
Полная версия:
Voltaire'in hayatı
Hatırlı dostlar aracılığıyla iletişim kuracağı Orleans Dükü’ne kafiyelerle yazılmış, dalkavuklukla bezeli, işlemekle itham edildiği kabahatleri işlemediğini bildiren gerek samimi gerek samimiyetsiz itirazların yer aldığı bir mektup yazdı. İyi huylu Kral Naibi acıyıp merhamet göstererek ilkbahar geldiğinde Arouet’nin Paris’e dönmesine izin verdi. Bu af, kaynağını Mösyö Arouet’nin ikinci oğlunun karakteri ve kariyeri üzerine yaptığı, bize kadar ulaşan ve özgünlüğü şüphe götürmeyen ilginç açıklamasından almaktaydı. Bu açıklama, Voltaire’in yaşamı üzerine çalışan son dönemin önemli isimlerinin gözünden kaçmıştır. Babasının, Ekim 1716’da Hazine Dairesi Başkanı’na gönderdiği mektupta şu dokunaklı ve anlamlı bölüm yer almaktaydı: “Monsenyör, muhtemelen siz bile Kral Naibi’nin oğlumu affetmekten mutlu olduğunu duymuşsunuzdur. Sürgünün kendisi beni, bu erken gelen aftan daha az endişelendirmişti. Bu af, kendilerine duyduğum tüm saygıya karşın oğlumu zehirlediklerini düşündüğüm yüce şahsiyetlerin övgüleri ve hoş karşılamalarının yanı sıra şiirinin başarısıyla sarhoş olan genç adamın içinde bulunduğu yıkımı nihayete erdirecek.”
Üçüncü Bölüm
(1716 – 1719)
Sully’den ayrıldıktan sonra Arouet, babasının çatısının altında yaşamayı bırakıp Paris’te bulunan bir pansiyonunun müdavimi haline gelmişti. Gerçekleşen bir olay, Mösyö Arouet’nin oğlunun Paris’e dönmesinin beraberinde getireceği sonuçlardan korkmak için geçerli sebeplerinin olduğunu kanıtladı. 1716 yılının sonlarına doğru, İsveç Kralı XII. Karl’ın sağ kolu Baron Görtz, genç Arouet’ye yakınlık göstermekteydi. Baron Görtz, Paris’e geçtiğinde Karl ve Karl’ın eski düşmanı Çar Petro arasında İngiltere’ye karşı bir koalisyon kurmayı planlamaktaydı. Öyle görünüyor ki Görtz genç adamın zekâsından oldukça etkilenmiş, bu nedenle onu, sahip olduğu planları geliştirmesi için, gerçekleştireceği Avrupa seyahatine davet etmişti. Bu davetin yegâne getirisi, Görtz’ün Arouet ile olan bağlantısının yetkili makamlarca bilinir hale gelmesi olmuştu. Özellikle Sully’deki sürgününden geri çağırılması karşısında minnet beslemektense rahatsızlık duyduğu anlaşılan muhalif ve tehlikeli genç şairi pür dikkat gözleyen casuslar her yerdeydi. Öfkeli Maine Düşesi’nin isteği üzerine 1716 kışı ve 1717 baharı boyunca Kral Naibi’ni hicvetmekle meşgul olmasaydı, büyük bir iftiraya uğradığı söylenebilirdi.
Şairin yaşamı üzerine çalışan en önemli tarihçiler, sözü edilen dönem içerisinde Arouet’nin gerçekten de gözünü yükseklere diken Düşes’in entrikalarına yardım ve yataklık edip etmediği konusunda şüphe içerisindedirler. Fakat Bastille arşivlerinde yapılan araştırmalar, Mösyö Arouet’nin eski kâtiplerinden biri olan ve sonrasında Mösyö Arouet’nin ikinci oğlu için farklı görevler üstlenen Demoulin’in, (bazıları genç Arouet’nin çalışmalarına çokça benzeyen) Kral Naibi’ne karşı yasadışı el ilanlarının ve Kral Naibi’ne yönelik yazılı iftiraların basımında rol oynadığının altını çizmektedir.
