırsat bulunca oralarda yaşayan kardeşlerimizle dertleşmekten başka gayesi olmayan bizlere kucak açtılar ve 10 saatlik Çin zulmünü unutturmaya çalıştılar. Üstüne üstlük ertesi gün sabaha karşı saat tam 04’te otelimize gelen Altay Bey bizi Almatı Havaalanı’na kadar götürdü ve son arkadaşımız uçağa geçene kadar da oradan ayrılmadı.
Almatı’ya kadar gitmişken elbette Çimkent’e, oradan da Türkistan’a uzanıp Yesevi hazretlerini ziyaret etmek gerekirdi ama başımıza gelen bunca işten sonra cesaretimiz kırıldı, gidemedik. O, bir Hikmet’inde, “Bismillah deyip beyan ederek hikmet söyleyip/Talep edenlere inci, cevher saçtım ben işte…” diyordu. Biz de talepkardık ama niyetimiz halis olmasına rağmen ulaşamadık. Bakalım gelecek günler, aylar ve yıllar ne gösterecek!

Almatı’da Turan Üniversitesi

Almatı’nın Sembolü

Astana

Kazak Çadırı

Havadan Seyhun… Türk’ün Ortaasya’daki imzası gibi

Aral Gölü kuruyor

Tanrı Dağları’nın gölgesinde Namaz

Hoca Ahmet Yesevi Camii
ÖTÜKEN’E YOLCULUK
Moğolistan’da…

BOZKIR İMPARATORLUKLARININ MERKEZİNDE
“Ey Türk – Oğuz Beyleri, milleti, işitin: Yukarıda gök çökmese, aşağıda yer delinmese; Türk Milleti, ilini töreni kim bozabilir? Ey Türk Milleti, titre ve kendine dön!” (Bilge Kağan)
Bu sözü işiteli yıllar olmuş, gençliğimizde bize bir dinamizm kazandırmıştı ama sanki bir slogan olmaktan öte de götürememiştik. Oysa bu hitapta geçen üç kelime her şeyi özetliyordu: “Titre, kendine dön!”
Ne öyle içten titreyebildik, ne de bunca ikazımıza rağmen muhataplarımızı titretip kendilerine getirebildik. Yaş kemale erip saçlara aklar düştüğünde ise ecdadımızın ortaya çıktığı toprakları ve coşkun bir sel gibi akıp dağıldığı diyarları gezip dolaşmaya başladık. Kısacası, -neden sonra da olsa- felek gençliğimizin hayallerini süsleyen, bir aşk ve sevda gibi benliğimizi saran diyarları gezdirerek ehli dil olanları dilşad etmişti.
Buna bir iman tazelemek mi denir bilmiyorum. Belki de imkân meselesidir ama ben Allah’ın bir vesile yaratıp gönlüme göre verdiğine inanıyor ve kendimi çok şanslı hissediyorum. Çünkü biz o yerlere sevdalı isek karasevdalı olup Kürşadların, Yamtarların, Bögü Alpların, Almılaların; kısacası o toprakların romanını; Bozkurtları yazan Atsız, “Vatan ne Türkiyedir Türklere ne Türkistan, vatan büyük ve müebbed bir ülkedir; Turan” diyen Ziya Gökalp, Kırk yiğit arkadaşıyla birlikte Çin Ordusu’na kafa tutan Kürşad’ın hikâyesini destanlaştıran Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Türk gençliğini milli şuurla donatıp milletimizin kızıl emperyalizme kul olmasının önüne geçen Başbuğ Türkeş ve daha 17 yaşında olduğu bir sırada Turan yolculuğuna çıkmışken Van’dan geri çevrilen Galip Erdem’le daha nice Türklük sevdalısı bu imkânı bulamadan göçüp gittiler. Şu feleğin işine bakın ki, “Yollara Kürşadlar uzanmış, ölü…/Ağlasın Akülke, ağlasın Sütgölü!/Yiğitlerim uyur gurbet ellerde…/Kimi Semerkant’ta bekler beni,/Kimi Caber’de./ Caber yok, Tiyanşan yok, Aral yok/Ben nasıl varım?/ Ağla, ey Tanrı Dağlarından/İndirilmiş Tanrım!” diye ağıtlar yakan Arif Nihat Asya da o diyarlara hasret gitti. Biz oralarda onları da yâd ettik. Hele hele Ötüken Coğrafyası’ndan geçerken, Orhun Nehri’ni doya doya seyredip serin sularında yıkanırken Atsız üstadın Kürşad Marşı’nı dilimizden düşürmedik: “Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz/Çünkü bu yol kutludur, gider Tanrı Dağı’na…”
Evet, Tanrı Dağı’na gidiyorduk. Atalarımızın oralardan buralara atla geçtikleri binlerce kilometrelik yolu uçakla gitmemize rağmen on saat süren hava yolu bile çetindi ki, kara yollarında nelerle karşılaşacağımızı daha sonra görecektik. Azerbaycan ve Kazakistan üzerinden Manas ve Abdulkerim Satuk Buğra Han diyarı Kırgızistan’a doğru süzülürken, kardeşlerimizin Çin esareti altında bulunduğu Doğu Türkistan’ın Başkenti Urumçi’yi selamlarken Ağustos ayının son günlerinde bile başı karlarla buzlarla kaplı olan Tanrı Dağları ile karşı karşıya gelmek içimizde ne büyük heyecan fırtınaları estirdi bir bilseniz!
Türk Hava Yolları’nın o kırmızı beyaz arması sanki Tanrı Dağları ile aynı hizada idi ve çok güzel bir manzara oluşturuyor, duygu selimizi kabartıyordu. Pilotumuz da kumandası altındaki uçağa o dağları doya doya seyredelim diye pozisyon aldırıyor gibiydi…
***Bir kalemde Tanrı Dağları’nın zirvesine çıkıverdiğim için okuyucuların heyecanımı bağışlayacaklarını umuyorum. Yolculuğumuz 27 Ağustos 2014 günü saat 19.05’te Türk Hava Yolları’nın Bişkek üzerinden Moğolistan’ın Başkenti Ulanbatur’a giden uçağıyla başlamıştı ve on altı kişilik bir gruptuk. Yaklaşık 4,5 saat sonra Bişkek’te Manas Havaalanı’na indik. O sırada Türkiye’de gece yarısı, Atayurdunda ise sabahın seher vaktine giriliyordu. Ben aynı yılın Nisan ayı sonlarında da organizatörümüz Kadir Tosun arkadaşım başta olmak üzere grubumuzda bulunan birkaç arkadaşla birlikte Bişkek’e gelmiş ve bu Manas, Abdülkerim Satuk Buğra Han ve Cengiz Aytmatov diyarını doya doya gezip Issıggöl’de geçmişi yâd etmiştik. Şimdi ise yalnızca bir mola veriyorduk. Nitekim bir saat sonra yeniden havalandık ve Moğolistan’a doğru yol aldık.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
Всего 10 форматов