
Полная версия:
Cüzzam ve Aşk
– Miiterey, kızımız Ketiriine, Reis Bagdaasap’ın oğlunu duydu ama onu istemedi. Dünürcüleri kızımız reddettiğinde onları utandırmış olacak ve dahası, Reis Bagdaasap, oğlu reddedilince kin tutup senden öç almak isteyecek, dedi Ogdooççuya korkmuş bir sesle.
– Reddedip çocukça heveslere kapılmasına müsaade etmeyeceğim. Razı olsun olmasın onu vereceğim, dedi Kıççık Miiterey çok sert ve kesin bir şekilde.
– Hayır! Miiterey, kızımız bunu istemiyor. O bana “Yüreğimin istemediği birine beni zorla verirseniz intihar ederim.” dedi. Şimdi çocuğumuz istemeden böyle bir şey yaparsak onun felaketini hazırlamış oluruz, diye Ogdooççuya kaygılanarak söyledi.
– Ah, kadınlar, kadınlar, sizin hevesleriniz! dedi Kıççık Miiterey ve derin bir iç çekti. “Zengin, varlıklı birinin oğlundansa işçi birini tercih ediyor. ‘İtin başı gümüş kaptan düşer.’ diye böyleleri için boşu boşuna dememişler.”
– “Seven sırtında yük taşıyanın, âşık olan bastonla yürüyenin peşinden gider.” dediklerini işitmedin mi hiç? Kızımızın yüreğindeki sevgiye nasıl karşı koyacaksın?
– İstesin, istemesin; kendi kızımı böyle güzelce büyüttükten sonra hiçbir şeyi olmayan bir işçiye mi verecekmişim? Göreceksin, bir şekilde kızımızı ondan sakınacağım, diyerek Kıççık Miiterey arkasını döndü, uykusu geldiği için esnedi. Hemen sonra hırıltılı bir şekilde nefes almaya başladı.
Bu konuşmadan sonra Kıççık Miiterey işçi oğlana, Moloohoy Uybaan’a sert bakışlarla bakmaya başladı. Yazın ot biçme işinin başlamasıyla birlikte, evlerinden oldukça uzakta bulunan Uoraannaah Nehri’nin aktığı vadiye uzun yaz boyunca onu ot biçmeye gönderdi. Ona yemeğini İhtiyar Beceke getiriyordu. Muhtar Kıççık Miiterey, ot işinin bitmesiyle birlikte sabah güneşin ilk ışıklarıyla başıboş dolaşan aygır sürüsüne bakmaya göndermek için Moloohoy Uyban’ı çağırıp:
– Hey! Bieribey Küület köyünde birinin otlamaya giden inekleri kaybolmuş. “İhtiyatlıyı Tanrı korur.” diye bir atasözü var. Bizim ineklerimiz başıboş dolaşıyor, onları her gün otlatıp güt, diyerek onu görevlendirdi.
Moloohoy Uybaan her gün otlağa gidip beyinin emrini yerine getirmeye çalıştı. İşte böyle, kışın kar yağmaya başlayıp sürü ağıla girene kadar o inekleri otlatıp güttü. Buna rağmen Kere Ketiriine sevgisini yüreğinde muhafaza ederek sabah erkenden kalkıp Moloohoy hayvanları otlatmaya götürdüğünde ve akşam hayvanları sürüp dışarıdaki ağıla getirdiğinde uzaktan da olsa ona bakıyordu.
Kar yağıp yerler donunca sürü ağıla girdi. Sonra Kıççık Miiterey, daha önce Moloohoy Uybaan’a yaz boyunca Uoraannaah Nehri vadisinde biçtirdiği otu, ona üç tembel öküz verip taşımaya gönderdi. Sabah güneş çıkmadan önce gidip akşam gün karardıktan sonra dönüyordu. Kere Ketiriine akşama kadar sevdiğinin ne zaman geleceğini gözlüyordu ama onu göremiyordu. Kızın narin yüreği, tuzağa düşmüş ördek gibi çırpınıyor, dayanamayıp ağlamaya başlıyordu. Yemek yemese de acıkmıyor, yumuşak yatağında sıcak yorganıyla yatsa da uyuyamayıp dönüp duruyordu. Bazı geceler, yatağına yatmadan önce evinden çıkıp işçilerin yaşadığı kulübeye giriyordu. İşçi kızlarla ve kadınlarla birlikte sohbet ediyordu. O zaman uzun ve yorucu günün sonunda, donmuş ve acıkmış bir hâlde Moloohoy Uybaan otları taşıyarak geldiğinde ona gülümsemesini hediye edip evine geri dönüyordu. O zaman, o gece çok tatlı bir uyku uyuyordu. Bunu babası anlayınca Kere Ketiriine’ye:
– Neden dışarı çıkıyorsun, nereye gidiyorsun böyle? Diye sordu.
