
Полная версия:
Türk Tarihi
Bu hâle sebep Türklerin uzun süre silahlı göçebelikleri ve yabancı kavimler nezdinde askerî hizmette bulunmalarıdır. Araplar aşiret ve kabile hâlinde göç etmişlerdir. Türkler ise ittifak eden topluluklar, ifrat ehli bireyler, bir sancak altında birleşen topluluklar şeklinde memleketlerini terk etmişlerdir.
Türkler ve Moğollarda bağnazlık etkileri olmamıştır. Araplar, İranlılar ve Slavlarda mevcut dinî tasavvur, Türkler, Moğollar, Mançularda görülmemiştir. Girdikleri mezhepler içinde bunların huzur ve esenliklerine Buda mezhebi pek uygun düşmüştür. Kendileri tabiat ve yaratılış olarak, mizaç olarak Budîliğe yatkındırlar. Bunlardan daha sonra İslâmîyet dairesine girenler Din-i Muhammedî’nin kutsallığını takdir etmiş, canlarını esirgemeden destek vermiş, kılıç çekmiştir.
Asıl Türklerin vasıtasıyla birçok Türkçe yazılan eserlerdeki -ki bütün manzumdur- ifade tarzı, fikrî esası tasavvufa dairdir. Fakat bu hususta eser sahiplerinin hakkıyla incelenmesi lazımdır. Çünkü İranlılardan Türkçe yazanlar çoktur. Tabii hâl ve hissiyatını yazan bir Müslüman Türk’ün eserinde mutlaka tasavvuf düşüncesi ağırlıktadır. Halis Türk şairleri kendi meyil ve yaratılışlarına tercüman oldukları zaman kendilerini tasavvuftan alamazlar.105 Arap ve Acem’i taklit edenlerse onların ilhamlarını anlamayarak eksiklerini çoğaltırlar. Türkler Buda mezhebinden başka diğer din ve mezhepleri yavaş bir şekilde ne şevk ne de nefretle kabul etmişlerdir. Türkler; Mecusî, Mazdekî, Nasturî ve İslâm dinlerini kabul etmişlerdir. Lakin bunlara ait hususları gönül rahatlığı ile kabul edip asker doğalarına uygun görmedikleri zaman hiç oralara girmemişlerdir. Din değiştirmek için yedi batın geçmesini beklemediklerinden Türkler hangi dine kesin girmişlerse samimiyetle uygur (medenî) sıfatına layık bir şekilde değişiklik ve çekişme yapmaksızın kabul etmişlerdir. Zaten gerek uygurluk, gerekse yasa dedikleri idare kanunu da bunu gerektirir. Kabul ettikleri dini de dayandığı delillerle değil, halis niyetlerinden dolayı samimiyet ve ciddiyetle savundular. Teşvik ve zorlamada bulunmadıkları gibi dinî tartışmalara girişmediler. Moğol hükümdarlarından Mengü Kağan adap ve usule uygun bir şekilde anlattırmak üzere Muhammedî ve Budî âlimlerini huzurunda toplar ve başka yerde mücadelelerini men’ eyler idi. Bu dinî sohbetlerden sonra da yeme içme faslı gelirdi.
İran çetesinde bulunan Türkler arasına, -çoğu zaman hükmü geçmeyen- Mazdek inancı, Çin ve Tiyanşan, Pe-Lu batısındakiler içine Nasturî Hristiyanlığı ve sonra İslâmîyet Tiyanşan, Nan-Lu Çin askerî sınırını ve nihayet doğu çetesinde bulunan Moğol ve Mançular arasında Hristiyanlık106 Manilik, sonra İslâmîyet ve Buda mezhebi yayılıp geçerli olmazdan evvel bütün bu kavimlerin kendilerine mahsus eski dinleri vardı ki Mançu ayin kitaplarında ve Çin tarihlerinde kısmen muhafaza olunmuştur. Batıda Çeremişler, kuzey ve doğuda Yakut, Altay Türkleri, Teleütler, Tunguzlar bu mezhepleri birtakım değişikliklere rağmen pek çoğu bozulmaksızın muhafaza etmişlerdir. Bunların esasları Kırgızlar, Sibirya Tatarları ve diğer Müslümanların hikâyeleri, şiirleri ve inançları arasında yaşayagelmişlerdir. Bu eski mezheplerin inançları, sınıfları ve amellerini meydana çıkarmak mümkün değilse de aralarında müşterek olan umumi kaideleri ve estetik zaviyeden bakıldığında dış görünüşleri hakkında bir fikir edinmek mümkündür. Bu mezheplerde en çok dikkati çeken nitelik insanın kendisini çevreleyen âleme çok şefkatli ve merhametli olmasıdır. Yani nazari dinî bilgiye boğulmamış saf bir çoban inanışı hâkimdir.
