Полная версия:
Tarzan’ın Hayvanları
“Sadık hayranınız.” diye karşılık verdi Rus, eğilerek.
“Oğlum, oğlum nerede?” dedi, iltifatını duymazdan gelerek. “Bırak, oğlumu alayım. Nasıl bu kadar zalim olabilirsin? Gerçek hâlinde, Nikolas Rokoff olarak bile merhamet ya da şefkatten tamamen yoksun olamazsın! Nerede olduğunu söyle! Bu gemide mi? Lütfen, göğsünde kalp denilen bir şey varsa beni bebeğime götür!”
“Sana söyleneni yaparsan oğluna zarar gelmez.” diye karşılık verdi Rokoff. “Fakat unutma ki burada olman senin hatan. Kendi rızanla gelip gemiye bindin, öyleyse neticesine de katlanacaksın.” Sonra kendi kendine, “Şansın bana böylesine güleceği hiç aklıma gelmezdi.” diye ekledi.
Ardından güverteye çıktı, çıkarken de odanın kapısını esirinin üstüne kilitledi ve kadının yanına günlerce uğramadı. Meselenin aslı şuydu ki çok kötü bir denizci olan Nikolas Rokoff’u, Kincaid’in seferin en başından itibaren karşılaştığı şiddetli dalgalar sebebiyle deniz tutmuştu ve adam, kamarasından çıkamıyordu.
Bu süre boyunca genç kadının tek ziyaretçisi, ona yemek getiren Kincaid’in berbat aşçısıydı. Yontulmamış bir odun olan İsveçli adamın adı, Sven Anderssen idi ve yegâne gururu, soyadının çift “s” ile yazılıyor olmasıydı.
Adam uzun boylu, kemikli ve zayıftı; uzun sarı bıyıklı, lekeli ciltli ve kirli tırnaklıydı. Aynı güveç yemeğini sık sık yapmasına bakılırsa bu yemek, adamın mutfak sanatının medarıiftiharıydı. Pis başparmağının ılık yemeğin içine girdiğini görmek bile genç kadının iştahını kaçırmaya yetmişti.
Birbirine yakın, küçük mavi gözleri doğrudan genç kadının gözlerine bakıyordu. Adamın görüntüsünde, kedi gibi yürüyüş tarzında bile kendisini gösteren bir sinsilik vardı ve pis önlüğünü tutan yağlı kuşağına geçirerek daima belinde taşıdığı uzun ince bıçak da tüm bunlara ayrı bir tekinsizlik katıyordu. Görünüşte bu, vazifesini icra etme maksadıyla taşıdığı bir aletten başka bir şey değildi lakin genç kadın, ufak bir kışkırtmayla o bıçağın daha başka ve daha zararlı maksatlarla kullanıldığına da şahit olacağını düşünmeden edemiyordu.
Adamın ona karşı tavrı kabaydı lakin genç kadın yine de yemeğini getirdiği zaman ona kibarca gülümseyip teşekkür etmeyi asla ihmal etmiyordu. Fakat çoğu zaman, adam çıkıp da kapıyı arkasından kapatır kapatmaz yemeğin büyük bir kısmını odanın küçük penceresinden dışarı fırlatıyordu.
Jane Clayton’ın hapsedilmesini takip eden ızdırap günlerinde, genç kadının aklında sadece iki soru vardı: Kocası ve oğlunun nerede olduğu. Şayet hâlâ hayatta ise, bebeğin Kincaid’de olduğuna şüphesi yoktu lakin kandırılarak bu uğursuz gemiye getirilen Tarzan’ın hayatta kalmasına müsaade edilip edilmediğinden hiç emin değildi.
Rus’un, İngiliz’e beslediği derin nefreti elbette biliyordu ve onu gemiye bindirmesindeki niyetini düşününce aklına tek bir şey geliyordu: Rokoff’un biricik planlarına taş koyduğu ve nihayetinde Fransız Hapishanesine gönderilmesine vesile olduğu için, Tarzan’dan intikam almak maksadıyla onu nispeten emniyetli bir yere götürüp işini orada bitirmek.
