
Полная версия:
Çin mitolojisi
Taoizmdeki milliyetçi yapı, destekçilerinin kadim İmparator Haung Ti’yi yeni dinin gerçek kurucusu olarak kabul etmesine müsaade etti. Böylelikle dönem olarak Lao Tzu’dan daha gerilere, saygınlık açısından da çok daha yüksek makamlara ulaşıldı. Konfüçyüs tarafından savunulan ilkeler, MÖ yirmi dördüncü ve yirmi üçüncü yüzyıllarda yaşamış olan Yao’ya ve Shun’a atfediliyordu. Ne var ki Taoizm, tarihin başlangıcında hüküm sürdüğüne inanılan beş hükümdarın öncesine kadar gidiyordu. Genellikle Sarı İmparator olarak bilinen Huang Ti, Taoizmin vaat ettiği din anlayışı için ahlak filozofu Lao Tzu’dan daha uygun bir başlangıç noktası oluşturdu. Zira Huang Ti hem mucizevi bir doğuma hem de olağanüstü olaylarla dolu bir hükümranlığa sahipti. Etrafına altı büyük veziri toplamıştı. Bu vezirlerin yardımıyla altmış yıllık döngüsel bir periyot düzenleyip takvim oluşturdu. Matematiksel hesaplamalar başlatıldı. İnsanlar ahşaptan, metalden ve topraktan aletler yapmayı, tekne ve araba inşa etmeyi, para kullanmayı, Çin’e ilk defa onun döneminde getirilen bambudan müzik aletleri yapmayı ve başka pek çok harika şeyi öğrendi. Bu amaç için yapılan ilk tapınakta Yüce Hükümdar Shang Ti’ye kurbanlar keserek kurban kültürünün kurucusu haline geldi. Ayrıca sıradan insanların evlerinden ayrılacak biçimde bir saray inşa etme hakkı tanınan ilk hükümdardı. İnsan ömrünü uzatmayı amaçlayan ilaçlar yaptı. Çeşitli bitkilerin özellikleri ve doğanın zıt ilkelerinin işleyişi üzerine çalıştı. Yüz on bir yaşında dünyadan ayrılmadan önce, anka kuşu (fêng-huang) ve tek boynuzlu at (ch’i-lin) sembolleri, merhametli yönetiminin nişaneleri olarak ortaya çıkmışlardı. Sarı İmparator ile ilgili bu gelenekler, Tai Tsung’un Taoizmi bir din haline getirme düşüncesinden çok önce Çin’de sağlam bir şekilde kurulmuştu. Hiçbir şey, mucizevi ve harikulade ulusal hadiselerin başlangıç noktası olan Sarı İmparator’un, Taoizmin beslendiğini gerçek bir kaynak haline gelmesinden daha doğal olamaz. Bütün bunlar ahlaki öğretiye vurgu yapan Muhafazakâr Okul’un etkili olması için yapılmış olmasaydı, Taoizme Lao Tzu ile bağlantısından dolayı büyük bir önem verilmeyebilirdi. Nitekim bir din olarak Taoizmin herhangi bir türden ahlaki öğretiyle ilişkisi oldukça zayıftır. Taoizmin asıl önemi büyücülük ve doğaüstü uygulamalarla ilgiliydi. Dinin Çin’deki gelişimi, Tang hanedanı döneminden günümüze kadar Lao Tzu ile ilişki kurulmamış halinden çok da farklı olmazdı. Taoizmin gerçek kaynağı ahlaki bir münzeviliktense, yani Lao Tzu’dansa, mitolojik ve büyüsel Sarı İmparator ile münzevi Zhang Daoling’e atfedilir. Kuang Chêng-tzu ise Sarı İmparator ile ilişkilendirince ünlü bir karakter haline gelmiştir. Kung-tung Dağı’ndaki taş bir evde bir keşiş gibi yaşamıştır. Chuang Tzu’ya göre Sarı İmparator bir defasında Kuang Chêng-tzu’ya felsefi meselelerle ilgili sorular sormak için bu dağa gitmiştir. Kuang Chêng-tzu genellikle yüzü yukarı kalkık, kolları uzun giysi kolunu sıvayacak şekilde katlanmış ve kemerinden uzun bir madalyon sarkmış vaziyette ayakta dururken tasvir edilir. Madalyonun üzerine Sekiz Diyagram işlenmiştir. Gökyüzündeki ikametgâhı Sükutun Başkenti’dir (Yü Hsü Kung). Kötü güçleri kontrol etme ve savaşta zafer getirme gücü olduğuna inanılır.
