Читать книгу Bir Pişmanlık Bir Ümit (Beksultan Nurjekeuli) онлайн бесплатно на Bookz (7-ая страница книги)
bannerbanner
Bir Pişmanlık Bir Ümit
Bir Pişmanlık Bir Ümit
Оценить:
Bir Pişmanlık Bir Ümit

3

Полная версия:

Bir Pişmanlık Bir Ümit

Mamet, hafif öksürerek yan gözle Kabi’yi inceledi. Kaşı çatık olmasına rağmen yüzünde fazla korkutucu bir heybet yoktu. Kızgın bir insandan ziyade kırılmış bir çocuğa daha çok benziyordu. Her zamanki alışkanlığıyla eli sürekli ensesindeydi. Kaşıdığı veya sıvazladığı belli değildi. Elini hep ensesine götürüyordu. Kameş ise kendisini zor tutuyor gibiydi. Kabi ağzını açtığı an saldırmaya hazır bekliyordu. Ev işleriyle uğraşan gelin nezaket icabı her ne kadar sesini çıkarmıyor ise de, onun da karakterinin maşallahı vardır. Allah işte ondan korusun. Bir kızarsa, bakmaz nezakete icabete, patlar. Ne yapsın, tek sevinç kaynağı olan şu yaramaz Şegen için bazı şeyleri alttan almak zorundadır. Doğrusunu söylerse herkesin iyi geçinmesini sağlayan şu küçücük esmer hanımıdır. Anlaşamayanı barıştıran, herkesin gönlünü hoş eden, arabuluculuk yapıp yaklaştıran Batjandır. Kadıncağız herkesi idare eder. Ne kadar söylense söylensin her şeye dayanır. Eğriyi doğrultur, doğruyu eğrilttiği olmamıştır.

Herkesin sessizce kendisini beklediğini fark eden Kabi çaresizce konuşmaya başladı.

“Nedir bu söylenenler? Kürenbel’e taşınıyormuşsunuz.” Kime sorduğu, kime hitaben söylediği belli değildi. Ancak kendisini zor tutan Kameş, daha fazla bekleyemedi, patlayıverdi.

“Taşınmayıp da ne yapacaklar? Kış, yaz şu bıraktığın ıssız yeri mi koruyacaklar? Milletten uzak, gözden ırak güzel yer bulmuşsunuz. Botaş’la ikinize minnettarlar. Size güvenip de annemle babamı dışarıda bırakacak değilim. Öleceklerse yanımda ölsünler.”

Kabi, kısa parmağıyla alnını sıvazladı. Şıp şıp terleyerek tüm yüzü tam olmamış çileğin küçük tomurcukları gibi kıpkırmızı oldu. Gözlerini kırparak Kameş’ten gözünü ayırmadan:

“Söylediklerine bak!” dedi bir şey ısırmış gibi ensesini kaşıyarak. “Botaş at bakıcılığına son verdi diye herkese küsmeleri mi gerekir? Başka işte çalışanlar geçinemiyor mu yoksa? Kürbelen’e götürünce rahat ve saadet içinde mi yaşayacaklar? Bir ihtiyaçları olmayacak mı?”

“Herkesi kendin mi zannediyorsun? Allah’a şükür ikisine bakacak kadar durumum var. Şöyle ıssız yerde kalacaklarına halkın ortasında oturmaları daha iyidir.”

“Bakacağım lafını, dilenerek önüne gelirlerse söyle; geçinemiyorlarsa söyle. Sen kızdın diye millete sırtlarını çevirecek değiller, bana sırtlarını çevirecek değiller. Yanlarında yaşayan gelin ve çocuk vardır.”

“Maşallah, nasıl da koruyor! O kadar güçlüysen bir iki çift laf etseydin ya Botaş’a. At bakıcılığını elinden almasına engel olsaydın, laflarına mı kıyamadın? Yoksa Botaş’a gelince konuşma yeteneğini mi kaybettin?”

“Botaş’ı karıştırma! O yaptıklarından kendisi sorumludur.”

“Bak sen, nasıl da koruyor Botaş’ı! Nasıl savunursan savun ikiniz birlikte hareket ediyorsunuz. Bunların hepsini ikiniz anlaşarak yaptınız. Bunlara aklım ermeyecek kadar akılsız mı zannediyorsunuz beni? Utanmadan ‘Bana sırtlarını çevirecek değiller.’ dersin. Senin endişenin milletin diyeceği ‘Ağabeyi ile yengesine sahip çıkmadı!’ lafı olduğunu çok iyi biliyorum.”

