
Полная версия:
Tom Amca’nın Kulübesi
“Orada da buradaki aynı Tanrı var, Chloe.”
“Eh.” dedi Chloe Teyze. “Diyelim ki öyle ama Tanrı bazen kötü şeylerin olmasına izin veriyor. Bunun beni rahatlatmadığını söyleyeyim.”
“Ben Tanrı’nın elindeyim.” dedi Tom. “Onun izin verdiğinden ötesi olmaz ve şükredebileceğim bir şey var. Satılan ve giden benim, sen ya da çocuklar değil. Sen burada güvendesin, olan bana olacak ve Tanrı bana yardım etsin, biliyorum edecek.”
Ah, cesur, mert yürek, sevdiklerini rahatlatmak için kendi acılarını bastıran! Tom kaba bir sesle ve boğazında acı bir tıkanmayla konuşmuştu ama yiğit ve güçlü seslenmişti.
“Lütuflarımızı düşünelim!” diye ekledi, titreyerek, sanki onlar hakkında çok iyi düşünmesi gerektiğinden oldukça emindi.
“Lütuflar!” dedi Chloe Teyze. “Bunda bir lütuf görmüyorum! Doğru değil! Böyle olması doğru değil! Efendi borçları için alınmana asla izin vermemeliydi. Senin için verdiği parayı iki kez ödedin ona. Sana özgürlüğünü borçlu ve yıllar önce vermesi gerekirdi. Şimdi belki elinden bir şey gelmiyor ama yanlış olduğunu hissediyorum. Buna kimse engel olamaz. Sen hep sadık biri oldun, kendi işinden çok onunkini önemsedin ve kendi karınla çocuklarından çok onu dikkate aldın! Kendi çıkmazlarından kurtulmak için yürek sevgisi ve yürek kanı satıyorlar, işleri Tanrı’ya kaldı!”
“Chloe! Eğer beni seviyorsan böyle konuşma, bu belki de son kez birlikte oluşumuz! Sana söyleyeyim Chloe, efendi aleyhine söylenen tek kelime bile ağırıma gidiyor. Kollarıma bir bebekken verilmedi mi? Onun için iyi düşünmem doğal. Ayrıca zavallı Tom’u çok da düşünmesi gerekmez. Efendi onun için bu şeylerin yapılmasına alışkın ve doğal olarak üzerinde fazla düşünmüyor. Zaten hiçbir şekilde bu beklenemez. Diğer efendilere nazaran, bendeki yaşantı ve davranış kimde vardı? Bunu baştan görseydi bana böyle olmasına izin vermezdi. Biliyorum öyle.”
“Eh, her neyse, bir yerlerde bir şeyler yanlış.” dedi inatçı bir adalet duygusu baskın karakteri olan Chloe Teyze. “Ne olduğunu tam bilmiyorum ama bir yerlerde yanlışlık var, bundan kuşkum yok.”
“Yukarıdaki Tanrı’ya bakmalısın, o her şeyin üstünde, onun haberi olmadan bir serçe düşmez.”
“Bu beni pek rahatlatmıyor ama öyle olduğunu umarım.” dedi Chloe Teyze. “Ancak konuşmanın bir faydası yok; mısır ekmeğini ıslatacağım ve sen de iyi bir kahvaltı yap çünkü bir daha ne zaman kahvaltı yapacağını kimse bilemez.”