Lao Tzu’nun Taoizmdeki mevkisi Yüan hanedanı döneminde değişmez halini almıştır. Lao Tzu, Tai Tsung tarafından “Gizemli Neslin İmparatoru” anlamına gelen Hsüan Yüan Huang Ti unvanıyla kutsanmıştır. Yüan hanedanı bu geleneksel ismin ilk iki karakterini benimseyip bunları kendi isimleriyle ilişkilendirmiştir. Tıpkı Tai Tsung’un bilinen bir soyadına sahip olmak için kendisini derin bir saygıyla Lao Tzu ile ilişkilendirilmesi gibi. Saltanat aileleri ile Lao Tzu arasındaki bu zorlama bağlantılar (Tang soyadı benzerliğiyle Yüan ise hanedan adı ile Lao Tzu’ya bahşedilen geleneksel ad arasındaki benzerlik yoluyla) Taoizmin bir din olarak insanlar arasında yayılmasında son derece etkili olmuştur. İlk Yüan İmparatoru Cengiz Han döneminde Chiu Chu-chi (Chiu Chang Chun) isimli meşhur bir münzevi, Karlı Dağ’da (Hsüeh Shan) inzivaya çekildiği köşesinde aranıp bulunmuştur. Böylece imparator ondan Taoizmin öğretilerini öğrenmiştir. Bu öğreticinin şerefine Pekin sakinleri birinci ayın on dokuzuncu günü Hsi Pien Mên’in dışındaki ünlü bir Taocu tapınak olan Po Yün Kuan’ı haccederler. Bu hac yolculuğunun ismi Yen Chiu olarak bilinir. Tapınak Yüan hanedanı döneminde Chang Chun sarayı olup İmparator Cengiz Han tarafından Chiu Chu-chi’ye hediye edilmişti. Geleneğe göre Cengiz Han kızını Chiu ile nişanlamak istemiş ancak Chiu böyle bir evliliğin muhtemel sonuçlarından korkarak ilk ayın on dokuzuncu günü hiçbir şekilde evlilik yapmamaya karar vererek münzevi olmuştu. Anlatıya göre yıllık hac ziyareti Chiu’nun bu kararının şerefine yapılıyor. Oysa bu popüler anlatının gerçekliğini sarsan bir durum sözkonusu. O gün aynı zamanda Chiu Chu-chi’nin doğduğu gün olarak biliniyor. Yüan İmparatoru Tien Li’nin MS 1329-1332 yılları arasındaki hükümdarlığı sırasında büyük devlet adamı ve âlim olan Chao Mêngfu, devasa bir taş tablet üzerine yazılar yazmıştır. Tablet, Chao Yang Mên’in dışında bulunan ve Tien Li’nin seleflerinden birisinin himayesi altında inşa edilen Tung Yo tapınağına bağışlanmıştır. Bizzat hükümdarın bağışladığı tablet tapınakta iyi şartlarda korunmuştur. Tabletin üzerindeki yazılar Taoizmin araştırmacılar tarafından ulaşılabilen hem en ilginç hem de en güvenilir açıklamalarından birisidir. Yazıtta Taoizm, yaygın ismi olan Tao Chiao yerine Hsüan Chio olarak anılır. Hsüan Chiao ifadesi hiçbir zaman popülerlik kazanmamıştır fakat Yüan hanedanı imparatorları Lao Tzu’yu yüceltmek için bir adım daha ileri gitmişlerdir. Lao Tzu’ya Tang İmparatoru Tai Tsung tarafından bahşedilen azizlik mertebesine kendi onaylarını ekleyip bu dini isimlendirirken saygın bir isim kullanmışlardır. Sung imparatorluk ailesinin bir torunu olan Chao Mêng-fu, Konfüçyüs’ün gökyüzü ve yeryüzünün dengi olduğunu onaylayarak onu en yüce idol haline getirmişti. Chao buna rağmen Taocu tapınak için yazılan yazıtta edebi kelime haznesini bir ata olan Sarı İmparator ve bir torun olan büyücü Zhang Daoling ile ilişkilendirdiği Lao Tzu’yu övmek için tüketmiştir. Dolayısıyla T’ang hanedanının Taoizmin kurucusu olduğu Yüan hanedanının ise onu sağlamlaştırdığı söylenebilir.

