
Полная версия:
Türk Tarihi
Oğuz Han yönetime geçmesiyle memleketinde bulunan ahaliyi de kendi dinine davet ederek icabet etmeyenleri öldürüp ve evlat ve torunlarını esir etti. Oğuz Han’ın yönetiminde kalarak davet ettiği dini kabul etmeyenlerin birazı da birtakım ufak hanlara tabi olarak tavaif-i müluk gibi oldular. 92 Oğuz Han, Moğol memleketinde her sene bunlar üzerine harp açarak memleketlerini zapt eder idi ve bunlardan kaçıp kurtulanlar “Cürcit”93 yani Çin civarında ve Hıtay ikliminin Temür Kazık tarafında ikamet eden Tatar Han’a iltica ederler idi. Bu dinî savaş on iki sene sürdü ve nihayet Oğuz Han, Tatar Han’a savaş açıp edip kazandığı büyük muzafferiyet sonucu olarak askerinin galip gelen eline birçok ganimet geçtiyse de mevcut olan atlar onları nakil için yeterli değil idi. Askerlerin içinde bir akıllı kişi var idi, o zat araba inşasını icat ederek diğerleri de ona bakıp birçok araba yaptılar ve mallarını arabalara yüklediler… Nihayet Oğuz Han yetmiş iki yıl Tatarlar ile savaşarak yetmiş üçüncü yıl onları da cebren dinine dâhil etti. Ondan sonra Hıtay’ı ve Çin’i, Tankut yani Tibet taraflarını ve Kara Hıtay’ı istila etti. Hıtay’ın doğu tarafında ve Tunguz (Tingiz-deniz) cihetinde sarp dağlar içine yerleşen Türk’ten birtakım kabileler oluşmuştu ve “İt Barak” isminde bir hanları var idi. Oğuz Han onlar üzerine de yürüyerek savaştı ve bu savaşta mağlup olup firar etti. Ve muharebe meydanının beri tarafında iki büyük nehir olup, birçok gün o iki su arasında bekleyerek firar eden askerinin arkasını aldı.
Oğuz Han, İt Barak Han ile yapmış olduğu savaştan on yedi sene geçtikten sonra askerini toplayarak yine bahsedilen Han üzerine yürüdü. Muharebe esnasında katlederek mülkünü zapt edip dinini kabul edenleri affedip kalanların evladını esir edip kendilerini kılıçtan geçirdi.
Oğuz Han, Moğol ve Tatar vilayetlerini tamamen bir araya topladıktan sonra bunlardan asker tertip ederek Taraz ve Sayram 94 ve Taşkent tarafına yürüdü. Semerkant ve Buhara hükümdarları başkaldırmak üzere asker tertip ettilerse de gözlerine kestiremediklerinden kalelere kapandılar ve adı geçen şehri altı ay kuşattıktan sonra zapt ile muhafızlara terk ederek Semerkant’a doğru yürüdü. Semerkant, Buhara ve Belh’i de zapt edip muhafızlara terk ettikten sonra Gur vilayetine hücum etti ve havalar soğuk olup Gur’un dağlarına kar yağmış idi.
Gur vilayetini zapt edip kendisine bağladıktan sonra Kabil ve Gazze’yi zapt ile Keşmir üzerine yürüdü ve Keşmir’in o tarihte Yağma isminde bir şahı var idi. Keşmir dağları ve sularıyla kendisinde kuvvet göstererek Oğuz Han’a bir sene kadar karşı koymak istedi ise de nihayette mağlup olarak Keşmir, Oğuz eline geçti. Padişahları Yağma ile ahalisini toptan katletti. Ve bir müddet Keşmir’de ikamet ettikten sonra Bedehşan yoluyla Semerkant’a gelerek oradan vatanı olan Moğolistan’a geri döndü.
