
Полная версия:
Modern Seyahatname
Tavsiyeye uyarak bahar aylarında yeniden müracaat etme niyetim olsa da git-geller içindeydim. Ya bir olumsuz cevap daha alırsam! Sonunda, Türkmenistan’a olan sevgi ve özlemim baki kalmak üzere o güzel ülkenin basiretsiz bürokrasisine bir tepki olarak gitmekten -daha doğrusu- gidebilmek için yeni bir müracaatta bulunmaktan vazgeçmiştim ki, daha önce İran seyahatine çıktığım şirketten aradılar ve Türkmenistan’a vize alabileceklerini, 2015 Kasım ayı başları için organizasyon yaptıklarını bildirdiler. Bu işin kolay olmadığını ve konu ile ilgili olarak başımdan geçenleri anlatmama rağmen oldukça iddialı idiler. Belirledikleri tarihler için vize alamayınca işin zorluğunu anladılar ama onlar da benim gibi “inatçı” idiler. Yaptıkları görüşmelerden sonra Kasım 2015 sonları için yeni bir tarih belirlendi ve beklemeye koyulduk. Derken, hareket tarihine 4 gün kala malum haber geldi: “Türkmenistan’da at şenlikleri olduğu için dışarıdan turist kabul etmiyorlarmış. Onun için seyahat iptal edildi!” Hayret ki ne hayret!…
Ekim ayı sonlarında Garaşsızlık (Bağımsızlık) Bayramları olur, turist kabul etmezler, Kasım ayında At Şenlikleri olur, dışarıdan gelecek olanlara göstermezler. Yani kendileri çalıp kendileri oynamayı çok seviyorlar vesselam. Daha önce de yazdığım gibi başka ülkeler turist çekebilmek için adeta dokuz takla atarlarken Türkmenistan’ın tutumunu anlamak mümkün değil. Avrupa ülkeleri, Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Moğolistan -hatta Suriye krizi çıkana kadar- Rusya bile bizi kabul ediyor, oralarda dilediğimiz gibi geziyoruz ama Türkmenistan’a gidebilmek için kırk dereden su getirmemiz isteniyor; olacak iş değil! Türkmenistan’daki kardeşlerimizin hiçbir kabahatleri yok ama yöneticilerinin tutumlarından dolayı onlardan ve o diyarda medfun bulunan Sultan Alparslan’ın, Sultan Sencer’in ruhlarından özür dileyerek bu ülkeye seyahat planlarımı gündemden çıkarıyorum demiştim ki, Şubat ayı başlarında bir seyahat firmasından telefon geldi. Türkmenistan’da irtibat halinde oldukları firma, 2017 Nevruz Şenlikleri için 16 kişilik davetiyeleri olduğunu ve organize ederlerse kesin olarak götürebileceklerini ifade etmişler. Onlar da beni aradı, çoğu yeşil pasaportlu olarak grup tamamlandı ve müracaatlar yapıldı. Ancak hareket gününden iki gün öncesine kadar bir türlü netlik kazanmadı. Dolayısıyla uçak rezervasyonları iptal edilmiş, resmi kurumlarda çalışanlar izin alamamışlardı ve günlerden Cuma, saat 17.00 idi. Yani yorgunu yokuşa sürmek diye buna denirdi işte ve biz Türkmenistan’a yine gidemedik. Bu satırları, konunun ne kadar önemli olduğunu vurgulamak ve iki ülke arasındaki devlet ve siyaset adamlarının artık bir çözüm bulmalarının şart olduğunu dile getirmek için yazıyorum vesselam… Türk Dünyası aşkım galebe çaldığı için “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk Dünyası” için “Hayaller, Hatıralar ve Gerçekler”i konu alan kitabımda Türkmenistan’a yer vermeden geçmiyor; “İnadına Türkmenistan” diyorum.
Bürokrasiye İnat Türkmenistan
Bu güzel ve şirin ülke, Orta Asya’da Türklüğü devletin resmî adı olarak yaşatan tek devlet… Ülkenin kuzeyinde Kazakistan, doğusunda Özbekistan, güneyinde İran ve Afganistan, batısında ise Hazar Denizi bulunuyor. Dünyanın en büyük kum çöllerinden biri olan Karakum Çölü Türkmenistan’ın tam ortasında bulunuyor ve neredeyse ülke topraklarının üçte ikisini kaplıyor.