Eski Çinliler gibi Türkler de: Arz, ağaç, maden, ateş ve sudan ibaret beş unsurun beş kişide tecellisini kabul edip bunları kutsal sayarlardı. Beş kişi de merkezde Kin Han, Sarı Han, doğuda Gök Han, güneyde Kırmızı Han, batıda Ak Han, kuzeyde Kara Han’dır.107 Sonra bu meslek iki soyun tekeline geçti ki bu da Tengri’den (Gök ile Yer) ibarettir. Yeryüzünde Hiung-Nuların hükümdarı, yani Moğol Kağanı, hâlâ Çin imparatorunun sahip bulunduğu “Hükümdar-ı Semavi” unvanı gibi o manada olarak Tengri Kut diye tanınır idi. Beş unsur isimleri on iki hayvan108 adı ile birleşerek, Türk ve Moğollar nezdinde kullanılan altmış yıllık bir astronomik devir vücuda getirmişlerdir. Sıçan demir yılı, öküz demir yılı, pars demir yılı gibi… Yukarı Asya’da bulunan Türklerin mezar taşlarında bile (bunların en son tarihlisi milâdî 1406’ya denk gelir, hicrî: 806) dâhil oldukları mezhebin Selefkus (Silifkeliler) takvimi üzerine kurulmuş olan tarihle beraber kendi eski tarih devirlerini kaydetmişlerdir.
İslâmîyet’in Doğu Türkistan’da yerleşmesinin üstünden asırlar geçtiği hâlde bile Türk tarih usulü kullanılmıştır ki hicrî bin yetmiş dört senesinde meydana getirilen Şecere-i Türkî’de Türk tarihi ve hicrî tarihin hep birlikte kaydedilmiş olması buna bir delildir.109 Dikkate şayan hususlardan olmak üzere şunu da belirtelim ki Litvanya ve Karim (Karaim) denilen Musevî Türkler zamanımıza kadar Yahudi tarihini kısmen kabul ederek hâlâ temmuz-ağustos, eylül-teşrin-i evvel, teşrin-i sâni-kanun-ı evvel aylarına tesadüf eden üç ayın İbranicesi ilul, heşvan, kislev olduğu hâlde eski Türk isimleri olan çürük ay, güz ay, sokun ay (çiğnenmiş ay demek) vb. adlandırmaları kullanıyorlar.
Şu eski mezheplerde en ziyade hürmete şayan olan unsur silah imalatına yarayan madde yani demir idi. Türklerin asılları hakkındaki bütün rivayete demir dâhil olur. Muhtemelen Romalılar Merih kılıcı (L’epée de Mars) tabiriyle, Hunların bir kılıç demiri şeklinde biçimlendirip dua arz ettikleri demiri tarif etmek istemişlerdir. Milâdî altıncı asırda Türkistan’a giden Bizans elçileri sınırda, sınır geçme merasiminde bulunurlar idi. Yani elçilere demir takdim olunur idi. Timur ve Timurtaş gibi eski millî adlar elbette eski bir inanca dayanarak verilmiştir. Hatta Hun kralı Attila’nın ismi bile Macarcada çelik manasına gelen Aczel kelimesinden Atzel şeklinde ve sonra da Attila şekline girmiş ve bu da tamamıyla Türkçenin Timur veya Timurtaş isimlerinin tercüme edilmişidir.
İzlerinden pek çoğu zamanımıza kadar ulaşan anasır-ı hamse inancını yer ile bir “senaiyet-ikilem” teşkil eden Tengri-Tenri yani gök inancı takip etti. Halkın itikadınca (yer) tengri cinler, periler, ifritlere mesken olmakla beraber batıdaki Çeremişler, doğudaki Altaylılar da hâlâ zamanımıza kadar Tengri yani Gök’e kurban takdimi ve ihtiyaçlarını arz ettikleri de görülegelmiştir.110
Ey Gök Tanrı yani AbyaşaBiri yeşildir, ağaçları yeşertir.Erzak verirsin!Tanrı eve bir reis verHalk, halkTöre TanrısıYa Rabb kabul ve inayet et!(Radloff C.1 s. 228)Bu dilek gibi nispeten kuvvetli bir inanç Türk ve Moğolların eski akidelerinden olan senaiyeti (düalizm) pek de yok edememiştir. Budizm cismani heveslere kapalı, diyaloğa karşı duran duygusuz ruhlar üzerinde birtakım hisler uyandırmıştır.
