Полная версия:
Tarzan’ın Hayvanları
Kıyıda bir kısmı yerden yüzeye çıkmış, kırılgan, volkanik bir kaya buldu. Epey çaba sarf ederek bu kayadan otuz santimetre uzunluğunda ve yarım santimetre kalınlığında dar bir şerit kesmeyi başardı. Bir tarafından, uca yaklaştıkça birkaç santimetre inceliyordu. Bıçağın ilkel bir hâliydi. Bu bıçakla beraber ormana girdi ve aşina olduğu, belli bir sert ağaç türünden, devrilmiş bir ağaç bulana kadar dolaştı. Bu ağaçtan küçük, düz bir dal kesti ve bir ucunu sivriltti. Sonra yıkılmış ağacın gövdesinin üzerinde küçük, yuvarlak bir delik açtı. Bunun içine ince ince koparılmış birkaç parça kuru ağaç kabuğu ufaladı, ardından sivri çubuğunun ucunu deliğe soktu ve ağacın gövdesine ata biner gibi oturup ince çubuğu avuçlarının arasında hızla döndürdü.
Bir süre sonra küçük kav öbeğinden ince bir duman yükseldi ve birkaç dakika sonra da tümü alev aldı. Ufak ateşin üzerine daha büyük dal ve sopaları yığan Tarzan, kısa bir süre sonra ölü ağacın gövdesindeki oyukta epey büyük bir ateş yakmayı başardı. Gürül gürül yanan ateş, yanarken de oyuğu genişletiyordu.
Bunun içine taştan bıçağının ucunu sokuyor ve ısındıkça geri çekiyor, ince kenarına yakın bir noktaya bir damla suyla dokunuyordu. Islanan kısmın altında, camlaşan malzemenin küçük bir parçası çatlayıp dökülüyordu.
Maymun adam işte böylece, çok yavaş ve zahmetli bir şekilde, ilkel av bıçağının kenarını inceltme işine koyuldu. İşi tek oturuşta tamamlama niyetinde değildi. İlk başta, birkaç santimlik kesici bir kenar elde etmekle yetindi. Bunu kullanarak uzun, esnek bir yay; bıçağı için bir sap, kalın bir sopa ve bol miktarda ok kesti. Bunları küçük bir derenin kenarındaki yüksek bir ağaca sakladı ve yine bu ağaca, üzerinde palmiye yapraklarından çatısı olan bir platform inşa etti.
Tüm bu işleri bitirdiğinde hava kararmak üzereydi ve Tarzan, dayanılmaz bir açlık hissediyordu.
Ormana yaptığı kısa keşif sırasında, ağacına kısa bir mesafede, çok kullanılan bir su içme yeri olduğunu görmüştü. Derenin iki yanındaki çamurların ezilmiş olmasına bakılırsa büyük sayılarda her türden hayvanın buraya su içmeye geldiği aşikârdı. Aç maymun adam, sessiz sessiz, işte bu noktaya doğru yola koyuldu.
Ağaç tepelerinden bir maymun zarafeti ve rahatlığıyla sallana sallana ilerledi. Yüreğindeki ağır sızı olmasa çocukluğundaki eski hür hayatına döndüğü için kendisini mutlu hissederdi. Yine de bu sızıyla bile, eski hayatının küçük alışkanlıklarına ve davranışlarına geri dönmüştü. Zira dış dünyanın beyaz adamları arasında geçirdiği son üç yılının üzerine örttüğü ince medeniyet örtüsünden ziyade; Tarzan’ın özü, işte bu alışkanlık ve davranışlardı. O medeniyet örtüsü ise şimdiye kadar sadece Maymunların Tarzanı’nın hayvani kabalıklarını gizlemişti. Lortlar Kamarası’ndaki ahbapları şu an onu görebilselerdi, asil ellerini dehşet içerisinde yukarı kaldırırlardı.
Koca bir yeşil devin, patikanın üzerine sarkan alt dalına sessizce tünedi; akşam yemeğinin çok yakında çıkıp geleceğini bildiğinden, keskin gözleri ile hassas kulaklarını ötedeki ağaçlara dikti.