Güneye satılan zencilerin acılarını anlayabilmek için bu ırkın içgüdüsel duygularının özellikle güçlü olduğunu anımsamak gerekir. Bir yere bağlılıkları oldukça güçlüdür. Doğal olarak gözü pek ve girişken değillerdir, evine düşkün ve sevecenlerdir. Bunlara cehalet ve bilinmeyenin korkularıyla güneye satılmanın zencilerde çocukluktan beri cezalandırmanın son aşamaları olduğunu da ekleyin. Kırbaçlanmak ya da herhangi bir işkence tehdidinden daha çok korkutanı nehrin aşağısına gönderilmekti. Bu duyguların ifade edildiğini biz onlardan duyduk ve dedikodu saatlerinde oturup “nehrin aşağısı” hakkında korkunç hikâyeler anlattıklarında o içten korkuyu onlarda gördük ki nehrin aşağısı onlar için,
O keşfedilmemiş ülke ki sınırlarından Hiçbir gezgin dönmez. 3Kanada’daki kaçaklar arasında bulunan bir misyoner bize pek çok kaçağın nispeten nazik efendilerden kaçtığını itiraf ettiğini ve her defasında ya kendileri ya kocaları, karıları ya da çocukları üzerinde asılı bir kara yazı olan güneye satılmanın umutsuz dehşetiyle kaçmanın tehlikelerine cesaret etmeye ikna olduklarını söyledi. Bu doğal olarak sabırlı, çekingen ve girişken olmayan Afrikalıyı kahramanca bir cesaretle donatıyor ve açlık, soğuk, acı, yabanın tehlikeleri, yeniden yakalanmanın korkunç cezalardan acı çekmesine sebep oluyordu.
Basit sabah yemeğinin masada dumanı tütüyordu, zira Bayan Shelby bu sabah Chloe Teyze’nin büyük evdeki görevine izin vermişti. Zavallı kadın kalan enerjisini bu veda şölenine harcamıştı, en iyi tavuğu kesip soslamış, kocasının damak zevkine göre mısır ekmeğini büyük bir titizlikle hazırlamış, şömine rafından gizemli kavanozlar çıkarmıştı, bunlar özel durumlar dışında çıkarılmayan bazı reçellerdi.
“Tanrı’m, Pete.” dedi Mose, zaferle. “Bizde kahvaltının âlâsı yok mu!” Aynı anda bir tavuk parçası yakalamıştı.
Chloe Teyze aniden kulağına bir tokat patlattı. “Buraya bakın! Zavallı babanızın evde edeceği son kahvaltıya karga gibi üşüşmeyin!”
“Ah, Chloe!” dedi Tom nazikçe.
“Eh, elimde değil.” dedi Chloe Teyze, önlüğüyle yüzünü saklayarak. “Kafam altüst oldu, çirkin davranmama sebep oluyor.”
Oğlanlar sakince durarak önce babalarına, sonra annelerine baktılar. Bu sırada bebek kadının giysilerine tırmanarak zorunlu, emredici bir şekilde ağlamaya başladı.
“İşte!” dedi Chloe Teyze, gözlerini silip bebeği alırken. “Şimdi iyiyim sanırım, bir şeyler yiyin. Bu benim en iyi tavuğum. İşte çocuklar, biraz alın, zavallı yaratıklar! Anneniz bir de kızdı size.”
Oğlanlar ikiletmeden büyük bir iştahla yiyeceklerin başına geçtiler; iyi ki öyle yaptılar çünkü öbür türlü parti amacına hizmet edecek pek az şey kalacaktı.
“Şimdi.” dedi Chloe Teyze, kahvaltıdan sonra telaşla koşuşturarak. “Giyeceklerini koymalıyım. Hepsini almalısın yanına. Onları biliyorum, çok cimridirler! Eh, şimdi romatizman için fanilalar bu köşede, dikkat et çünkü artık bunları yapmak için kimse olmayacak. Sonra bunlar eski gömleklerin, bunlar da yeniler. Dün gece çoraplarının burunlarını ördüm ve örmek için topu içine koydum. Aman Tanrı’m! Kim senin için bunları tamir edecek?” Ve Chloe Teyze duygularına yenilerek başını kutunun kenarına koydu ve ağladı. “Düşününce! İyi de olsan, kötü de hiçbir yaratık senin için bir şey yapmayacak! Artık iyi olmak için bir neden olmadığını düşünüyorum!”
Oğlanlar kahvaltı masasında ne var ne yoksa silip süpürdükten sonra olayı biraz kavramaya başlamışlardı ve annelerini ağlar, babalarını çok üzgün görünce sızlanmaya ve ellerini gözlerine götürmeye başladılar. Tom Amca bebeği dizlerine oturtmuştu ve azami oranda eğlenmesine izin veriyordu, yüzünü tırmalayarak, saçını çekerek, arada bir belli ki kendi iç dünyasının yansıması olan gürültülü sevinç patlamaları çıkararak.