“Zaten sen her şeyi biliyormuşsun. Ben hiç konuşmayayım, sen devam et.”dedi. “Sen neden susuyorsun?” der gibi de alaylı bir yüz ifadesi ile ağabeyine bakıp: “Kızını dinle!” dedi ağlamak üzere olan çocuk gibi bağırarak. “Ne zaman sen beni insan yerine koyup da dinlemiştin ki? Taşınmak istiyorsan kendin taşın. Gelinle çocuk burada kalacaklar. Kameş’le siz anlaşabilirsiniz ama onlar anlaşamazlar.”

“Sen öyle ağzına geleni kusma! Anlaşamayan ben değilim, sensin. Ağabeyinle yengeni uzak bir yere gönderdim diye mi övünüyorsun. Gelinle çocuğu neden ayrı tuttuğunu biliyorum ben. Senin istediğin kardeş değil, Jamihan’dır. Onu vermezsen Botaş sana çiftliğin idaresini vermeyecek değil mi? Gelinle çocuğa himayeci oluverişine bak! Satim’in savaştan dönmemesi işine yaradı değil mi?”

“Fesatçı! Söylediklerine bak!” diyen Kabi, yerinden fırladı ve dövecekmiş gibi tir tir titreyerek Kameş’in yanına gitti. “Keşke dilini koparabilsem!”

Konuşma kendisi etrafında dönmeye başlayınca Jamihan hızla dışarı çıktı. Kameş hiç tepki göstermedi. Söyleyeceğimi söyledim, bana ne yapacaksın der gibi donup kaldı.

“Dil koparmada ustaysan Botaş, gelinini Torsan’ın oğluyla evlendirmeyi teklif ettiğinde neden onun dilini koparmadın?” dedi, daha beter üsteleyerek.

Kabi çok şaşırdı. Ne Kameş’e el kaldırabildi, ne de delilli bir cevap bulabildi. Sadece kendi çaresizliğine yanarak dayanamayıp gözlerini kaydırdı. “İftiracı!” dedi sinirden dişlerini gıcırdatarak.

“Hey!” diyen Mamet ayağa kalkacak gibi olup geri oturdu. “Sana iftira atarak bir yere sürgüne gönderme niyetinde değiliz Senin fitnelerinden uzaklaşmak için kendimiz gidiyoruz.” Yuvalarından çıkacakmış gibi olan gözleri korkunç bir şekilde kanlanmıştı. Ağabeyinin çok sinirli olduğunu Kabi anladı. “Botaş’la ikinize bir daha evime gelmemenizi söylememiş miydim? Şu durduğun yerin kana bulanmasını istemiyorsan çık git evimden! Defol!” Yerinden fırlayan Mamet elleriyle kapıyı işaret etti. Yüzünün rengi atan Kabi bembeyaz olmuştu. Ne yaparsa yapsın yaranamayacaktı. İnsan saydığı yok, sürekli bağırıp çağırmalar. Yeter bu kadar eziyet çektirdikleri. Keserse kessin. Aniden meydana gelen öfke çabuk hareket etmesine neden oldu. Tek adımla ağabeyinin önüne attı kendisini. Düğmelerini paramparça kopararak iki eliyle gömleğini iki parçaya ayırdı.

“Al işte, öldür! Kızınla ikiniz canlı canlı yiyin beni!”

“Allah Allah, ne yapıyor bunlar? Fitne sokmaktan başka bir şey bilmez misin sen?” Batjan, Kameş’in yanına gidip omuzundan itti. “Kan dökülmesini istemiyorsan git tut babanı!”

Yengesinin çaresizce aralarına girmesinden Kabi’nin sinirleri boşaldı.

“Keşke Satim’le birlikte kaybolaymışım… Ne şanssızmışım ben. Faşistin kurşunundan kurtulup sağ salim dönmüş olmam size dert olduysa öldürün de kurtulun benden!” diye sızlayarak kırılmış çocuk gibi yerine oturdu ve hıçkıra hıçkıra ağladı. Gerçekten de abarttığının farkına varan Mamet, biraz bekledi ve sessizce yerine gidip oturdu. Kavgaya neden olduğundan dolayı kendisini aklamak mı istediği, Kabi’yi iyice yerin dibine mi sokmak istediği belli olmayan Kameş:

“Hı,” dedi alaylı alaylı gülerek. “Şimdi de duygu sömürüsü mü yapmak istiyorsun? Ağlamak benim gibi kadının işidir. Sen erkeksin. Erkekler gibi erkeklere karşı durmasını bil! Satimimi aşağılatma! Olgunlaşacağına ne diye hüngür hüngür ağlarsın?”