Bekleyişi uzun sürmedi. Sıçramaya hazırlanan bir panterin arka bacaklarını altına çekmesi gibi; esnek, kaslı bacaklarını altına toplayıp rahat bir pozisyona henüz geçmişti ki geyik Bara, ürkek bir şekilde su içmeye geldi. Fakat gelen sadece Bara değildi. Zarif geyiğin arkasından, geyiğin ne görebildiği ne de kokusunu alabildiği başka bir hayvan geliyordu. Fakat Maymunların Tarzanı yüksekte pusu kurmuş olduğundan, hayvanın hareketlerini rahatlıkla görebiliyordu.
Geyiğin birkaç yüz metre gerisinden, otların arasından sinsi sinsi yaklaşan şeyin ne tür bir hayvan olduğunu henüz tam olarak kestiremiyordu fakat geyiğin peşine, kendisini bu ürkek hayvana pusu kurmaya iten sebeple aynı sebepten dolayı düşmüş olan yırtıcı bir hayvan olduğundan emindi. Numa olabilirdi veyahut da panter Sheeta.
Her hâlükârda, şayet Bara derenin sığ kısmına şu anki hızından daha hızlı bir şekilde gelmez ise, Tarzan akşam yemeğini başkasına kaptıracağını anlamıştı.
O bunları düşünürken arkasındaki avcının sesi geyiğe gelmiş olacaktı ki hayvan birden irkilip durdu, titriyordu. Ardından hızla dönüp doğrudan nehre ve Tarzan’a doğru fırladı. Niyeti, nehrin sığ kısmından karşıya geçip kaçmaktı.
Arkasından gelen Numa ile arasında yüz metre bile yoktu. Hayvanı şimdi gayet rahat bir şekilde görebiliyordu Tarzan. Bara, maymun adamın altından geçmek üzereydi. Başarabilir miydi? Fakat aç adam, kendisine daha bu soruyu sorarken durmayıp tünediği daldan ürkek geyiğin sırtına atladı.
Az sonra Numa, ikisinin birden üstüne atlayacaktı. O yüzden maymun adam o gece yemek yemek istiyorsa hatta bundan sonra bir daha yemek yiyebilmek istiyorsa çabuk davranmak zorundaydı.
Geyiğin pürüzsüz kürküne yapışır yapışmaz süratinin tesiriyle hayvan diz üstü düşünce maymun adam, iki eliyle hayvanın boynuzlarından tuttu ve boynunu çevik bir hareketle ters döndürüp kırdı.
Aslan çok yaklaşmıştı, hemen arkada öfkeyle kükrüyordu. Tarzan geyiği omuzuna atıp ön bacaklarından birini dişiyle tutarak başının üzerindeki dallardan en alçaktakinin üstüne sıçradı. İki eliyle dala tutundu ve tam da Numa üzerine atladığı sırada kendisini yukarı çekip hayvanın amansız pençelerinden kurtuldu.
Neye uğradığını şaşıran kedi pat diye yere düştü. O sırada yemeğini yukarıdaki bir dala çıkarıp emniyete alan Maymunların Tarzanı; aşağıdan kendisine öfkeyle bakan, kendisi gibi vahşi olan hayvanın parıldayan sarı gözlerinin içine baka baka sırıttı ve ondan kaçırarak avladığı geyiğin taze etini, ona nispet yaparcasına sergiledi.
Kaba taş bıçağıyla hayvanın sağrısından leziz bir parça kesti ve aslan aşağıda hırlayarak ileri geri yürürken Lort Greystoke, vahşi karnını doyurdu. En seçkin Londra kulüplerinde bile bundan daha lezzetli bir yemek yememişti. Avının sıcak kanı ellerine, yüzüne bulaşmış; burun deliklerini vahşi etoburların en sevdiği kokuyla doldurmuştu.
Yemeğini bitirince etin kalanını üzerinde bulunduğu ağacın yüksekteki iki dalının arasında bıraktı ve hâlâ intikam alma arzusuyla onu yerden takip eden Numa’yla beraber, ağaç tepesindeki barınağına dönüp ertesi gün güneş epey yükselene kadar uyudu.