“Ah, çekil bakalım, zavallı yaratık!” dedi Chloe Teyze. “Sıra sana da gelecek! Kocanın satıldığını göreceksin veya belki kendin satılacaksın; oğulların satılacak, tahmin ederim, iyi de olsalar kötü de zencilerin bir şeyleri olmasına gerek yok!”
Bu sırada oğlanlardan biri bağırdı: “Hanımımız geliyor!”
“Bir işe yaramaz ki, neden geliyor?” dedi Chloe Teyze.
Bayan Shelby içeri girdi. Chloe Teyze ona açık bir şekilde aksi ve huysuz bir tavırla sandalye koydu. Bayan Shelby ne bu hareketi ne de tavrını görmüş görünmüyordu. Solgun ve endişeli görünüyordu.
“Tom.” Dedi. “Buraya gelmemin…” Ve aniden durdu, sessiz grubu dikkate alarak sandalyeye oturdu, mendiliyle yüzünü kapatarak hıçkırmaya başladı.
“Tanrı’m, şimdi yapmayın hanımım, yapmayın!” dedi Chloe Teyze, sırası gelince ağlamaya başladı ve birkaç dakika beraber ağladılar. Beraber döktükleri o az ya da çok gözyaşlarıyla bütün yürek yangınları ve ezilenlerin öfkeleri eriyip gitti. Ah, üzgünü ziyaret eden sen, soğuk, dönük yüzle paranın satın alabileceği her şeyin gerçek şefkatle dökülen bir dürüst gözyaşına değer olmadığını biliyor muydun?
“İyi adamım.” dedi Bayan Shelby. “Sana işe yarayacak bir şey veremem. Eğer sana para versem senden alınır. Ama sana ciddiyetle ve Tanrı’nın önünde söylüyorum ki senin izini süreceğim ve parayı bulur bulmaz seni geri getireceğim, o zamana kadar Tanrı’ya güven!”
Bu sırada oğlanlar Efendi Haley’nin geldiğini söylediler ve sonra kaba saba bir tekmeyle kapı açıldı. Haley bir gece önce çok fazla ata binmiş ve avını ele geçirememe başarısızlığından dolayı sakinleşememiş olarak orada aksi mizacıyla duruyordu.
“Gel.” dedi. “Sen zenci, hazır mısın? Hizmetinizdeyim, hanımefendi!” dedi, Bayan Shelby’i görünce şapkasını çıkararak.
Chloe Teyze kutuyu kapatıp iple bağladı, ayağa kalkarken tüccara ters ters baktı, gözyaşları birden ateş kıvılcımlarına dönüşmüştü.
Tom yeni efendisini izlemek için uysalca ayağa kalktı ve ağır kutuyu omuzlarına yükledi. Karısı onunla arabaya kadar gitmek için bebeği kollarına aldı ve hâlâ ağlayan çocuklar arkaya dizildiler.
Bayan Shelby tüccara doğru yürüyüp onunla içtenlikle konuşarak onu birkaç dakika alıkoydu. O konuşurken, tüm aile kapıda hazır bekleyen arabaya doğru gittiler. Çevredeki yaşlı ve genç kalabalık eski dostlarına veda etmek için çevresinde toplandı. Tom tüm çevrede baş hizmetçi ve Hristiyanlık öğretmeni olarak görülüyordu. Onun için özellikle de kadınlar arasında içten bir sempati ve keder vardı.
“Chloe, sen bizden iyi dayanıyorsun!” dedi açıkça ağlayan kadınlardan biri, arabanın yanında dururken Chloe Teyze’nin hüzünlü soğukkanlılığını fark etmişti.
“Benim gözyaşlarım bitti!” dedi asık suratla, oraya doğru gelen tüccara bakarken. “Bu ihtiyara ağlamak artık içimden gelmiyor!”
“Gir içeri!” dedi Haley Tom’a, asık yüzleriyle ona bakan hizmetçi grubu arasından uzun adımlarla geçerken.
Tom içeri girdi ve Haley arabanın alt tarafından bir çift ağır pranga çıkararak ayak bileklerine bağladı.