Kuang Ch’êng-Tzu
Taoizmin Çin’in mitolojik karakterleriyle olan bağlantısı, bütün inanılmaz eylemleri ve evren hakkındaki gizemli teorileriyle eksiksizdir. Harfler Okulu’nun (Ju Chia) yorumlarına ve kayıtlarına bel bağlamış olsaydık elimizde çok az malzeme olurdu; zira bir devletin kurulmasını ve geliştirilen medeniyetin yayılmasını sağlayan büyük isimlerle sınırlandırılmış olurduk. Budizm hakkındaki çalışmalar bizi Hindistan’ın eski mitolojisine doğru çok uzaklara yönlendirmektedir. Günümüzde Sarı İmparator’dan geldiği düşünülen Eski Çin’in mitolojik karakterlerini ve hayat hakkındaki görüşlerini bir arada Taoizmde buluyoruz.
İkinci Bölüm
Üç İmparator
Çin mitleri hakkında bir değerlendirme yapacak olursak, Sarı İmparator yani Huang Ti bir hareket noktası olarak kabul edilebilir. Üç İmparator’dan üçüncüsü olan San Huang bağımsız bir kişilik atfedilen ilk imparatordur. Fu Hsi, yani ilk imparator, Çin’e yerleşen ilk göçebe kavimlerin oluşturduğu Avcı Çağı’nın bir örneğidir. İkinci imparator Shên Nung, kalıcı yerleşimlerin kurulup tarımsal uğraşların başladığı Tarım Çağı’na örnek gösterilebilir. İnsanın bireyselliği yalnızca Sarı İmparator ve Çin medeniyetinin başlamasına sebep olan yüce eylemlerle ilişkilendirilmiştir. İsimleri unutulmuş birtakım şahsiyetlerin başarıları ve şanları Huang Ti’de toplanmış olabilir. Onda en azından Fu Hsi ve Shên Nung gibi tamamen masalsı çağlara ait soyadlarının dışında mitolojik bir karaktere rastlıyoruz.
Han Li Chih (Han Hanedanının Kronolojisi), erken Çin kronolojisini on büyük çağa ayrılmış iki milyon yıldan bile daha eskiye götürür. Bu çağlardan birincisi hem ilk yaratılan varlık hem de ilk yaratıcı olan Pan Ku ile başlamıştır. Bu çağlar Dokuz Hükümdar’ın adlarıyla (Chiu Ti) anılır. Ardından en yaşlı, ikinci, üçüncü, dördüncü ve en genç olarak isimlendirilen “Beş Ejderha” (Wu Lung) çağı gelir. Beş Ejderha’ya gamdaki beş notanın isimleri ve gezegen isimleri de verilmiştir. Üçüncü çağ elli dokuz nesilden meydana gelir. Üç neslin dördüncüsünden, altı neslin beşincisinden ve dört neslin altıncısından oluşur fakat bu dört çağda yaşamış hiçbir hükümdara bir isim verilmemiştir. Yedinci çağda yirmi iki hükümdar vardır. Bunlar o kadar erdem sahibi insanlardır ki yöntemleri dönemin insanları tarafından memnuniyetle takip edilmiştir. Sekizinci çağda on üç kişi hüküm sürmüştür. Bunlardan ikincisi günümüzde Siçuan denilen bölgenin hükümdarıydı ve burada insanlara ipek yapmayı öğretmişti. Bu çağda “Yuva İnşacıları”ndan (Yu-chao) iki nesil, “Ateş Yakıcılar”dan (Sui-jên) dört nesil ve “Başaranlar”dan (Yung-chêng) sekiz nesil vardı. Dokuzuncu çağ hayal alemi ve gerçek dünya arasındaki köprüdür. İsmini, veraseti evrenin sabit kanunlarına göre hareket eden kişiye geçiren Shan Tung’un erdeminden alır. Başlangıç çağlarının sonuncusu olan onuncu çağ Huang Ti, Sarı İmparator ile başlatılır. Sonu içinse Hsia hanedanının kurucusu Yüce Yü ya da Zhou hanedanının kurucusu Wu gibi farklı hükümdarları içeren senaryolar vardır. Çin’in ilk mitlerinin, tarihi dönemlerde yaşayan insanların çalışmalarının sonucu olduğuna inanılır. Çağların ayrımına yalnızca bu konuda başvurulur. İnsanlar efsaneleri, halk hikâyelerini, halk türkülerini ve diğer bütün ulaşılabilir bilgileri bir araya getirerek tarihi dönemin başlangıcında kurulan medeniyetin gelişimini açıklayacak bir sistem tanımlamışlardır. Çağların Sarı İmparator Huang Ti ile sona eriyor olması onun Çin mitolojisi çalışmalarının hareket noktası olarak kabul edilmesinin bir diğer sebebidir. On çağdan oluşan bu dönem, Çin yazarları tarafından güven verici tarihi bilgiler olarak kabul edilmez. Dönemden tümüyle hayal ürünü olarak bahsedilir.