4. BÖLÜM
SHEETA
Tarzan, sonraki birkaç günü silahlarını tamamlayarak ve ormanı keşfederek geçirdi. Yeni kıyıda geçirdiği ilk akşam yediği geyiğin tendonlarını yayına gerdi. Aslında bu maksat için Sheeta’nın bağırsaklarını tercih ederdi ama eline o büyük kedilerden bir tanesini öldürme fırsatı geçene kadar bununla yetinecekti.
Otlardan da uzun bir halat ördü; yıllar evvel huysuz Tublat’la alay etmek için kullandığı, daha sonrasında ise geliştirdiği ve küçük maymun oğlanın becerikli ellerinde muhteşem, tesirli bir silaha dönüşen halatın aynısındandı bu.
Av bıçağı için bir kılıf ile sap, okları için sadak ve Bara’nın derisinden bir kemer ile avret yerini örtecek bir giysi yaptı. Ardından, kaderin onu attığı bu yabancı topraklar hakkında bir şeyler öğrenebilmek için dolaşmaya çıktı. Buranın, Afrika Kıtası’nın eskiden aşina olduğu batı kıyı olmadığını biliyordu zira güneş, ormanın eşiğine kadar uzanan okyanustan doğduğuna göre kıyının doğusuna bakıyordu. Fakat Afrika’nın doğu kıyısı olmadığından da bir o kadar emindi zira Kincaid’in Akdeniz’den, Süveyş Kanalı’ndan ve Kızıl Deniz’den geçmediği kanaatindeydi ve Ümit Burnu’nu dolanacak kadar da vakit geçmemişti. Dolayısıyla nerede olduğu hususunda hiçbir fikri yoktu. Bazen acaba gemi engin Atlas Okyanusu’nu geçip de onu Güney Amerika’nın ıssız bir kıyısına mı bırakmıştı, diye düşünüyordu fakat aslan Numa’nın varlığı sebebiyle bu fikrin de doğru olamayacağına ikna olmuştu.
Tarzan kıyıya paralel uzanan ormanda yalnız başına ilerlerken kuvvetli bir yoldaşlık arzusu hissetti ve gitgide, maymunların arasına katılmadığına pişman olmaya başladı. Medeniyetin, üzerindeki tesirinin hâlâ zirvede olduğu o ilk günden sonra onlara bir daha rastlamamıştı.
Şimdi ise neredeyse, yeniden o eski Tarzan olmuştu ve kendisi ile büyük insansı maymunlar arasında pek bir ortak nokta olamayacağı hakikatini kabul etse de “Onlarla olmak, tek başına olmaktan daha iyi olurdu.” diye düşünüyordu.
Kâh yerden kâh ağaçların alt dallarından acele etmeden ilerliyor, ara sıra bir meyve koparıyor ya da bir kütüğü kaldırıp altında, hâlâ eskisi kadar leziz bulduğu büyük kurtçuklardan arıyordu. Tarzan bu şekilde birkaç kilometre katetmişti ki rüzgârla birlikte burnuna ileride bir yerlerdeki Sheeta’nın kokusu geldi.
Panter Sheeta, tam da Tarzan’ın rastlamaya son derece memnun olacağı hayvandı zira hem büyük kedinin bağırsağını yayı için kullanmayı hem de derisinden yeni bir sadak ve giysi yapmayı düşünüyordu. O yüzden, maymun adam şimdiye kadar lakayıt bir şekilde hareket ederken şimdi sessiz ve sinsi bir avcıya dönüşmüştü.
Ağaçların arasından sessiz ve zarif bir şekilde süzülerek vahşi kedinin peşine düştü. Bir asil olarak doğmuş olmasına rağmen kendisi de en az izini sürdüğü mahluk kadar vahşiydi.
Sheeta’ya yaklaşınca panterin de kendi avının peşinde olduğunu fark etti ve fark ettiği sırada da sağ taraftan burun deliklerine serseri bir esintiyle beraber bir grup büyük maymunun keskin kokusu geldi.