Arabayı çevreleyenler arasından baskı altında kalmış bir öfke homurtusu yükseldi ve Bayan Shelby verandadan konuştu: “Bay Haley, size temin ederim bu tedbir son derece gereksiz.”
“Bilmiyorum hanımefendi, bu yerde beş yüz dolar kaybettim ve daha fazla riske girmek istemiyorum.”
“Ondan daha başka ne beklenir ki?” dedi Chloe Teyze öfkeyle, bu sırada babalarının kaderini hemen hemen anlamış görünen iki oğlan eteğine yapışmış hâlde şiddetle ağlayıp sızlanıyorlardı.
“Üzgünüm.” dedi Tom. “Efendi George uzakta.”
George komşu malikânelerden birindeki arkadaşında iki üç gün geçirmeye gitmişti ve Tom’un kötü kaderi halk tarafından duyulmadan, o da duymadan sabah erkenden çıkıp gitmişti.
“Efendi George’a sevgilerimi iletin.” dedi içtenlikle.
Haley atı kırbaçladı ve son ana kadar eski yerine dikili kalan sabit, kederli bakışıyla Tom götürüldü.
Bunlar olurken Bay Shelby evde yoktu. Korktuğu bir adamın gücünden kaçma zorunluluğunun dürtüsüyle Tom’u satmıştı, pazarlığın bitmesi ardından ilk duyduğu his bir rahatlama olmuştu. Fakat karısının eleştirileri yarı uykudaki pişmanlıklarını uyandırmıştı ve Tom’un erkekçe tarafsızlığı duygularının memnuniyetsizliğini artırmıştı. Beyhude bir şekilde buna hakkı olduğunu kendi kendine söylemişti, herkes bunu yapıyordu, hem de gerekli olmadan yapıyorlardı ama yine de duygularını tatmin edememişti. Vedanın tatsız sahnelerine tanıklık etmemek için döndüğünde hepsinin bittiğini umut ederek ülkenin kuzeyinde kısa bir iş gezisine gitmişti.
Tom ve Haley tozlu yolda tıngırdayarak ilerlediler, malikânenin sınırlarını aşana kadar her eski tanıdık noktadan hızla geçtiler ve kendilerini açık yolda buldular. Bir buçuk kilometre kadar gittikten sonra Haley birden bir nalbant dükkânının kapısına çekti, yanına bir çift el prangası alarak küçük bir değişiklik yaptırmak üzere dükkâna girdi.
“Bunlar onun yapısına biraz küçük geliyor.” dedi Haley, prangaları gösterip Tom’u işaret ederek.
“Tanrı’m! Umarım bu Shelby’nin Tom’u değil. Onu satmadı ya?” dedi demirci.
“Evet, sattı.” dedi Haley.
“Yok ya! Eh, gerçekten mi?” dedi demirci. “Kimin aklına gelirdi! Onu böyle prangalamanıza gerek yok. O dünyanın en sadık, en iyi insanıdır.”
“Evet, evet.” dedi Haley. “Ama sizin iyi adamlarınız hep kaçmak isteyen yaratıklar oluyor. Aptal olanlar nereye gittiğini umursamıyor, uyuşuk, sarhoş olanlar hiçbir şeyi umursamıyor, sadık duruyorlar, yük gibi taşınmaktan memnun olmuyorlar ama bu en iyi adamlarınız, bundan günah gibi nefret ediyorlar. Onları prangalamaktan başka yolu yok, bacakları var, onları kullanırlar, kuşkunuz olmasın.”
“Eh.” dedi demirci, araçlarıyla uğraşırken. “Orada tarlalar var yabancı, Kentuckyli bir zencinin gitmek istediği bir yer değil, oraya gider gitmez ölüyorlar, değil mi?”
“Eh, evet, gider gitmez ölüyorlar, iklimden ya da başka bir şeyden, pazarı canlı tutmak için ölüyorlar.” dedi Haley.
“Eh, şimdi insan Tom gibi iyi, sessiz, uysal bir adamın şeker tarlalarından birinde eziyet çekmeye gitmesinin oldukça üzücü olduğunu düşünmeden edemiyor.”