Üç İmparator: Huang Ti, Fu Hsi ve Shên Nung
Sarı İmparator’un bu unvana Toprak unsuruna denk olan wu ssu gününde doğduğu için sahip olduğuna inanılıyor. Atası Shên Nung tarafından toprağın özelliklerine sahip olduğunun göstergesi olan tablet (jui) ile ödüllendirildiği söylenir. Toprak sarı renklidir, bu yüzden o da Sarı İmparator diye anılmaya başlanır. Soyadı Kung-sun, kendisine verilen adıysa Hsien-yüan’dı. Babası, günümüzdeki adı Lo-yang olan Yu-hsiung’un valisiydi. Namuslu bir insan olarak tanınırdı ve karısı Fu-pao bütün seyahatlerinde kendisine eşlik eden yetenekli bir kadındı. Anlatıya göre çift bir bahar akşamı Fu Hsi’nin ve Shên Nung’un mezarlarını ziyaret eder. Bu ziyaret sırasında gökyüzünde altından bir daire ile Büyük Ayı takımyıldızının etrafını saran göz kamaştırıcı bir ışık belirir. Eve dönüş yolunda Fu-pao hamile olduğunu fark eder ve yirmi dört ay sonra dünyaya bir erkek çocuk getirmiştir. Doğum sırasında pek çok harikulade işaret gözükmüş, gökyüzü kendisini en güzel bulutlarla süslemiştir. Gençlik dönemindeyken çocuğun hem zihinsel hem fiziksel olarak sıradışı vasıflarla kutsandığı ortaya çıkar. Bu mucize çocuk, babasının ölümünden sonra Yu-hsiung eyaletinin valisi olur.
Ülke, Sarı İmparator’un Shên Nung’un imparatorluk kuvvetleriyle mağlup ettiği Chih Yu zamanında harabeye dönüşmüştü. Bu olaydan sonra prensler tarafından imparator ilan edilmiştir. Prensler arasından en şanlı olanlarını veziri yapmıştır. Eşi Hsi-ling Shih, ülkeyi ipek böceği yetiştiriciliği ve kumaş üretimiyle tanıştırmıştır. Tarihi temeli olan bu olay mitolojik bir karaktere atfedilmiştir. İmparatorun hayatındaki diğer olaylar Lieh Tzu ve Huang Ti Ping King Su Wên’in yazarı tarafından kaydedilmiştir. Sarı İmparator’un rüyalarında, havada yürüyüp boşlukta uyuyan ruhların yaşadığı uzak diyarlara yolculuk ettiğine inanılıyordu. Bu ruhlar ne suda batar ne de ateşte yanarlarmış. Acı, keder veya korku nedir bilmeden yaşadıklarına inanılırmış. İmparator üç ay süren böylesine bir rüyadan uyandıktan sonra, insanlara doğanın güçlerini ve kendi kalplerini nasıl kontrol edeceklerini öğretmiştir. Bir başka uzun uykudan sonra öğretme yetisini kazanmış. Ülkeyi yirmi yedi yıl boyunca öyle başarılı bir şekilde yönetmiş ki, insanların hava soluyup normal yiyecekler yerine çiy yudumladıkları bir periler ülkesi kadar mutlu bir yer meydana getirmiş. İnsanlar doğuştan gelen bütün ihtiraslarını kontrol altına alabiliyormuş. Dolayısıyla bu toplum, dört dörtlük erdem kurallarına göre yaşamış.
Su Wên’de Sarı İmparator ile Chi Po arasında geçen tıp ve doğa bilimleri hakkındaki bir konuşma bulunuyor. Diyaloğa göre, kadim zamanlarda iyi bir adam Gök’ü ve Yer’i avuçlarının içinde tutuyorumuş. Temiz havayı soluyup, ruhunu havanın mükemmelliğinde muhafaza edip ışık ve karanlıkla ilgili ilkeleri öğreniyormuş; bedeni ruhuna sadıkmış. Bu yüzden Gök ve Yer gibi ölümsüzlüğü elde edebilmiş. Bu iyi insan, bir münzevi olup sonsuza kadar Gök’te ve Yer’de dolaşabilmek için ruhunu özenle muhafaza etmiş. Sarı İmparator ve sohbet arkadaşı önce dört mevsimin anlamı üzerine sonra ise evrenin düzenine açıklık getirmek için sohbet etmiştir. Üç tür hava vardır: Gök’ün (t’ien-ch’i), Yer’in (ti-ch’i) ve dönüşümün havası (yün-ch’i). Bir de insanlara saldıran, bütün hastalıkların kaynağı olduğu için uzak tutulması gereken kötü bir buhar vardır. Kitapta Yer, havada asılı durup doğuya doğru hareket eden bir beden olarak tasvir edilir. Gök ise batıya doğru hareket eder. Sarı İmparator, Chi Po’dan bu durumu açıklamasını ister. Chi Po cevap olarak beş elementin (metal, ateş, hava toprak ve su) sabit devinimini tarif eder. Bu devinim güneş, ay ve gökyüzündeki diğer gezegenlerin hareketine benzer. Yukarıdaki boşluk yeryüzünde bulunan bütün canlı formların saf cevherini tutmaktadır. Chi Po, Sarı İmparator’un “Dünya aşağıda değil midir?” sorusuna şöyle cevap verdi; dünya insanların altındadır fakat uzayın ortasındadır ve etrafını saran büyük hava ile yukarıda durmaktadır. Doğa bilimsel bu soruşturmaların arasına insanı ölümsüz kılacak tıbbi tedavilerle ilgili tartışmalar da girmektedir.
