
Полная версия:
Tom Amca’nın Kulübesi
“Eh, aslında seni duymuştum.” dedi George. “Dedin ki Jinny oldukça iyi bir aşçı.”
“Onu dedim.” dedi Chloe Teyze. “Bunu söylemiş olabilirim, Jinny sıradan, sade, yaygın yemekleri yapar -iyi bir mısır ekmeği yapmak, mısır unundan kekleri o kadar da iyi değil Jinny’nin- ama Tanrı bilir ya, daha iyi bir şey yapması istense ne yapabilir? Elbette, o da tart yapıyor, elbette yapıyor ama nasıl dışı var? O ağızda eriyen kabarıklıkları veren bir hamur yapabilir mi? Ben oraya Bayan Mary evlenirken gitmiştim ve Jinny de bana düğün pastasını göstermişti. Biliyor musunuz, Jinny ile ben iyi arkadaşız. Ben haydi git dedim, başka bir şey demedim, Efendi George! Eğer öyle bir pasta yapsaydım, gözüme bir hafta uyku girmezdi. O pastadan bile sayılmazdı.”
“Sanırım Jinny çok güzel olduklarını düşünmüştü.” dedi George.
“Sanırım öyle! -öyle yapmadı mı? İşte orada tüm aklı ermezliğiyle onlara gösteriyor- Gördün, burada, Jinny bilmiyor. Aile de bilmiyor! Ondan da bilmesi beklenemez! Onun suçu değil bu. Ah, Efendi George ailenizin size sağladığı ayrıcalıkların yarısının bile farkında değilsiniz!” Burada Chloe Teyze duygulanıp gözlerini yuvalarında çevirerek içini çekti.
“Eminim, Chloe Teyze, tüm tart ve puding ayrıcalıklarımın farkındayım.” dedi George. “Tom Lincon’a sor bakalım, onunla her karşılaştığımda övünüp övünmediğimi.”
Chloe Teyze sandalyesine oturdu ve genç efendinin nüktesine içinden gelen kahkahalarla güldü, kara, parlak yanaklarından yaşlar süzülünceye kadar gümeye devam etti. Efendi George’a şaka yollu hafifçe vurarak ve dürterek durumu değiştiriyordu; ona işine gitmesini, amma da garip bir tip olduğunu, onu neredeyse öldüreceğini ve bir gün mutlaka öldüreceğini söylüyordu. Bu uğursuz öngörüleri arasında her biri diğerinden uzun ve güçlü kahkahalara boğuluyordu, ta ki George gerçekten tehlikeli bir şakacı adam olduğunu düşünmeye başlayıncaya kadar ve artık “olabildiğince komik” olmak konusunda dikkatli olması gerektiğini düşündü.
“Tom’a öyle söylediniz, değil mi? Ah, Tanrı’m! Ne gençler var! Tom’a övündünüz demek? Ah, Tanrı’m! Efendi George, siz bir böceği bile güldürürsünüz!”
“Evet.” dedi George. “Dedim ona, ‘Tom, Chloe Teyze’nin tartlarını bir görmelisin; tam ağzına layık.’ dedim.”
“Yazık, Tom göremedi bunları.” dedi Chloe Teyze, hayırsever yüreğinde Tom’un cahil durumu onu derinden etkilemiş gibiydi. “Bugünlerde onu yemeğe davet et sen de Efendi George.” diye ekledi. “Size o yakışır. Biliyorsunuz, Efendi George, ayrıcalıklarımız yüzünden kimsenin üzerinde kendimizi hissetmemeliyiz, ayrıcalıklarımız bize ödüldür; bunu her zaman hatırlamalıyız.” dedi Chloe Teyze, oldukça ciddi görünüyordu.
“Eh, o zaman haftaya bir gün Tom’u buraya davet ederim.” dedi George. “Sen de en güzel şeyleri yap, Chloe Teyze ve o da bakakalsın. Ona iki hafta kendine gelemeyecek kadar yedirmez miyiz?”