“İyi bir şansı var. Ona iyi davranacağıma söz verdim. Ona iyi, eski bir ailede ev içi hizmetçilik ayarlarım, sonra sıcağa ve iklime dayanırsa bir zencinin isteyebileceği kadar iyi bir işi olur.”
“Karısıyla çocuklarını burada bırakıyor sanırım.”
“Evet ama orada bir başkasını bulur. Tanrı’m, her yerde yeterince kadın var.” dedi Haley.
Bu konuşma sürerken Tom dükkânın dışında çok kederli bir şekilde oturuyordu. Birdenbire arkasında bir atın hızlı, kısa toynak sesini duydu; şaşkınlıktan daha sıyrılamadan genç Efendi George arabaya atladı, kollarını karmakarışık bir şekilde boynuna attı, olanca gücüyle hıçkırıp terslenmeye başladı.
“Bunun gerçekten kötü olduğunu söylüyorum! Hiçbirinin ne söylediği umurumda değil! Bu berbat, kötü bir utanç! Eğer yetişkin olsaydım yapamazlardı, yine de yapmamalılar!” dedi George, bastırılmış bir iniltiyle.
“Ah, Efendi George! Bu bana iyi geldi!” dedi Tom. “Sizi görmeden gitmeye dayanamazdım! Bana gerçekten iyi geldi, anlatamam size!” Burada Tom ayaklarını hareket ettirdi ve George’un gözü prangalara takıldı.
“Ne utanç verici!” diye ellerini kaldırarak bağırdı. “O ihtiyarı haklayacağım, yapacağım bunu!”
“Hayır, yapmayacaksınız Efendi George ve bu kadar yüksek sesle konuşmayın. Onu kızdırmanın bana yararı olmaz.”
“Eh, o zaman senin hatırın için yapmam ama düşününce… Utanç verici değil mi? Bana hiç bahsetmediler, tek kelime etmediler, eğer Tom Lincon olmasaydı, haberim olmayacaktı. Sana söylüyorum, evde hepsini iyice paylayacağım!”
“Korkarım bu doğru olmaz, Efendi George.”
“Elimde değil! Bunun utanç verici olduğunu söylüyorum! Bak buraya Tom Amca.” dedi, sırtını dükkâna dönüp gizemli bir ses tonuyla konuşarak. “Sana dolarlarımı getirdim!”
“Oh! Bunları almayı düşünemem Efendi George, hayatta olmaz!” dedi Tom, oldukça duygulanmıştı.
“Ama alacaksın!” dedi George. “Buraya bak. Chloe Teyze’ye bunu yapacağımı söyledim, o da ortalarına delik açmamı ve ip geçirmemi tavsiye etti, boynuna asıp kimsenin görmemesini sağlayacaksın. Yoksa bu cimri arsız hepsini alır. Sana söylüyorum Tom, onu paylamak istiyorum! Bana iyi gelecek!”
“Hayır, yapmayın Efendi George, zira bu bana iyi gelmez.”
“Eh, senin hatırın için yapmayacağım.” dedi George, bir yandan da dolarları Tom’un boynuna bağlamaya çalışmakla meşguldü. “Ama işte, şimdi paltonu üzerine iyice ilikle ve sakla, bunu her gördüğünde, senin peşinden geleceğimi ve seni geri getireceğimi unutma. Chloe Teyze ve ben bunu konuştuk. Ona korkmamasını söyledim, bu işle ilgileneceğim ve eğer yapmazsa babamı canından bezdireceğim.”
“Ah, Efendi George, babanız hakkında böyle konuşmamalısınız!”
“Tanrı’m, Tom Amca ben kötü bir şey kastetmedim.”
“Şimdi Efendi George.” dedi Tom “İyi bir çocuk olmalısınız; kaç tane yüreğin size bağlı olduğunu hatırlayın. Annenize hep yakınlık gösterin. Oğlanların annelerini unutacak kadar girdiği aptalca yollara sakın dalmayın. Size söyleyeyim Efendi George, Tanrı birçok güzel şeyi iki kere verir ama anneyi bir kez verir. Yüz yıl yaşasanız da ona benzer bir kadını bulamayacaksınız, Efendi George. O zaman şimdi ona sarılın, büyüyünce ona yardım edin, iyi bir çocuk olun, böyle yapacaksınız, değil mi?”