***Tarzan’a gelince; karısının, neredeyse tam üstündeki odada hapis olduğundan bihaber, karanlık hücresinde yatıyordu.
Jane’e yemek getiren İsveçli ona da yemek getiriyordu fakat Tarzan birkaç sefer adamın ağzından laf almaya çalıştıysa da başarılı olamamıştı. Bu adamdan oğlunun Kincaid’de olup olmadığını öğrenmeyi ümit etmişti lakin hem bu husustaki hem de benzer mahiyetteki tüm sorularına adamın verdiği cevap tekti: “Çok yakında, çok fena rüzgâr çıkacak.” Hâl böyle olunca Tarzan, birkaç denemeden sonra pes etti.
Kincaid, iki esire aylar gibi gelen birkaç hafta boyunca bilmedikleri bir yere doğru yol aldıktan sonra bir kez kömür almak için durdu fakat hemen sonrasında küçük buharlı gemi, nihayetsiz gibi görünen seferine devam etti.
Rokoff, Jane Clayton’ı o küçük odaya kilitledikten sonra onu sadece bir kez ziyaret etti. Uzun süren deniz tutması sebebiyle zayıflamış, gözleri çökmüştü. Ziyaretinin maksadı, onu İngiltere’ye sağ salim geri götürme teminatı karşılığında genç kadına yüklü bir miktar çek yazdırmaktı.
“Beni, oğlum ve kocamla birlikte medeni bir limana sağ salim indirdiğin zaman, sana istediğin miktarın iki katını altın olarak ödeyeceğim lakin o zamana kadar sana ne bir kuruş veririm ne de şartlarımı kabul etmezsen tek bir kuruş vereceğime söz veririm.” diye karşılık verdi.
“Bana istediğim çeki yazacaksın.” diye karşılık verdi adam, dudak bükerek. “Yoksa sen de oğlun da kocan da bir daha ne medeni bir limana ne de başka bir limana ayak basamazsınız.”
“Sana güvenmiyorum.” diye karşılık verdi. “Söz vermiş olsan bile paramı aldıktan sonra bana, oğluma ve kocama zarar vermeyeceğine dair ne teminatım var?”
“Bence ben ne diyorsam onu yapacaksın.” dedi, odadan çıkmak üzere dönerken. “Unutma, oğlun elimde. Eğer olur da işkence gören bir çocuğun acılı feryadını duyarsan bebeğin senin inatçılığın yüzünden acı çektiğini bilmek ve onun, senin bebeğin olduğunu düşünmek belki sana teselli olur.”
“Bunu yapmayacaksın!” diye bağırdı genç kadın. “Yapamazsın! Bu denli şeytani, bu denli zalim olamazsın!”
“Zalim olan ben değilim, sensin.” diye karşılık verdi. “Zira bebeğin ile bebeğinin zulümden emniyeti arasına azıcık bir paranın girmesine müsaade ediyorsun.”
Nihayetinde Jane Clayton, yüklü miktarda bir çek yazıp Nikolas Rokoff’a verdi. Çekini alan adam, memnun memnun sırıtarak odadan ayrıldı.
Ertesi gün Tarzan’ın hücresinin kapağı açıldı ve yukarı bakan Tarzan, kare şeklindeki girişin ışığında Paulvitch’in kafasını gördü.
“Yukarı gel.” diye buyurdu Rus. “Ama aklında bulunsun, bana veya gemideki herhangi birine saldırmaya kalkışırsan anında kurşunu yersin.”
Maymun adam kendini yukarı çekip güverteye çıktı. Etrafında yarım düzine kadar tüfekli ve tabancalı denizci, belli bir mesafede duruyorlardı. Karşısında duran Paulvitch’ti.
Tarzan etrafa bakınıp Rokoff’u aradı, adamın gemide olduğundan emindi lakin görünürlerde yoktu.
“Lort Greystoke.” diye başladı Rus. “Bay Rokoff’un planlarına mütemadiyen ve gereksiz yere müdahale ede ede sonunda kendinizi ve ailenizi bu talihsiz akıbete getirdiniz. Tüm bunların müsebbibi sadece sizsiniz. Tahmin edebileceğiniz üzere, bu seferi finanse etmek Bay Rokoff’a epey pahalıya mal oldu ve yegâne sebebi de siz olduğunuz için, tabii olarak masrafı sizin karşılamanızı bekliyor.”