“Türkmen” adı ilk olarak 8. yüzyılda yazıldığı anlaşılan bir mektupta geçmekle birlikte yaygın olarak 11. yüzyıldan sonra batıya göç eden Müslüman Oğuzlar için kullanıla geldi. Bu ad günümüzde Türkmenistan Cumhuriyeti’nde yaşayanlarla Irak, İran, Suriye ve Anadolu’daki Türkmen boylarına mensup soydaşlarımız için kullanılmaktadır. Bugün ülkemizde “Yörük” adıyla anılan Türkmenler Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşunda olduğu gibi Anadolu’nun Türkleşmesinde de önemli rol oynadılar. Anadolu Selçukluları döneminde göçebelikten yerleşik hayata geçen Türkmenler “tımar” ya da “ikta” sisteminin özünü oluşturuyorlardı. Ordularını Türkmen gençlerinden seçtikleri askerlerden oluşturan Anadolu Selçukluları onları ve oymaklarını toprak vererek sınır boylarına (uç) yerleştiriyorlardı. Bizanslılara ve öteki Haçlı saldırılarına karşı devleti koruyan güçler onlardı.
Türkmenler Anadolu Beylikleri döneminde de etkin bir güç olarak varlıklarını sürdürdüler. Osmanlı Beyliği’nin nüfus temeli yine Türkmenlerden oluşuyordu.
Türkmen Türkçesi; Azerbaycan, Türkiye ve Horasan Türkçeleriyle birlikte Türk Dili’nin Oğuz Lehçesi grubunu oluşturmaktadır.
Bağımsız Türkmenistan’ın ilk Cumhurbaşkanı Saparmurat Niyazov (Türkmenbaşı), kaleme aldığı Ruhnâme adlı kitapta Türkmenlerin tarihi ve bu kelimenin anlamı hakkında şu bilgileri veriyor:
“Ademoğlu’nun yaratıldığı günden bu yana Yüce Allah Türkmen Milleti’ni büyük ve zor imtihanlardan geçirdi. Benim halkım o sınamaların hepsinden de yüzünün akıyla çıkmasını bildi. Kökü ta beş bin yıl öncesine, milletimizin başı Oğuz Han’a dayanan Türkmen halkı doğuda Hindistan’dan, batıda Akdeniz’e kadar uzanan coğrafyada ortaya çıkan dünya değerlerinin hepsine katkıda bulundu.
Türkmen halkının Nuh Aleyhisselam’a kadar uzanan büyük tarihî geçmişi var. Nuh Aleyhisselam, oğullarından Yafes’in soyuna yurt olarak Türkistan iklimini verdi. Yüce Tanrı Türkmen’e doğurganlık verdi; çoğaldıkça çoğaldı. Tanrı ona iki özellik verdi: Ruh yüceliği ve cesaret…. Yolunu aydınlatacak bir ışık olarak da onun gönlüne ve zihnine feraset meşalesini koydu. Bundan sonra bu kullarına genel bir isim verdi: Türk-İman. Türk, “asıl”, İman, “nur” demektir. Buna göre Türk-İman yani Türkmen şu anlama gelir: “Aslı nurdan.” Türkmen adı dünyada işte böyle türedi.”
Kafkasya’yı Hazar üstünden Orta Asya’ya ve İran’a bağlayan stratejik ticarî yol Türkmen topraklarından geçtiği için Çarlık Rusyası; bölgeyi ele geçirmek istiyordu. Bağımsız Türkmenistan’ın Orta Asya’daki öteki Türk gruplarının bağımsızlık isteklerini kamçılaması da Rusların bir an önce hareket etmelerinde etkili oldu. Sonuç olarak, Türkmenistan’ın Ruslar tarafından başlatılan işgal harekâtı 1884’de tamamlandı.