Neyse ki Arouet, hicivlerle uğraşmadığı zamanlarda, sahip olduğu zekâya daha uygun bir şiirsel etkinliğe doğru sürüklenmekteydi. Unutulmamalıdır ki onun Oedipe’i bile, hiçbir şeyin farkında olmaması nedeniyle masumane bir şekilde öz annesiyle evlenmiş olan kahramanı konu alması bakımından kimi zaman, oldukça yanlış bir kanı olsa da, Kral Naibi’yle kızı Berri Düşesi arasında bulunduğu konuşulan ve Paris Skandalı adıyla anılan yasak ilişkiye bir bakış olarak değerlendirilmiştir. 1717 yılının Büyük Perhiz’i, tanışmaktan ve etkilemekten her zaman büyük bir tat aldığı yeni arkadaşlarından birinin, pek ilginç ve yaşlı bir adam olan Mösyö Caumartin’in Fontainebleau Ormanı’nda bulunan Saint-Ange Şatosu’nda misafir olan Arouet’ye uğramadan geçmişti. Caumartin yüksek mevkilerde görevler almış, zamanının en itibarlı Fransız cemiyetinde yer edinmişti. Babası, Retz Kardinali’nin en güvendiği arkadaşlarındandı, bununla beraber XIV. Louis devrinin rivayetlere dayanan tüm tarihi de Caurmartin’in parmaklarının ucundaydı. Bu rivayetlerin birçoğu dinlemeye pek hevesli kulaklara aktarılmış, çok sonraları Voltaire’in yazdığı Siécle de Louis Quatorze eserinde yeniden gün yüzüne çıkmıştı.
Fakat tüm bunlardan daha önemlisi, Caumartin, ikamet etmekte olduğu Saint-Ange Şatosu’nu sevgili Gabrielle’i için inşa ettirdiği söylenen Fransa eski Kralı IV. Henri’nin hayranıydı. Yaşlı evsahibinin en sevdiği kahramanına düzdüğü methiyelerin coşkusu genç misafiri etkileyerek onda yiğit kralın, İspanya ve Papalık güçleriyle desteklenen Fransız asilzadelerinin oluşturduğu Protestanlık Karşıtı Birlik’e karşı vermiş olduğu başarılı mücadeleyi şiire dökme isteği uyandırmıştı.
Şair, yeni temanın getirdiği heyecanla dolarak Paris’e döndüğünde daha önce yaratmış olduğu tiyatro projesinin hayata geçmek üzere olduğunu öğrendi. Oyuncular Oedipe’i oynamayı kabul etmişti. Ne var ki, kariyeri boyunca birden fazla kez tecrübe edeceği gibi, tam talihin yüzüne tüm ihtişamıyla güldüğünü zannettiği anda başına gelebilecek en kötü şeyle karşı karşıya kalmak üzereydi. Arouet’nin arkadaşıymış gibi davranan, Kral Naibi’nin sayısız casuslarından subay Beauregard, Saint-Ange dönüşünde Arouet’nin konakladığı Paris pansiyonunda gerçekleştirdiklerini iddia ettiği konuşmalara dayanarak onu yetkili makamlara şikâyet etmişti. Casusun raporuna göre Arouet yalnızca Kral Naibi ve kızıyla ilgili çirkin sözler söylemekle kalmamış aynı zamanda Paris’te hatırı sayılır bir karışıklığa yol açan Latince kitapçığın yazarı olmakla övünmüştü. Bu kitapçıkta Kral Naibi’nin, kimi gerçek kimi uydurma bazı suçları ve kabahatleri sıralanmıştı. “Regnante puero” (genç XV. Louis) ve “veneno et incestis famoso administrante” (Kral Naibi) kitabenin başlangıç cümlelerini oluşturmaktaydı ve kitabenin ruhunu ortaya koymak için yeterliydi. Söz konusu suçlamanın ardından Arouet bu metni kendisinin yazmadığını dolayısıyla masum olduğunu söylemekle kalmamış aynı zamanda bahsi geçen metni hiç görmediğini de belirtmişti.