Hindistan seferinden dönüşünde bir yıl kadar istirahatten sonra ikinci yıl tertip ettiği büyük kuvvet ile Talas ve Taraz şehrine geldi. Han’ın askerinin arkasında daima dümdar 95 kılıklı bir askerî bölük gelir ve ordudan geri kalanları ileri sevk eder idi. Adı geçen fırka bir ev halkını geri kalmış bularak Han’ın huzuruna getirdi. Han ne için geri kaldığını sual ettiği zaman azığının azlığından geri kaldığını ve askerin arkası sıra gelmekte iken eşinin doğurduğunu ve açlık münasebetiyle anasının sütü çocuğa yetmediğinden ne yapacağım diye düşünerek gelmekte olduğunu, yol esnasında gelir iken suyun kenarında bir çakalın bir karga avladığını görüp çakala ağaç ile vurarak kaçırıp, kargayı kebap ederek eşine yedirdiğini ve o aralık askerin artçılarının gelip kendisine kavuştuğunu ifade etti. Han dahi o fakire at, azık ve mal vererek ordu hizmetinden muaf tutup “Kal aç” dedi ki “Kalaç” (Hâlâç) boyları o nesildendir. Sonra Oğuz Han, Talas’tan Semerkant ve Buhara’ya gelip oradan Amuderya suyunu geçerek Horasan’a vardı. Ve o tarihte İran’da Pişdâdiyân meliklerinden Huşenk hükümdar idi ve Araplar Tavaif-i Müluk96 idiler ve her kabilenin bir şeyhi var idi. Evladının hamlesi de İran’ı kendine bağladı ve Horasan’ı zapt etti ve Irak ve Acem ve Şam ve Mısır’ı ve sonra Azerbaycan’ı ele geçirdi. Şam tarafında ikameti esnasında bir hizmetkârını çağırarak eline bir altın yay ile üç altın ok verdi ve: “Yayı gün doğusu tarafında çölün ayak basılmayan yerine gömüp bir ucunu çıkar ve okları dahi gün batımı tarafına götürüp yay gibi onu da sakla.” diye tembih etti. Hizmetkâr da tembihi gereğince hareket ederek aradan bir yıl geçtiğinde Gün, Ay, Yıldız isimlerinde olan üç büyük oğlunu çağırıp Gök, Dağ, Deniz isminde üç küçük oğlunu da kardeşlerine söylediği söz ile gün batımı tarafına gönderdi. Gök Han Osmanlıların, Deniz Han Selçukluların, Dağ Han Oğuz Guz ismiyle bilinen Türklerin büyük atalarıdır. Aradan bir müddet geçtikten sonra üç büyük oğulları bir altın yay ile pek çok av ve küçük oğulları dahi üç ok ile çok sayıda av getirdiler. Ve oğullarının getirdiği av eti vesair yiyecek ile büyük bir şölen tertip ederek beyleri huzurunda yayı bulan üç kardeşe ve okları da küçüklere paylaştırdı ve Hira’dan Mısır’a kadar zapt ettiği memleketlere tarafından hâkimler atayarak sonra Moğolistan’a döndü.
Bu seferden dahi dönüşte evlat ve aşiretiyle emin ve selamet üzere dönüşüne şükran babından birçok hazırlıklar yaparak şenlik düzenledi. Ağaçları altın ile kaplı bir çadır hazırlattırarak içini la’l, yakut, zümrüt, firuz ve inci gibi şeylerle süsledi ve o altı oğluna çok nasihatler edip boy beylerine yönetim adabını talim ederek birçok şehirler ve vilayetler bahş ve ihsan eyledi. Ve hizmetinde bulunan askerî amirlere bir hayli dirlikler ve şehirler verdi ve üç büyük oğluna: “Siz altın yay bulup onu bozarak aranızda paylaştınız. Sizin adınız bundan sonra ‘Bozok’ olsun ve üç oku getiren oğullarına da sizin adınız ‘Üçok’ olsun.” dedi. Ve “Bu oklar ile yayı siz kendiniz bulmayıp bu Tanrı Teâlâ’nın size bahş ettiği bir nasip ve kısmet olduğundan ve bizden evvel gelen ecdadımız arasında yay hangi tarafta ise okun ona tabi olması kanunu muteber olup bundan dolayı yay, şah ve ok onun vezirleri makamında tanındığından, vefatımdan sonra Gün Han benim tahtımda otursun ve onun vefatından sonra Bozok neslinden her kimin ehliyeti var ise o saltanat makamına geçsin ve üç oklarda vezirlik hizmetine razı olsunlar.” dedi. Ve bu şenlikten sonra çok geçmeden vefat etti. Saltanat süresi yüz on altı yıldır! Ve hicretten otuz dört sene önce kabul edilir. Sonra Türkistan’da bulunan Yesi şehrini başkent seçmiş idi ki bu şehir Özbek hanlarına da bir müddet payitaht oldu.