Tarzan pantere epey yaklaştığında panter büyük bir ağaca çıkmıştı ve aşağıda, ağacın ilerisinde Akut’un kabilesi küçük, tabii bir açıklıkta aylaklık ediyordu. Bazıları ağaçların gövdesine yaslanmış, uyuklarken bazıları da etrafta dolanıp ağaç kabuklarını kaldırıyor, altlarından çıkan dolgun, leziz kurtçuk ve böcekleri ağızlarına atıyorlardı.
Sheeta’ya en yakın olan Akut’tu. Kalın bir dalın üzerine çömelip maymunun göremeyeceği bir şekilde sık yaprakların arasına gizlenen büyük kedi, maymunun sıçrayabileceği bir mesafeye gelmesini sabırla bekliyordu.
Tarzan temkinli bir şekilde, panterin bulunduğu ağaçta, onun biraz yukarısındaki bir dala yerleşti. İnce taş bıçağını sol elinde sıkıca tutuyordu. Kemendini kullanmayı tercih ederdi lakin büyük kedinin etrafını saran gür yapraklar, halatı isabetli bir şekilde fırlatmayı imkânsız hâle getiriyordu.
Akut, artık kendisini bekleyen ölümün pusu kurduğu ağacın altına epey yaklaşmıştı. Sheeta, dalın üzerinde arka ayaklarını altına yavaş yavaş iyice çekti ve ardından ürpertici bir çığlıkla büyük maymunun üstüne atladı. O atlamadan bir saniye önce, yukarıdaki başka bir yırtıcı hayvan da atladı; atlarken de tuhaf ve vahşi çığlığı, panterinkine karıştı.
Ürken Akut, yukarı baktığında neredeyse tam tepesindeki panteri gördü ve panterin sırtında da geçen gün, büyük akarsuyun kenarında kendisini mağlup eden beyaz maymun vardı.
Maymun adamın dişleri, Sheeta’nın sırtına gömülmüştü ve sağ kolu da vahşi hayvanın boynuna dolanmıştı. İnce bir taş parçası tutan sol eli, panterin sol omuzunun arkasında kalan yan kısmına peş peşe kuvvetli darbeler indiriyordu. Akut, son anda kenara sıçrayıp bu boğuşan iki orman canavarının altında kalmaktan kurtulmuştu.
İkisi birlikte ayaklarının dibine pat diye düştüler. Sheeta bağırıyor, hırlıyor, korkunç bir şekilde kükrüyordu fakat beyaz maymun, debelenen hayvanın sırtına amansızca yapışmış, hiç sesini çıkarmıyordu.
Taş bıçak bıkmadan, usanmadan hayvanın parlak kürkünden acımasızca girip kalbini buluyordu. Bıçak defalarca girip çıktıktan sonra büyük kedi nihayet, son bir ızdırap dolu çırpınış ve çığlıkla beraber yanı üzerine yere devrildi. Can çekişirken kaslarının ara ara kasılması haricinde sessiz ve hareketsizdi.
Sonra maymun adam, avının cesedinin başında ayağa kalkıp başını yukarı kaldırdı ve o vahşi, yırtıcı zafer narası ormanda bir kez daha yankılandı. Akut ve Akut’un maymunları, Sheeta’nın cesedine ve onu öldüren adamın çevik, dimdik duruşuna hayret içerisinde bakıyorlardı.
İlk konuşan Tarzan oldu. Akut’un hayatını durduk yere kurtarmamıştı. Maymun zekâsının sınırlarını bildiğinden bu iyiliğinin kendisine umduğu şekilde bir faydasının dokunması için, niyetini maymuna açıkça izah etmesi gerektiğini de biliyordu.
“Ben Maymunların Tarzanı’yım.” dedi. “Güçlü avcı. Güçlü dövüşçü. Büyük akarsuyun yanında Akut’un canını alıp Akut’un kabilesinin kralı olabilecekken onun canını bağışladım. Şimdi de Akut’u Sheeta’nın sivri dişleri arasında ölmekten kurtardım.”
“Akut veya Akut’un kabilesi tehlikede olduğu zaman, Tarzan’ı çağırsınlar; işte böyle.” dedi ve tehlike zamanlarında Kerchak’ın kabilesinin, aralarında bulunmayan mensuplarını çağırmak için kullandıkları ürkütücü narayı attı.