Ne yazık ki böyle durumlarda gerek genç Arouet’nin gerekse yetişkin Voltaire’in inkârlarının hiçbir faydası olmamıştır. Arouet, Mayıs 1717’de tutaklanarak Bastille’e konuldu. Burada, eski okul arkadaşlarının babası Polis Bakanı D’Argenson’un gerçekleştirdiği incelikli soruşturmanın ardından neredeyse bir yıl kadar hapis yattı.

Bastille Hapishanesi
Hapiste kaldığı süre içerisinde kendisine nasıl davranıldığıyla ilgili pek az şey biliniyor. Şartlar her ne olursa olsun yalnızca esaret altında tutulmak bile huzursuz olduğu kadar sosyalleşmeye de düşkün bu adam için oldukça zor olmalı. Söylentiye göre kendisi, yazıp çizdikleri sebebiyle ceza olarak kalem, mürekkep ve kâğıttan mahrum bırakılmış. Buna karşın, istekleri arasında Homeros’un Latince ve Grekçe ciltleri de bulunmaktaymış. Bastille’e varışını takip eden günlerde bu isteği yerine getirilmiş. Hapiste geçirdiği süre içerisinde kendisine dair tek bilgimiz Bastille Valisi ile yediği akşam yemeğine ilişkindir. Haftalar geçtikçe hapishane görevlisini yazı malzemelerinin ve diğer kitapların (bu kitaplar arasında Fransız tarihi kitapları da bulunmaktaydı) kullanımı konusunda ikna etmiş olmalı. Şartlar her ne kadar sıkı olsa da birtakım ayrıcalıklar sağlanmaktaydı. Çok geçmeden güçlü bir duygu yoğunluğuyla Saint-Ange’de ortaya çıkan şiir tasarısına yoğunlaşmıştı. Zihni aralıksız çalışıyor, üretkenliğini baskılamak mümkün olmuyordu. En sıkıntılı zamanlarında dahi elindeki tek güç, tüm dikkatini çalışmasında toplayarak geri kalan bütün rahatsız edici etmenleri unutmak oluyordu. Daha sonra ünlü Henriade haline gelecek olan La Ligue şiirinin ikinci kıtasında, yapıtını Bastille hapishanesinde geceyi beklediği uykusuz geçen saatlerde değil de uykusunda yazdığı anlatılacaktı. Bahsi geçen kıta, IV. Henri’nin İngiltere’ye gerçekleştirdiği hayali ziyaret esnasında Kraliçe Elizabeth’e Aziz Bartholomew Günü Katliamı’nın dehşet verici hikâyesini anlattığı kıtaydı.
1718 yılının başında titiz D’Argenson, Mühürler Muhafızlığı’na terfi ettirildi. Öyle görünüyor ki halefi olan Polis Vekili, hapis tutulan şairin durumuna müdahale etmesi konusunda uyarılmıştı. Bu başarılı müdahalede şairin babası da rol oynamıştı. 10 Nisan 1978’de, Paris polis kayıtlarına şu not düşülmüştü: “Hükümdar Hazretleri’nin (Kral Naibi) isteği odur ki Bastille’de hapis bulunan Sieur Arouet fils salıverilerek Sceaux yakınlarında bulunan Chatenay’deki kır evinde kendisine sahip çıkmak üzere babasının yanına sürgün edilsin.” Ertesi gün, neredeyse on bir ay süren esaretin ardından, işlediği günahlardan pişman olmuş evlat Chatenay’de bulunan babaevine gitmek üzere Bastille’den ayrıldı. Anlaşılacağı üzere, ister Chatenay’de olsun ister Paris’te, baba ocağı, Mösyö Arouet’nin ömrü vefa ettiği sürece Arouet için her zaman başını sokacağı bir ev olmuştu. Yeter ki Arouet bunu istesin. Paris’i ziyaret izni almak için yapılan başvurular birbirini izledi. Daha kısa ya da daha uzun süreler için yapılan başvurular en nihayetinde karşılık buldu. 12 Ekim 1718 tarihinde bu başvuralara verilen en hızlı yanıt kayıtlara şöyle geçti: “Sieur Arouet de Voltaire’in, Paris’i istediği sıklıkla ziyaret etme izni vardır.” Hapis günlerinin geçmiş hayatı üzerindeki olumlu yansımalarından biri (tıpkı asıl ismi Poquelin olan Molière ve kendisinden önceki birçok ünlünün yaptığı gibi) ismini değiştirme düşüncesini karara bağlaması olmuştu. “Arouet” ismi yavaş yavaş unutuldu. Şair, birkaç ay içinde genel olarak Voltaire adıyla bilinmeye başladı. Kendisine yazıldığında ya da referans gösterildiğinde isminin daha resmi hali olan Mösyö Voltaire kullanılıyordu. Bu ünlü takma ismin kökeni hakkındaki tartışmalar halen devam etmektedir. Yaygın teoriye göreyse Voltaire ismi, “Arouet l.j.” (le jeune – genç) isminin bir anagramıdır.