Oğuz Han’ın vefatından sonra Gün Han hanlık tahtına oturdu. Ve Uygur kabilesinden olup babasının veziri bulunan İrfil Hoca’nın nasihati üzerine diğer beş kardeşi ile onların yirmi dört kişi olan oğullarına gereği kadar malikâneler verdiği gibi Oğuz Han’ın cariyelerinden olan çocuklarına da iltifat edip nimetlenirdi. Ve Oğuz’un yaptırmış olduğu süslü otağı kurdurarak bir büyük ziyafet çektirmesiyle hükümdarlığın gereklerini yaptıktan sonra vefat ederek kardeşi Ay Han’ı yerine atadı. Ondan sonra Yıldız Han, Mengli Han, Deniz Han, İl Han birbirlerinin peşinden hükümdarlık makamına geçtiler. Ve Tatar Hükümdarı Sevinç Han da İl Han’ın çağdaşı idi. Bunların arasında savaş ve kavga uzayıp şiddetlenerek Sevinç Han, Kırgız Han’dan ve Moğol Türklerinin mahkûmu olan daha başka kavimlerden yardım ile İl Han’ın ordugâhı üzerine yığınak gösterdilerse de yine galibiyet İl Han’ın askerleri tarafında kaldı. Nihayet Tatarların bir yalancı dönüş yaparak geriye çekilmeleri üzerine İl Han takip etti ve Tatarlar uygun bir mevkide saf bağlamış olarak yeniden savaşa başlayıp Türkler üzerinde tam bir galibiyet kazandılar. Ve ekâbirlerinin çoğunu öldürüp kılıç artıklarını esir ederek Oğuz Devleti’ne son verdiler.
Bu rivayetler bir dereceye kadar Türk tarihinin efsane kısmı sayılabilirse de milattan on üç, hicretten yirmi asır önce Çe’u sülalesinin Çin tahtında hüküm sürdükleri sırada Asya kıtasının kuzey kısmında Hunların97 hâkimiyet kurmuş oldukları görülür. Bunlara o zaman “Hien-Yun” diyorlardı. “Hiung-Nu” şeklinde adlandırması ise daha sonraları “Han” hükümdar sülalesi zamanına tesadüf eder.
Milâdî I. asırdan (hicrî VII. asırdan önce) itibaren “Kiyan-Nu” ismi de bulunmaktadır.
Hükûmetleri, bir zaman Okhotsk Denizi’nden Altay Dağlarına, hatta Yayık-Ural Nehri’ne kadar uzanıyor ve “Doğu Tatarları”
adı verilen Kopa, Siyen-pi ve Cucanlara nispetle Bssatı Tatarları adıyla Asya kıtasının doğu tarafı kastedilirdi.
Hiung-Nular Çinlilerle uzun uzadıya savaşmışlardır. O zaman birkaç vilayetten ibaret olan Çin hâkimiyetine nispetle Hiung-Nuların hâkimiyet alanı son derecede geniş ise de dil ve tarihleri ile alakalı bir eser bırakmamışlardır.
Çinliler, Türklerle birçok kere barış antlaşması yapmaya mecbur olmuşlar ve kız vermek suretiyle bu anlaşmaları kuvvetlendirmek ve hızlandırmak istemişlerdir. “Hun” beylerinin başı Tengri Kutu, Şen-Yu (Göğün oğlu, şanı yüce kısaltması “Şen-yu” yahut “Tanju” ve eşleri “Yen-şi=eş”) adını alır idi.
Tanjular, diğer kabileler üzerinde üstünlük hakkı ve onlardan çokça asaleti, işlere hâkimiyeti olan “Siyen-pi” ailesinden seçilirler idi. Hâkimiyetin mirasçılarına “Huyen-vang” denilir idi. Hükümdarın maiyetinde bulunan bütün beyler ve zabitler arasında muntazam şekilde tertip edilmiş rütbe silsilesi hüküm sürer idi.
Tanju’nun hükûmet merkezi şimdiki “Kuay-Hua-Çing” şehrinin kuzeydoğusunda bulunan İn-Şan Dağı idi. Bu dağ, Altay dağlarının İrtiş Nehri kaynaklarına doğru uzanıp giden bir şubesidir ki kuzeydoğu tarafından Hunların sınırlarını teşkil eder.