“Evet, evet, kesinlikle.” dedi Chloe Teyze, hoşuna gitmişti. “Göreceksin. Tanrı’m! Bazı akşam yemeklerimizi düşünüyorum da! General Knox’a akşam yemeği verdiğimizde yaptığım o tavuklu turtayı hatırlıyor musun? Ben ve hanımım, turtanın kabuğu yüzünden az kalsın tartışıyorduk. Kadınlara bazen neler oluyor, bilmiyorum ama üstlerinde en ağır yükler varken ve çok meşgulken, etrafta takılıp dururlar ve müdahale ederler! Şimdi hanımım bunu böyle yapmamı istedi ve şöyle yapmamı istedi, sonunda benim de sabrım taştı ve şöyle dedim, ‘Şimdi hanımım, uzun parmaklarınızla güzel beyaz ellerinize bir bakın, üzerinde çiy olan beyaz zambaklarım gibi yüzüklerle parlıyor; bir de benim kocaman, kara, kütük gibi ellerime bakın. Şimdi Tanrı’nın benim turta kıtırını yapmamı ve sizin de salonda oturmanızı istediğini düşünmüyor musunuz?’ Tanrı’m! Öylesine sabırsızdım ki, Efendi George.”
“Peki, annem ne dedi buna?” dedi George.
“Demek mi? Onun gözlerinin içi güler, kocaman, güzel gözleriyle, ‘Eh, Chloe Teyze, sanırım doğru söylüyorsun.’ der; salona gider. Bu kadar sabırsız olduğum için kafamı yarması gerekir ama böyledir işte, hanımlarla bir şey yapamam mutfakta!”
“Eh, o akşam yemeğinde harikalar yaratmıştınız, herkesin öyle söylediğini hatırlıyorum.” dedi George.
“Öyle değil miydi? O gün yemek odasının kapısının arkasında değil miydim? General’in böğürtlen turtasını tabağına üç kere doldurduğunu görmedim mi? Bir de şöyle dedi: ‘Bulunmaz bir aşçınız olmalı Bayan Shelby.’ Tanrı’m! Sevincimden çatlayacaktım.”
“General ne piştiğini de biliyordu.” dedi Chloe Teyze, kendine gururlu bir hava vererek. “Çok hoş bir adam General! Eski Virginia’nın köklü ailelerinin birinden geliyor! Benim bildiğim kadar, neyin ne olduğunu biliyordu şu General. Bütün turtaların bir püf noktası vardır, Efendi George ama ne olduğunu herkes bilmez. Ama General biliyordu; bunu söylediklerinden anladım. Evet, püf noktalarının ne olduğunu biliyordu!”
Bu sırada Efendi George (Alışılmadık durumlarda.) bir erkek çocuğunun tek bir lokma bile yiyemeyeceği noktaya gelmişti ve bu yüzden karşı köşede aç gözlerle onu izleyen kıvırcık saçlı kafaları ve parıldayan gözleri fark edecek zamanı oldu.
“Alın siz de Mose, Pete.” dedi, bolca koparıp onlara doğru atarak. “Siz de biraz istersiniz, değil mi? Gel, Chloe Teyze, onlara da biraz kek pişiriver.”
Sonunda George ve Tom bacanın köşesinde daha rahat bir yere geçtiler, bu sırada Chloe Teyze bir sürü kek daha yapmış, bebeğini kucağına almış ve bir onun ağzını, bir kendi ağzını dolduruyordu, masanın altındaki yerde yuvarlanarak, birbirlerini gıdıklayarak ve bazen bebeğin ayak parmaklarını çekerek yemeklerini yemeyi tercih eden Mose ve Pete’e veriyordu.
“Ah! Bi gider misiniz?” dedi anne, masanın altına arada bir rastgele vurarak hareketleri çok yaramaz hâle gelince. “Beyaz adamlar sizi görmeye geldiğinde doğru dürüst oturamaz mısınız? Kesin şunu artık, tamam mı? Kendinize çekidüzen verin, yoksa Efendi George gittikten sonra sizin canınıza okurum!”
Bu berbat tehdidin altında ne yattığını söylemek zordu fakat korkunç muğlaklık söz konusu genç günahkârlarda çok az etki yaratmışa benziyordu.
“Kesin şimdi!” dedi Tom Amca. “Eğlenmek hoşlarına gidiyor, doğru dürüst davranamıyorlar.”