Başta Cüneyt Han olmak üzere Ruslara karşı başlatılan bağımsızlık hareketleri ne yazık ki başarılı olmadı ve Ruslar öteki Türk bölgelerinde olduğu gibi Türkmenistan’da da hâkimiyetlerini kurmuş oldular. 1917 yılında gerçekleşen komünist ihtilalden sonra da durum değişmedi. 14 Ekim 1924 tarihinde Türkmen Sosyalist Cumhuriyeti kurularak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’ne dâhil edildi.
Türkmenleri Ruslaştırma hareketleri 1960 ve 1970’li yıllarda bütün hızıyla devam ediyordu. Bu yıllarda TKP’nin başına Muhammed Nazar Gapurov gibi Moskova’ya sadık, milliyetçi hareketlere ve aydın çevrelere baskı uygulayan yöneticiler getirildi. Türkmenistan’da 1917’de yaklaşık 500 camii bulunurken SSCB döneminde ülkedeki camiler kapatıldı, sünnet törenleri ile cenazelerin İslamî esaslara göre defnedilmesi yasaklandı.
Türkmen aydınları çocuklarına resmi ad olarak bir Rus adı takmak zorunda kalmalarına rağmen her çocuğun aile ve akraba çevresinde kullanılan Türkmen Türkçesi veya İslam kökenli bir adı daha bulunuyordu. Türkmenistan’ın bağımsızlığı sonrası resmî Rus adları hızla terk edilerek aile içi kullanılan adlar resmi ad oldu.
1985 yılında M. Gorbaçov’un Açıklık (Glasnost) ve Yeniden Yapılanma (Perestroyka) politikası sonucu SSCB’de düzenin yüksek sesle eleştirilmeye başlanması sonrasında TKP’nin Moskova yönetimini küstürmeden halka daha yumuşak davrandığı görüldü. Bu yumuşama içinde 1989 yılında Türkmenistan hükümeti aldığı kararla Türkmen dilini Rusça ile birlikte cumhuriyetin resmi dili haline getirdi. Bu karar Türkmen Türkçesinin devlet dili olması için atılan ilk adım olmasından dolayı büyük önem taşımaktadır.
Türkmenistan, 27 Ekim 1991 tarihinde yapılan referandum sonucu bağımsızlığını ilan etti ve bağımsızlığını ilk tanıyan ülke yine Türkiye Cumhuriyeti oldu.
Türkmenistan Cumhuriyeti’nin başkenti olan Aşkabad, Hazar Denizi’nin doğusunda bulunan Karakum Çölü’nün güneyinde; Türkmenistan ile İran arasında uzanan Kopet dağ silsilesinin kuzey eteklerinde ve sınırdan 30 kilometre içerde yer alıyor. 19. yüzyıl sonlarına kadar halkını Teke Türkmenlerinin oluşturması sebebiyle “Ahal Teke” adıyla anılan bu şehir vâhâlar bölgesinin beş yüz çadırlı en önemli obası idi.
Aşkabad, bugün bir ticaret, sanayi, kültür ve sanat kenti durumunda. Sovyetler döneminde, öteki Türk Cumhuriyetlerinde de olduğu gibi ülkenin bütün kaynakları Rusya’ya akıtılıyordu. Cumhurbaşkanı Türkmenbaşı, “Ruhnâme” isimli eserinde bu konuda şunları yazıyor:
“Ey Türkmen!
SSCB döneminde neredeyse dilini yitirecektin. Rusça’yı bilmiyorsan seni ne okula, ne işe alıyorlardı. Dinini, örf ve âdetlerini unuttun. İktisadî açıdan en geri kalan ülke idin. Milletimiz köyler ve şehirlerde kötü şartlarda yaşadı. Evet… Ak saçlı ihtiyarlarımızın gençlere bunları anlatması şarttır.
Türkmenistan, SSCB hazinesine her sene 10 – 18 milyar USD’lik gelir (petrol, gaz, pamuk, kimyasal ürünler) sağlıyor, geriye 1 milyon USD bile dönmüyordu. Üstelik bu dönemde manevî değerler yitip; gayri meşru kazanç, namussuzluk, hayâsızlık, güvensizlik, sahtekârlık sıradan bir durum haline gelmişti…”
“…Türkmen millî ruhunun 5. altın çağı (bağımsızlığın ilan edildiği) 1991 yılının 27 Ekim günü başlar.