“Ve Tarzan’ın onlara seslendiğini duydukları zaman da onun Akut için yaptıklarını hatırlayıp süratle yardımına koşsunlar.” diye devam etti. “Tarzan’ın dediği gibi olacak mı?”
“Huh!” diyerek kabul etti Akut. Kabilesinin mensuplarından da hep bir ağızdan bir “Huh!” yükseldi.
Ardından, sanki hiçbir şey olmamış gibi, tekrar yiyecek aramaya gittiler ve Greystoke Lordu John Clayton da onlarla beraber gitti. Fakat Akut’un daima onun yakınında dolaştığını ve sık sık; küçük, kanlı gözlerinde tuhaf bir merakla kendisine baktığını fark etti. Bir keresinde de Tarzan’ın maymunların arasında geçirdiği uzun yıllar boyunca hiçbir maymundan görmediği bir şey yaptı, bilhassa leziz bir lokma bulup Tarzan’a verdi.
Kabile avlanırken maymun adamın parlak derisi; yoldaşlarının kahverengi, kıllı kürklerine karışıyordu. Geçerlerken sık sık birbirlerine sürtünüyorlardı fakat maymunlar, onun varlığına çoktan alışmışlardı. Artık o da Akut kadar, onlardan biriydi.
Eğer yavrusu olan dişilerden birine fazla yaklaşırsa dişi; yemek yediği büyük, sivri dişlerini göstererek tehditkâr bir şekilde kükrüyordu. Arada sırada da Tarzan, yemek yiyen genç erkeklerden birine yaklaşırsa kavgacı hayvan hırlayıp ikaz ediyordu fakat bu durumlarda ona karşı sergiledikleri davranışlar, kabilenin diğer mensuplarına karşı sergiledikleri davranışlarından farklı değildi.
Tarzan ise ilkel insanın ataları olan bu vahşi, kıllı mahluklar arasında kendisini evinde hissediyordu. Ara sıra yakalandıkları hayvani cinnet hâlinde olmadıkları sürece, her erkek maymunun yaptığı gibi o da ikazda bulunan her dişinin önünden çabucak çekiliyor; kavgacı genç erkekler karşısında ise o da onlar gibi köpek dişlerini gösterip hırlıyordu. Böylece, eski hayatına çabucak geri dönmüştü; öyle ki sanki ormanda hiç ayrılmamış, kendi türünden mahlukatın yoldaşlığını hiç tatmamıştı.
Kısmen arkadaşlık arzusuyla kısmen de kendisine, maymunların pek uzun süreli olmayan hafızalarında hemen silinmeyecek bir yer edinme maksadıyla bir haftanın yarısından çoğunu, yeni arkadaşlarıyla ormanda dolaşarak geçirdi. Zira Tarzan, geçmiş tecrübelerinden yola çıkarak biliyordu ki çağırdığında yardımına koşacak bu güçlü ve vahşi hayvanların arasında yer edinmek, kendi yararına olacaktı.
Kendisini maymunlara belli bir dereceye kadar benimsetmeyi başardığına ikna olduğu zaman, keşif gezilerine kaldığı yerden devam etmeye karar verdi. Bu amaçla bir gün erkenden kuzeye doğru yola çıktı ve kıyının paralelinden ayrılmadan neredeyse gece çökene kadar süratle ilerledi.
Ertesi sabah güneş doğduğunda kumsalda dikilen Tarzan, güneşin şimdiye kadar olduğu gibi suyun tam karşısından değil de neredeyse tam sağ tarafından doğduğunu gördü ve böylece kıyı şeridinin batıya doğru meylettiğini düşündü. Maymunların Tarzanı ikinci günün tamamında yoluna devam etti ve hızlanmak istediğinde ağaçlara çıkarak ormanın orta katından bir sincap hızıyla yol aldı.
O akşam güneş, karanın tam karşısındaki ufuk çizgisinden battı ve o zaman maymun adam, şüphelendiği şeyin doğru olduğunu anladı. Rokoff, onu bir adanın kıyısına bırakmıştı.