“Dahası size şunu söyleyebilirim ki hem karınızın ve çocuğunuzun başına nahoş hadiselerin gelmesine mâni olmak hem de kendi canınızı kurtarmak ve hürriyetinize kavuşmak için yapabileceğiniz tek şey, Bay Rokoff’un adil taleplerini yerine getirmek olacaktır.”
“Ne kadar?” diye sordu Tarzan. “Ve anlaşmada üzerinize düşeni yapacağınıza dair ne tür bir teminatım olacak? Rokoff ve senin gibi iki düzenbaza itimat etmek için pek bir sebebim yok.”
Rus kıpkırmızı oldu.
“Hakaret edebilecek bir pozisyonda değilsiniz.” dedi. “Anlaşmamızı yerine getireceğimize dair benim sözümden başka bir teminatınız yok fakat talep ettiğimiz çeki yazmazsanız, işinizi hemen bitireceğimize dair teminatınız gözünüzün önünde duruyor.”
“Zannettiğimden daha aptal değil iseniz, siz de fark etmişsinizdir ki şu dünyada hiçbir şey bizi, bu adamlara size ateş etme emri vermek kadar keyiflendiremez. Şimdiye kadar vermediysek sizi cezalandırmak için başka planlarımız olduğundandır. Ölümünüzle bu planların suya düşmesini istemeyiz.”
“Sadece bir soruya cevap ver.” dedi Tarzan. “Oğlum bu gemide mi?”
“Hayır.” diye karşılık verdi Alexis Paulvitch. “Oğlunuz başka bir yerde emniyette, bizim adil taleplerimize boyun eğmeyi kabul ettiğiniz sürece de öldürülmeyecek. Sizi öldürmemiz lazım gelirse bu durumda çocuğu öldürmenin bir âlemi kalmayacak zira siz ölünce çocuğu öldürerek cezalandıracağımız kimse kalmamış olacak. O zaman çocuk bizim için sadece mütemadi bir tehlike ve utanç kaynağı olacak. Yani sizin anlayacağınız, oğlunuzu kurtarmanızın tek yolu, sizden istediğimiz çeki yazmak suretiyle önce kendi hayatınızı kurtarmak.”
“Pekâlâ.” diye karşılık verdi Tarzan zira Paulvitch’in yaptığı tehditleri yerine getirmelerini göze alamayacağını biliyordu ve taleplerine boyun eğmesi hâlinde, ufak da olsa oğlanı kurtarma şansı olabilirdi.
Çeki imzalamasının ardından yaşamasına müsaade edeceklerine hiç ihtimal vermiyordu fakat onlara asla unutamayacakları bir mücadele yaşatmakta kararlıydı, hatta mümkünse ebediyete Paulvitch’i de beraberinde götürecekti. Üzüldüğü tek şey, Paulvitch’in yerinde Rokoff’un olmamasıydı.
Cebinden çek defterini ve dolma kalemini çıkardı.
“Ne kadar?” diye sordu.
Paulvitch epey yüklü bir miktar söyledi. Tarzan gülümsememek için kendini zor tuttu.
Açgözlülükleri yüzünden kendi kendilerini mahvedeceklerdi, en azından fidye hususunda. Kasten tereddüt eder gibi yaptı ve miktar üzerinde pazarlık etti lakin Paulvitch inatçıydı. En sonunda maymun adam, çekine bankadaki parasına karşılık gelenden daha büyük bir meblağ yazıp imzaladı.
Kıymetsiz kâğıdı Rus’a vermek için döndüğünde gözü, tesadüfen Kincaid’in sancak tarafına kaydı. Geminin karadan birkaç yüz metre mesafede olduğunu görünce şaşırdı. Sık tropik orman, neredeyse suyun kıyısına kadar iniyordu ve arkasında da ormanla kaplı daha yüksek rakımlı topraklar uzanıyordu.
Paulvitch, adamın baktığı yeri fark etmişti.