Aslında Allah Teâlâ bizim milletimizin alnına ilginç bir kader yazmış: Her bin yılın başında Türkmen ruhu yeniden yükseliyor. İşte, üçüncü bin yılın başında aynısı tekrarlandı. Tanrı, Türkmen’e tarihî yaratıcılık ilhamını verdi. Bu çağ, Türkmen ruhunun olgunluk çağıdır.”
Türkmenbaşı’nın işaret ettiği Türkmen ya da Türk Ruhu yükselişini sürdürüyor. Bugün Türkmenistan; yıllarca aynı kaderi paylaştığı Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan ve Özbekistan gibi gelişiyor, güçleniyor. Aşkabat’ı bağımsızlığın ilan edildiği yıllarda ve hatta on yıl sonrasında görmüş olanlar bugün gittiklerinde tanıyamıyorlar. Gelişme, modernleşme bütün hızıyla sürüyor. Türkmenler Rusların yıllarca sömürdüğü yer altı kaynaklarını artık kendileri kullanıyorlar. Onun için devlet; doğalgazı, elektriği milletine parasız veriyor. Kısacası Türkmenistan, Atayurdumuzda varlığını sürdürüyor ve geleceğe umutla bakıyor.
Aşkabat, Âşıklar Şehri…
“Âşıklar Şehri” demek olan başkent Aşkabat, Kopet Dağları’nın eteklerinde ünlü Karakum Çölü’ne inat modern bir şehir olarak büyüyor, gelişiyor. Geniş ve düzgün caddeleri, meydanları, park ve bahçeleriyle çekim merkezi olmaya devam ediyor.
Aşkabat’ın çevresi tarihi eserlere sahiplik ediyor. Başkentin 10 kilometre doğusunda, Ebu’l Kasım Babür tarafından yaptırılan ve yaklaşık 600 yıllık bir geçmişi olan bir caminin de bulunduğu Anov Harabeleri, 7 kilometre batısında ise Nusay şehir kalıntıları var. Yine başkent yakınlarında bulunan Kıpçak Köyü’nde ilk Cumhurbaşkanı, Sefer Murat Türkmenbaşı’nın Anıt Mezarı ile muhteşem görünümlü Kıpçak Camii var. Aşkabat’a 50 kilometre mesafedeki Göktepe ise kalesi, müzesi ve camii ile görülmeye değer.
Türkmenistan, dünyada “At Bakanlığı” olan tek ülke olma özelliğine de sahip. Çünkü dünyaca meşhur Ahalteke Atlarının korunup kollanması, nesillerinin sürdürülmesi gerekiyor. Orta Asya coğrafyasının öteki örneklerinin aksine Türkmenistan’da ata duyulan saygıdan olsa gerek at eti yenmiyor, kımız içilmiyor.
Aşkabat’ta görülmeye değer yerlerden biri de, Orta Asya’nın en büyük açık pazarı olma özelliği taşıyan ve Türkiye’den bir inşaat firması tarafından yapılan yaklaşık bir milyon kilometre kare üzerine kurulup haftanın yedi günü açık olan Çöl Pazarı. Burada her türlü alışveriş yapılabiliyor. Hediyelik eşya ve ünlü Türkmen halılarından almak isteyenlerin uğrak yeri. Türkmenistan’a gelen devlet adamları da bu pazara uğramadan geçemiyorlar.