“Evet, öyle yapacağım, Tom Amca.” dedi George ciddiyetle.
“Konuşmanıza da dikkat edin Efendi George. Sizin yaşınızdaki delikanlılar bazen bildiğini okur, doğa böyledir, böyle olmalıdır. Ancak gerçek beyefendiler ki siz de umarım öyle olacaksınız, hiçbir zaman ebeveynlerine saygılı olmayan sözler etmez. Gücenmediniz ya Efendi George?”
“Hayır, hiç de değil Tom Amca, sen bana hep iyi öğütler verdin.”
“Ben senden yaşlıyım, biliyorsun.” dedi Tom, çocuğun güzel, kıvırcık başını büyük, güçlü eliyle okşarken ama sesi bir kadınınki kadar narin çıkıyordu. “Bütün bunların sana yabancı olmadığını biliyorum. Ah, Efendi George, her şeyiniz var; öğrenme, ayrıcalıklar, okuma, yazma. Büyüyünce büyük, eğitimli, iyi bir adam olacaksınız ve evinizdeki herkes, anneniz, babanız sizinle gurur duyacaklar! Babanız gibi iyi bir efendi olun ve anneniz gibi bir Hristiyan olun. Gençlik günlerinizde Yaratıcı’mızı hatırlayın, Efendi George.”
“Gerçekten iyi olacağım, Tom Amca, sana söz veriyorum.” dedi George. “Birinci sınıf bir insan olacağım ve sen de cesaretini yitirme. Seni eve geri götüreceğim. Bu sabah Chloe Teyze’ye söylediğim gibi, büyüyünce evimizi baştan aşağı yeniden yapacağım ve senin de salon gibi halılı bir odan olacak. Ah, iyi günlerin olacak!”
Haley ellerinde kelepçeyle kapıya çıktı.
“Buraya bakın bayım.” dedi George, dışarı çıktığı sırada üstünlük taslayan bir havada. “Tom Amca’ya nasıl davrandığınızı babamla anneme bildireceğim!”
“Tabii buyrun.” dedi tüccar.
“Bence bütün hayatınızı erkeklerle kadınları satın alıp hayvan sürüleri gibi zincirleyerek geçirmekten utanç duymalısınız! Kötü biri olmalısınız!” dedi George.
“Büyükleriniz erkeklerle kadınları almak istediği sürece, ben de onlar kadar iyiyim.” dedi Haley. “Satmak almaktan daha kötü değil ki!”
“Büyüyünce ben ikisini de yapmayacağım.” dedi George. “Bugün bir Kentuckyli olmaktan utanç duyuyorum. Önceden hep gurur duymuştum.” George atında dimdik oturdu ve sanki ülkenin fikrinden etkilenmesini bekliyormuş gibi bir havayla etrafına bakındı.
“Eh, hoşça kal Tom Amca, soğukkanlılığını koru.” dedi George.
“Hoşça kalın, Efendi George.” dedi Tom, ona şefkatle ve hayranlıkla bakarken. “Yüce Tanrı sizi korusun! Ah, Kentucky’de sizin gibilerden fazla yok!” dedi tüm kalbiyle, dürüst, çocukça yüzün görüntüsü yitip giderken. George iyice uzaklaştı ve Tom atının tıkırtıları yitinceye kadar ona baktı, bu evinin son sesi veya görüntüsüydü. Ancak yüreğinde, o genç ellerin değerli dolarları yerleştirdiği yerde, sıcak bir nokta var gibiydi. Tom elini kaldırıp yüreğinin üstüne koydu.
“Şimdi sana bir şey söyleyeceğim Tom.” dedi Haley, arabaya gelip kelepçeleri attığı sırada, “Zencilerimle genelde öyle olduğu gibi, seninle de işe doğru başlamak isterim ve şimdi sana söylüyorum, başlangıç olarak sen bana doğru davran, ben de sana, zencilerime hiçbir zaman kötü davranmam. Onlara elimden geldiğince iyi davranırım. Gördüğün gibi senin için en iyisi rahatça oturman ve numara yapmayı düşünmemen çünkü zencilerin her numarasını bilirim ve bir faydası yok. Eğer zenciler sessizce durur ve kaçmayı düşünmezlerse benimle iyi zaman geçirirler. Eğer öyle olmazsa bu onların suçu, benim değil.”