Her ne kadar biz Sarı İmparator’u erken Çin mitlerinin geliştiği kaynak olarak belirlemiş olsak da onun iki selefi olan Fu Hsi ve Shên Nung da dikkat edilmesi gereken imparatorlardır. Fu Hsi’nin imparator olarak resmi adı Tai Hao idi (Her Şeye Gücü Yeten Yüce Varlık). Bir kısmı insan bir kısmı doğaüstü şekilde tasvir edilir. Kung-chang yakınlarında (günümüzde Kansu eyaleti) mucizevi bir şekilde doğmuştu. Fu Hsui’nin günümüze kadar gelen en eski temsili MS 160’ta Shantung eyaletinde Wu Liang Tz’u’nun taş tabletlerinde bulundu. Bu temsilde ona bedeninin alt kısmı yılan kuyruklarıyla sarılmış bir kadın figürü eşlik etmiştir. Bu varlık günümüze ulaşan en eski tarihi kanıt olarak değerlendirilir. Buradan Han hanedanının Fu Hsi’yi insan olarak kabul etmediğini anlıyoruz. Shên Hsien Tung Chien’e göre Fu Hsi “Sekiz Diyagram”ı (pa kua) şu şekilde bulmuştur: “Mêng Nehri sahillerindeyken suyun yüzeyinin üzerinde oynayan devasa büyüklükte bir canavar görmüştür. Bu canavarın bedeni at şeklinde olup üstü balık pulları ile kaplıdır ve pek çok ayağı vardır. Bedenin alt tarafları kıllarla kaplıdır, sırtında bir tablet taşır. Fu Hsi canavara seslenip sahile çıkmasını rica etmiştir. Canavar hemencecik bu dileği yerine getirmiş ve Fu Hsi tabletin sahibi olmuştur. Tablette figürlerin iç içe geçtiği elli beş satıra rastlanır. Tableti boş vakitlerinde üzerinde çalışabileceği Fu Shan’a götürür. Çalışmaların sonucunda Sekiz Diyagram oluşturulmuştur.” Geleneğe göre evlilik kurumunu tesis eden ve aynı soyadına sahip iki insanın evlenmesine yasak getiren de Fu Hsi’dir. Demiri keşfeden Fu Hsi, avlanma ve balıkçılık gereçleri icat etmiş, vahşi hayvanları ülkeden kovmuştur. Ülke boyunca günümüzde Shantung, Honan ve Shensi olarak bilinen yerlere doğru, doğuya seyahat etmiştir. Merkez şehri Honan eyaletindeki Kai-fêng yakınlarındaki Chên’deydi. Yazı yazmaya ilk defa kurallar getiren ve meydanda adak taşı üzerinde Gök’e ilk defa kurban veren odur. Bunlara rağmen en dikkat çekici işi, Sekiz Diyagramı bulmasıdır. Ya da Sekiz Diyagramın bulunmasının Fu Hsi mitinin icat edilmesine sebep olduğunu söylemek daha doğru olacaktır.