Selçuklu İmparatorluğu’nun Başkenti Kadim Merv
Şimdilerde “Bayram Ali” diye de adlandırılan Kadim (Eski) Merv bilindiği üzere Selçuklu İmparatorluğu adıyla hüküm süren Oğuz Türklerinin İran, Irak, Suriye ve Anadolu’ya dalga dalga yayıldıkları merkez. 1055 yılında Bağdat’a giren Tuğrul Bey, kazanılan nice zaferlere komutanlık eden Çağrı Bey ve 1071’de kazandığı Malazgirt Zaferi ile Anadolu’nun Türk yurdu olmasını sağlayan Sultan Alparslan’ın ayak bastıkları, karargâh kurup geleceği planladıkları diyarlar insanı nasıl heyecanlandırmaz ve görebilmek için nasıl sabırsızlandırmaz ki! Hele hele Türklüğün ve İslamiyet’in büyük hizmetkârları olan Çağrı Bey’le Sultan Alparslan’ın, Sultan Sencer’in mezarlarının da oralarda bir yerlerde olması Türkmenistan’a gitmek için yeterli sebep değil midir? Tuğrul Bey’in türbesini İran’da, Tahran yakınlarındaki Rey’de gece yarısı ziyaret etmek kısmet olmuştu ama Türkmenistan bana kapılarını açmadığı için Merv’e gidemiyorum. İnşaallah bu sitemlerim muhataplarına ulaşır da Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Türkmenistan Cumhuriyeti Devleti bir an önce konuyu görüşerek iki ülke vatandaşları -daha doğrusu kardeşler- arasındaki gidiş gelişleri kolaylaştırırlar.
Neyse ki Kırgızistan, Özbekistan ve Moğolistan gezilerimizi organize eden, o gezilerde yol arkadaşlığı da yaptığımız Kadir Tosun daha önce Türkmenistan’a gidip gezmiş, üstelik Türkiye – Türkmenistan Dostluk Derneği Başkanlığı da yapmıştı. O’nun “İran’dan Turan’a” adıyla yayınladığı kitapta yer alan Türkmenistan notlarından da faydalanarak bu bölümü tamamlamaya çalışacağım.
Merv’de ilk çağlardan buyana farklı dönemlerde özellikle kerpiçten yapılmış kale ve köşklerden kalan izlere rastlanıyor. Bunları Bayram Ali Han Kale, Abdullah Han Kale, Ulu Kız Kale, Küçük Kız Kale ve Melikşah döneminde yapılan Sultan Kale olarak sıralayabiliriz. Çevrede ayrıca Yusuf Hemadani Külliyesi, Gâvur Kalesi ve Erk Kalesi gibi yapılar bulunuyor. Asıl adı Ebû Yakûb Yûsuf Hemadanî olan Yusuf Hemadani önemli din bilginlerinden olup Ahmet Yesevi’nin de hocasıdır. Geniş bir alana yayılan ve surlarının çoğu yıkılmış olup adeta Kadim Merv şehrini kuşatmış olduğu anlaşılan Sultan Kale, Sultan Sencer’in türbesini de içinde barındırdığı için ayrı bir öneme sahip. Sultan Alparslan’ın torunu ve Sultan Melikşah’ın oğlu olan Sultan Sencer 1157 yılında vefat edince burada kendi yaptırdığı türbeye defnedilmiş. Sultan Sencer’in mezarı, devletimiz tarafından restore edilen türbenin ortasında bulunuyor. Kadim Merv’deki kaleler/köşkler kerpiç/toprak yapılar olduğu için büyük ölçüde yıpranıp harabe haline gelmiş ve geniş çaplı restorasyonla ayağa kaldırılmayı bekliyor.
Sultan Sencer’in türbesinin bilinmesi akla hemen Sultan Alparslan’la babası Çağrı Bey’in mezarlarını getiriyor. Ancak ne var ki bu konuda ihtilaf var. Malazgirt Zaferi sonrasında 1072 yılında Merv’e dönüşünde bir suikasta kurban giden Sultan Alparslan, Eski Türk Tarih Kurumu Başkanı olan MHP Milletvekili Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun tarihi kaynaklara ve yerinde yaptığı incelemelere dayanarak 2009 yılında yaptığı tespitlere göre, babasının yanı başına defnedildi. Bu tespite göre baba – oğlun mezarları, orada bulunan ve TİKA tarafından restore edilen Sahabe’den Al Hakem Gıfari ve Bureyda Al Aslami’nin medfun bulundukları türbelerin yakınında bir yerde bulunuyor.