Türkler kendi mitolojilerinde etnografyaya ait olan asıllarını muhafaza etmişlerdir. Diğer kavimlerden çok Türklerin eski devirlere ait olan etnografyalarını tarihî hakikatlere tatbik etmek daha kolaydır.
Resmen Hristiyan olan Çeremislerin duası;111
Ulu Tanrı, su hâkimiSu halkı,Su annesiUlu Tanrı, ateşin Rabb’iAteşin yaratıcısıAteşin annesiUlu Tanrı, yer hâkimi,Yerin yüce yaratıcısıYerin annesiHayatı canlandırıp dirilten Ulu TanrıArıları artıran Ulu TanrıPus emiri Ulu TanrıKaranlığın ulu atası, ulu anası“Arıların çoğalmasını rica ederiz. Arıların kanatlarını kuvvetli kıl, sabah şebnemi ile gittikleri zaman güzel meyvelerle karşılaştır… Ovaya çıktığımız vakit, orada senin çalı horozların var, bize onları rast getir… Bizi kırlangıç gibi cıvıltılarla yaşat.”
Yakovliev’in Çeremislerin Dinî Merasimleri, Mütercimi: Dozon, s.16.
Hicretten bir asır evvelinden hicrî ikinci asra (milâdî altıncı-sekizinci asır) kadar olan Türk soylular Cermenlerin milâdî birinciden altıncı asra kadar olanından daha çok bugün bilinir. Töton denilen eski Cermen kavminden daha eski tarihte Türkçe yazılmış tarihî eserler elde edilmiştir. Abidelerden sayılan bu eserlerdeki isimler kısmen efsaneden ibaret olup Türk ve Moğollar tarafından milâdî on üçüncü asırda işlenen nesepnamelerde tekrar edilmektedir.
Eski Türk abidelerinin en önemlisi biri Türkçe ve diğeri milâdî yedi yüz otuz üç senesi ocak ayına denk gelen bir tarihte Çince olarak yazılmış olan iki sütundur. Bu sütun bin yedi yüz altmış dokuz senesi Mösyö Yadrintsev vasıtasıyla Moğolistan’ın kuzeydoğusunda Koşo-Çaydam Gölü ile yukarı Orhun arasında keşfedilen birtakım abideler arasında bulunmuştur. Helsinki Üniversitesi hocalarından olan Mösyö Thomsen bu eski Türk yazısının çözümlenip okunması usulünü keşf ile bin sekiz yüz doksan üç senesi kanun-ı evvelinin beşinde Kopenhag Akademisi’ne arz etmiş ve Mösyö Radloff da bin sekiz yüz doksan dörtte bunun metin ve tercümesini neşretmiştir. Yine o tarihte Thomsen o yazıların metnini tercüme ve neşretmiş ve bunda Radloff’a üstün gelmiştir. Sütun, Çinlilerin Mekilyen Han dedikleri bir Türk Beyi tarafından milâdî yedi yüz otuz bir yılında vefat eden Kutluk’un oğlu ve biraderi Göl Han namına dikilmiştir. Bu yazının aşağısında Çinlilerin Mekilyen ve Türklerin Bilge Han dedikleri zat hakkında oğlu Yollug Tigin tarafından daha kısa yazdırılmış bir ibare vardır.112
Bilge Han ve biraderi Kül Tigin hakkındaki yazıtlar hicrî birinciden ikinci (milâdın yedinciden sekizinci) asrına kadar olan Türk cemaati ile Altay, Çin Seddi, Çin hududu üzerindeki Hingan Dağları arasındaki Türk Devleti ve idare tarzı hakkında fikir vermektedir. Bu hükûmet dâhilînde Türk milleti niceliğe, etnografyaya ait bir yakınlıkla sınırlı kalmaksızın birtakım şahıslar ve kabilelerden oluşuyor idi. Yani açık ve toplu bir heyet hâlinde olup niceliği iyi ve kötü idareye tabi olmak üzere Kağan113 denilen bir reisin etrafına toplanmış birtakım kişiler ve kabilelerden ibaret