Tanju, Çin hakanıyla akran muamelesi eder idi. Tanju hakana yazdığı mektuplarda: “Gök ve güneş ve ay tarafından hükümdarlık tahtına getirilmiş olan Hunların büyük Tanju’su Çin hakanından büyük bir saygı ile rica eder… ilh.” tarzında idare-i lisan eyler idi.
İki hükûmet arasında cereyan eden hakiki ilişkinin tarihi milattan iki yüz on ve hicretten sekiz yüz yedi sene öncesine ancak çıkabilir. Fakat bu tarihten çok zaman önce yani hicretten iki bin sekiz yüz on dokuz sene önce, Çin’de hükümran olan Hiya hükümdar sülalesinden önce Çin’in kuzey sınırında Türklerin varlığı bilindiği gibi, ikinci Şang sülalesinin hâkim olduğu dönemde Hunlar üzerine gönderilen Çin askeri hicretten önce bin yedi yüz otuz sekizde mağlup olup hezimete uğramıştır. Sonra III. sülale olan Chouların kurucusu Wu Wang zamanında Hunlar, Çinlilerden itaat talep etmiş ve adı geçen sülaleden Yuvang asrında Çite ve Şen-Si eyaletine doğru şiddetle hücum etmişlerdir. Hicretten önce bin beş yüz otuz iki tarihinden itibaren taarruz etmiş ve musallat olmuşlardır. Hicretten önce bin üç yüz on dokuzda Çi Emirliği’nin hükmettiği Kansu98 eyaletine kadar girdiler.
Ondan kırk beş sene sonra da Peçili eyaletine akın ettiler. Türklerin birbiri arkasına olan hücumları Çinlileri âciz bıraktığından, saldırılarını önlemek üzere Çin Seddi’ni99 inşaya başladılar. Hicretten önce sekiz yüz otuz altıda bu set IV. Çin sülalesinin kurucusu olan Çin Şi Huang’ın himmetiyle vücuda gelmiş ise de ondan önce Yang Beyi, Doğu Tatarlarından korunmak için Peçili eyaletinin Vuçang Beyi, Şansi eyaletinin kuzey sınırına set çekmişlerdi. Şansi’de bulunan Çin Şi Huang’ı dahi onları taklitle hükmettiği bölgenin kuzeyine set çekmiş ve sonra bütün Çin Hıtay’ına sahip olduğu zaman duvarları birleştirilmiştir.
Çin Şi Huang’ının vefatından, yani yukarıda beyan ettiğimiz milâdî iki yüz on senesinden sonra Çin’de karışıklık çıkarak sınır koruyuculardan arındırılmış ve bunu fırsat sayan Türkler tekraren Tatarların “Kara Muren” dedikleri Nehr-i Asfer’den dolaşarak Çin’i yağmaya başlamışlardır.
Bunların o zaman Tanjuları “Tü-men” yahut “Teoman” denilen zat idi. Namı zamanımıza kadar korunmuş olan ilk Hiyung-nu hakanı işte bu zattır.
Teoman kumandasında olan Hunlar Çin Seddi’ni aşarak Ordu vilayeti ile eskiden sahip oldukları vilayetleri istila ettiler ve Hazar Denizi’ne kadar ezici kuvvetlerini gösterdiler.
Teoman milattan önce iki yüz dokuz senesinde vefat etti. Yerine geçen Mete Han milattan önce yüz yetmiş dört senesine kadar büyük fetihler gerçekleştirdi. Bu zamanda Çin Hükûmeti’ni dehşetli kargaşalar sarsmakta ve hâkim idare Han sülalesi kurucusu Kao-Huang-Ti’nin eline geçmekte idi. Bu Hakan idareye gelir gelmez Mete Tanju üzerine hücum etti ve Maya (şimdiki Su-Ping-Fu) şehrini kuşattı. Şehir zapt olundu. Tanju üç yüz bin Hun’un başında olduğu hâlde Şansi’ye girdi ve Singan-Fu şehri yakınına kadar ilerledi. Kao-Ti karşı çıkmaya cesaret edemeyerek kızlarından birini Tanju’ya vermek suretiyle barış talep etti.
Bundan sonra Türkler ve Çinliler arasında kız alıp vermek suretiyle akrabalık hasıl olmuş ise de Çin tarihçileri büyüklük taslayarak bu verilen kızların hükümdar ailesine mensup olmayıp bayağı cariyelerden olduklarını beyan ederler.