Köhne ÜrgençÖzbekistan seyahatimiz sırasında, Hive Hanlığı’nın merkezine yakın bir yerde kurulan Yeni Ürgenç’i görmüştük ama aklımız asıl tarihi öneme sahip olan Köhne (Eski) Ürgenç’te kalmıştı. Köhne Ürgenç, Amuderya (Ceyhun) Nehri’nin güney kıyılarında, Taşoğuz ilinde yer alan ortaçağ harabelerine verilen ad ve bir zamanlar bölgede hüküm süren Harzemşahların başkenti. Dolayısıyla her karış toprağından tarih fışkırıyor: Necmeddin-i Kübra (Cuma) Mescidi ve Türbesi, Törebek (Turabek) Hanım Türbesi, Seyyid Ahmet Türbesi, Kutluk Temir Minaresi, Sultan Tekeş Medresesi ve Türbesi, Kırk Molla Kalesi, Fahrettin Razi Türbesi ve Sultan Ali Türbesini tarihi eserlerin başlıcaları arasında saymak mümkün.
İlim tahsili için birçok İslam beldesini dolaşıp önde gelen âlimlerinden ders alan ve asıl adı Ahmed olan “Necmeddin-i Kübra” Köhne Ürgenç ve civarında öğrenciler yetiştirip İslam ilimleri üzerine eserler veren bir zattır. O’nun adına yapıldığı anlaşılan Cuma Camii de Köhne Ürgenç’te ilk göze çarpan eserlerden biri.
Orta Asya coğrafyasının en yüksek minaresi olarak bilinen Kutluk Temir Minaresi’nin 84 metre olarak yapıldığı ancak üst bölmesinin yıkılmasıyla 64 metrelik bir bölümünün kaldığı ifade ediliyor. Minarenin böylesine yüksek yapılmasının iki sebebi varmış: Ezan sesinin daha uzaklara ulaştırılabilmesi ve çölde yolculuk yapan ticaret kervanları için işaret ve gözlem yeri olarak görev yapması.
Törebek ya da Turabek Hanım, Altınordu Sultanı Özbek Han’ın kızı ve Ürgenç Emiri Kutluk Temir’in hanımı imiş. Kutluk Temir, 1336 yılında katıldığı bir savaşta ölünce Turabek Hanım tahta çıkmış on yıl saltanat sürmüş. Ölünce çok sevdiği köşkünün içine defnederek türbe haline getirmişler.
Ürgenç’te bulunan önemli eserlerden biri olan Fahreddin er-Razi Türbesi’nin, Rey’de doğup 1210 yılında Herat’ta vefat eden ancak bir ara Ürgenç’te bulunan büyük İslam Âlimi adına yaptırılan bir Makam Türbesi olduğu sanılıyor.
Türkmenistan İçin Sonuç:Büyük Türk Tarihçisi Prof. Dr. Osman Turan, “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi” isimli eserinde, Sultan Alparslan’ın suikasta uğradıktan sonra ölüm döşeğinde iken söylediklerini şöyle nakleder:
“Bir tepe üzerine çıktığımız vakit ordumun azametinden ve askerlerimin çokluğundan altımda yerlerin titrediğini hissediyor ve kendi kendime, ‘Ben dünyanın Hükümdarıyım; hiçbir kuvvet bana karşı çıkamaz; bu ordu ile Çin’i de fethederim’ diyordum. Bu gurur yüzünden bu duruma düştüm. Hâlbuki her sefere çıktığımda daima Allah’tan yardım dilerdim.”
Yine aynı eserde belirtildiğine göre Alparslan’ın oğlu Sultan Melikşah da kurdukları ilim ve irfan yuvasının amacını şöyle açıklıyordu: “Biz Nizamiye Medresesi’ni bir mezhebi korumak için değil, ilmi yükseltmek maksadı ile kurduk. Mezhepler arası bir ayırım istemiyoruz.”
Onlar böylesine inançlı kimselerdi ve sözleri hem zamanımızın devlet adamları ve hem de birtakım din bezirgânları için ibretlerle dolu idi. Türkmenistan toprakları, özellikle Anadolu’da yaşayan bizler için çok değerli hatıraları bağrında taşıdığı için büyük önem taşıyor.