Bunu tahmin etmeliydi! Tarzan’ın vaziyetini daha da sefil bir hâle sokacak bir plan varsa tabii ki o planı benimseyecekti Rus. Onu ıssız bir adada, ömür boyu belirsizliğe mahkûm etmekten daha korkunç ne olabilirdi?
Şüphesiz ki Rokoff, doğruca ana karaya yelken açmıştı; orada bebek Jack’i, yazdığı notta belirttiği üzere, onu yetiştirecek olan barbar üvey ailesinin ellerine teslim etmenin bir yolunu bulmak, nispeten daha kolay olacaktı.
Ufaklık, ona en iyi niyetle yaklaşacak olanların eline düşse bile, o tür bir hayatta amansız ızdıraplara katlanmak zorunda kalacaktı. Bunları düşününce ürperdi Tarzan. Maymun adam, Afrika’nın yamyam yerlilerine dair edindiği tecrübeler sayesinde, onların arasında bile daha kaba şekillerde de olsa hayırseverlik ve insanlık gibi erdemlerin bulunabileceğini görmüştü lakin en iyi ihtimalle bile, hayatları bitmek bilmeyen mahrumiyet, tehlike ve ızdıraplardan ibaretti.
Sonra bir de çocuk büyüyüp yetişkin olduğu zaman, onu bekleyen o dehşet kader vardı. Hayat terbiyesinin bir parçasını teşkil edecek olan o korkunç gelenekler dahi, kendi ırkından ve toplumsal konumundan olanlarla ilişki kurabilmesine ebediyen mâni olmaya tek başına kâfi gelecekti.
O bir yamyam olacaktı! Kendi küçük oğlu, vahşi bir insan yiyici olacaktı! Tahayyül etmesi bile çok korkunçtu. Dişleri bilenip sivriltilecek, burnu delinecek, o küçük yüzü çirkin bir şekilde boyanacaktı. Tarzan inledi. Ah, o Rus düşmanın boğazını, çelik parmaklarının arasına bir alabilseydi!
Bir de Jane vardı! Kim bilir; şüphe, korku ve belirsizlik yüzünden ne işkenceler çekiyordu! Şu andaki vaziyetinin bile onunki kadar korkunç olmadığını düşündü zira kendisi en azından, sevdiklerinden bir tanesinin evde emniyette olduğunu biliyordu. Jane ise hem kocasının hem de oğlunun nerede olduğundan bihaberdi.
Tarzan’ın Jane hakkındaki hakikati bilmemesi, kendi iyiliğineydi. Zira bilseydi, ızdırabına yüz kat daha ızdırap eklenirdi.
Aklından geçen bu kasvetli düşüncelere dalmış bir hâlde ormanda yavaş yavaş ilerlerken kısa bir süre sonra kulağına anlam veremediği tuhaf bir tırmalama sesi geldi. Sesin geldiği yöne doğru ihtiyatlı bir şekilde ilerledi. Çok geçmeden yıkılan bir ağacın altında kalmış, koca bir pantere denk geldi.
Tarzan yaklaşırken hayvan ona doğru dönüp hırladı, kendini kurtarmaya çalıştı lakin sırtındaki büyük dal ile bacaklarına dolanan daha küçük dallar, herhangi bir tarafa birkaç santimetreden fazla hareket etmesine mâni oluyordu. Maymun adam biçare kedinin önünde durup hayvanı ızdırabından kurtarmak için yayına bir ok yerleştirdi. Aksi takdirde hayvan açlıktan ölecekti fakat yayın kirişini geriye doğru çekerken ani bir düşünceyle eli birden durdu.
Zavallı hayvanı çok kolay bir şekilde hem hayatına hem de hürriyetine döndürebilecekken canını almanın manası neydi ki? Panterin hürriyetine kavuşmak için beyhude bir çabayla tüm bacaklarını oynatıp durmasına bakılırsa omurgası hasar görmemişti ve yine aynı sebepten anlaşılıyordu ki bacakları da kırılmamıştı.
Kirişini gevşetip okunu sadağına geri koydu ve yayını omuzuna astıktan sonra, ağacın altında mıhlanıp kalmış hayvana bir adım daha yaklaştı.