Soyisim değişikliğiyle birlikte Voltaire’in halk nezdindeki ilk zaferi hızla yaklaşmaktaydı. Paris’i istediği zaman ziyaret edebileceğine dair izni sağlayan emrin işleme konulmasını takip eden birkaç hafta süresince Voltaire, Paris’te, oyuncular ve arkadaşlarıyla birlikte oldukça verimli bir meşgalenin içindeydi. Bastille’deki esareti nedeniyle yasaklanan Oedipe, 18 Kasım 1718 tarihinde Comédie Française’de9 sahnelenecekti. Salon tamamen doluydu. Oyun çok iyi sahnelenmişti, dikkat çekiciydi ve bütünüyle başarılıydı. Seyircilerin büyük bir çoğunluğu Sophokles hakkında hiçbir şey bilmediği gibi Corneille’in Oedipe’ine de aşina değildi. Bu nedenle Voltaire’in bu katı Yunan tragedyasına yerleştirdiği aşk temelli entrika, etkileyici ve coşkulu dizelerde dile getirilmiş olmasıyla beraber seyircinin merakını taze tutmuştu. Voltaire’in orijinal metne (metni, Dacier’nin Fransızca çevirisinden okumuştu) yaptığı katkıların en önemlisi Sophokles’in Oedipus’unda yapılan ufak göndermenin genişletilmesiydi. Bu göndermede Sophokles, Oedipus’un işlediği tüm suçların görünüşteki yegâne sebebinin kâhinin öngörüleri olduğundan bahsediyor ve bunu İokaste’nin bilinçsiz bir şekilde ortak olduğu suçla lanetlenmiş olması nedeniyle tanrıların adaletsizliğine cesaretle karşı çıkması takip ediyordu. “Benim kendi garezim ve kör cehaletim nedeniyle,” dedirtiyor Voltaire Oedipe’e, “bilinmeyen bir gücün kölesi ve maşası oldum. Benim tek suçum budur, başka da bildiğim yoktur. Ey acımasız tanrılar! Suçlarımın tamamı sizindir ama siz beni bunlar için cezalandırmaktasınız.” İokaste de intihar anında benzer ifadeler dile getirmektedir. “Erdemli bir hayat sürdüm, pişmanlık duymaksızın ölüyorum. Kaderin beni altında ezdiği korkular arasında, beni suç işlemeye zorlayan tanrıların yüzlerini kızarttım.” Tüm bunlar esas metnin antik ruhuna oldukça yabancıydı. Esas metinde Oedipus ve anne-eşinin bilinçsizce işledikleri suçlardan dolayı hakkaniyetsizce cezalandırıldıklarına ya da tanrısal bir öngörüyle belli eylemleri gerçekleştirmeye itildiklerine dair herhangi bir ipucu bulunmamaktaydı. Oyunun finalinin oldukça modern yorumunda Voltaire, Jansenistlerin genel itibarıyla sahip oldukları kadercilik anlayışını, özellikle de hırçın bir Jansenist olan ağabeyi Armand’ın sahip olduğu, bireylerin herhangi bir hatası söz konusu olmamasına karşın insan ırkının neredeyse tüm bireyleriyle birlikte sonsuz bir cezaya mahkûm edildiği görüşünü göz önünde bulundurmuş olabilir. Fakat bu teori kulislerde konuşulan bir teoriydi, locaların ya da orkestra bölümünün konuşacağı bir teori değil. Gerçi orkestra sakinleri, Oedipe’in ilk gösterimi sırasında oyunun belli bölümlerinde kullanılmak üzere birkaç söz ya da mısra önermeye hazır hale gelmişti bile. Kâhinlerin sinsi öngörülerinde yer alan felaket gerçekleşmeden önce Sophokles’in Oedipus’u ve İokaste’si kâhinler hakkında küçümseyici bir dille