idi. Kağan sütunda babasının adını zikretmeyip114 ancak İlteriş115 yani milleti ihya eden adıyla andığı gibi annesini de İlbilge yani milleti tanır unvanıyla zikrediyor. Ne kendisinin ne de Dokuz Oğuz, Oğuz Türkleri diye esas unsurunu beyan eylediği Türklerin nesepleri hakkında malumat veriyor. Kağan Tarduş dile (bunlar asıl Türk gibi görünüyor) yahut Oğuz, Kurıkan, Tatar, Hıtay, Tatabı ve Karluk gibi bazen itaatkâr ve millî birliğe dâhil, bazen bağı olan ulusları asıl neseplerini ayırt etmeksizin aynı tabir ile zikrediyor. Bilge Han, babası İlteriş Kutluk’un Türk milletini nasıl ihya ettiğini zikrederken: Yedi yüz kişi oldukları gibi, bir millet teşkil ve bir kağan atadılar diyor ki bundan da Türklerin kendi kendilerine bir ismi olmayıp her topluluğun hakanının adıyla anıldığını gösteriyor.
Akrabalık bağları, kanun ve aile bireylerinin fikirlerinden bahsetmeyen bu Türkiyye muhtırasında dine dair de bir söz yoktur. Üç dört defa imdat ve yardım olunmaksızın “Üze Tengri” yani “yukarıda olan gök” aşağıda bulunan (yer) “asra yir” ile zikredilerek: Oğuz Beyleri, budun işitin! Üze Tengri basmasar, asra yir telinmeser, Türk budun İlini, töreni kim artadı?116 denir. Yalnız bir kere tanrısallık, yardımcı bir kudrete sahip, doğulan yer olan vatanın timsali, teşekkül ettiği unsurların seçimi tarzında varlık göstermiştir.117
“Üze Türk Tengrisi Türk ıduk yeri subı anca etmiş. Türk bodun yok bolmazun tiyin, bodun bolcun tiyin akangım İlteriş Kağanın, ögüm İlbilge Katunung Tengri töpesinde tutup yügerü götürmiş erinç. Akanım kağan yiti yigirmi erin taşıkmış. Taşra yorıyur tiyinkü eşidip balıktaki tağıkmış, tağdaki inmiş, tirilip yitmiş er bolmış. Tengri küç birdük üçün akanım kağan süsi böri teg ermiş, yağısı koyun teg ermiş. İlerü kurıgaru, sülep tirmiş kubartmış. Kamugı yiti yüz er bolmış. Yiti yüz er bolup ilsiremiş, kağansıramış budunug kürigetmiş, kuladmış budunug Türk törüsin ıçgınmış budunug eçüm-apam törüsinçe yaratmış, boşgurmuş.”
Yukarıdaki ibarenin tercümesi: Yukarıda Türk Tanrısı ve Türklerin mukaddes yer ve su perileri böyle yaydılar: Türk milleti yok olmasın diye, millet yeniden hayat bulsun diye babam İlteriş Kağan ile annem İlbilge Hatun’u Tanrı tepesinde tutup yukarı kaldırdı. Babam Kağan yirmi yedi er ile gitti. Çıktığı ve ilerlediği duyulunca şehirdekiler dağa çıktı, dağdakiler indi, derlenip toplanıp yetmiş kişi oldular. Tanrı güç ve kuvvet verdiği için babam kağanın askeri kurt oldu, düşman koyun oldu. İleri geri (doğu batı)ya sefer edip asker topladı ve onları coşturdu. Tamamı yedi yüz er oldu, yedi yüz er olduktan sonra birtakım kavimlerin hamiliğini aldı, hükümdarlarını sürdü. Ahalisini köle ve esir etti. Türklerin kabile ve düzenlerini lağvedip atamızın kanunu üzere onları düzenledi ve onları teşvik edip harekete geçirdi.
İslâm’dan önce Çinliler Türklerin dinî görüşleri hakkında az bilgi veriyorlar. Teofilakt Simokata’ya göre Türkler ateş, hava, toprak ve suya yani dört unsura hürmet ederlerdi.