Dudaklarında, büyük kedilerin hâllerinden memnun ve mutlu olduklarında çıkardıkları rahatlatıcı mırlama sesi vardı. Tarzan’ın, Sheeta’nın dilinde çıkarabileceği dostça tutuma en yakın ses buydu.
Panter hırlamayı kesti ve maymun adamı dikkatle izlemeye başladı. Ağır ağacı hayvanın üstünden kaldırmak için o uzun, güçlü pençelerine epey yaklaşması gerekiyordu ve ağaç kalktığı zaman da adam, tamamen vahşi hayvanın merhametine kalacaktı. Fakat korku, Maymunların Tarzanı için yabancı bir histi.
Kararını vermiş bir şekilde derhâl harekete geçti. Hiç tereddüt etmeden panterin yan tarafındaki birbirine dolanmış dalların yanına geldi. Bir yandan da hâlâ dostça ve yatıştırıcı mırlamasına devam ediyordu. Kedi, başını adama doğru çevirdi; şüpheli gözlerle her bir hareketini izliyordu. Uzun, sivri dişlerini açığa çıkarmıştı lakin maksadı tehditten ziyade hazırlıklı olmaktı.
Tarzan geniş omuzunu ağacın gövdesinin altına soktu. Bunu yaparken de adam, koca hayvana o kadar yaklaşmıştı ki çıplak bacağı kedinin ipeksi kürküne değiyordu.
Dev adalelerini yavaş yavaş esnetti Tarzan.
Koca ağaç, birbirine dolanmış dallarıyla beraber panterin üzerinden yavaş yavaş kalkıyordu; kendisine mâni olan ağırlığın üzerinden kalktığını hisseden hayvan, çabucak sürünerek ağacın altından çıktı. Tarzan ağacı gerisin geri yere bıraktı ve iki hayvan dönüp birbirlerine baktılar.
Maymun adamın dudaklarında acı bir gülümseme vardı zira biliyordu ki her ne kadar kendi hayatını tehlikeye atarak bu vahşi orman sakinini kendi elleriyle kurtarmış olsa bile, koca kedinin serbest kalır kalmaz üzerine atlaması şaşırtıcı olmazdı. Ama atlamadı. Onun yerine ağaçtan birkaç adım geride durup maymun adamın ağacın karmakarışık dallarının arasından çıkışını seyretti.
Çıktığında Tarzan ile panter arasında üç adım ya vardı ya yoktu. Karşı taraftaki ağaçların yüksekteki dallarına çıkabilirdi çünkü Sheeta, maymun adamın çıkabileceği kadar yükseğe tırmanamazdı. Fakat bir sebepten, belki de bir anlık bir cesaretle; panterin minnet duygusuyla ona arkadaşça davranıp davranmayacağını görmek için hayvana yaklaşmaya karar verdi.
O yaklaşırken büyük kedi ihtiyatlı bir şekilde yana çekildi ve maymun adam; hayvanın sivri dişlerinin dibinden, hayvana sürtünerek geçip ormana doğru devam etti. Panter de tıpkı bir av köpeği gibi onun peşinden gitti.
Tarzan uzun bir süre hayvanın onu dostane bir hissiyat içerisinde mi yoksa sırf acıkınca yemek için mi takip ettiğini anlayamadı fakat nihayetinde hayvanı bu davranışa iten şeyin dostluk olduğuna inanmak mecburiyetinde kaldı.
Günün ilerleyen vakitlerinde bir geyik kokusunu alan Tarzan, ağaca çıktı. Oradan kemendini fırlatıp hayvanın boynuna geçirdiğinde; o gün, daha evvel vahşi kedinin şüphelerini yatıştırmak için çıkardığına benzeyen ama biraz daha yüksek ve daha tiz olan bir mırlama sesi çıkararak Sheeta’ya seslendi. Panterler çiftler hâlinde avlanırken birinin bir avı öldürdüğü zaman diğerine haber vermek için bu şekilde seslendiğini işitmişti.
Neredeyse anında, yakındaki çalılıklardan bir hışırtı duyuldu ve ardından tuhaf dostunun uzun, kıvrak vücudu göründü.