Tom Haley’e kaçmak gibi bir niyeti olmadığının garantisini verdi. Aslında ayaklarında kocaman bir çift demir pranga olan bir adam için nasihat gereksiz gibi geldi. Ancak Bay Haley malıyla ilişkilerine başlamak için bu çeşit küçük nasihatler verme alışkanlığındaydı, muhtemelen bu neşe ve güven vermek, tatsız sahneleri önlemek içindi.
Burada hikâyemizdeki diğer karakterlerin kaderini izlemek üzere şimdilik Tom’u bırakıyoruz.
XI
Malın Ruh Hâli Yersiz Hâle Geliyor
Kentucky’de N. köyündeki küçük bir taşra otelinin kapısında bir yolcu belirdiğinde yağmurun çiselediği bir öğleden sonrasının geç saatleriydi. Barın olduğu odada kötü havanın getirdiği gerginliğin bu limana attığı her türden insanın toplandığını gördü ve bu yer bu tip toplanmalara sık sık sahne olurdu. Av gömlekleri giymiş ve esneklikleriyle geniş alanlarda yol gitmiş, iri yarı, uzun, zayıf Kentuckyliler ırklarına özgü rahatlıklarıyla resimde karakteristik özelliklerini sergiliyorlardı. Tüfekler köşeye istiflenmişti, fişek torbaları, av torbaları, av köpekleri ve kısa boylu zencilerin hepsi köşelerde toplanmıştı. Şöminenin bir köşesinde sandalyesi arkaya yatmış, uzun bacaklı bir beyefendi oturuyordu, kafasında şapkası vardı ve çamurlu çizmelerinin topukları asil bir şekilde ocak başında dinleniyordu. Okuyucularımızı bilgilendirelim, bu duruş Batılı barlarda hoşa gidiyordu, burada yolcular bu tip bir düşüncelerini yüceltme modunu kararlı bir şekilde tercih etmişlerdir.
Barın arkasında duran ev sahibi pek çok taşralı adam gibi boylu poslu, iyi huylu ve rahat biriydi, başında inanılmaz çok saçı ve üzerinde de büyük, uzun bir şapka vardı.
Aslında odadaki herkes erkek egemenliğinin tipik simgesini taşıyordu. İster keçe kumaştan bir şapka, isterse palmiye yaprağı, yağlanmış kunduz kürkünden yapılma veya güzel, yeni bir şapka olsun, gerçek bir cumhuriyetçinin bağımsızlığının güvencesiydi. Gerçekte her bireyin kendine özgü simgesini gösteriyor gibiydi. Bazıları özgür bir şekilde yana yatırıyordu, bunlar sizin esprili, neşeli, kaygısız adamlarınızdı. Bazıları burunlarına kadar özgürce bastırırdı, bunlar sizin çetin ceviz, esaslı adamlarınızdı, şapkalarını giydiklerinde giymek istemişlerdi ve düşündükleri şekilde olmasını isterlerdi. Bir de şapkalarını arkaya doğru yatırmış olanlar vardı; bunlar gözü açık, açık beklentileri olan adamlardı. Şapkalarının nasıl durduğunu bilmeyen veya umursamayan ilgisiz adamlar her yöne doğru kaydırırlardı. Aslında bu çeşitli şapkalar bir Shakespeare çalışmasına benzerdi.
Serbest ve rahat pantolonları olan, gömlek çizgilerinde bolluk olmayan türlü türlü zenciler etrafta genelde her şeyi efendinin ve misafirlerinin yararına çevirmekten yana genel isteklerini ifade etmek dışında belli bir sonuç almadan oraya buraya seğirtiyorlardı. Bu görüntüye kocaman, geniş bir bacadan memnun memnun tüten neşeli, çatırtılı, eğlenceli ateşi, her biri sonuna kadar açık dış kapı ve pencereleri, ıslak, nemli havadaki güzel, sert rüzgârda çarpıp şaklayan patiska perdeleri de katarsanız bir Kentucky barındaki eğlenceler hakkında fikriniz olur.