konuşuyorlardı. Fakat Comédie Française’deki izleyiciler, İokaste’nin tiradını alkışlarken besbelli bu konuşmaların Voltaire’in sonradan moda haline gelecek inançsızlığının dışavurumu olduğunu düşünmekteydiler. “Rahipler, ahmakların düşündükleri kişiler değiller; rahiplerin bilgileri, bizim saflığımızın üzerinde yükseliyor.” Oyunun bir diğer ilginç bölümü de vardı ki henüz ondan bahsetmedik. Jüpiter Yüksek Rahibi’nin bulunduğu sahnelerden birinde (Oedipe’de, esas metinde Tiresias tarafından oynanan bölümü Rahip’in pasajıyla birleştirerek) Voltaire, tiyatro kostümlerine bürünerek sahnede kendini göstermişti. Yüksek Roma rahiplerinin zincirlerini taşıyor, esas metne uygun olmayan bazı antik jestlerde bulunma iznini kendine vermiş gibi görünüyordu.
Gösteriyi izleyen önemli insanlar arasında Cevennes’deki isyanı bastıran, İspanya Veraset Savaşı’nın 20 Temmuz 1712’de gerçekleşen son muharabesinde Albemarle komutasındaki Hollandalıları ve Prens Eugene’in emrindeki imparatorluk yanlılarını yenerek zafere ulaşan ve böylece bu savaşın sona ermesini sağlayan, muharebenin gerçekleştiği bölgeden dolayı “Denain Kahramanı” olarak bilinen, çok seçkin bir asker olan eski Fransa Mareşali’nin güzel ve asil eşi Maréchale10 de Villars da bulunmaktaydı. Hanımefendinin “Oyunu mahvetmekte kararlı olan bu genç adam da kim?” diye sorduğu söylenir. Voltaire’in aktardığına göre bu oyuncunun yazarın ta kendisi olduğu söylendiğinde hanımefendi, Voltaire’le tanışmak üzere onu locasına davet edip şiir ve tiyatroya ilgi duyan dost canlısı yaşlı eşine de genç yazarı takdim etmişti. Eski noterin oğluyla bu iki yüce şahsiyetin uzun yıllar boyu devam edecek olan yakınlığı böylece başlamıştı.
Oedipe tam kırk beş gece üst üste oynanmış, yazarına da hatırı sayılır bir kazanç sağlamıştı. Söylenene göre daha önce hiçbir oyun bu denli uzun süre gösterimde kalmamıştı. Daha önce bahsi geçen sinsi söylentilere karşın Kral Naibi ve Berri Düşesi de oyunu izlemeye gitmişti. Tüm bunlar bir yana, oyun Versay Sarayı’nda genç kralın huzurunda sahnelenmişti. Böylece Voltarie’in zaferi taçlanmıştı. Bu sırada Voltaire, Kral Naibi’ne yazdığı mektupta naibin son derece benzerlik gösterdiğini iddia ettiği atası Henri için kaleme aldığı epik bir yapıt olan Henriade’dan kupleler dinlemek isteyip istemediğini sormuştu. Mektubu “Zavallı Voltaire’iniz” imzasıyla tamamlamış, böylece Yüce Hükümdar’a “Bastille’de geçirilen bir yılın sonunda aklını başına toplamış” olmaktan daha öte sorumluluklar borçlu olduğu imasında bulunmuştu. Muhtemelen böylesine tehlikeli bir kalemin sahibiyle aralarında bulunan barışı göz önünde tutma şansını değerlendirmek için Kral Naibi, söylentilere göre yazarı bin kronla ödüllendirmiş ve kendi bütçesinden Voltaire’e 1200 livrelik maaş bağlamıştı. Anlaşılan o ki Kral Naibi’nin ölümünden çok sonra bile Voltaire, Orleans Hanesi’nin hazinesinden maaş almaya devam etmiştir.