Bu arada oğlanlar masanın altından çıktı, elleri ve yüzleri esmer şekere bulanmış hâlde bebeği durmadan öpmeye başladılar.
Anne yünü andıran kafalarını iterek, “Hadi gidin şuradan!” dedi. “Eğer böyle yaparsanız birbirinize yapışırsınız ve hiç ayrılamazsınız. Hadi dereye gidin de temizlenin!” dedi. Tembihlerini bir de korkunç bir sesle yankılanan bir tokatla noktaladı ama gençler buna sadece daha çok güldüler, kapıdan dışarı birbiri üstünde telaşla çıkarlarken, çıkınca da neşeyle çığlıklar koyuverdiler.
“Daha can sıkıcı gençler gördünüz mü?” dedi Chloe Teyze, kendinden memnun bir şekilde. Bir yandan da böyle acil durumlar için sakladığı eski havluyu, çatlak çaydanlıktan biraz su dökerek ıslatıp esmer şekerleri bebeğin yüzüyle ellerinden silmeye başladı ve parlayana kadar sildikten sonra da bebeği Tom’un kucağına oturtup akşam yemeği artıklarını temizlemeye koyuldu. Bebek fırsat bu fırsat Tom’un burnunu çekiyor, yüzünü tırmalıyor ve şişman ellerini yün gibi saçlarına gömüyordu, bu sonuncu yaptığından özellikle keyif alıyordu.
“Ne şirin şey değil mi?” dedi Tom, onu kendinden uzakta tutarak; sonra ayağa kalkıp onu geniş omuzlarına yerleştirdi ve hoplamaya, onunla dans etmeye başladı, bu arada Efendi George da mendiliyle bebeğe vuruyordu. Tekrar dönen Mose ve Pete onun ardından ayılar gibi homurdanıyorlardı, ta ki Chloe Teyze gürültücülerin “kafalarını kopartacağını” söyleyene kadar. Ama dediğine göre bu olay kulübede olağandı, açıklanışı coşkuyu azaltmadı, ta ki herkes sakinleşinceye kadar bağırdılar, yuvarlandılar ve dans ettiler.
“Eh, artık istediğiniz olmuştur.” dedi, açılır kapanır yatağın altından tekerlekli yatağı çekmeye uğraşan Chloe Teyze. “Ve şimdi de siz Mose ve Pete, şuraya girin zira biz bir toplantı yapacağız.”
“Ah, anne, bunu istemiyoruz. Biz de oturmak istiyoruz, toplantıyı merak ediyoruz. Bu hoşumuza gidiyor.”
“Chloe Teyze, it onu alta ve orada otursunlar.” dedi Efendi George kararlı bir şekilde ve kaba saba şeyi şöyle bir itiverdi.
Durumu kurtarmış olan Chloe Teyze onu alta itmekten son derece memnundu, bunu yaparken de şöyle dedi, “Eh, belki bu sefer işe yarar.”
Ev şimdi herkesin toplantının hazırlıklarını ve düzenlemelerini tartıştıkları bir komiteye dönüşmüştü.
“Bu yer konusunda ne yapacağız, ben ne yapacağımızı bilmiyorum.” dedi Chloe Teyze. Toplantı bir süredir Tom Amcalarda haftalık olarak yapıldığından, daha fazla yer yoktu ve yer sorununun çözümlenme umudu var gibi görünüyordu.
“Geçen hafta yaşlı Peter Amca ilahi söylerken o eski sandalyenin bacaklarını kırdı.” dedi Mose.
“Hadi oradan! Eminim onları sen oradan çıkarmışsındır; parlak fikirlerinden biridir.” dedi Chloe Teyze.
“Eh, duvara dayarsanız, yine de ayakta durur!” dedi Mose.
“O zaman Peter Amca oraya oturmamalı çünkü ilahi söylerken zıplıyor. Geçen gece, ta odanın öbür ucuna zıpladı.” dedi Pete.
“Aman Tanrı’m! O zaman onu içeri alalım.” dedi Mose. “Ve sonra şöyle der, ‘Gelin azizler ve günahkârlar, beni dinleyin.’ Ve sonra aşağı yuvarlanır. Mose yaşlı adamın genizden gelen sesini aynen tekrarladı, olabilecek felaketi göstermek için de yere yuvarlandı.