Fu Hsi’den ayırt edilmesi için Dünyevi İmparator olarak adlandırılan Shên Nung tarımsal uğraşlar çağını temsil eder. Günümüz Hupeh eyaletinin sınırları içerisindeki Lieh Dağı’nda doğduğu varsayılır. İki buçuk metreyi aşkın boyda ve insan bedeni üzerinde bir boğa kafasıyla tasvir edilir. Doğumundan üç gün sonra konuşan, beş günlükken yürüyebilen, yedi günlükken bütün dişleri çıkmış olan imparator üç yaşındayken tarlaları sürebilmiştir. Konfüçyüs’ün doğum yeri olan Chü Fu’daki krallığı için bir başkent kurduktan sonra, at arabasını ve çeşitli zirai aletleri icat ettiği söylenir. Ülkenin bir ucundan diğer ucuna ürünlerin takas edilebileceği pazarlar tesis etmiştir. Dünyevi İmparator’un bitkiler üzerinde incelemeler yapıp onları bedensel hastalıkların tedavisinde kullandığına ve hatta yetmiş çeşit bitkisel zehir keşfettiğine inanılır. Üç yüz altmış beş adet şifalı bitkiyi sınıflandırıp haklarında bir kitap yazmıştır. Yüz altmış sekiz yıllık uzun bir ömür sürmüş ve sonrasında ölümsüzlüğe ulaşmıştır.
Üç İmparator döneminin diğer iki mitolojik hikâyesinden de söz etmek gerekir. Bunlardan biri dört gözü olduğu söylenen, yazı sanatının efsanevi mucidi Tsang Chieh hakkındaki hikâyedir. Yazıyı icat ederken kuşların kum üzerinde bıraktığı izlerden ve “kuş ayak izi yazısı” (niao chiwên) olarak bilinen beş yüz kırk adet özel eski karakter biçiminden ilham almıştır. Diğer hikâye Fu Hsi’nin kız kardeşi ve halefi olduğu söylenen Nü Kua hakkındadır. İsmini oluşturan iki karakter doğal olarak bir kadın olduğuna işaret etse de bazı eski gelenekler ismin anlamını görmezden gelerek Nü Kua’nın bir erkek olduğunu ileri sürmüştür. Wu Liang Tz’u yarım kabartmasında vücudunun Fu Hsi’nin vücuduyla iç içe geçmiş halde olması bu ikisinin abla kardeş veya karı koca olduğuna işaret eder. Kanaatimce gerçeğe en yakın gözüken üçüncü bir açıklama vardır: Nü Kua ağabeyinin hükümdarlığı sırasında ona yardımcı olmuştur. Ti Wang Shih Chi’de Nü Kua’nın bir yılan vücuduna ve bir öküz kafasına sahip olduğu ifade edilir. Nü Kua evlilik törenlerini başlatma görevini yerine getirmiş ve ağabeyi Fu Hsi tanrılara dua ederken yanında hazır bulunmuştur. Shih Chi’de geçen ifadelere göre, Nü Kua’ya ilahi bir feraset bahşedilmiş olup hükümdar olarak ağabeyi Fu Hsi’nin halefi olmuştur. Saltanatının sonuna doğru Kung Kung isimli feodal prenslerden biri ayaklanarak Nü Kua’yı tahtan indirmeye çalışmıştır. Kung Kung savaşta yenildikten sonra kafasını Pu-chou Dağı’na vura vura paramparça etmiştir. Bu olay Gök’ün sütunlarını sarmış ve yeryüzünün köşelerini yok etmiştir. Gökkubbeye verilen zararı onarmak için Nü Kua bir ritüel uygulamıştır. Beş renkten taşları eritip Yer’in dört köşesine yerleştirmek için kaplumbağanın ayaklarını kesmiştir. Büyük selleri durdurmak için kamış otlarını yakıp kül etmiştir. Böylece, daha sonraki Çin hükümdarlarının yuvası olan Chi topraklarını felaketlerden kurtarmıştır.
Bu bölümde Fu Hsi’yi Shên Nung’u ve Huang Ti’yi Üç İmparator olarak sınıflandıran yazılı kaynakları kullandım. Wu Liang Tz’u yarım kabartmalarında farklı bir sınıflandırma sözkonusudur. Fu Hsi ve Nü Kua birlikte ilk heyeti oluştururlar. Chu Jung bir sonrakini işgal eder ve üçüncüsü Shên Nung’undur. Huang Ti, daha sonra Beş Hükümdar arasında bir konuma atanır. Üç İmparator’u anlatan bu iki listedeki farklılık Han hanedanında görülür. Buna rağmen benim benimsediğim liste sonraki hanedanlarca genellikle kabul edildiğinden, bugünkü anıtların tanıklığını kitaptakilere tercih etme yöntemimi terk edip genel olarak kabul gören listeyi benimsemek daha akıllıca olur.