Kâinatın haliki olmak üzere yalnız ulu ve yüce bir İlah’a taparlar ve ona at, öküz ve koyun kurban ederler idi. İnanç önderleri gaipten haber vermek kuvvetine sahip olduklarını iddia ederler idi. Şimdiki hâlde Altay Dağları’nda iskân etmekte ve henüz şaman inancı üzere bulunmakta olan Türklerin inanç kaynaklı uygulamaları incelenirse eski Türklerin inançları hakkında daha güzel sonuçlar elde edilebilir. Söz gelişi Moğollar gibi, Türklere yakın olan kavimlerin şaman inancına dair muhafaza ettikleri ayin ve itikatların her açıdan eski Türklerin itikatlarından ibaret olduğunu Mösyö Radloff beyan etmektedir. Türklere göre kâinat birtakım tabakalardan oluşmuştur. Yukarı tarafta on yedi semavi tabaka, nurani âlem, aşağıda bulunan yedi veya dokuz tabaka yakıcı âlem karanlığı oluşturup bunların ikisi arasında da insanoğlunun yaşadığı yüzey, arz bulunmaktadır ki bu iki âlemin etkisinden bağımsız değildir. Altay Türkleri göğü, yeri ve bütün varlıklarla birlikte insanoğlunu yaratana “Tengri-Karahan” ismini verirler. Bugün bile göğün en üst tabakasında bulunarak oradan evrenin gidişatına etki etmektedir. Diğer tabakalarda periler veyahut ilahi varlıklar bulunduğu gibi cennet de burada olup hâlen arz üzerinde yaşamakta olan insanların ataları kutsi varlıklarla kendi soyları ve gelecek nesiller arasında orta bir bölge olan bu cennette dururlar. Yer altı tabakalarının her birinde de birtakım cinler ve ifritler yaşamakta olup insanlara fenalık etmek fırsatını kollamaktadırlar. Kötü adamların yeri olan cehennem buradadır. Kısacası arz dahi yer-su (Orhun Yazıtlarında yir-sub) yani toprak ve su adıyla birtakım perilerin var olduğunu farz ederler. Ve bunlardan her birinin ya yüksek bir tepede veya bir pınarın yanında mekân tuttuğunu söylerler. İnsanlara en yakın kutsal varlıklar “yer-su”lar olup bunlardan iyilik görürler ve bunlara kurban keserler. Her korkunç dağ geçidinden ve her sel geçidi üzerinden geçen bir yolcu, o bölgenin perisine hamd ve şükreder. İnsanlar doğrudan doğruya gökteki ilaha dileklerini arz edemezler. Bunun için cennette bulunan atalarını vasıta kılmaları gerekmiştir. Fakat dağların ataları ile yakınlığının bulunması fikri gerçeğe yakın bir kuvvette değildir. Bu konum Şamanizm inancındaki ailelere mahsus görülmüştür. İşte Türklerin başlangıçtaki kurumlarının, hatta cemiyetlerinin ve kanunlarının esası cenktir.
Millet hâlinde toplanan bir Türk topluluğunda siyasî birliktelik ve askerî terbiye mevcudiyetinin ve ilk kanun ve nizamların esaslarını oluşturduğu hâlde, ırk bakımından uluslar arasında bölünmeler gözlenir. Fakat bu bölünmeler memleket idaresi sebebiyle doğmuş veyahut kısımlar birbirine o kadar sıkı sıkıya bağlı bulunmuştur ki genellikle birbirlerinden ayrılamazlar.