Ahalteke Atları

Alparslan ve Sencer Mezarları

Aşkabat

Kıpçak Camii – Aşkabat

Köhne Ürgençte Sultan Tekeç Türbesi

Ertuğrul Gazi Camii – Aşkabat

Yusuf Hemedani Türbesi

Sultan Sencer Türbesi
YESEVİ YURDU
Yesevi Türbesi

KAZAKİSTAN
Asya ile Avrupa arasında en önemli geçiş ülkelerinden birisi olan Kazakistan, doğuda Doğu Türkistan (Çin hâkimiyetinde), güneyde Kırgızistan ve Özbekistan, batıda Hazar denizi, kuzeyde Rusya Federasyonu ile çevrilmiş olup 2.717.000 kilometre karelik bir yüz ölçüme sahip. Hani, kuzeyindeki Rusya olmasa tamamen Türk akrabalarıyla kuşatılan bir ülke burası.
Karakum ve Kızılkum çöllerini bünyesinde barındıran Kazakistan aynı zamanda bir akarsu ve göl zengini. Ülkede çoğu yaz aylarında kuruyan yedi binden fazla akarsu bulunuyor. En önemli nehirleri Ural, Emba, Sirderya, İli ve İrtiş. Başlıca gölleri ise Aral, Balkaş, Zaysan, Alakol, Tengiz ve Seletitengiz. Ülkenin en büyük gölü olan Aral ne yazık ki gün geçtikçe kurumaktadır.
“Başına buyruk, yiğit, cesur, bozkır atlısı..” gibi anlamları taşıyan “Kazak” kelimesi, Hazar Denizi’nin kuzeyinden Altay Dağları’na kadar uzanan geniş bir bölgede yaşayan ve adlarına uygun tavırlar sergileyen bir Türk kavmine verilen ad. Önceleri “Küçük”, “Orta”, “Ulu” cüz ya da bir başka deyişle “Orda”lara ayrılan Kazaklar, 16. yüzyılın başlarında Kasım Han’ın etrafında birleşerek Hazar Denizi’nin doğusu ile Aral Gölü’nün kuzeyinde kalan topraklardan, İrtiş Irmağı’nın yukarı havzasına ve Altay Dağları’nın batısına kadar uzanan geniş alanda ilk birleşik Kazak Hanlığı’nı kurdular.
Hanlığın kurulmasından sonra gelişip güçlenen ve hızla nüfusları artan Kazaklar sınırlarını genişleterek 17. yüzyılın sonlarına doğru bugünkü Kazakistan’a hâkim oldular. Kasım Han’dan sonra bir ara dağılma tehlikesi geçiren ve yeniden “cüz”lere ya da “orda”lara ayrılan Kazaklar, Kasım Han’ın küçük oğlu Hak Nazar Han’ın liderliğinde yeniden birleşerek güçlendiler. Hak Nazar, güneye doğru inerek Özbek Türklerine karşı üstünlük sağladı ve Taşkent’i işgal etti. Tevekkel Han ise sınırları daha da genişleterek Yesi ve Semerkant’ı da ele geçirip Mâverâünnehir’e kadar uzandı. Bundan sonra bir bakıma felâketler devri başladı.
Moğol asıllı Oyratlar, Kalmuklar, Jungarlar ve Ruslarla yapılan savaşlar Birleşik Kazak Hanlığı’nı dağıttı. Kazaklar adeta bir var olup yok olma mücadelesi veriyorlardı. Bir süre Kalmuk hâkimiyetinde kaldıktan sonra 19. yüzyıl başlarında bu defa Rus hâkimiyetine girdiler. Ruslar, uyguladıkları politikalarla Kazak cüzlerinin birlikte hareket etmelerini önlediler. Han seçimlerini de Ruslar yönlendiriyordu. 1845 yılından sonra Han seçimine de izin vermediler. Kazakları görünüşte Rus subayların denetiminde Kazak ileri gelenlerinden oluşturulan Şûra yönetiyordu ama bütün işler Rusların isteği doğrultusunda yürüyordu. Türkler aç kalır, açıkta kalır ama köleliğe razı olamazlardı. Nitekim Kazaklarda millî şuur harekete geçti.