Üçüncü Bölüm
Tarih Öncesi Dönemdeki Diğer İmparatorlar
Nasıl ki Fu Hsi Avlanma Çağı’nı, Shên Nung Tarım Çağı’nı ve Huan Ti İcat Çağı’nı temsil ediyorsa Yüce Yao ve Shun da doğruluk üzerine kurulu muhteşem bir yönetim için efsanevi modellerdi. Eski iki hükümdar, Konfüçyüs tarafından köylülere bütün nesillerin gözlerini kamaştıracak erdemleri olan örnek yöneticiler olarak kabul ettirilmiştir. Shujing’te Yao’nun engin bilgi birikimine sahip, akıllı, yetenekli, düşünceli ve imparatorluğunun görkemiyle dolu olduğu yazmaktadır. Chu Shu (Bambu Kitapları) adlı tarihi kayıtların yorumlarında Yao’nun hükümdarlığının yetmişinci yılında, eşsiz takımyıldızlarının birinde parlak bir yıldızın belirdiği ve sarayın avlularında anka kuşlarının görüldüğü anlatılmaktadır. Yao’nun şerefine sedef otları yeşermiş ve tohumlar bereketlenmiştir. Tatlı çiyler yeri ıslatmış, berrak su kaynakları tepelerden yayılmıştır. Güneş ve ay bir çift mücevher gibi belirmiş, beş gezegen inci gibi dizilmiş. İmparatorluk mutfağında yelpaze kadar ince bir dilim et vardır. Bu et parçası sallandığında bütün yiyecekleri serin tutup bozulmalarını engelleyecek bir rüzgâr sağlıyordur. Saray merdivenlerinin her iki tarafında ayın on beşinci gününe kadar her gün bir koza veren otlar bitmiştir. Her gün olgunlaşan kozalardan bir tanesi nedense düşmez. Bu koza şanslı tohum ya da takvim tohumu olarak isimlendirilmiştir. Ayrıca bu dönemde büyük bir sel imparator tarafından durdurulur fakat imparator yaptığı işin faziletini istifasını istediği veziri Shun’a atfetmiştir. Sel yaşandıktan sonra perhize girip kendisini arındırmıştır. Uğurlu bir gün belirleyip Shun’u ve diğer takipçilerini Shou Dağı’na gönderdikten sonra Ho ve Lo nehirlerinin yakınında adak taşları inşa etmiştir. Ho adasında ise beş yaşlı adamın görüldüğü söylenir. Bu adamların beş gezegenin ruhları olduğuna inanılmıştır. Birbirleriyle sohbet edip “Ho Tu yakında ortaya çıkıp imparatoru uğurlu tarih hakkında bilgilendirecek. O, her iki gözünde de iki gözbebeği olan Huang Yao’yu görünce anlayacak,” demişler. Bunun üzerine beş yaşlı adam kayan yıldızlar gibi akarak Mao (Ülker) takımyıldızına ulaşmışlar. İkinci ayın Hsin-chou gününde öğle vakti merasimler düzenlenmiş. Güneş batarken göz kamaştırıcı bir ışık Ho Nehri’nde saklandığı yerden ortaya çıkmış, güzel buharlar bütün ufku kaplamış. Beyaz bulutlar gökyüzünde yükselmiş ve bir ejder-at ağzında pullarla kaplı, yeşil zemin üzerinde kırmızı çizgileri olan bir zırh taşırken belirmiş. Bu ejder-at adak taşına tırmanmış, t’u resminin üzerine uzanıp can vermiş. Zırh, dört metre genişliğinde bir kaplumbağa kabuğu gibiymiş. Tu, altınla kaplı, kırmızı mücevherden yapılmış kutunun içinde beyaz mücevherden bir not içeriyormuş. Yeşil bir iple bağlanmış notta, “İmparator Shun’a minnetle hediye edilmiştir,” yazıyormuş. Ayrıca Yü’nün ve Hsian’ın Gök’ten özel emirler aldığı da notta belirtilmiş. İmparator bu sözcükleri kaydettirip doğu sarayına göndermiştir. İki yıl sonra ikinci ayda vezirlerini Lo Nehri’ne göndermiştir. Lo Nehri, efsaneye göre imparatorun yuvarlak bir disk attığı nehirdir. Merasimden sonra dinlenip günün bitmesini beklemiştir. Bekleyişin sonunda kırmızı bir ışık belirmiş. Arkasında kırmızı çizgiler bulunan yazıtla sudan çıkan kaplumbağa bir süre sunakta dinlemiş. Yazıda imparatorun tahtı Shun’a devretmesi gerektiği yazıyormuş. İmparator da gereğini yapmış. Bu anlatı, “ho tu” ve “lo shu” yani resim ve güzel yazıyı kapsayan grafik sanatlarının kökeni hakkındaki versiyonlardan biridir.