“Hadi bakalım, doğru durun, olmaz mı?” dedi Chloe Teyze. “Hiç utanmıyor musunuz?”
Ancak Efendi George gülerek suçlunun yanını tuttu ve Mose’u kararlı bir tavırla bir âlem ilan etti. Böylece annenin uyarısı havada kaldı.
“Eh, yaşlı adam.” dedi Chloe Teyze. “Artık şu fıçıları taşımak zorundasın.”
“Annemin fıçıları Efendi George’un iyi kitapta okuduğu gibi insanı asla yarı yolda bırakmaz.” dedi Mose, Peter’dan yana çıkarak.
“Eminim geçen hafta biri yıkıldı.” dedi Pete. “Ve ilahinin ortasında hepsi yere yığıldı; biz de düşüyorduk, öyle değil mi?”
Bu sırada Mose ile Pete iki boş fıçıyı kulübeye yuvarlamış ve iki tarafından taşla yuvarlanmasın diye emniyete alıyorlardı, üzerlerine tahtalar yerleştirildi, bazı varil ve kovaların çevrilmesiyle ve çürük sandalyelerin hazırlanmasıyla hazırlıklar sonunda tamamlanmıştı.
“Efendi George öylesine iyi bir okuyucu ki, şimdi kalıp bize de okuyacak.” dedi Chloe Teyze. “Hem böylesi çok daha ilginç olur.”
George buna dünden razıydı, zira bu oğlan onu önemli kılacak her şeye her zaman hazırdı.
Çok geçmeden oda her türden kalabalıkla doldu, sekseninde yaşlı, beyaz saçlı saygın dededen, genç kıza ve on beşinde delikanlıya kadar. Çeşitli konularda küçük, zararsız dedikodular birbirini takip etti, mesela Sally Teyze yeni kırmızı başörtüsünü nereden almıştı, “Lizzy’nin düğün töreni yapıldığında hanımı benekli muslin giysi verecekti.” Nasıl Efendi Shelby yeni bir kızıl doru tay almayı düşünüyordu ki bu yerin şanına şan katacaktı. Katılmaya izinleri olan, yakın çevredeki ailelerden ibadet edenler evlerinde ve çevrelerinde olup bitenlerle ilgili çeşitli haber kırıntıları getirmişlerdi. Bunlar daha üst çevrelerde aynı türden küçük laflar nasıl dolaşırsa onun gibi serbestçe dolaştı.
Bir süre sonra ilahiler başladı, herkesin çok zevk aldığı belliydi. Genizden gelen tonlamaların olumsuzluğu, bir zamanlar vahşi ve hevesli bir havası olan doğal güzellikteki seslerinin etkisini engelleyemiyordu. Sözler bazen kiliselerde bilinen ve söylenen ilahilerden dizeler ve bazen de kamp toplantılarında seçilen daha yabansı, daha tanımsız sözlerdi.
Büyük coşku ve hazla söylenen birinin sözleri şu şekildeydi:
Ölmek savaş alanında,Ölmek savaş alanında,Ruhumda şan ve şerefle.Diğer bir sıkça yenilenen şu sözleri tekrarlıyordu:
Şerefimle gidiyorum, benimle gelmez misin?Görmüyor musun melekler çağırıyor ve beni de çağırıyorlar.Altın şehri ve ölümsüz günü görmüyor musun?Diğerleri de vardı, durmadan adı geçen “Ürdün’ün kıyıları”, “Kenan tarlaları” ve “Yeni Kudüs”, coşkulu ve hayalperest zenci aklı her zaman kendini canlı ve resim gibi doğanın ilahilerine ve ifadelerine bağlıyordu; ilahi söylerken, bazıları gülüyordu, bazıları ağlıyordu, bazıları el çırpıyordu ya da birbirleriyle el sıkışıyordu, sanki nehrin diğer tarafını kazanmış gibi.