“Burada azat edileceksiniz.” dedi.
Tarzan’ın Rus’tan fiziksel olarak intikam alma planı anında uçup gitti. Gördüğü karanın, Afrika Ana Karası olduğu fikrindeydi ve onu oraya bırakırlarsa şüphesiz ki oradan nispeten kolay bir şekilde medeniyete dönebileceğini biliyordu.
Paulvitch çeki aldı.
“Kıyafetlerini çıkar.” dedi maymun adama. “Orada onlara ihtiyacın olmayacak.”
Tarzan itiraz etti.
Paulvitch silahlı denizcilere işaret etti. Bunun üzerine İngiliz, kıyafetlerini yavaş yavaş çıkardı.
Bir filika indirdiler ve maymun adamı, hâlen silahlı adamların eşliğinde kıyıya götürdüler. Yarım saat sonra denizciler Kincaid’e geri döndüler ve gemi yavaş yavaş yoluna devam etti.
Tarzan; dar sahil şeridinde durup uzaklaşan gemiyi seyrederken küpeşteye birinin yanaştığını ve dikkatini çekmek için yüksek sesle ona bağırdığını gördü.
Maymun adam; kendisini kıyıya taşıyan küçük filika, buharlı gemiye geri dönmek üzereyken denizcilerden birinin kendisine verdiği notu okumak üzereydi fakat geminin güvertesinden seslenildiğini duyunca başını kaldırıp oraya baktı.
Küçük bir çocuğu başının üzerinde yukarı kaldırarak onunla alay edercesine gülen siyah sakallı bir adam gördü. Tarzan, zaten uzaklaşmakta olan gemiye yüzmek için denize doğru koşacak oldu lakin böylesine pervasız bir hareketin bir işe yaramayacağını fark edip suyun kenarında durdu.
Kincaid kıyıdan denize uzanan burnun ardında gözden kaybolana dek, Tarzan gözlerini gemiden ayırmadan orada dikildi.
Arkasında kalan ormandan bir çift vahşi, kanlı göz, kıllı kaşların altından onu öfkeyle seyrediyordu.
Ağaç tepelerindeki küçük maymunlar cıyaklayıp bağrışıyorlardı; uzaklardan, iç kısımda kalan ormandan ise bir leoparın çığlığı duyuluyordu.
Fakat Greystoke Lordu John Clayton, ne işitiyor ne de görüyordu. Zira o sırada, ezelî düşmanının başadamının tek bir sözüne güvenecek kadar saf davranarak boşa harcadığı fırsat sebebiyle büyük bir pişmanlık içerisindeydi.
“En azından tek bir tesellim var, Jane’in Londra’da emniyette olduğunu biliyorum.” diye düşündü. “Tanrı’ya şükür, o da benimle beraber bu zalimlerin eline düşmedi.”
Arkasında, onu kedinin fareyi izlediği gibi izleyen kıllı yaratık, ona doğru sinsi sinsi yaklaşıyordu.
Vahşi maymun adamın talimli hisleri neredeydi?
Keskin kulaklarına ne olmuştu?
O müthiş koku alma duyusu nereye gitmişti?
3. BÖLÜM
PUSUDAKİ HAYVANLAR
Tarzan, denizcinin eline tutuşturduğu notu yavaşça açtı ve okudu. İlk başta, okudukları kederden uyuşan zihnine pek bir şey ifade etmedi fakat en sonunda korkunç intikam planının mahiyeti, zihninde tam manasıyla canlandı.
Notta şöyle yazıyordu:
Bu not, sana ve senin çocuğuna dair niyetlerimin mahiyetini izah edecektir.
Sen bir maymun olarak doğdun. Ormanlarda çıplak yaşadın. Seni kendi özüne geri döndürdük ama oğlun, babasından bir adım öteye gidecek. Evrimin değişmez kanunudur bu.
Babası hayvandı ama oğlu insan olacak, tekâmül merdiveninde bir sonraki basamağa çıkacak. Ormanda yaşayan çıplak bir hayvan olmayacak, avret yerini örtecek ve bakır halhallar takacak, belki bir de burnunda hızması olacak çünkü o, insanların arasında; vahşi bir yamyam kabilesinde büyüyecek.