Milattan yüz yetmiş beş sene önce Hiung-Nular, Yu-şileri çoktan beri yerleşik bulundukları Kansu ve Şansi eyaletlerinden sürüp batı tarafına Balkaş Gölü ve İli Nehri civarına sığınmaya mecbur ettiler. Yu-Şileri daha önceleri Mete rahatsız ettiği hâlde bunun ardı sıra Lao-Çang isminde birisi onların hükümdarlarını katlettirip kafatasından bir kupa yapmış bunun üzerine artık Yu-Şiler Tayvan’ın (Stanislas Julien vb. yazıları “Matu Anlan” diye tercüme etmişlerdir.) öte tarafına firara mecbur olmuşlardır. Yu-Şiler de Yaksart’ı aşarak Soğd ve daha iyi bölgeleri işgal ve oralarda bulunan “Şu” veya “Saka” kavmini sürdüler.
Yine bu zamanda Tanju, Doğu Tatarlarının hükûmetini dahi yerle bir eyledi. Bu kavimlerin bir kısmı (Pekin’in kuzeyinde) Wu-Huan Dağlarına çekilip bu dağın ismiyle anıldılar. Bir kısmı da Siyen-pi Dağlarına sığınıp o adla anıldılar. Yu-Şilerin Maveraünnehir’e indikleri bir zamanda Hiung-Nuların müttefiki olup daha batı taraflarına yerleşen Wu-sun=Vu-sinler dahi İrtiş Nehri ve Aral’a kadar Kıpçak memleketi arasında yani Hiung-Nuların kuzeybatı taraflarında ortaya çıkıyorlar idi. Wu-sunlar, Alanlar vs. kavimler gibi mavi gözlü idiler. Reislerine “Kun-Mi” namı veriliyor ve İli sahilinde oturuyorlar idi. Wu-sunların ülkesine Çinliler “Kun-Mi Kua” yani “Kun-Mi”nin hükûmeti adını verirler. Çinliler Wu-sunları büsbütün Hunlara bağlılıktan ayırmak yolunu aradılar. Bunun için Batı memleketlerinde ilk seyahatleri gerçekleştirmiş olan Çinli meşhur gezgin Çian Kien’i bunların arasında yücelttiler.
Çin hakanı bu zamanda bile Batı Tataristan, Maveraünnehir, Kan-kiu, Fars, Pu-s kavimleriyle ticari ve siyasî münasebette bulunur idi. Fakat Çin ile bahsedilen memleket arasında yerleşen Hunlar bu tarz ulaşıma mâni olmak istiyorlar idi. İşte Çan-Kien’in Wu-sun’da Yu-Şiler nezdinde memur olduğu vazifeyi ifa etmezden evvel on sene kadar Tanju tarafından tutuklanması bu muhalif fikirden kaynaklanmıştır.
Milattan yetmiş sene önce Wu-Huanlar, Hiung-Nulara karşı isyan ve bütün Tanjuların ve özellikle Mete’nin mezarını tahrip ettiler. Hiung-Nuları yüz fersah mesafeden fazla batı tarafına sürüp bunların terk etmiş oldukları araziye sahip oldular. Biraz sonra Siyen-pilerin Çinlilere yardımı sayesinde milâdî kırk beşte Wu-Huanlar mağlup oldu. Fakat derhâl kendilerini toplayarak daha fazla kuvvet peyda ettiler. Bunların hükûmetleri milattan iki yüz yedi yıl sonraya kadar devam etti.
Milâdın kırk üçüncü senesine doğru Hun Hükûmeti Kuzey ve Güney olmak üzere iki hükûmete ayrılmış idi. Altmış beşinci senesinde Kuzey Hunları güneylilerle birleşerek Şansi ve Hami üzerine çullandılar. Fakat gördükleri mağlubiyet ve hezimet üzerine kuzeyde ellerinde bulundurdukları vilayetlere çekilmeye mecbur oldular. Çin generali Tsiu Hien tarafından takip ve memleketleri tahrip olunduğu gibi Kilu-Şan Dağı’nda uğradıkları ikinci bir hezimette Tanju, batı tarafına kaçtı. Bununla da Kuzey Hun Devleti son bulmuş oldu. (m. 93-544)
İki yüz bin Hun, Çin Hükûmeti’ne tabi olmak isteğinde bulundu. İtaat eden kısmı Altay Dağları’nı ve beş yüz fersahtan çok uzayıp giden geniş bozkırları aşarak Ural bozkırlarına ve Başkır memleketine geldiler. Bunlar Asya ve Avrupa sınırında Batı Hunları adıyla yeni bir Hiung-Nu devleti kurarak Tanjular tarafından idare olundular. Hükûmetleri asırlarca devam etti.