Ölü Bara’yı gören ve kan kokusunu alan panter, tiz bir çığlık attı. Birkaç saniye sonra iki hayvan, avın başında yan yana durmuş; beraberce körpe geyik eti ile besleniyordu.
Bu tuhaf ikili birkaç gün boyunca ormanda birlikte dolaştı. Biri bir av yakaladığında diğerine sesleniyor, böylelikle sık sık ve iyi besleniyorlardı.
Bir keresinde Sheeta’nın öldürdüğü bir yaban domuzunun etiyle karınlarını doyururlarken amansız ve korkunç aslan Numa, yakınlarındaki otların arasından koşarak çıkıp geldi. Onları, öldürdükleri hayvandan uzaklaştırmak için öfke dolu, uyarıcı bir kükremeyle ileri atıldı. Tarzan bir ağacın alçaktaki dallarına çıkarken Sheeta da yakındaki bir çalılığa daldı.
Burada maymun adam, boynundaki ot halatı çözdü ve Numa başı dimdik şekilde domuzun yanında dikilip meydan okurken kemendini hayvanın yeleli boynuna geçirdi ve halatı aniden çekerek kemendi sıktı. Bir yandan, çırpınan aslanı sadece arka ayakları yerde kalana kadar yukarı çekerken bir yandan da tiz bir sesle Sheeta’ya seslendi.
Halatı çabucak sağlam bir dala bağladı. Çağrısına cevap veren panter ortaya çıktığında Tarzan, ağaçtan öfkeyle çırpınan Numa’nın yanına atladı. Maymun adam uzun, keskin bıçağıyla hayvanın bir yanından girişirken Sheeta da diğer yanından saldırdı.
Panter, Numa’nın sağ tarafını diş ve pençeleriyle yırtıp parçalarken diğer tarafından da maymun adam taş bıçağını kalbine saplıyordu. Bu şekilde, ormanlar kralı güçlü pençesiyle halatı koparmayı başaramadan can verdi ve boynundaki kementle asılı kaldı. Ve ardından ormanda, erkek maymun ile panterin boğazından iki vahşi hayvanın zafer çığlığı aynı anda yükseldi; birbirine karışıp korkunç ve tekinsiz yegâne bir çığlık hâline geldi.
Çığlığın son notaları gitgide alçalarak ürkütücü bir inilti hâlinde yok olurken uzun savaş kanolarını sahile çekmekte olan bir grup yüzü boyalı savaşçı, oldukları yerde durdu; dikkat kesilip ormana doğru baktı.
5. BÖLÜM
MUGAMBİ
Tarzan; adanın kıyı şeridini baştan sona dolaşıp çeşitli noktalardan iç bölgelere doğru birkaç keşif gezisi yaptıktan sonra, adadaki tek insanın kendisi olduğuna kanaat getirdi.
Hiçbir yerde, geçici olarak bile olsa insanların bu kıyıya uğramış olduklarına dair herhangi bir işaret bulamamıştı. Gerçi şunun da farkındaydı ki tropik bitkiler çok hızlı büyür ve en kalıcı insan eserleri haricinde her şeyi silip süpürürlerdi, o yüzden bu çıkarımında yanılıyor da olabilirdi.
Numa’yı öldürmelerinin ertesi gününde, Tarzan ve Sheeta, Akut’un kabilesine rastladı. Panteri gören büyük maymunlar hemen kaçıştılar fakat bir süre sonra Tarzan onları geri getirmeyi başardı.
Aklına, tabiatları gereği birbirlerine düşman olan bu iki türü uzlaştırmaya çalışmak geldi; hiçbir şey olmazsa en azından ilginç bir deney olurdu. Karnını doyurmak ve boşta kaldığı anda aklına üşüşen kasvetli düşünceler haricinde zamanını alacak ve zihnini meşgul edecek her şeye dünden hazırdı.
Maymunların dar ve sınırlı kelime hazneleri işi zorlaştırsa da planını onlara izah etmek bilhassa zor bir mesele değildi fakat Sheeta’nın küçük, habis beynine maymunları değil; maymunlarla beraber avlanacağını sokmak, neredeyse maymun adamın kabiliyetlerini aşan bir işti.