Seni öldürebilirdim fakat o zaman bu, benim elimden çekeceğin cezanın şiddetini azaltmış olurdu.
Ölseydin, oğlunun içine düştüğü vaziyeti bilip acı çekemezdin fakat kaçamayacağın, oğlunun peşine düşüp kurtaramayacağın bir yerde hayatta kalırsan oğlunun yaşadığı hayatın dehşetini düşünerek ömrünün tüm yıllarını ölümden beter acılar çekerek geçireceksin.
İşte bu, beni karşına alma cüretinde bulunmanın cezasının sadece bir kısmı olacak.
N. R.Not: Cezanın geri kalanı, biraz sonra karının başına geleceklerle alakalı; o kısmını da senin hayal gücüne bırakıyorum.
Okumayı bitirdiğinde arkasından gelen hafif bir sesle irkilip gerçek dünyaya döndü.
Hisleri anında uyandı ve yeniden Maymunların Tarzanı oldu.
Arkasına döndüğünde o artık bir hayvandı, kendini koruma içgüdüsüyle cana gelmişti ve koca erkek maymun, saldırıya geçiyordu.
Tarzan’ın kurtardığı eşiyle beraber vahşi ormandan ayrılmasından bu yana geçen iki yılda, onu ormanın yenilmez efendisi yapan müthiş hünerlerinde hafif bir körelme olmuştu. Uziri’deki büyük arazisi vaktinin ve dikkatinin çoğunu alıyordu ve neredeyse insanüstü seviyedeki hünerlerini fiilen kullanma ve böylelikle muhafaza etme hususunda ona bol bol fırsat sağlamıştı fakat şimdi karşısına çıkan kıllı, boğa gibi kalın boyunlu canavarla çıplak ve silahsız bir şekilde dövüşmek, maymun adamın vahşi hayatının hangi döneminde olursa olsun pek istemeyeceği bir imtihandı.
Lakin şimdi, öfkeden kuduran yaratığın karşısında, tabiatın ona bahşettiği silahlardan başka seçeneği yoktu.
Tarzan, şimdi erkek maymunun arkasında beliren baş ve omuzları fark etti. İlkel insanın bu güçlü atasından belki bir düzine dahası da arkasında dikiliyordu.
Bununla birlikte, kendisine saldırma ihtimallerinin çok düşük olduğunu biliyordu zira insansı maymunların muhakeme yetenekleri, bir düşman karşısında birlik olup saldırmanın önemini tartabilecek veya takdir edebilecek seviyede değildi; eğer olsaydı, muhteşem adaleleri ve vahşi dişlerinin devasa kuvvetiyle, çoktan ormanların en baskın mahlukatı olmuş olurlardı.
Boğazdan bir hırlamayla beraber canavar, Tarzan’ın üzerine çullandı fakat maymun adam, medeni insanın diyarında yaşadığı süre boyunca, orman halkının bilmediği bazı bilimsel harp usulleri de keşfetmişti.
Birkaç sene önce olsa hayvana, kaba kuvvetle girişirdi lakin şimdi bir adım kenara kayıp rakibinin önünden çekildi ve süratle saldırmakta olan maymun duramayıp yanından geçerken hayvanın karın boşluğuna sağ eliyle sağlam bir yumruk attı.
Öfke ve acı karışımı bir ulumayla, koca maymun iki büklüm olup yere çöktü fakat neredeyse anında da tekrar ayağa kalkmaya çabalamaya başladı.
Lakin o ayağa kalkamadan soluk derili düşmanı dönüp üzerine atladı ve işte o anda, üstünkörü medeniyetinin son kisvesi de İngiliz Lort’un omuzlarından kayıp düştü.
Bir kez daha, kendi türüyle giriştiği kanlı bir kavgadan keyif alan vahşi bir hayvan olmuştu. Bir kez daha dişi maymun Kala’nın oğlu Tarzan olmuştu.
Nabzının attığı şah damarını hedef alarak güçlü, beyaz dişlerini düşmanının kıllı boğazına geçirdi.