– Kulübeye gidiyorum, dedi Kere Ketiriine.
– Neyi görmek için gidiyorsun oraya?
– Neyi göreceğim, işçi kızlarla birlikte şundan bundan konuşuyoruz.
– Keteriine, evlenme yaşın geldi, evlen, evinin annesi ol.
Kere Ketiriine, bunu duyunca yüreği hızlı hızlı çarptı. Hiçbir şey söylemedi. Utandığı için babasının yüzüne bakamadı.
– Babacığım, evlenmek için acele etmiyorum ben.
– Bu yaşa kadar herhangi birine hiç gönlünü kaptırdın mı?
Kere Ketiriine, bunu duyunca yanakları kızardı. Gözünün ucuyla babasına baktı. “Galiba babam gönlümü verdiğim oğlana beni vermek istiyor.” diye düşündü.
– Babacığım, gönlümde biri var, diye çok sessiz bir şekilde söyledi.
– Söyle, Ketiriine, senin gönlünde kim var?
– Gönlümün istediği… Şu… Moloohoy Uybaan, dedi Kere Ketiriine ve utanıp babasından yüzünü gizledi.
Kıççık Miiterey bunu duyunca yüzüyle, gözüyle, kanıyla, damarıyla kaşlarını çattı. Defalarca göğsü inip kalktı, sert bir sesle:
– Bula bula Moloohoy’u… Bunun hakkında ben hiçbir şey duymak istemiyorum. Seni kendimize denk birinin oğlu ile evlendireceğim. Anla, sen köy muhtarının kızısın. Böyle bir çocuk da kimmiş? Hiçbir şeyi olmayan besleme, işçi!
– Babacığım, sen ne söylersen söyle, ben ondan başka birini ne seveceğim ne de evleneceğim. Fakat zorla verecek olursan bir yumurta çürümeden canıma kıyacağım! Diye Kere Ketiriine sert ve kesin bir şekilde karşılık verdi.
– Bak, hayır! Önce şunu düşün… Başka oğlanları, kendine denk birilerini görürsen bu söylediğinden utanırsın! İnsanoğlunun yaratılışı, doğası böyle, birinden birini daha fazla ister.
– Hayır baba, ondan başka kimseyi sevmeyeceğim, istemeyeceğim! diyerek Kere Ketiriine odasına koştu, içeri girip kapısını sert bir şekilde kapattı.
Babası kızının arkasından bakıp kızgın bir sesle:
– Bana bak kız! Gidip akıllan, seni ona vermeyeceğim! İşte bunu bil, iyice akıllan!
Kıççık Miiterey, kızıyla konuştuktan sonra Moloohoy Uybaan’dan kızını nasıl uzak tutacağını düşündü. Sonra şöyle dedi kendi kendine: “Moloohoy hayattayken, bizim hayatımızdayken onu kızımızdan hiçbir şekilde uzak tutamam. Öldürürsem veya öldürtürsem onu kızımdan ayırabilirim.” Fakat bunu ne yapmaya ne de yaptırmaya gücü yeterdi. Sahalar için insanın kanını dökmek çok büyük bir günahtı. Böyle bir günahı kimse işlemek istemezdi. Herhangi bir şeyle suçlayıp oğlanı yargılatıp hapse attırmak istese elinde onu suçlayacak bir şey yoktu. Fakat bir şekilde bir yolunu bulup oğlanla kızı ayırmak istiyordu.