Sahnelenmesinin hemen ertesinde Oedipe yazılı olarak da yayımlandı ve Kral Naibi’nin eşine atfedildi. Yayımlanmasının ardından eser hakkında kimi övgü dolu kimiyse aşağılayıcı ifadeler içeren pek çok yazı kaleme alındı. Bu yazılar, Voltaire’in bir arkadaşına, Kral Oedipus hikâyesinin Sophokles, Corneille ve Voltaire versiyonlarına ilişkin yapılmış eleştirilerin yer aldığı (yayımlanmış) bir dizi mektup yazmasına yol açtı. Yazdıklarına bakılırsa Seneca ve Dryden, aynı hikâyeyi konu alan oyunlardan haberdar değildi. Voltaire, geçmişte yazdığı siyasi hicivler konusunda tamamen masum olduğunu kanıtlamayı amaçlayan bir ifadeyi dikkate değer bir kıvraklıkla rastlantı süsü vererek söz konusu mektuplardan birine yerleştirmişti. Böylelikle kendisine atfedilen yazının onunla herhangi bir ilgisi olmadığını güçlü bir şekilde vurgularken aynı zamanda hapis yatmasına neden olan hicivleri de üstü kapalı bir şekilde reddetmiş oluyordu. XIV. Louis’nin ölümünün hemen ertesinde elden elde dolaşan J’ai vu11 olarak bilinen metin, Voltaire’in kendisi başta olmak üzere, onun bu konudaki tutumunu takip eden tüm Voltaire araştırmacıları tarafından oldukça abartılmıştı. “Bu adamın hükümdarlığı boyunca şunun, bunun ve diğer kötülüklerin yapıldığını gördüm,” diye devam eden yazı, bu kötülüklerden bazılarını sıralıyor ve şu sözlerle hiddetleniyordu: “Sahtekârların onurlandırıldığını gördüm; Cizvitlere hayran olunmasıysa söylenecek söz bırakmadı. Tüm bu kötülüklere, coşkulu isteklerimizi cezalandırmak için (ilahi gazabın bir tezahürü mahiyetinde) gönderilen bir prensin vahim yönetiminde şahit oldum.”
J’ai vu başlığını taşıyan bu yazı, gerek kasaba gerekse tüm ülke genelinde genç Arouet’ye atfedilmişti fakat bu atıf hatalıydı. Göğsünü gere gere ilan ettiği üzere bu kabahatten aklanmayı başarmıştı. Ne var ki Gördüm adlı yazının ortaya çıkışının ardından Bastille’de yirmi ay kadar hapis yatmış ve Sully’ye sekiz ay süren bir sürgüne gönderilmişti. Her ne olursa olsun J’ai vu, Kral Naibi’ni çok fazla rahatsız etmemişti. Netice itibarıyla söz konusu yazı, ondan önceki dönemi hedef alıyordu; onun dönemi başladığındaysa bu yönetimi daha az despotik bir yönetim anlayışıyla değiştireceğinin sözünü vermişti. Voltaire, onu Sully’ye sürgüne gönderen iğneleyici dizelerin ve Bastille’de hapis yatmasına neden olan Regnante Puero’nun adını bile anmıyordu. Aslına bakılırsa Voltaire hayatında yeni bir sayfa açıyor, bununla birlikte dünyayı, kara lekelerle dolu eski bir sayfanın bulunmadığına dair ikna etmek istiyordu. Bastille’de geçen on bir ay ona iyi bir ders olmuştu. Kral Naibi’nin cömert davranışıysa ona yeni umutlar aşılamıştı. Kaleminin cüretkârlığı başına birçok bela açmış olsa da o günden sonra kraliyet mensuplarını, temsilcilerini ve dostlarını asla açık bir şekilde hedef almadı. Aksine, şahsi düşünceleri ne olursa olsun, kendi çıkarlarını gözeterek gerek içeride gerekse dışarıda taht sahiplerine, bakanlara ve güç sahiplerine yönelik yazılarında saray mensuplarını andıran övgü dolu bir dili benimsedi.