Lo Tanrıçası ve Lo Shên
Shujing’te anlatılana göre Shun üstün zekâsı duyulup Yao tarafından tahtın varisi olma fikriyle sınandığında güçsüz ve sönük bir mevkidedir. Bambu Kitapları’nda Shun’un mucizevi bir şekilde doğduğu yazmaktadır. Gözlerinde Yao’nunki gibi iki gözbebeği vardır. Bu yüzden “Çifte Parıltı” olarak biliniyordu. Yüzü ejderhaya benziyordu, kocaman bir ağızla ve siyah bedenle tasvir ediliyordu. Kendi anne ve babası bile ondan hoşlanmazdı. Anlatıya göre ailesi alçıdan bir ambar yaptırır ve sonra orada onu ateşe verir fakat Shun üzerindeki kuş kıyafeti sayesinde uçarak kurtulur. Daha sonra onu kazması için bir kuyunun içine sokup üzerini taşlarla doldurmaya çalışırlar fakat bu sefer de ejderha yapımı kıyafet giydiği için kaçıp kurtulur. Bu olaydan sonra rüyasında kaşlarının saçları kadar uzun olduğunu görür.
Shun’un tahta çıktığı gün uğurlu fasulye merdivenlerin üzerinde büyümüş, anka kuşları avlulara yuva yapmıştır. Taştan yapılma müzik aletleri dokuz merasim gösterisinde çalındığında bütün hayvanlar gülüp oynamaya başlamış ve parlak bir yıldız belirmiş. Hükümranlığının on dördüncü yılında çanlar, çınlayan taşlar, orglar ve flütlerle sergilenen büyük bir gösteride tören sonlanmadan önce korkunç bir fırtına kopar. Kuvvetli bir rüzgâr evleri altüst edip ağaçları paramparça eder. Bagetler ve davullar yerlere saçılır, çanlar ve taşlar tarumar olur. Dansçılar düşer, müzik direktörü delicesine kaçar. Shun çanların ve taşların asılı olduğu çerçeveleri tutmaya devam ederken gülerek şöyle demiştir: “İmparatorluğun bir adama ait olmadığı nasıl da belli. Böyle olmadığı, şu çanlardan, orglardan ve flütlerden anlaşılıyor.” Sonra, Yü’yü Gök’e çıkarıp yalnızca bir imparatorun üstlenebileceği türden merasimler icra ettirmiştir. Sonra ahenkli dumanlar her taraftan karşılık verir, mutlu bulutlar ortaya çıkar. Dumanlara benzerler ama tam olarak duman değildirler; bulutlara benzerler ama bulut değildirler; ışıl ışıl, birbirine dolanmış, dolambaçlı ve fırıl fırıldırlar. Memurlar hep beraber mutlu bulutlar hakkında şarkı söylemişler, imparator koroya önderlik edip şöyle demiş: “Mutlu bulutlar ne kadar da parlaksınız! Ne güzel bir düzene girmişsiniz! Güneşin ve ayın parlaklığı her sabah tekrar eder.” Bütün vezirler ortaya çıkıp öne eğilerek şöyle demişler: “Parlak yıldızların sıraya girdiği gökkubbe ne kadar da nefis. Güneşin ve ayın parlaklığı imparatorumuzu yüceltiyor.” İmparator bunun üzerine tekrar şarkı söylemeye başlar: “Güneş ve ay sabittir. Yıldızlar ve diğer semavi cisimler devinimlerince hareket ederler. Dört mevsim onların kurallarına uyar. İnsanlar içten hizmet ederler. Ne zaman müziği düşünsem gökyüzüne karşılık veren beyinler, bilginlere ve saygıdeğer kişilere naklediliyor gibi gelir. Her şey onu dinler. Dalga sesi ne kadar da heyecan vericidir. Dansa nasıl da ilham verir!” Yüce parlaklık tükendiğinde bulutlar büzüşüp gözden kayboldular. Sekiz rüzgârın hepsi neşeyle esti ve mutlu bulutlar kümelendi. Ejderhalar çömelmiş vaziyette aceleyle inlerini terk etti. Iguanadonlar1 ve balıklar derinlerdeki yuvalarından çıktı; tosbağalar ve kaplumbağalar deliklerinden çıkıp geldi. Böylelikle Yü’yü Hsia hanedanını kurması için desteklediler. Ardından Shun, daha önce Yao’nun yaptığı gibi Ho Nehri’nde bir adak taşı inşa etti. Güneş battığında güzel ve parlak bir ışık belirdi ve sarı bir ejderha sırtında kırmızı ve yeşil çizgilerin iç içe geçtiği bir t’u çizimi olduğu halde adak taşına geldi. T’unun üzerindeki yazı Shun’un Yü lehine karar vermesini sağladı.