VI
Moloohoy Uybaan, Kere Ketiriine’nin kendisini sevdiğini gözüyle gördüğünden, gülümsemesinden anladığı için buna çok seviniyor, mutlulukla doluyordu. Kere Ketiriine’nin ailesine hoş görünmek, kendini beğendirmek için ne görev veriyorlarsa tek bir kelime etmeden boyunduruğunu takmış koşum öküzü gibi yerine getiriyordu. İş zamanı bazen Kere Ketiriine’yi görüp seviniyor, ruhu doyuyordu. Bu yıl, yazın, Uoraannaah Nehri’ne tek başına ot biçmeye gönderildiğinde sevinmişti. Bunun nedeni, beyinin ona daima düşmanca bakmasından, gözlerini dikmesindense en azından uzak bir yer de olsa otları biçtiğinde biraz rahatlayıp dinleniyordu.
Uoraannaah Nehri’ndeki vadide ot biçme zamanında ona yiyeceği yemeği İhtiyar Beceke getiriyordu. Bir keresinde, güz mevsimine yakın, yaşlı adam yemeği getirip Moloohoy Uybaan’ın hazırladığı otlarda onunla birlikte gecelemişti. Onlar akşam olunca otların içine girip yatmışlardı. O sırada İhtiyar Beceke:
– Evet, tıka, neden bu bey ve hanımının sana gözlerini dikerek baktıklarını biliyorsundur umarım? Diye sordu. “Tıka” İhtiyar Beceke’nin hoşlandığı, sevdiği kişiye hitap ederken çok sık kullandığı bir kelimeydi.
– Hayır, bilmiyorum, beyime ve hanımıma hiçbir kötülük yaptığımı hatırlamıyorum. Ne söylüyorlarsa hepsini yapıyorum, dedi Moloohoy Uybaan.
– Tıka, orası öyle de yüreğin hissetmiyor mu?
– Yüreğimin neyi hissetmesi gerektiğini söylüyorsun? Dedi Moloohoy Uybaan ve yattığı yerden kalkıp yaşlı adamın ne diyeceğini bekledi.
– Tıka, beyimizin biricik kızı… Kere Ketiriine’nin gözünü senden ayırmadığını bilmez misin?
– Gözü olan biri, bana nasıl bakmayacak? Burada benim ne günahım var?
– Senin günahın, gençliğin. Kızları seni sevdiği için bakıyorsa onlar seni şeytan gibi görürler.
– İnsanın gençliği, yaşlılığı günah mıymış? Moloohoy Uybaan, İhtiyar Beceke’ye, onun bütün düşüncesini bilse de nasıl açıklamaya yapacağını duymak için sordu.
– Hayır, tıka! İnsanın gençliği veya kızın güzelliği günah da olur, talihli güzel bir zaman da. Uybaan, söyle bana, senin Kere Ketiriine’de gönlün var mı?
– İhtiyar, ben senden neyi gizledim. Kere Ketiriine’yi çok seviyorum, bazen onu görmek için etrafı dolaşıyorum. Buna herhâlde aşk denir. Çok özlüyorum, onu görmeyi çok istiyorum.
– Tıka, sen onunla, Kere Ketiriine ile birlikte, bu konuda konuştunuz mu? İhtiyar adam sessiz bir şekilde kızla oğlanın birbirlerini seviyor olmasından korkmuş gibi sordu.
– Hayır, onunla konuşmadım.
– Madem seviyorsunuz, neden konuşmuyorsunuz?
– Konuşacağım, söyleyeceğim ama çekiniyorum.
– Tıka, kızla konuşmalısın. O seni reddetmez herhâlde.
– Benim kalbimi biliyor, o da beni seviyor.
– Kızla konuşmadan onun seni sevdiğini nasıl biliyorsun?
– Onun bana bakmasından ve gülümsemesinden.
– Olabilir, Kere Ketiriine güler yüzlü bir kız, herkese gülümsüyor olabilir.
– Herkese başka, bana başka gülümsüyor. Onun gözleri ve gülüşü “Seviyorum.” demekten çok daha fazlasını söylüyor.
– Tıka, fakat kızla konuş, onun seni sevip sevmediğini duy, dedi İhtiyar Beceke.
– Aşk hakkında konuşmaktan hem utanıyorum hem de çekiniyorum.
– Tıka, aşktan insan utanmaz. Aşk, insana doğuştan verilmiş bir mutluluktur. Mutluluktan çekinme.