Çeşitli tavsiyeler veya deneyimler ilahiyle karışmış olarak bir sonraki sırada yer alıyordu. Çoktan çalışma yaşı geçmiş ama tarihin bir sayfası olarak saygı gösterilen, beyaz saçlı yaşlı bir kadın ayağa kalktı ve değneğine abanarak, dedi ki: “Eh, çocuklar! Sizi bir kere dinlediğim ve gördüğüm için çok memnun oldum çünkü cennete ne zaman giderim bilmiyorum ama hazırlandım çocuklarım; öteberimi bağladım ve bonemi de taktım, sadece beni alıp evime götürmelerini bekliyorum. Bazen geceleri tekerlek sesi duyar gibi oluyorum ve hep dışarı bakıyorum; şimdi siz de hazır olun, zira size söylüyorum çocuklar.” diyerek değneğini sertçe yere vurdu. “Şu cennet çok yüce bir şey! Çok yüce bir şey çocuklar, -onunla ilgili bir şey bilmiyorsunuz- o muhteşem.” Yaşlı kadın gözlerinden sicim gibi yaşlar akıtarak yerine oturdu, kendine gelmeye çalışırken, çepeçevre dizilmiş herkes söylemeye başladı.
Ah, Kenan, parlak KenanKenan topraklarına gitmeye hazırız.Efendi George istek üzerine Vahiy Kitabı’nın son bölümlerini okudu. “Yüzü suyu hürmetine!”, “Şunu duy!”, “Bunu bir düşün!”, “Bütün bu söylenenler yeterli değil mi?” gibi feryatlarla sık sık sözü kesiliyordu.
Parlak bir çocuk olan ve annesi tarafından dinî meselelerde iyi yetiştirilen George genel olarak hayranlık duyduğu bir şey keşfetmiş ve övgüye değer ciddiyet ve ağırbaşlılıkla kendi izahatlarına zaman zaman yer veriyordu, zira bunun için gençler tarafından beğenilmiş ve yaşlıların da rızasını kazanmıştı; herkesçe de kabul edilmişti ki “Bir rahip bile ondan iyisini beceremezdi; bu gerçekten harikaydı!”
Tom Amca çevrede dinî konularda hatırı sayılır biriydi. Doğal olarak manevi değerlerin güçlü olduğu bir düzen kurduğundan, bunun yanında da akranları arasından daha geniş bilgili ve yetişmiş olduğundan ona büyük bir saygıyla bakılırdı, aralarında bir tür rahipmiş gibi davranılırdı; basit, içten ve yürekten gelen tembihleri daha eğitimli insanlarınkinden dahi daha eğitici olurdu. Ancak asıl üstünlüğü dua konusundaydı. Kutsal Kitap diliyle zenginleştirdiği dualarının dokunaklı sadeliği, çocuksu içtenliğini hiçbir şey geçemezdi. Tüm bunlar onun benliğiyle öylesine iç içe geçmiş, bir parçası olmuştu ki dudaklarından bilinçsizce dökülüyordu; dindar yaşlı bir zencinin dilinde “dualar oluşuveriyordu”. Dinleyicilerin ibadetle ilgili duygularına öylesine hitap ediyordu ki sık sık çevresinde patlak veren karşılıkların çokluğunda hepten yitip gitme tehlikesi içinde görünüyordu.
Adamın kulübesinde bu sahne yaşanırken, efendinin salonunda çok daha değişik bir sahne vardı.
Tüccar ve Bay Shelby yemek odasında kâğıtlar ve yazı gereçleriyle kaplı bir masanın başında oturuyorlardı.
Bay Shelby bir tomar faturayı saymakla meşguldü, saydıkça tüccara doğru itiyor, o da onları onun gibi sayıyordu.
“Her şey uygun.” dedi tüccar. “Şimdi de şunları imzalayıverin.”
Bay Shelby satış faturalarını aceleyle kendine doğru çekti ve imzaladı, sanki rahatsız edici bir iş yapan bir adamın aceleci tavrıyla, sonra da parayla birlikte onları itti. Haley eskimiş bir valizden bir parşömen çıkardı, ona bir süre baktıktan sonra Bay Shelby’ye uzattı, o da bastırmaya çalıştığı bir sabırsızlıkla aldı.
“Eh, bu iş tamamdır!” dedi tüccar, ayağa kalkarken.
“Tamamdır!” dedi Bay Shelby, düşünceli bir tavırla ve derin derin içini çekerek tekrarladı, “Tamamdır!”