Çin tarihçileri bu iki hükûmetten bahsettikleri sırada Tanju Hükûmeti adıyla anıp hükümdarlarının Yayık (Ural) Nehri kaynağı yakınında bulunan Yu-Pan’da ikamet ettiğini yazarlar ise de mesafenin uzaklığı ve onlarla hiçbir münasebet peyda edemedikleri gibi bunlara dair ayrıntılı bilgi de vermezler. Avrupa kıtasını Hun adıyla istila edenler işte Uygurlar, Oğuzlar, Siyen-pi ve diğer Türk kavimleri ile çevrilmiş olan bu Batı Hunlarıdır.
Bunların Rusya sınırına ulaşmalarının ilk sonucu oralarda eskiden beri yerleşmiş olan kuzey kavimlerini güneye doğru sürmek olmuştur.
Adı geçen kavimler Çinlilerin “A-La-Ni” diye adlandırdıkları Alanlar idi. Bunların yetmiş sekiz senesinde Kafkas Dağları’nı aşarak Medya’ya (şimdiki Azerbaycan Irak ve Acem) girdikleri ve Partlarla bin altı yüz seksen senesinde Mark Aurel zamanında Romalılarla muharip bulundukları Latin müelliflerinde görülmektedir. Yüz sene sonra yani III. Gordian’ın zamanında Alanlar Makedonya’ya ve yavaş yavaş Avrupa’nın diğer ülkelerine dâhil oldular.
Kuzey Hunlarının enkazıyla Batı tarafında Hun Devleti’nin oluştuğu sırada Güney Hunları Şansi eyaletini işgal ediyorlardı. Tanjuları olan Hiyu-lan-şi’ye Kuzey Hunlarından otuz dört bin aile doksan üçte itaat talep etmiş idi. İktidarı ele geçiren Siyenpilerle Wu-Han ve Keyanların istilaları, milâdın yüz yirmi beşinci senesinde vuku bulmuştur. Gitgide Güney Hun Devleti zafiyete uğradı. Tanjular, Çin hakanlarının çeşitli kişilerine birer alet oldular. İki yüz altı tarihinde Çin hükûmeti de bölünerek üç hükûmete ayrıldı. Şöyle ki: Vay Gavaylar kuzeyde, Vular güneyde ve küçük Han sülalesi batıda yetki icra ediyorlardı.
İki yüz yedi tarihinde Vaylar civar kavimlere, özellikle Wu-Hanlar üzerine hücum edip birer birer itaat altına aldılar. Şimdi sıra Güney Hunlarına gelmiş idi. Son Tanjuları olan Vu-Çe-Sien uzun müddet karşı koyduktan sonra Çin hakanının huzuruna çıkarak itaat bildirdi. Güney Hiung-Nu Devleti iki yüz yirmi birde yıkıldı. Ahalinin bir kısmı Kansu ve Şansi eyaletlerinin yerli ahalisine karıştı. Çoğu batı tarafına iltica etti. Doksan üç senesinde göçen ilk Hunlarla buluştular.
İki yüz yirmi beş senesine doğru Siyen-piler merkez Asya’ya indiler. Hiung-Nulara ait olan ülkeyi istila ettiler. Tupa, Tuba ve So-teou adıyla geniş bir devlet kurdular ki yüz sene sonra yani milâdî üç yüz yirmi yılına doğru İli Nehri’nden Amur Nehri’ne kadar uzayıp gidiyordu. Siyen-pi ismi zamanımıza kadar “Sir” ve “Sibirya” şeklinde payidar olup kalmıştır. Fakat üç yüz on senesine doğru Siyen-pilere mensup olup tarih lisanında isimleri “Cu-an-cuan, cu-cu, cinu-cen, cu-cuen” şeklinde ve Arapça olarak “Ye’cüc ve Me’cüc” adlandırılmış olan diğer Türk kavimleri batı tarafına doğru şiddetli bir yığılma gösterdi.