– Beyimin ailesi, kızlarını sevdiğimi öğrendiklerinde beni yaşadığım yerden kovacaklar, dedi ve derin bir iç çekerek: “Ve sen aşktan, mutluluktan bahsediyorsun.”
– Dinle Uybaan, sen onlardan ayrılıp doğduğun yere yerleş, diyerek oğlanın Kere Ketiriine’yi sevmesiyle ilgili uzanarak konuşurlarken ilginç bir fikir ortaya attı.
– Hiçbir şeyimin olmadığı bir yerde nasıl yaşayacağım? Diye Moloohoy Uybaan, yaşlı adama sordu.
– Neden hiçbir şeyim yok diyorsun? Beyimiz Kıççık Miiterey, seni evlatlık olarak aldığında senin ailenden kalan ondan fazla hayvanı da aldı. Onları sen reşit olunca geri vereceğine dair bölge idari amirliğine taahhüt verdi. Tıka, o hayvanlar senin hayvanların, dedi yaşlı adam.
– O cimri asla biricik ailemden kalan hayvanları bana vermez.
– Cimriliği doğrudur, cimri biridir. Fakat sen ondan hayvanlarını almak için mahkemeye müracaat ettiğinde alırsın.
– İhtiyar, o hayvanlarım yerine bana… Deyip Moloo-hoy Uybaan aniden sustu.
– Kere Ketiriine’nin yanına gidecek misin gitmeyecek misin?
– Onu görmeden yaşayamam. Onu gördüğümde çok mutlu oluyorum, ruhum aydınlanıyor…
– Tamam, doğru, sizin birbirinizde gönlünüz var, birbirinizi seviyorsunuz, deyip İhtiyar Beceke derin bir iç çekti. “Tıka, bana öyle geliyor ki siz onları çok fena sinirlendireceksiniz.”
– Neden sinirlenecekler?
– Muhtar Kıççık, öncesinde seni öğrenirse razı olmaz. O seni uşağı gibi görüyor. Bu yüzden eskiden beri evinden uzaklaştırmaya çalışıyor. Sonra sizin aşkınız… Deyip İhtiyar Beceke birden sustu.
– İhtiyar, fakat sen “Aşk, doğuştan verilmiş bir mutluluktur.” dedin ya! Biz birbirimizi severek mutlu olamaz mıyız?
– Birbirine denk olan kızla oğlanın aşkı doğru, onları mutlu yapar. Fakat Muhtar Kıççık seni kızına denk görmeyecektir. Bu yüzden söylüyorum, sizin aşkınız onları çok sinirlendirecektir.
– İhtiyar, bunu ben idrak edebiliyorum ama yüreğim anlamıyor. Kere Ketiriine de benim gibi aklıyla anlamaya çalışacaktır ama yüreği beni isteyecektir gerçekten. Ben onu görmediğimde yaşadığım hayat, hayat olmaz, dedi Moloohoy Uybaan endişeli bir şekilde.
– Bence sen Kıççık’ın yanından ayrılıp kendi çiftliğini kurduğunda sizin aşkınızın şansı artacak.
– Onlardan ayrıldığımda, ayrı yaşadığımda, bizim aşkımızın şansının artacağını neye dayanarak söylüyorsun?
– Öncelikle onlardan ayrılarak bağımsız yaşa. O zaman sevdiğin, gerçekten seni seviyorsa ailesi ne kadar karşı çıksa da ya kaçar ya da bir şekilde sana gelir. Böylece muradınıza ermiş olursunuz. Tıka, bütün gece gevezelik yapmayalım, biraz da uyuyayım, dedi İhtiyar Beceke.