Askerî anlaşma heyetlerine dâhil olmayan ulus ve oymaklar hatta mensup oldukları ırk adlarıyla bile anılmamışlardır. İşte bu sebebe dayanarak Bilge Han abidesinde bazen Uygurlar ve bazen de işgal ettikleri Beşşehir (Beşbalık) memleketi zikredilmiştir. Kabile reisi, doğum, akrabalık ve nesil yoluyla başa geçmiş olmayıp seçim yahut kağan tarafından atanmış bir memurdur. Dağılmaya başlayan Türk milleti, beylerin ve halkın doğru118 olmamaları sebebiyle şikâyet ederek kağana itaat eder. Türklerden bütün avam, nas kısmı şöyle: “İllig budun ertim ilim amatı kanı? Kimge ilig kazganurmen? Tir ermiş. Kağanlıg budun ertim, kağanım kanı? Ne kağana isig küçig birürmen? Tir ermiş.”119 İşte o zaman eğer “Tanrı” her dem taze olan Türk milletinin yok oluşunu istemediğinden İlteriş Kutluk Kağan’a milletin bağımsızlığını iade ettirmiş. Şöyle ki:
Tölis Tarduş budunug anda itmiş. Yabgug şadıg anda birmiş. Biriye Tabgaç budun yağı ermiş. Biriye Baz Kağan Tokuz Oğuz budun yağı ermiş. Kırgız, Kurıkan, Otuz Tatar, Kıtay, Tatabı köp yağı ermiş. Akangım Kağan bunca… Kırk artukı yidi yolı sülemiş, yigirmi süngüş süngüşmüş. Tengri yarlıkaduk üçün illigig ilsiretmiş, kağanlıgıg kağansıratmış, yağıg baz kılmış, tizligig sökürmiş, başlıgıg yükündürmiş. Akangım Kağan (anca ilig törüg kazganıp uça barmış). Akangım Kağan başlayu bazkağanı bal bal (Thomsen bu kelimenin matem manasında olduğunu beyan etmiştir.) dikmiş. Akangım Kağan uçtukda özüm sekiz yaşta kaltım. Ol törüde üze eçim kağan olurtı. Olurupan Türk budunug iyiçe etti. Çıgayıg bay kıldı, azıg öküş kıldı. Eçim kağan olurtukda özüm tigin erk (…….) iyi (36 harf kadar noksan) Tengri yarlıkaduk içün dört yigirmi yaşımka Tarduş budun üze şad olurtum. Eçim kağan birle ilgerü Yaşıl ögüz Şandung yazıka tegi süledimiz. Kurıgaru Temir Kapıgka tegi süledimiz. Kögşen aşa Kırgız yiringe tegi süledimiz, Kamıg biş otuz süledimiz. Üç yigirmi süngüşdimiz. İlligig ilsirettimiz. Kağanlıgıg kağansırattımız tizligig sökürtümiz. Başlıgıg yükündürtimiz.
Tercümesi:
Tölis ve Tarduş ahalisini orada tanzim etti ve onlara bir yabgu ve bir de şad120 tayin etti. Sağda (yani güneye doğru) Çinliler bizim düşmanımız idi. Solda (yani kuzeye doğru) Baz Kağan, Dokuz Oğuzlar ahalisi düşmanlarımız idi. Kırgızlar, Kurıkanlar, Otuz Tatarlar, Kıtaylar, Tatabılar cümlesi düşmanlarımız idi. Babam kağan bu kadar (düşmanlara galebe çaldı), kırk yedi defa sefere çıktı. Yirmi savaşta düşmanla vuruştu. Tanrı kendisine yar ve yardımcı olduğu için devleti olanları devletsiz bıraktı. Kağanı olanları kağansız bıraktı. Düşmanlarını yatıştırdı, onlara diz çöktürdü, başlarını eğdirdi. Babam kağan o kadar memleket ve kurumlar kazandıktan sonra uçmağa vardı.
Babam kağanın vefatında ben sekiz yaşında idim. Âdet üzere amcam tahta oturduktan sonra Türk milletini güzel idare etti ve şanını yüceltti. Fakirleri zengin etti. Azı çok kıldı. Amcam kağan tahta çıktığı zaman ben tigin (…) tanrının sayesinde yirmi dört yaşımda iken Tarduş milleti üzerine “şad” oldum. Amcam kağanla birlikte (yani doğuya doğru) Yaşıl Öküz ve Şantung yaylasına kadar sefer ettik, geriye (yani batıya doğru) Demir Kapı’ya (Belh ile Semerkant arasındadır) sefer ettik. “Gökmen”in öte tarafında Kırgız memleketine kadar dahi sefer ettik. Birlikte toplam otuz beş sefer edip yirmi üçünde düşmanla vuruştuk. Devleti olanları devletsiz bıraktık, kağanları olanları kağansız 121 koyduk, onlara diz çöktürdük, baş eğdirdik.