Üç yüz doksan yılında Siyen-piler de oldukları yerden sürüldü, devletleri mahv u perişan oldu. Cücenler100 Kuzey Makar Adalarından birisi “Karakurum” olmak üzere yavaş yavaş bütün Tataristan’a sahip oldular. Bunların reisine Tanju adı veriliyordu. Bu hükümdarlardan To-lun adındaki birisi dört yüz yirmi yılına doğru Tanju unvanını Hakan (Çince: Khohan) olarak değiştirdi. Bu kelimenin türeyiş şekli tamamıyla belli değil ise de bundan sonra Tatar hükümdarlarına unvan olup kalmıştır. To-lun büyük bir cihangir ve kanun koyucu oldu. Saltanatı döneminde Cücenlerin devleti Kore’den Avrupa’ya kadar uzayıp gidiyordu. Hatta bir zamanlar Batı Hunların yerleşmek üzere oldukları Başkır memleketi dahi yayılma alanlarına girmiş idi.
Dört yüz otuz senesine doğru Attila’nın Avrupa’yı istilası hiç şüphe yok ki Cücenler yüzünden olmuştur. Yine Haydariler ve Eftalit yani Ak Hunlarınki dahi bu zamana tesadüf eder. Cücen devletinin yıkıldığı zamana kadar hüküm süren bütün hakanların isimlerini ve yaptıklarını Çin tarihçileri kaydetmişlerdir.
Una-Huay ve Nagan-lu-çin kumandasında bulunan Tukyular, Cücenlerin memleketlerini istila ve 552’den 554 senesine kadar ahaliyi toptan katletmişlerdir. Bu sebeple Tukyular bütün Asya’nın kuzeyine Kaşgar -Buhara-yı Sagir- bölgesinin merkezine sahip oldular. Cücenler üzerine elde ettikleri bu başarıdan sonra Tukyular, Yaksart yani Seyhun Nehri’ni aşarak Fars hükümdarı Hüsrev-ü Nuşirevan ile ittifak ederek Maveraünnehir’de bulunan Eftalit yani Ak Hunların egemenliğine son verdiler. Beş yüz elli yedide Eftalitler, Hakan adını taşıyan ve Var ve Huni adlarını taşıyan reislerine tabi olarak firar ettiler. Varhuni yahut Varhunit adıyla tarihte anılan Uygur, Sabir ve Türkler işte bunlardır. Fakat bunlar Avrupa’ya dâhil oldukları zaman Avar adını almışlardır.
Tarihin bu noktası şükre şayan ise de herhâlde Avar adının vaktiyle Tataristan’da dehşetli bir hükûmet hatırası bırakmış olan diğer kavimlerin adı olduğu zannedilmektedir.
Tarihî olayların bundan sonrası gelecek bahislerde görülecektir.
Âlemde millet ve ümmetlerin vukuatları bir tarzda cereyan etmektedir: “Tarih, olayların tekerrüründen ibarettir.” sözü bir hakikattir yani her kavmin kendi nesillerinin ve geleceğinin devamı diğerinin son bulmasına bağlıdır. Medeniyetin varlığıyla övünülen şu asırda bu durum açıktan açığa kendisini göstermiyor ise de ticareti bazı milletlerin tekeline alarak diğerini ihtiyaç içinde bırakmak suretiyle toplumların artışına set çektikleri görülmeyecek kadar gizli bir hâl değildir.
İşte eski Türk kavimlerinin birbirine ve çevrelerine karşı icra etmiş oldukları savaşlarda da bu fikirden başka bir maksat yoktur.
Bazı kindar tarihçi ve seyyahların tasvir ettikleri gibi bu savaşçı insanlar çobana benzemezler. Bunlar çevgan yerine mızrak, çoban düdüğü yerine kaval kullanırlar.