İhtiyar Beceke ile birlikte o gece otlarda yatarken konuştukları Moloohoy Uybaan’ın aklından çıkmadı. Tüm gün boyunca ot kesip toplayarak çok yorulsa da uzun süre uyuyamadı. Gözlerini kapatıp yatsa da sevdiği, güneşin altında doğmuş toygar kuşu, Kere Ketiriine aklından çıkmıyordu. Aklında sevdiği, gözleriyle ve gülümsemesiyle hep “Seni seviyorum.” der gibiydi. Bu onu mutlu ediyordu. Sevdiğinin babasının, onu kızına denk olmadığını düşünmesi, aşkına, mutluluğuna engel olacak gibiydi. Bu düşüncesinden kurtulmak için Moloohoy Uybaan, Beceke’nin sık sık söylediği “Mutluluk ve dert, kız kardeş gibidirler.” sözünü hatırladı. İşte böyle, aşk hakkında her şeyi düşünüp çok da iyi bir uyku çekmeden yatarken sabah gün ışığıyla birlikte bir yolunu bulup sevdiğiyle konuşup muhakkak onu sevdiğini söylemeye karar verdi. Ona doğduğu yere gideceğini, ailesinin hayvanlarını alıp ayrı bir hayat kuracağını, onun eşi olarak kendisiyle gelip gelmeyeceği hakkında konuşacak, onun kararını öğrenecekti. “O beni sevmesine rağmen zengin ve refah hayatından ayrılıp bana gelmeyi istemezse o zaman ben ne yaparım, nasıl yaparım?” diyerek birden hüzünlendi. Sonra birden “Hayır, hayır, Kere Ketiriine beni canıgönülden, benim onu sevdiğim gibi seviyor. Ben her nerede yaşarsam yaşayayım o gelecek, benden ayrılmayacak.” diye düşünerek umutlandı.
Her ne kadar gece uyumasa da Moloohoy Uybaan sabah güneşin doğuşuyla birlikte kalkıp çayını ısıttı, İhtiyar Beceke ile birlikte kahvaltılarını yaptılar. O, ot kesmek için vadiye gitti, İhtiyar Beceke de geri döndü. Gün biterken geçen gece sevdiği Kere Ketiriine hakkında konuştukları aklından, fikrinden çıkmıyordu. Bir an önce, bir şekilde sevdiğiyle görüşüp konuşmak istiyordu.
Bu düşüncelerle Moloohoy Uybaan, Uoraannaah Nehri’ndeki vadinin otlarını biçip işini bitirdi. Sevdiğiyle görüşebilmek için bir yol arıyordu ancak onunla görüşmeyi de konuşmayı da başaramıyordu. Ailesi, Kere Ketiriine’nin her adımını izliyor, nereye gittiğine dikkat ediyor, onu evden yalnız başına hiçbir yere göndermiyordu. Kızla oğlan nadiren uzaktan birbirlerine gözleri ve dudaklarıyla gülümseyerek aşklarını bildiriyorlardı. Bu, onları mutlu eden anlardı.
Moloohoy Uybaan, mümkün olan her şeyi denemesine rağmen sevdiği Kere Ketiriine’yi uzun süre göremediği için çıkmaza girerek İhtiyar Beceke’ye:
– İhtiyar, sen daima insan doğanın çocuğudur; doğada otlar ve ağaçlar tohumdan büyürler, insan da böyledir, dersin. Fakat neden insanların hepsi birbirine denk değil? Diye sordu.
İhtiyar Beceke, oğlana gülümsedi, sevgi dolu gözleriyle ona baktı.
– Tıka, doğru, insan doğanın çocuğudur. Gerçekten böyledir. Hem zenginlerin hem de önemsiz kişilerin çocukları annelerinden çıplak bir şekilde doğar, denklerdir. Fakat senin de bildiğin gibi ot da ağaç da tohumdan büyür. Bazıları uzun boylu, iri yarı ve önemli olurlar. Bazıları her ne kadar aynı tohumdan büyüseler de bulunduğu yerlerin nemsiz, susuz olmasından dolayı küçük, zayıf, dayanıksız, bodur ve küçük olurlar. İnsanoğlu da böyledir. Zenginlerin kudretli çocukları, yenilmesi mümkün olmayan kişilerin çocukları gibi, çıplak doğsalar bile çok güzel bir hayat içerisinde büyür ve yetişirler. Zenginlerin çocukları, yoksulların çocuklarıyla eşit değillerdir, dedi.
– Yoksullarla, zenginlerin çocuklarının aşkları farklı mıdır?
– Tıka, doğada da insanoğlunda da aşk aynıdır. Bir fark yok diye düşünüyorum. Her ikisinde de aşk, güneşin altında meydana gelir ve büyür, dedi İhtiyar. Bunu duyan Moloohoy Uybaan’ın Kere Ketiriine’ye olan aşkı daha da kuvvetlendi.