Dördüncü Bölüm
(1719 – 1726)
Oedipe’in elde ettiği başarıyla Voltaire, soyluların övgüsüne her zamankinden daha çok nail olmuş ve yıllar boyunca vaktinin büyük bir kısmını soyluların şatolarında geçirmişti. 74 yaşındaki babası, Hazine Dairesi’ndeki pozisyonu büyük oğlu Armand tarafından devralınmadan kısa bir süre önce vefat ettiğinde ise Voltaire, Paris’teki babaevindeydi. François Arouet’nin ölümünden önceki Ağustos ayında yazmış olduğu vasiyet, 150 yıl boyunca açık ve ulaşılabilir halde noterliğe devam eden varislerin ofisindeki belgeler arasında durmaktaydı; fakat vasiyetin içeriği, 1874 yılında ilk kez yayımlanana dek en özenli ve en çalışkan Voltaire uzmanları tarafından dahi bilinmemekteydi. Bu vasiyet birçok açıdan ilginç bir belgedir. Belge, murisin bırakacağı pek bir şey olmadığını belirten bir ifadeyle başlıyor, bırakacağı tutarınsa Hazine Dairesi’ndeki hesapları tamamlanana kadar onaylanmayacağı yazıyordu. Sahibi olduğu ne varsa iki oğlu ve Hazine Dairesi memurlarından biriyle evli olan tek kızı Madam Mignot arasında eşit olarak paylaştırılacaktı.
Bununla birlikte iki erkek çocuğunun paylarından da kız kardeşlerinin lehine kesintiler yapılacaktı. Büyük oğlunun payından, St. Magloire Ruhban Okulu’nda (burada din adamı olmak için eğitim almış fakat Jansenistlerin, Cizvitler tarafından uğratıldığı zulmün ardından bu kariyerden vazgeçmişti) okuduğu için 3000 livre ve daha önce ödenen borçlarına karşılık olarak Voltaire’in payından da 4000 livre düşülecekti. Ağabeyinin ve kız kardeşinin aksine Voltaire’in payı hayatta olma şartına bağlanmıştı. Ölümü halinde tüm parası meşru çocuklarına, eğer çocuğu yoksa kız kardeşine ve ağabeyine kalacaktı. Düşünceli muris sert fakat kaba olmayan bir üslupla, “Buna karşın,” diye devam etmişti, “eğer oğlum Voltaire, otuz beş yaşını bitirdiğinde sahip olmasını çok istediğim düzenli hayata kavuşur ve devamlılığını sağlayabilirse, Hazine Dairesi Birinci Başkanı’ndan, daha fazla yaşayabilseydim bizzat yapacağım üzere, devrettiğim hak ve yetkileri kabul ederek kendisine kalanları har vurup harman savurmasından korkuyor olmam nedeniyle bu şekilde hazırlamış olduğum vasiyetnamedeki miras dağılımını iptal etme yetkisinin Voltaire’e verilmesini saygılarımla rica ederim.”
Vasiyetin sonunda yer alan uyarı da dikkat çekiciydi: “Gücümün son raddesine dek iki oğluma hatırlamalarını öğütlediğim, kendilerine çok kez ilettiğim fakat görünüşe bakılırsa çok az faydalandıkları tavsiyemi yinelemek isterim. Unutmayın ki sağduyu, kendilerinden zekâ ve bilgi olarak üstün olduğumuz kişilere adapte olmamız, buna karşın bu kişilere, sahip olduğumuz üstünlüğü asla sezdirmememiz gerektiğini söyler.”