“Çok mutlu değilmişsiniz gibi geliyor bana.” dedi tüccar.
“Haley.” dedi Bay Shelby. “Umarım verdiğiniz sözü tutarsınız, Tom’u nasıl birileri olduğunu bilmediğiniz birine şerefiniz üzerine söz verdiğiniz gibi satmazsınız.”
“Neden, siz az önce bunu yaptınız efendim.” dedi tüccar.
“Koşullar, biliyorsunuz, beni buna zorladı.” dedi Shelby kibirli bir tavırla.
“Eh, o zaman beni de zorlayabilir.” dedi tüccar. “Yine de Tom’a iyi bir yatacak yer verme konusunda elimden gelenin en iyisini yapacağım; ona kötü davranmam konusunda, zerre kadar korkunuz olmasın. Eğer Tanrı’ya şükrettiğim bir şey varsa o da hiçbir şekilde zalim olmadığımdır.”
Tüccarın insancıl ilkelerini daha önce izah etmesinden sonra, Bay Shelby bu açıklamalarla özellikle rahatlamış hissetmedi ama koşulları ancak bu kadarına izin veriyordu. Tüccarın sessizce ayrılmasına izin vererek bir puro yaktı.
V
Sahipleri Değişen Canlı Malın Duygularını Göstermesi
Bay ve Bayan Shelby gece için dairelerine çekilmişlerdi. Adam büyük bir koltuğa oturmuş, öğleden sonra postayla gelen bazı mektuplara bakıyordu. Kadın da aynanın karşısında ayakta durarak Eliza’nın saçlarına yaptığı karmaşık örgü ve bukleleri fırçalıyordu. Zira solgun yanaklarını ve bitkin gözlerini fark edip o gece için ona izin vererek yatağına yollamıştı. Doğal olarak işle ilgili kızla sabah konuşacaklarını söylemişti ve dikkatsizce kocasına dönerek şöyle dedi:
“Sırası gelmişken Arthur, bugün akşam yemeği masamıza sürüklediğin o düşük düzeyli adam kimdi?”
“Adı Haley.” dedi Shelby, sandalyesinde tedirgin bir tavırla dönerek ve gözleri bir mektuba dikilmişti.
“Haley! O da kim ve burada ne işi var Tanrı aşkına?”
“Eh, geçen sefer Natchez’e gittiğimde onunla biraz iş yapmıştım.” dedi Bay Shelby.
“O da buna güvenerek kendini evinde gibi hissedip gelip sofraya oturdu, öyle mi?”
“Nedeni ben onu davet ettim; onunla bazı hesaplarımız vardı.” dedi Shelby.
“Köle taciri mi?” dedi Bayan Shelby, kocasının tavırlarında kendini belli eden bir utanma fark ederek.
“Canım, neden böyle bir şey aklına geldi?” dedi Shelby başını kaldırarak.
“Hiç, sadece Eliza akşam yemeğinden sonra buraya geldi, çok kaygılıydı ve ağlayıp sızlıyordu, bir tüccarla konuştuğunu söyledi ve adamın oğlu, şu komik küçük ördek, için bir teklif yaptığını duymuş!”
“Öyle mi yaptı?” dedi Bay Shelby, kâğıdına döndü, bir süre tüm dikkatini ona vermiş görünerek, onu baş aşağı tuttuğunu fark etmiyordu.
“Nasıl olsa er ya da geç satışa çıkacaktı.” diye fikrini söyledi.
“Eliza’ya dedim ki.” dedi Bayan Shelby, saçlarını fırçalamayı sürdürüyordu. “O acıları çekmekle aptallık ediyor ve bu tür insanlarla işiniz olmaz. Elbette, hiçbir adamımızı satmak istemediğinizi biliyordum, en azından öyle bir adama.”
“Eh, Emily.” dedi kocası. “Her zaman hissettiğim ve söylediğim gibi işin doğrusu yardım almadan işimi başaramam. Bazı yardımcılarımı satmak zorunda kalabilirim.”
“O yaratığa mı? İmkânsız! Bay Shelby ciddi olamazsınız.”
“Öyle olduğu için üzgünüm.” dedi Bay Shelby. “Tom’u satma konusunda anlaştık.”