Sonra kötü günler gelir. Artık savaş kazanç getirmez, yağma da öyle… Kağan artık ahalisini besleyemez “fakirleri zengin, azı çok” edemez, yani etrafındakileri geçindirip idare edemez. İşte bu kez de Türkler herkesçe tanınan milletin asker maaşına, yani Çin imparatoruna kendilerini satmaya mecbur oldular. Aç kalan kağan ile ulusları bu kere de Çin’in ücretli askeri sırasına girdiler. Bulunan Türk yazıtları; Çin’i yağma etmedikleri yahut o büyük devlet tarafından bölünmeye duçar olup da bir kısım hesabına, diğer kısım aleyhine savaştıkları yani kendilerine ücret veren hükümdarın diğerine halef olmasını beklemedikleri zaman, o eski çerilerin (yani Türkler) Çinlilerle olan münasebetini açıkça beyan etmektedir.
Buradaki âlim Çinli, çeri Türk’tür: Bu kanaatkâr Türk’e Çinli altın, gümüş, kumaş verdiği ve “mutedil” bir vergi verdiği “mülayemetle” etkin olduğu süre ne kadar uzun olursa olsun iki taraf her türlü taarruzdan korunur, mağlubiyeti mümkün olmaksızın müttefik kalır. Fakat ilk önce Çinlilerin kağana mutedil bir vergi vermesi şarttır. Çünkü ulusları Çin hükümdarlarının aksine olarak kağan kendi uluslarını bakıp besliyor. Şöyle ki: Milleti ihya ettim, çıplak iken giyindirdim, fakir iken zengin ettim. Çünkü yukarıdaki “gökte” Tengri, kağanı “kara toprak” üzerinde ancak Türk toplumuna, muzaffer Türk milletine hayat vermek için tayin ettiğinden; askerî açıdan büyük hâkim, yasaları koruyan cengâver, tecessüm etmiş bir nizam ve intizam olan kağan, bu muzaffer millete karşı sorumludur. Kendisi kağan “âlim” İlteriş “milleti ihya eden” olmak hasebiyle milletin azameti tamamıyla kendisine emanet edilmiştir. İlk önce kağan millete şereften bahs açar: Milletbahş olan Tanrı, Türk kavminin nam ve şanı silinmemesi için Tanrı, beni kağan kıldı. Zengin bir kavim üzerine atanmadım. İçinde yiyeceği, dışında giyineceği olmayan, fakir ve mahrum bir kavim üzerine tayin kılındım. Ben ve kardeşim Kültigin, iki (şad) birlikte baba ve amcamız tarafından Türk milletine kazanılan ad ve ün silinmesin diye sözleştik. Türk milleti için gece uyumadım, gündüz rahat etmedim ölünceye kadar çalıştım. Çıplak kavme giyecek verdim, halk fakir idi zengin ettim. Azı çok ettim. Faziletli kavimleri, kağanın haşmet ve itibarını artırdım. Tanrı2nın yardımı ile ben çok kazandığım gibi, Türk kavmi de çok kazandı.
Tercümesi:
Ötüken Ormanı’nda Türklerin tabi olanları yok idi. Devletin idare olunduğu yer Ötüken Ormanı idi. Bu yerde oturur iken Çinlilerle barıştım. Bunlar altın, gümüş issiğ122 ipeğini zahmetsizce verirler. Çinlilerin daveti tatlı ve hediyeleri yumuşak idi. Tatlı davetleri ve yumuşak hediyeleri ile uzakta bulunan milletleri kendilerine yaklaştırırlar. Yakın konduktan sonra onların arasında medeniyet ve kültür yayarlar. İyi âlim kişi, iyi cesur kişiye taarruz etmez idi.
İl birigme Tengri, Türk budun atı, küsi yok bolmazun tiyin, özümin ol Tengri kağan olurtı erinç. Ming yıllık budunka olurmadım; İçre aşsız, taşra tonsız yabız-yablak budunda üze olurtım. İnim Kültigin iki şad, nim Kültigin birle sözleştimiz. Akanımız, eçimiz kazganmış budun atı küsi yok bolmasın tiyin. Türk budun içün tün udımadım, küntüz olurmadım erinç. Kültigin birle iki şad ölü, yitü kazgandım. Anca kazganıp bir budunung ot-sub kılmadım. Men özüm kağan olurtukuma yir sayu yazmış budun ölü yiti yadağın yalangın yana kelti. Ötüken yışda yığ idi yok ermiş. İl-tutsık yer Ötüken yışı-ermiş. Bu yirde olurup Tabgaç budun birle tüzültim. Altun, Gümüş ıssıgtı kutay bungsuz anca birür Tabgaç budun sabı süçik, ağısı yımşak ermiş. Süçik sabın, yımşak ağın arap ırak budunug anca yağıtur ermiş. Yağuru kondukta kisre arıyıg bilig anda öyür ermiş. Edgü bilge kişig edgü alp kişig yorıtmaz ermiş.