1916 yılında başlayan Kazak ayaklanması kısa sürede bütün ülkeye yayıldı. “Küçük Cüz”, “Orta Cüz”, “Büyük Cüz”, ya da “Orda”lar hepsi harekete geçmişti ki, Rusya’da 1917 ihtilali gerçekleşti. Çarlık yıkılmış, yönetim komünistlerin eline geçmişti ama Ruslar arasındaki iç savaş devam ediyordu. Kazaklar kararlarından dönmediler. Ülkede seçim kararı alındı ve Kazak ülkesinin her köşesinde seçimleri milliyetçiler kazandı. Toplanan Büyük Kazak Kurultayı’nda devletin geleceği için önemli kararlar alındı. Milliyetçiler, yeni kurulan Alaş Partisi’nin etrafında kenetlendiler. Bu partinin öncülüğünde kurulan Kazak Hükümeti’ne “Alaş Orda” adı verildi. Çünkü Kazaklar kendilerinin, Alaş (Alaç) isimli bir Ata’dan geldiklerine, bu Ata’nın üç oğlu olduğuna ve üç Kazak Boyu’nun bu üç oğuldan geldiğine inanıyorlardı.
Rusya’da Çarlık taraftarlarıyla komünistler arasındaki iç savaş devam ederken 1917 yılının Aralık ayında Kazakistan muhtariyetini ilan etti. Kazak Devleti kuruluşunu tamamlarken Rusya’da iç savaş sona ermiş, komünistler kontrolü tamamen ele geçirmişlerdi. Çok katı ve acımasız prensipleri olan Kızılordu Birlikleri, 1919 yılında Kazakistan’ı işgal ettiler. Çarlık döneminin baskısından bunalan Kazaklar, daha kötü bir baskı rejiminin kıskacı altına girmişlerdi. Herkes korku içindeydi ve sık sık tutuklamalar, sürgünler oluyordu. Ruslar nihayet, 20 Ağustos 1920 tarihinde Kazak Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ni kurdular. Bu Cumhuriyet’in merkezi Orenburg’du. 1924 yılında yeni Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri oluşturulurken sınırlarda da düzenlemeler yapıldı ve bugünkü Kazakistan’ın sınırları o sırada belirlenmiş oldu. Başkent, 1925 yılında Kızıl Orda’ya, 1929 yılında da Alma-Ata’ya taşındı.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, 1936’da yapılan bir düzenleme ile bazı “özerk” cumhuriyetlerin statülerinde değişiklik yaptı. Kazakistan’ın “özerkliği” de bu düzenleme ile kaldırıldı ve devletin adı Kazak Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti olarak değiştirildi. Bu değişimden sonra kurulan Kazakistan Komünist Partisi ilk kongresini 1937 yılında yaptı. Devletin adı değişmişti ama değişen bir şey yoktu. Kazakistan’ın bütün yer altı ve yerüstü zenginlikleri Sovyet Rusya tarafından kullanılıyordu. Kazakistan Komünist Partisi Birinci Sekreteri Jumabay Şayahmetov, Sovyetlerin tarım üretimini arttırmak amacıyla Kazakistan’da yeni tarım alanları açma isteklerine karşı çıktığı için 1954 yılında görevinden alındı. İşi daha sıkı tutan Ruslar Birinci ve İkinci Sekreterliklere Slav asıllı kişileri getirdiler. Bundan sonra Kazakistan tamamen Rusların kontrolüne girdi. Ruslar, ünlü Baykonur Uzay Üssü’nü de Kazakistan topraklarında kurdular.
Ruslar, yalnızca kaynakları kullanmak ve ülke yönetimini yönlendirmekle kalmayıp büyük çapta bir asimilasyon hareketine de giriştiler. Rus ve Ukraynalılar kitleler halinde getirilerek Kazakistan’a yerleştirildi. Bunun sonucu olarak Kazak Türkleri giderek kendi yurtlarında azınlık haline getirildiler. Bunda, toplu kıyımlar ve sürgünler de önemli rol oynadı. Kazakistan’da yaşayan Müslümanların ibadet hürriyetleri kaldırıldı, camiler kapatıldı. Ateistlik bir taraftan okullarda ders olarak okutulurken bir taraftan da okul çağını geçmiş olan halk zorla ateistlik konferanslarına götürülüyordu. Büyük bir “beyin yıkama” faaliyeti vardı.