Daha ilginç olanı, François Arouet ölümünden bir hafta önce yazdığı 26 Aralık 1721 tarihli bir ek vasiyetnamede Voltaire’in payını hayatta olma şartına bağladığı hükmü kaldırmıştı; fakat bu belgede imza bulunmuyordu. Söz konusu hükmü kaldırma yönelimi, François Arouet’nin oğlunu endişeli gördüğü zaman merhamet gösterme alışkanlığının bir tezahürü olabilir. Belki de ilk belgenin yazıldığı tarihle ek vasiyetnamenin yazıldığı tarih arasındaki dönemde Fransız Doğu Hindistan Şirketi’ne ait üç hisse senedini ve 5000 franklık nakit parayı muhafaza etmesi için babasına veren Voltaire, düşünüldüğü kadar savurgan olmadığını göstermişti. Hiç şüphesiz ki François Arouet öldüğünde Voltaire’in söz konusu varlıkları halen onun himayesinde bulunmaktaydı. Vasiyetnamenin yol açtığı sonraki sonuçlarsa Voltaire tarafından mahkemelere taşındı. Aslında babasının ölümünün ardından Kral Naibi’nin talimatıyla kendisine kraliyet bütçesinden 2000 livre maaş bağlanmıştı. Kral Naibi’nin hükümdar hazinesinden bağladığı 1200 livrelik maaşla birlikte yılda elde ettiği düzenli gelir 3200 livre ediyordu. Elde ettiği gelir, otuz yaşın altında, çocuk sahibi olmayan biri için gayet yeterli olmasına karşın soylularla aynı ortamı paylaşmak Voltaire’in hırslanmasına ve lüks düşkünü olmasına yol açmıştı. Artémire adlı trajediden bu yana tiyatrodan beklediği bir şey yoktu. Bu oyunun sahnede ikinci bir başarı yakalamasını ummuştu fakat sonuç hayal kırıklığıydı. Edebiyat alanından bir şeyler yakalayabilirdi. IV. Henri’yle ilgili olarak yazdığı şiirin yayımlanmasından ve gelecek aboneliklerden bir şey bekleyebilirdi fakat şiirin basımı için gerekli izinlerin alınması ve aboneliklerin toplanması gerekiyordu.
Babasının ölümüyle evsiz kalan Voltaire, otuz beş yaşındaki Madam de Berniéres’le içinde bulunduğu şüphe uyandıran yakınlık sayesinde bir bakıma yeniden bir eve sahip olmuştu. Madam de Berniéres, marki kocasıyla birlikte yaşıyor, aynı finansal kaynakları yönetiyor, buna karşın her ikisi de kendi hayatlarını yaşıyordu. Marki, Rouen’da hukukun en üst makamını temsil etmekteydi, burada bulunan kır evinin yanı sıra Paris’te de bir ev sahibiydi. Çok geçmeden Voltaire, bu çiftle bir anlaşma içine girerek belli bir tutar karşılığında, eskiden yanında çalışan kâtibi ve şimdiki kâhyası Mösyö Alain’le birlikte çiftin evine yerleşip orada yaşamaya başlamıştı. Ev sahipleri şüphe uyandıran bir çiftti. Voltaire’i ve Voltaire’in sarayda yeni yeni oluşmakta olan nüfuzunu kullanarak finansal ve maddi birtakım imtiyazlar elde etmeye çalışarak Voltaire’in de faydalanacağı bazı çıkarlara ulaşmayı amaçlamaktaydılar. Bu tarz işler nedeniyle Voltaire’in yolu sık sık sarayın bulunduğu Versay’a düşüyordu. Saraya yaptığı bu ziyaretlerden birinde, kendisinin Bastille’e gönderilmesine neden olan Regnante Puero’nun yazarı olma iftirasını atan casus Beauregard’ın, Savaş Bakanı’yla yakın bir ilişkide bulunduğunu fark etti. Bakanın ve Beauregard’ın karşısında doğal bir öfkeyle, “Casusların para aldığının bilincindeydim elbette fakat ödüllerinin bir bakanın masasında yemek yemek olduğunu şimdiye dek bilmiyordum,” sözlerini dile getirdi. Bu alay başına bela açacaktı. Beauregard, Voltaire’in içinde bulunduğu aracı Sevr Köprüsü’nde durdurup onu araçtan indirerek talihsiz şairi yüzünde iz kalmasına neden olacak kadar dövdü. Bu olay yalnızca Paris’te konuşulduğu haliyle bile üzerinde durulmaya değer bir olaydır. Çağdaş yorumlar ışığında olayın yaşandığı döneme bakılacak olursa Paris’te genel olarak şairlerin (özel olarak Voltaire’in), her ne sebeple olursa olsun herhangi birini sözlü ya da yazılı olarak gücendirdiğinde, o şairin dayakla cezalandırılmasından daha doğal bir şeyin olmadığı görülüyor.