– Peki, ben buradan ayrılıp başka bir yerde yaşadığımda, sevdiğimle kavuştuğumda, babamız olmayı kabul edip bizimle birlikte yaşar mısın?
– Tıka, gidecek hiçbir yerim yok, ben burada yaşıyorum. Siz mutlu olduğunuzda hiç şüphesiz sizinle, çocuklarımla birlikte yaşamak, vakit geçirmek isterim.
Fakir, yoksul insanları utandıran, sisli soğuk kış çıkıp geldi. Otlar, ağaçlar buzla kaplanıp dondu. İnsanlar ocaklarındaki ateşte ısınmaya, hayvanlarını evlerine bitişik yapılmış ağıllara koymaya başladılar. Hatta güneş, soğuğun dumanında boğulup rengi soluklaşmış, zengin kadınların kunduz kürklü çatlak kalpaklarının gümüş plakasının rengi gibi beyazlamış görünüyordu. Böyle soğuk kış mevsimlerinde, insanlar ocakları için gün boyunca kestikleri ağaçları parçalayıp, içecekleri suları hazırlayıp hayvanların yiyeceği olan otları taşıyorlardı. Oraya buraya gidip oradan buradan konuşmaya zamanları yoktu.
İşte, bu zor şartlar altında geçen 1896-1897 yılının kışında Moloohoy Uybaan, sevdiği Kere Ketiriine ile hiçbir şekilde görüşemedi. Fakat İhtiyar Beceke’nin “Doğada sonsuz hiçbir şey yoktur, bütün her şeyin bir başı ve sonu vardır.” dediği gibi, Saha Yeri’nin kışı uzun olsa da şubat ayından itibaren güneş ışıkları yavaş yavaş kendini gösterip ormanın kenarından, zamanın üzerinden yükselmeye başladı. Mart ayından itibaren güneşin ışıkları daha da arttı. Otlar güneş ışıklarıyla dinlenirken etrafındaki karlar erimeye başladı. Kütüklerin üzerindeki kış boyunca biriken beyaz tavşan kalpağını andıran karlar, gün boyunca eriyerek terleyen kişinin kalpağını aralaması gibi açılmıştı. Doğada artan sıcakla beraber güzel bahar mevsimi geliyordu.
Saha Yeri’nde bahar zamanı! İhtiyar Beceke boşuna Saha Yeri’nin bahar zamanını, kutsal bahar diye adlandırmamıştı! Yaş ot ve ağacın tohumu nemli yere düşüp, kalın kabuğunu kırıp filizlenerek gün ışığında yukarı doğru uzayarak büyüyordu. Genç boğalar kızışıp böğürerek sesler çıkarıyor, aygırlar kısraklarla birlikte taylarıyla oynayarak kişniyordu. Kara ormanın uçan, koşan, sürülere girip kavga eden orman horozlarıyla keklikleri gevezelik yapıyor, tavşanlar bağırıyor, sincaplar ıslık çalıyordu. Gümüş pullu balıklar yumurtalarını bırakıyordu. Eskiden beri atalarımız ayların sayısını bilirdi. Saha halkının “cılcıt”ı, yani takvimi mayıs ayından başlıyordu. Bu doğanın uyanış zamanına göre ayarlanmış bir takvimdi.
Bahar gelip günler uzayıp yeşil otlar çıkma başlayınca kış boyunca ahırda beslenmiş sürüler, otlağa otlamaya giderek lezzetli yeşil otlardan yiyor; böylelikle sütü, kaymağı artıyordu. Göller balık doluyor, Sahaların bolluğu bereketi artıyordu. İşte, böyle bir dönemde, Moloohoy Uybaan sevdiğini görmek ve onunla konuşmak için beklemekten bitap düşmüştü. İhtiyar Beceke ona:
– Tıka, neden böyle kederlisin? Bir yerin mi ağrıyor, nasılsın?
– Yok, bir yerim ağrımıyor, birkaç gündür Ketiriine görünmüyor. Bu yüzden biraz canım sıkkın.
– Hey! Doğru söyle, bak! Bir yerin mi ağrıyor, nasılsın? Ben bunu bilebilirim, çok hüzünlenme.