Kâh kuvvetli elleriyle hayvanın sivri dişlerini kendisinden uzak tutuyor kâh ellerini yumruk yapıp hırlayan rakibinin köpük köpük salya kaplı suratına şahmerdan kuvvetiyle vuruyordu.
Maymun kabilesinin geri kalanı halka şeklinde etraflarına dizilmiş, kavgayı keyifle seyrediyordu. Ne zaman rakiplerden birinin beyaz derisinden; diğerinin kıllı, kan lekeli derisinden bir parça kopsa homurdanarak memnuniyetlerini gösteriyorlardı. Fakat güçlü beyaz maymunun kendi krallarının sırtına bindiğini gördüklerinde, şaşkınlıktan ve meraktan sessizliğe büründüler. Çelik gibi adaleli kollarını, rakibin koltuk altlarından geçirip açık avuçlarını hayvanın kalın ensesinden kuvvetle bastırınca kral maymun acıyla inledi ve sık çimenlerin üzerinde çaresizce çırpındı.
Tarzan, yıllar evvel kendi türü ve renginden insanlar bulma maksadıyla yollara düşmeden önce Koca Terkoz’u yendiği dövüş sırasında tesadüfen keşfettiği güreş tutuşunu kullanarak bu kez de başka bir koca maymunu mağlup ediyordu. Vahşi insansı maymunların oluşturduğu küçük seyirci kitlesi, krallarının boynunun çatırdayışı ile beraber ızdıraplı çığlıklar ve korkunç böğürtüler duydular.
Ardından, sanki şiddetli rüzgârda kalın bir dalın kırılması gibi ani bir çatırdama daha duyuldu. Hayvanın boynu kırılmıştı; topaç kafası öne düşüp koca, kıllı göğsüne dayandı. Böğürmeleri ve çığlıkları kesildi.
Seyirciler küçük gözlerini önce, liderlerinin hareketsiz vücudundan ayırıp o sırada ölen rakibinin yanında ayağa kalkmakta olan beyaz maymuna çevirdiler. Sonra ise sanki krallarının neden ayağa kalkıp bu küstah yabancıyı öldürmediğini anlayamıyorlarmış gibi hayretle tekrar krallarına baktılar.
Yabancının bir ayağını, dibinde yatan cansız hayvanın üzerine koyup başını yukarı kaldırdığını gördüler. Ardından yabancı, dövüşte rakibini öldüren erkek maymunların attığı o vahşi, ürpertici narayı attı. İşte o zaman krallarının öldüğünü anladılar.
Zafer çığlığının ürkütücü notaları tüm ormanda yankılandı. Ağaç tepelerindeki küçük maymunlar, cıyaklamayı kestiler. Kart sesli, parlak tüylü kuşlar sustular. Uzaklardan, Tarzan’ın narasına cevap veren bir leopar ile bir aslanın kükremeleri işitildi.
Tarzan, sorgulayıcı bakışlarını önündeki küçük maymun topluluğuna çevirdiğinde ve yüzüne düşen gür yelesini geriye atmak istercesine başını salladığında o artık eski Tarzan’dı. Gür, siyah saçlarının omuzlarına kadar indiği ve çoğu zaman gözlerinin önüne düştüğü günlerden kalma eski bir alışkanlıktı bu; o zamanlar bu hareket, saçlarının görüşünü engellemesi sebebiyle hayati önem taşıyordu.
Maymun adam, geriye kalanlar içerisinden kendini kabilenin yeni kralı olmaya en münasip gören erkek maymunun derhâl saldırıya geçebileceğini biliyordu. Kendi kabilesinin maymunları arasında, tamamen yabancı birinin dışarıdan gelip kabileye girmesi, kralı saf dışı bıraktıktan sonra da hem kabilenin reisliğini üstlenmesi hem de mağlup kralın eşlerini kendine alması, görülmüş bir şey değildi.
Diğer taraftan, eğer Tarzan peşlerine düşmezse onu bırakıp oradan yavaşça uzaklaşmaları, daha sonra krallık için kendi aralarında dövüşmeleri de mümkündü. Eğer isterse kralları olabileceğinden şüphesi yoktu lakin o mevkinin bazen usandırıcı olabilen vazifelerini üstlenmek istediğinden emin değildi. Zira bunu yapmakla elde edebileceği herhangi bir fayda göremiyordu.