“Ne! Bizim Tom’u? O iyi, vefalı yaratığı! Küçüklüğünden beri vefalı bir yardımcı oldu! Ah, Bay Shelby! Ve ona özgürlüğü için söz de vermiştiniz. Ben ve o, bunun hakkında yüzlerce kez konuştuk. Eh, artık her şeye inanırım, zavallı Eliza’nın tek çocuğu küçük Harry’i bile satacağınıza artık inanırım!” dedi Bayan Shelby, sesi kederle öfke arasındaydı.
“Eh, her şeyi bilmen gerektiğinden, öyle. Tom ve Harry’i birlikte satmaya karar verdim ve neden bilmiyorum herkesin her gün yaptığı bir şey için bir canavarmışım gibi davranıldığını bilmiyorum.”
“Ama tüm onların içinden neden bunlar?” dedi Bayan Shelby. “Satmanız gerekiyorsa neden diğerleri değil de bunlar.”
“Çünkü diğerlerinden daha iyi parayı bunlar getiriyor, o nedenle. Başka birini de seçebilirdim, dediğin gibi. Eğer sana uyacaksa adam Eliza için yüksek bir fiyat önerdi.” dedi Bay Shelby.
“Alçak adam!” dedi Bayan Shelby hiddetle.
“Bir an bile onu dinlemedim, duygularınıza saygımdan, bunu yapmazdım bu yüzden bana biraz hak verin.”
“Canım.” dedi Bayan Shelby kendini toparlayarak, “Beni bağışla. Aceleci davrandım. Çok şaşırdım ve buna tamamıyla hazırlıksızdım ama elbette bana bu zavallı yaratıklar için araya girmeme izin vereceksiniz. Tom zenci olsa da soylu yüreği olan sadık biridir. İnanıyorum ki, Bay Shelby, eğer ona sorsanız sizin için hayatını verecektir.”
“Biliyorum, söylemeye cesaret edeyim ama bütün bunların faydası ne? Elimde değil.”
“Parayı feda etsek olmaz mı? Payıma düşen zorluklara katlanmaya hazırım. Ah, Bay Shelby, bu zavallı, basit, yardıma muhtaç yaratıklara görevimi yapmayı denedim, bir Hristiyan hanımın yapması gerektiği gibi inançla denedim. Onlara özen gösterdim, eğitim verdim, gözledim, küçük ilgi alanlarını, sevinçlerini yıllarca hep bildim ve küçük bir kazanç uğruna, zavallı Tom kadar böylesine sadık, harika ve güvenilir bir yaratığı satarsak, onu sevmesi ve değer vermesi için öğrettiğimiz yerden koparıp alırsak başımı nasıl dik tutarım. Onlara ailenin görevlerini, anne babanın ve çocuğun, karı kocanın görevlerini öğrettim ve parayla kıyaslandığında ne kadar kutsal olsa da hiçbir bağa, göreve, ilişkiye değer vermediğimizi açıkça ortaya koymamıza nasıl dayanabilirim? Eliza’yla oğlu hakkında konuştum. Hristiyan bir anne olarak onu gözlemesi, ona dua etmesi ve Hristiyan âdetleriyle onu büyütmesi konusunda, görevleri hakkında; şimdi ona ne diyebilirim, eğer onu koparıp az bir para biriktirmek uğruna bedeni ve ruhuyla bayağı, ilkesiz bir adama satarsanız? Ona tek bir ruhun dünyadaki bütün paradan daha önemli olduğunu söyledim; dönüp de onun çocuğunu sattığımızı görürse bana nasıl inanacak? Hem de belki bedeni ve ruhu iflas etmiş bir adama satmak!”