Bugünün Kentuckylisi daha önceki kuşaklardan içgüdülerin ve özelliklerin geçmesi prensibine iyi bir örnekti. Babaları sıkı birer avcıydı, yıldızları kandil gibi düşünerek ormanda yaşayan, serbest, açık havada uyuyan adamlardı ve bugünün nesilleri de evlerini hep kamp gibi kullanırlar, her zaman şapka giyerler, yuvarlanır ve topuklarını sandalyelerin tepesine veya ocak başlarına koyarlar, aynı babalarının yeşil çimenlerde yuvarlandığı ve ağaçlara, kütüklere yaslandığı gibi. Büyük akciğerlerine yeterince hava çekmek için yaz kış pencereleri ve kapıları açık tutarlar, umursamaz bir iyi huylulukla herkese “yabancı” derler, sonuçta da en dürüst, en kolay geçinilen, en neşeli varlıklardır.
İşte yolcumuz böylesine serbest ve rahat bir topluluğa girdi. Kendisi kısa, tıknaz bir adamdı; dikkatlice giyinmişti, yuvarlak, iyi huylu bir yüzü ve görünüşünde telaşlı, titiz bir hava vardı. Valizi ve şemsiyesi konusunda çok dikkatliydi, içeri kendi elleriyle getirmişti ve kararlılıkla onları almak isteyen hizmetkârların önerilerine direnmişti. Bar odasına kaygılı bir havayla bakındı, değerli eşyalarını en sıcak köşeye çekip sandalyesinin altına koyarak oturdu ve topukları ocak başının yanında görülen değerli zata endişeli bir şekilde baktı, adam zayıf sinirleri ve kendine özgü alışkanlıkları olan beyefendilere oldukça korkutucu gelen bir cesaret ve enerjiyle sağa sola tükürüyordu.
“Diyorum ki yabancı, nasılsın?” dedi sözü edilen beyefendi, yeni gelenin yönüne doğru şerefle selamlarmış gibi çiğnediği tütünü tükürerek.
“Eh, fena değil.” dedi diğeri, tehditkâr şereflendirmeye biraz korkuyla verilmiş kaçamak bir yanıtla.
“Haberler var mı?” dedi yanıtlayan kişi, cebinden bir tütün şeridi ve büyük bir avcı bıçağı çıkarmıştı.
“Bildiğim kadarıyla yok.” dedi adam.
“Çiğner misin?” dedi ilk konuşan, kararlı bir tavırla kardeş gibi davranarak yaşlı beyefendiye biraz tütün uzattı.
“Hayır, teşekkür ederim, bana uymaz.” dedi ufak tefek adam konuyu kapatarak.
“Uymaz ha?” dedi diğeri rahatça ve toplumun genel yararı için tütün çiğnemeye devam etmek üzere parçayı kendi ağzına attı.
Yaşlı beyefendi yanındaki uzun boylu kardeşi ne zaman onun tarafına püskürse irkildi, bunu gören arkadaşı iyi huylu bir tavırla silahını diğer tarafa çevirdi ve bir şehir almaya yetecek askerî yetenekle ocak demirlerinden birine tütün saldırısına geçti.
“O nedir?” dedi yaşlı adam, büyük bir el ilanının başına toplanmış grubu gözlemleyerek.
“Zenci ilanları!” dedi gruptan biri kısaca.
Adı Bay Wilson olan yaşlı beyefendi kalktı ve valiziyle şemsiyesini dikkatlice ayarladıktan sonra, incelikli olarak gözlüklerini çıkararak burnuna yerleştirdi, bu işleri yaptıktan sonra aşağıdaki yazıyı okudu:
Efendisinden kaçan melez adamım George. Adı geçen George bir seksenden uzun, çok açık melez, kahverengi, kıvırcık saçlı; çok akıllıdır, düzgünce konuşur, okuyup yazabilir, bir beyaz gibi davranabilir, sırtı ve omuzlarında derin yaralar vardır, sağ elinden H harfiyle işaretlenmiştir.