Veraset-i Ma’kusa dediğimiz veraset usulünden dolayı talih peşinde koşan yiğitlerin Çin, İran, Küçük Asya’ya geçişlerinden dolayı olan değişim göz ardı edildiği takdirde, Türk ve Moğol ailesi içinde kadınların hayal edildiğinden çok önemli bir mevkiye sahip bulundukları görülür. Türk âdeti, hatta bugün şer’i şerife bağlı olanlar yanında bile kadınların sahip bulundukları bir medeni şahsiyet temin etmiştir.101 Bir kız veya kadınla evlenen bir Türk ilk önce kan veya İstanbul halkının tabiriyle ağırlık adında peşinen bir mihr vermek mecburiyetinde olduğu gibi yüz görümlüğü diye kendisi; el öpmelik diye de ebeveyn ve akrabası hâllerine göre birer hediye takdim etmeleri âdettir. Bu hediyeler genellikle altın, gümüş vb. mücevherattan ibaret olup kadının kendi malıdır. Verilen ağırlık ile de oda döşemesi, kap kacak vs. alındığından eşler müştereken kullanır iseler de boşanma durumunda bunları kadın kendi hanesine götürür. Türk ve Moğolların kibar kadınlarının arpalığı bulunmak mecburi olup eşsiz olanlar bununla geçinirdi. Cengiz Han’ın Türk ve Moğolları nezdinde şeriat hükümleri, medeni idare tarzının ve millî örfün yerine geçmeden veya bunları ikinci derecede bırakmadan önce birtakım prenseslerin bir ordu arpalığına sahip bulundukları malum olduğundan, kadınların arpalığında102 örekeden tut da mızrak bile bulunduğu anlaşılıyor. Türk ve Moğollarda kızları devlet yönetiminden alıkoyan bir veraset usulü olmadığından İslâm’dan önce hatunların eşlerinin yerine geçtiği sıkça görüldüğü gibi, İslâm’dan sonra da vaki olmuştur. Hatta Osmanlı saltanatında en meşhuru Kösem Valide Sultan olmak üzere saltanatlarının ihtişamı övülen saygın hanımlar Mal Hatun, Nilüfer Hatun vb. her zaman önemli bir hürmet mevki kazanmışlardır. Örfi kanunlara hâlâ riayetleri tam olan Ceyhun Türkmenlerinden Teke Türkmenlerinin emiresi yakın zamanlarda Rus miralaylarından Ali Hanof’a vararak hükûmetinin hukukunu Rusya’ya terk etmiş ve tebasından buna itiraz eden bulunmamıştır. Hicrî sekizinci asır ortalarına doğru Kırım’da seyahat eden İbn-i Batuta, Türk kadınlarının çarşı ve pazarlarda alışveriş ettiklerini ve kocalarının ise bomboş oturup durduklarını şaşkınlıkla nakleder. Çin tarihçileri de Türk kadınlarının hürmet ve muhabbete mazhar olduklarını, şahsi asaletlerinin bulunduğunu beyan ile evliliklerinde de bu asaleti kaybetmediklerini beyan ederler.
Tartışmasız kişisel asaletlerini tesis etmiş olan Türk kavmi nezdinde miras hukukunun yedinci batında duraklaması gariptir. Ebulgazi Bahadır Han Şecere-i Türkî’de: Yedi atağça andın sonun koymas. Türk ve tacın ve o barça âdem ferzendinin içinde yedi resmi atasını ser kılmak. Türk halkı ayturını arkamdan biri temürcü men itükçü ki minig yeti ata uş bu yurtta ülken turur, yatur kim yeti arkadın yarlık yüzün körgenim yokdır. Tacik hem şundak dir.103 Yedi arka yani yedi batın ki üç asır kadar bir müddettir. Zaman aşımını sağlar ve unvanı siler, yok eder. Buradaki unvandan maksat neseplere bağlı lakaplar değil kabul edilen nizamlardır. Nesepler yok olmaz. Hâlâ zamanımız Kırgızlarından ulu cüz, orta cüz, küçük cüzlerden104 her oymak on asırdan daha evvelki olan ongunlarını (arma) muhafaza ediyorlar. Kıpçak oymağı milâdî altıncı asırda -hicretten bir asır önce- Çinli tarihçilerden Tukyuların sözleşmeleri altında gördükleri mızrak demiri şeklinin hızla resmedilmesinden hâsıl olmuş bir arma kullandıkları gibi, altı asırdan beri İslâm’ın kurtuluş dairesinde bulunan Giray Ogiriski oymakları hâlâ sözleşmelerin altına ataları olan Hristiyan Kerait Türklerinin haçını koymakta ve bir kısmı sıradan şeklini verip bir kısmı ise bazı hatlar ilave etmektedir. Türk kanununda kişisel haberler ile millî rivayetler ayrı şeylerdir. Akrabalık hissî işlerden olup hukuki meselelerden değildir.