İri, fevkalade kaslı genç maymunlardan bir tanesi, maymun adama tehditkâr bir tavırla yavaş yavaş yaklaşıyordu. Sivri dişlerini göstererek boğazdan, boğuk bir hırlama çıkarıyordu.
Bir heykel gibi kıpırdamadan duran Tarzan, hayvanın her bir hareketini seyrediyordu. Bir adım geri çekilse hayvanın hücumunu hızlandırmış olurdu. Ona karşılık vermek için ileri atılsa yine aynı neticeyi doğurabilirdi fakat bu hareketiyle kavgacı hayvanı kaçırması da muhtemeldi; ne olacağı, tamamen genç maymunun ne kadar cesur olduğuna bağlıydı.
Hiç kıpırdamadan durup beklemek ise orta yoldu. Bu durumda erkek maymun, törelere göre; nazarı dikkatini celbeden rakibine epey yaklaşacak, korkunç bir şekilde böğürüp salyalarını akıta akıta sivri dişlerini gösterecek ve burnundan soluyarak etrafında yavaş yavaş dönecektir. Tarzan’ın da tahmin ettiği gibi, maymun aynen böyle yaptı.
Esaslı bir blöf yapıyor olabilirdi fakat diğer yandan, maymun aklı öyle dengesizdir ki bir anlık bir dürtüyle, hiçbir ikazda bulunmadan; koca, kıllı gövdesiyle adamın üstüne atlayıp saldırıya geçmesi de muhtemeldi.
Hayvan etrafında yavaş yavaş dönerken Tarzan, gözlerini rakibinden bir an bile ayırmıyordu. Genç erkeği değerlendiren Tarzan, onun, kendisinde hiçbir zaman eski krallarını devirmeye kâfi bir güç görememiş lakin yine de günün birinde bunu yapacak olan maymun olduğunu anlamıştı. Zira kısa, çarpık bacakları üzerinde dikilen muhteşem ebatlı hayvanın boyu, iki metreyi geçkindi.
Dik durduğunda koca, kıllı kolları neredeyse yere değiyordu ve şimdi Tarzan’ın suratına çok yakın duran dişleri, müstesna bir şekilde uzun ve keskindi. Kabilesindeki diğerleri gibi o da birkaç ufak husus açısından Tarzan’ın çocukluk zamanlarındaki maymunlardan farklıydı.
İnsansı maymunların kıllı vücutlarını karşısında bulan Tarzan, ilk başta kaderin tuhaf bir cilvesiyle yine kendi kabilesine kavuştuğunu zannederek umutlanıp heyecanlanmıştı. Fakat daha yakından bakınca bunların farklı bir tür olduğuna ikna olmuştu.
Meydan okuyan maymun; köpeklerin, aralarına gelen yeni bir köpeğe yaptıkları gibi maymun adamın etrafında kasıla kasıla dönmeye devam ederken Tarzan’ın aklına kendi kabilesinin dilinin bu türün diliyle benzer olup olmadığını öğrenmek geldi ve bu maksatla maymuna, Kerchak kabilesinin diliyle hitap etti.
“Sen kimsin?” diye sordu. “Maymunların Tarzanı’nı kim tehdit ediyor?”
Kıllı yaratık şaşırdı.
“Ben Akut.” diye karşılık verdi, konuşulan diller sıralamasında çok aşağılarda olan aynı basit, ilkel dilde. Bu kabilenin dilinin, hayatının ilk yirmi yılını geçirdiği kabilenin diliyle benzer olduğuna kanaat getirdi Tarzan.
“Ben Akut.” dedi maymun. “Molak öldü. Kral benim. Git buradan yoksa seni öldürürüm!”
“Molak’ı ne denli kolayca öldürdüğümü gördün.” diye karşılık verdi. “Kral olmak gibi bir derdim olsaydı, seni de öyle öldürürdüm. Ama Maymunların Tarzanı, Akut’un kabilesinin kralı olmak istemiyor. Tek istediği bu diyarda barış içinde yaşamak. Dost olalım. Maymunların Tarzanı size yardım edebilir, siz de Maymunların Tarzanı’na yardım edebilirsiniz.”