Türk hükümdarının gece uyumaması, gündüz rahat etmemesi, soyulmuş tebası içinde bulunan fukarayı beslemek, giyindirmek için ölmeyip gece gündüz çalışıp savaşması ün kazanmak, millî şerefi artırmak içindir. Mısır firavunu, İran şahı, Âsur kralı kendilerine has azametlerini ilan, ilahlarının kudretini beyan için sürü sürü halkları kurban eder, Türk kağanı ise milletinin şan ve şerefinden başka bir şey düşünmez.
Şarlman’ın yeğeni olduğu sanılan milâdî yedi yüz altmış yedi senesinde Roncevaux Geçidi Savaşı’nda öldürülen Roland’ın “Tatlı Fransa” dediği gibi Türk kahramanı kendi memleketinden hiç dem vurmaksızın Ol yirgerü barsa Türk budun ölteçisen; Ötüken yir olurup arkış tirkiş ısar. Nening, bunung yok. Ötüken yış olursar beriggü il tuta olurtaçı sen ve Türk budun.
Tercümesi:
Ey Türk milleti! Eğer ol yere yani Çin’e gidersen öleceksin. Ötüken toprağında oturup kervanlar, kafileler gönderirsen. Ötüken ormanında kalır isen orada ne zenginlik ve ihtişam ve ne de çeşitli kederler ve elem vardır. Ebedî bir devleti burada muhafaza edeceksin, diyor. O mahsulsüz memleketi bütün kuvvetiyle seviyor ve devletinin ilelebet bekasını arzu ediyor.
Kuteybe bin Müslim’den rivayeten Cahiz: Bir Türk, bağlı bir deveden ziyade vatanı için inler, diyor. Zira: Deve Basra arkalarından Umman’dan her bir dağı aşarak, her bir ovayı geçerek mekânına gelinceye kadar ancak bir defa yürüdüğü yolları koklamak ve meskenine varıncaya kadar Umman ile Basra arasındaki mesafe ne kadar uzak olsa bile vatan ve yatağı olan yerine kendisine mahsus olan koklama, şiddetle koklama ile tabiattan delil toplar.
Vatana muhabbet ve onu koruma belirtileri az önce anıldığınca bütün insanlarda mahfuz ise de Türklerde zikrettiğimiz aleniyete dayanarak daha şiddetli olup diğer bir kaza, gecikme ve niyetten evvel onları dönmeye davet eder.
Türkler öyle bir kavimdir ki: Kuşatılmışlık, uzun müddet yerleşik yaşama ve harekette azlık ile acze duçar olur. Bünyelerinin aslı hareket üzerine kurulmuş olup sükûnet için onlara nasip ve zevk yoktur. Nefsani kuvvetler, bedenî kuvvetlerinden daha iyi olup onlar ateşli, hararetli, meşguliyet, dikkat ve zekâ sahibidirler. Hatıraları çok, hatları seri olmadığından yetinmeyi, acz ve uzun müddet yerleşik olmayı, izansızlığı ve rahatı esirlik bağı gibi görürler. Kavimleri karşı karşıya getirmek, milletinin iyi askeri olduğu hakkındaki şöhretini muhafaza etmek için ölür, öldürür. Kabile hissi bunlarda pek zayıf olduğundan aşiretleri sürekli karılıp karıştığı hâlde millet hâlindeki umumi birliktelikleri, askerî terbiye ve birlikte kazandıkları galibiyetlerin hikâyeleri sayesinde metanet kazanmışlardır. İşte bir sancağın altında toplanma tutkusu Türk ve sonra Moğol namını yüceltmek için çalışmak ve sipahilik buradan gelir. Bir Türk aşireti, bir siyasî organizasyon ve birlikteliği ancak savaş ile temin ederdi. Yağma kazancı veya ödenek olmadığı zaman o birliktelik takım takım dağılır ve yeniden daha kuvvetli birisinin başına toplanır ve savaşın oluşturup dağıttığı bu birlikteliklerin adı bile onlarla birlikte kaybolur giderdi.