“Söylediklerine bak şunun!” – dedi Batjan, kızına kızarak. Kötü kötü baktı. “İnsanı iğnelemezsen gönlün hoş olmuyor senin değil mi? Geldiğinden beri kavga üstüne kavga. İyice huzurumuzu kaçırdın.” – Yerinden sinirle kalkarak kötü bakışlarla bir daha baktı ve hızla evi terk etti.

Devam etmenin fazlalık olacağını Kameş de anladı. Ancak, Kabi’nin Satim’in itibarını düşünmemesi, namusunu korumaması, Botaş’a hiç olmazsa arkasından zerre kadar kızmaması sinirlerine dokunarak öfkesi ile üzüntüsü kanını beynine sıçratıyordu. “Botaş, daha dün birlikte oynadığı, birlikte büyüdüğü, birlikte güldüğü Satim’in babası ile annesini işinden ve yerinden ederken onları korumayan, Botaş’a karşı bir tek kelime etmeyen kardeş, kardeş olmayıversin” diye düşündü.

Kızgın bir şekilde evden çıkan Batjan çıktığı gibi eve geri geldi.

“Botaş geliyor.” dedi, bir türlü suçlu ve uygunsuz bir zamanda gelmesine üzülmüş bir sesle.

“Eee, geliyorsa ne yapalım, evden mi kaçalım?” Mamet kızarak memnuniyetsizliğini belirtti. Ancak uygunsuz bir anda gelmesi onu da endişelendirmişti.

“Karşılayıp atını bağlasana!” dedi Kameş, Kabi’yle dalga geçerek.

“Gerçekten atını bağlasam mı, ne yapsam?” diye düşünen Kabi, zor durumda kaldı. Kararsızca düşünüp dururken ve dışarıda misafir attan inerken, evde oturamayıp Batjan’a bir şey söyler gibi yaparak peşinden dışarı çıktı. Onun “Odunu hazırlayıvereyim.” demesinin sadece bir bahane olduğunu tahmin eden ve zaten sinirleri tepesinde olan Kameş’in içi kan ağladı.

“Gurursuz, utanmasız köpek!” dedi, sinirden titreyerek. “Bunun böyle yumuşaklığını gören baskı yapmaz mı? Destekçi olup koruyacağı yerde dert kaynağı olan beceriksiz!”

Atını kendisi bağlayarak kibirle adım atan Botaş, Kabi ve Batjan’la karşılaştı. Durmadı. Elini de uzatmadı. Sadece yüzlerine somurtarak baktı ve:

“Nasılsınız?” dedi, bunu sormaya nefesi ancak yetmiş gibi hırıldayarak. Yüzü sinirli, bakışları soğuktu. Elinden geldiğince çekinmeden tartışmaya hazır bir hâli vardı. Eve girince biraz durdu.

“Selamünaleyküm!” dedi, kendini kasarak hırıltılı bir sesle. Mamet cevap vermedi. Dudaklarını bile kımıldatmadı. Başkan yine de gidip elini uzattı. Yaşlı adam çaresizce elinin ucuyla tokalaştı. Botaş, kimsenin “Buyur!” demesini beklemeden, müsaade istemeden gidip Mamet’in yanına, yanına derken onun oturduğu yerin daha yukarısına oturdu. Kameş tarafına özellikle bakmadı. O sırada Kabi ile Batjan da eve girdi.

“Taşınıyormuşsunuz,” dedi, o da Kabi gibi direkt olarak. Kameş, Kabi’ye yaptığı gibi söz saldırısına geçti hiç beklemeden.

“Oturup senin buradan da kovmanı mı bekleyecekler? Bir önceki iyiliğinden sonra aklımız başımıza geldi çok şükür.”

“Hım!” diye kıs kıs güldü Botaş. Kameş’in dedikleri hoşuna gitmeyip ona “Sen de duman vermezsen duramazsın” der gibi dik dik baktı. “İster kötülük olsun, ister iyilik olsun kolhoz ahalisi her şeyi idareden bilir. Dolayısıyla benimle alay etmeye can atanlar sensiz de yetiyor. Aklım dolup taştığından başkan olmadım, yönetim tayin etti beni. Bu nedenle bana verilen görevi elimden geldiğince yerine getiriyorum. Kolhoz halka ait olduğundan gören göz ve duyan kulak da çoktur. ‘Kovdun, şunu yaptın, bunu yaptın’ diye üstü kapalı konuşmana gerek yok.”

“Sen kovmadın da, on beş yıldır iyisiyle kötüsüyle yaptığı işi kendisi mi bıraktı? Kabi ikinizden hayır gelmeyeceğini anladım. Dediğim dedik: Sağ salimken götüreceğim.”