“Akut’u öldüremezsin.” diye karşılık verdi maymun. “Akut’tan daha güçlüsü yok. Sen Molak’ı öldürmeseydin, Akut zaten öldürecekti çünkü Akut kral olmaya hazır.”
Maymun adam cevap olarak, konuşma sırasında dikkati hafiften dağılmış olan koca yaratığın üzerine çullandı.
Adam, göz açıp kapayıncaya kadar koca maymunun bileğini yakalamıştı ve maymun daha kavgaya girişemeden onu arkasına çevirip geniş sırtına atladı.
Birlikte düştüler fakat Tarzan’ın planı öyle iyi işliyordu ki sırtları yere gelmeden Molak’ın boynunu kıran tutuşu Akut’un üzerinde de uygulamayı başardı.
Hayvanın boynunun üzerindeki baskıyı yavaş yavaş artırırken, geçmiş günlerde nasıl Kerchak’a pes edip yaşama şansı tanıdıysa, şimdi de aynı şansı Akut’a verecekti. Zira onda kuvvetli ve hünerli bir müttefik potansiyeli görmüştü. Böylece ya onunla beraber sulh içinde yaşama ya da vahşi ve o ana dek namağlup olan eski kralları gibi ölme tercihini ona bırakacaktı.
“Ka-Goda?” diye fısıldadı Tarzan, altındaki maymuna.
Yıllar evvel Kerchak’ın kulağına fısıldadığı aynı soruydu ve kabaca tercüme etmek gerekirse maymun dilinde, “Teslim oluyor musun?” anlamına geliyordu.
Akut, Molak’ın kalın boynu kırılmadan hemen önce duyduğu çatırtıyı hatırladı ve ürperdi.
Lakin tahtı bırakmaya gönlü razı gelmiyordu, o yüzden kurtulmak için tekrar mücadeleye başladı fakat aniden omurgasına binen baskı ile dudaklarından ızdıraplı bir “Ka-Goda!” çıkıverdi.
Tarzan tutuşunu biraz gevşetti.
“Hâlâ kral olabilirsin, Akut.” dedi. “Tarzan sana kral olmak istemediğini söylemişti. Senin kral olma hakkını sorgulayacak birileri olursa Maymunların Tarzanı sana kavgada yardım edecek.”
Maymun adama ayağa kalkınca Akut da yavaş yavaş kendisini toparlayıp ayaklandı. Topaç kafasını iki yana sallayıp öfkeyle böğürdü ve kabilesine doğru sallana sallana yürüdü. Liderliğine karşı gelmesi beklenebilecek büyükçe erkek maymunlardan önce birine, sonra diğerine baktı fakat ikisi de karşı çıkmadı; aksine, o yaklaşırken onlar geri çekildiler ve çok geçmeden tüm sürü ormanın içine girip gözden kayboldu. Tarzan kumsalda yine tek başına kalmıştı.
Molak’ın açtığı yaralar sebebiyle maymun adamın canı yanıyordu fakat fiziksel ızdıraba alışkındı ve ormanda doğup orman hayatı yaşayan herkes gibi, o da acısına, vahşi hayvanlara has sessizlik ve metanet içerisinde katlandı.
En önemli ihtiyacının saldırı ve müdafaa silahları olduğunu fark etti zira maymunlarla yaşadığı bu karşılaşma ve aslan Numa ile panter Sheeta’nın uzaklardan gelen vahşi çığlıkları, hayatının miskin ve emniyetli bir hayat olmayacağı hususunda onu ikaz ediyordu.
Mütemadiyen kan dökülen, tehlikelerle dolu eski hayatına, av ve avcı olmaya geri dönmüştü. Geçmişte yaptıkları gibi amansız canavarlar yine peşine düşecekti ve hem vahşi gündüzlerde hem de zalim gecelerde elindeki malzemelerle yapabileceği türden kaba saba silahlara aniden ihtiyaç duymadığı tek bir an dahi olmayacaktı.