– İhtiyar her şeyi bilebilir. Onu görmediğimden beri benim uyuduğum uyku, uyku değil; yediğim yemek, yemek değil. Onu görmezsem benim güneşim doğmayacak.
– Tıka, çok kaygılanma, bir şekilde bir şeyler yapıp bir yolunu bulacağım, sevdiğinle seni görüştüreceğim, diyerek Moloohoy Uybaan’ın saçını okşadı. “Sen onu sevdiğin gibi o da seni seviyor, değil mi? Bunu da biliyorum.” diyerek İhtiyar Beceke oğlanı sevindirdi, onun içini rahatlattı.
Bu konuşmadan az bir süre sonra İhtiyar Beceke, Moloohoy Uybaan’a:
– Tıka, görüştüm. Doğrusu, basit bir grip geçirmiş, iyiymiş. Gripken ailesi onun dışarıya da pencereye de çıkmasını yasaklamış, bu yüzden görünmüyormuş.
– Benim hakkımda bir şey dedi mi?
– Çekindi, önce hiçbir şey sormadı, sonra…
– Benim hakkımda ne sordu, ne söyledi? Diye Moloohoy Uybaan telaşla, öğrenmek isteyerek sordu.
– Çekindiğini görünce şakayla karışık ona “Bir oğlan senin sevginden hiçbir şey yapamaz oldu.” dediğimde bana doğru bakıp gülümsedi ve yüzünü gizledi. Sonra “Oğlanı biliyor musun?” diye sordum. “Biliyorum.” dedi. “Peki, sen onu?” diye sorduğumda “Seviyorum.” dedi ve hemen evine girdi.
İşte böyle, oğlanla kız birbirlerine olan gizli aşklarını İhtiyar Beceke’ye açıklamış oldular. İhtiyar’a, Kere Ketiriine’nin “Seviyorum.” dediğini duyan Moloohoy Uybaan çok sevindi. Onun içi, gök gürültülü kara bulutların çekilmesiyle ortaya çıkan güneş ışıklarının parlaması gibi ferahladı.
Aziz Petrov Günü’nden önce Kıççık Miiterey, Bülüü şehrine gidip üç gün kaldı. O günler boyunca Petrov yağmurları yağdı. O ara İhtiyar Beceke’nin yardımıyla kızla oğlan, nihayet, görüştüler. İlkinde ikisi de biraz çekindi, konuşacak hiçbir şey bulamadıklarından birbirlerine gülümseyip durdular. Sonra Moloohoy Uybaan, kızın elini tuttu. Kere Ketiriine utanıp yüzünü ondan gizleyerek elini verdi. El ele tutuştuklarında kalpleri hızlı hızlı attı, vücutları titredi, nefesleri kesilmiş gibi oldu. Oğlanla kızın ruhlarının samimi birlikteliğini İhtiyar Beceke gibi yaşlılar, uzun bir hayat yaşamış olanlar büyük aşk olarak adlandırmışlardır.
– Ben seninle görüşmeyi çok istiyorum, dedi Moloohoy Uybaan.
Kere Ketiriine, yanakları kızarıp güzel görünüşü daha da güzelleşerek duyulup duyulmayacak bir şekilde:
– Ben… De, dedi.
İşte böyle, birbirlerini seven oğlanla kız sevgilerini ilan etmiş oldular. Kere Ketiriine, göğsü hızlı bir şekilde inip kalkarken çok üzülmüş bir sesle:
– Ailem sana olan sevgimi kabul etmiyor, dedi.
Kızın ailesi geçen seneden beri ona şeytana bakar gibi baktıklarının farkında olmasına rağmen Moloohoy Uybaan, sevgilisinden başka bir şey düşünmemişti. Kız onun ne söyleyeceğini beklemeden:
– Bizim aşkımız nasıl yürüyecek düşünemiyorum, dedi ve derin bir iç çekti.
– Bizim birbirimize olan sevgimize baban razı olmayabilir, dedi Moloohoy Uybaan. “Açıkçası İhtiyar Beceke’nin bana dediği gibi, senin ailenin yanından ayrıldığımda, başka bir yere gittiğimde…” demesiyle birlikte Kere Ketiriine korkmuş gibi, Moloohoy sözünü tamamlamadan:
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Uybanıap, İvanov’un Sahacalaşmış hâlidir.
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
Всего 10 форматов