“Böyle düşündüğüne üzüldüm, gerçekten üzüldüm.” dedi Bay Shelby. “Duygularınıza da saygı duyuyorum, tam olarak aynı düşünüyormuş gibi yapmak istemem ama şimdi size ciddi bir şekilde söylüyorum, bu konuda yapabileceğim bir şey yok, elimden bir şey gelmiyor. Bunu sana söylemek istemezdim Emily ama kısacası bu ikisini satmakla her şeyi satmak arasında başka seçimim yoktu. Ya onlar gidecek ya da her şey. Haley ipotekleri eline geçirdi ki onunla direkt olarak kapatmazsam önüne gelen her şeyi alacaktı. Arayıp taradım, giderleri azalttım, borç aldım ve hatta yalvardım. Açığı kapatmak için bu ikisinin satılması gerekti ve ben de onlardan vazgeçtim. Haley çocuğu beğendi; meseleyi başka şekilde değil, bu şekilde çözümlemeye razı oldu. Onun eline düşmüştüm ve bunu yapmak zorundaydım. Bunları satmak varken, hepsini satmak mı iyi olur?”
Bayan Shelby felakete uğramış biri gibi kalakalmıştı. Sonunda tuvalet masasına dönerek yüzünü elleri arasına aldı ve bir inilti çıkardı.
“Bu Tanrı’nın köleliği lanetlemesi! Çok acı, çok acı, en berbat şey! Hem efendiye bela, hem de köleye! Böylesine ölümcül bir kötülükten iyilik çıkartabileceğimi düşünürken aptalmışım. Bizim gibi yasalar altında bir köleyi tutmak bir günah, -hep böyle hissettim- küçük bir kızken bile hep böyle düşündüm. Kiliseye katıldıktan sonra düşüncem daha da güçlendi ama onu güzelleştirebileceğimi düşündüm. Nezaket, dikkat ve eğitimle benimkilerin durumunu özgürlükten daha iyi yapabileceğimi düşündüm, ne aptalmışım!”
“Karıcığım, bakıyorum bayağı köleliğin kaldırılmasından yana oluyorsun.”
“Köleliğin kaldırılmasından yana! Kölelik hakkında benim bildiğimi bilselerdi, o zaman konuşabilirlerdi! Bize söylemeleri gerekmez; biliyorsun köleliğin doğru olduğunu hiç düşünmedim, asla köle sahibi olmaya gönüllü olmadım.”
“Eh, o zaman pek çok akıllı ve dindar adamdan farklı düşünüyorsun.” dedi Bay Shelby. “Geçen pazar Bay B.’nin verdiği vaazı hatırlıyor musun?”
“Böyle vaazlar duymak istemiyorum; bir de Bay B.’yi kilisemizde duymak istemiyorum. Rahipler kötülüğe yardım edemez belki -bizden çok iyileştiremez- ama ona karşı koyarlar! Hep benim mantığıma karşı oldu. Ben senin de o vaaz hakkında pek düşünmediğini sanıyorum.”
“Eh.” dedi Shelby. “Diyebilirim ki bu vaizler bazen meseleleri biz zavallı günahkârların cesaret edeceğinden çok daha ileri götürürler. Biz erkekler bazı şeylere gözlerimizi kapamalı ve çok da doğru olmayan işlere alışık olmalıyız. Şu da bir gerçek ki kadınlar ve din adamlarının liberal ve eski kafalı düşüncelerle erdem veya ahlaki konularda bizi aşmalarını pek hoş karşılamayız. Ama şimdi sevgilim, bu olayın gerekliliğini ve koşulların gerektirdiği en iyi şeyi yaptığımı gördüğüne inanıyorum.”
“Ah, evet, evet!” dedi Bayan Shelby, çabucak ve dalgın bir şekilde altın saatine dokundu. “Çok fazla para edecek mücevherim yok.” diye ekledi düşünceli bir şekilde. “Ama bu saat bir işe yaramaz mı? Alındığında, epey pahalıydı. En azından Eliza’nın çocuğunu kurtarabileceksem, sahip olduğum her şeyi feda ederdim.”
“Çok üzgünüm, gerçekten çok üzgünüm, Emily.” dedi Bay Shelby. “Bu işin seni bu kadar etkilemesine üzgünüm ama bir işe yaramayacak. Doğrusu şu ki Emily, her şey olup bitti. Satış anlaşmaları çoktan imzalandı ve Haley’nin ellerinde. Daha kötüsü olmadığı için minnettar olmalısın. O adamda hepimizi mahvedecek bir güç vardı ve şimdi neyse ki ondan kurtulduk. Adamı benim kadar bilseydin, kıl payı kurtulduğumuzu düşünürdün.”