“Her şeye böyle olumsuz gözle bakma!” dedi. Botaş’ın yüzü sinirden simsiyah olmuştu. Sinirli gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibiydi ve soğuk bakışları namlu gibi keskindi. Kameş’in vücudu, omurgasından yılan geçmişçesine buz gibi soğudu. “Zalimin bakışları ne kötü!” dedi, bedeni titreyerek. Dedesinin savaşçı, kahraman olduğu; Kalmak kahramanını mızrakla öldürdüğü söylenirdi. Kameş, aklına bunlar gelince kendi kendine korktu. Korku hissi uyandırdığını anlamış olmalı ki, Botaş aniden değişti ve gözlerindeki soğukluk yavaş yavaş kaybolarak, kırılmış çocuk gibi ağzını şişirip deminki gibi bağırmadan daha yumuşak bir sesle konuştu:

“Beni kötüleyenle birlikte kötülersin sen hep. Münker ve Nekir de olsan sözlerime azıcık kulak versene. Hiç laf ettirmiyorsun. Kavga eden kazanacak olsaydı, babanla ikimiz kazanırdık bugüne kadar.” diyerek, yan gözle Mamet tarafına baktı hafif çekinerek. “Utancımızdan o gün bu gündür görüşemiyoruz.”

“Birinin utanması gerekiyorsa o sensindir. Biz ne diye utanalım? Yapacağını yaptıktan sonra yaltaklık edersin hep. Yoksa şu olanların o kavganın sonucu olduğunu bilmeyen var mı? Kuyruğunu nasıl sallarsan salla, babamın görevini elinden alman düşmanlıktır. Evet, böylece Satim’den intikamını almışsındır. Satim’in yaptığı iyiliklerin karşılığını da ödemişsindir. Onu biz bilemeyiz, Allah bilir.”

Botaş gerçekten sıkışmıştı. Kameş’in kolay kolay pes etmeyeceğini anladı. Onunla atışmaya devam ederse Mamet’in de sabırla dinlemeye devam etmeyeceğini biliyordu. Sarışın ihtiyar patlarsa her şey mahvolacak demektir. Gerçeğin gerçek olduğuna ikna edememesine kızdı. Ne olursa olsa sarışın ihtiyar gürültü koparmadan bir şeyler söylemeliydi.

“İşsiz kaldıysa şikâyet edebilirsin. Babanın altında atı, elinde işi var. Bir şey kaybetmedi.”

“Söylediklerine bak! Yayladan kovman ceza değil iyilik, öyle mi? Tabi, tabi. Kabi’yle ikinizin hilenizin haddi var mı ki?”

“Kabi’yle ikimizin hilesi sana eziyet çektiriyorsa bizden kurtulmanın yolunu söyleyebilirim. En kolayı hakkımızda şikâyet dilekçesi yazar ilçeye gönderiverirsin. Görev, görev derken akrabalara düşman olduk. Bundan kurtarırsan sadece şükran borçlu oluruz.”

“Ne acı! Zavallımın durumu, kimselerin bulunmadığı yere bırakılan şu iki ihtiyardan daha betermiş de bilmiyormuşuz!”

“Nasıl dalga geçmek istersen, öyle dalga geç! Benim yerimde olsaydın sen de aynısını yapardın. Halkın başında olunca halkın gönlünü hoş etmek istersin. Doğrusunu istersen ben Kabi’ye akraba olduğu için destek olmuyorum. Bunun iyi yönü dediğimi aynen yerine getirmesidir. Hiçbir zaman kötülük düşünmez, çelme atmaz. Yetişemediğim işleri kendisine güvenir, devrederim. Diğerleri gibi bahane aramaz, ensesini kaşıyarak gidip yapar. Yazın ekinle uğraşırken hayvanlarla ilgilenme işinde buna güvenirim. Millet aslında Kabi’nin bana destekçi olduğunu bilmiyor, benim onu desteklediğimi düşünüyor. Millet araya fitne sokmak için, beni kötü göstermek için konuşuyor. Her şeyden haberim var ama hangi birinin ağzını kapatayım?”

“Akıllım bana bak. Başkasını istediğin gibi yönetebilirsin, ona karışmam. Sen bana şu ihtiyarları atlardan neden uzaklaştırdığı söyle! Neden uzaklaştırdığını biliyor musun? Ya da unuttun mu?”

“Sok, sokabildiğin kadar!” Botaş kafasını salladı. Kameş’in tuttuğunu koparan huyuna hem hayran kaldı, hem de sinirlendi.

“Kızınızı susturmayacak mısınız?” der gibi Mamet’le Batjan’a şikâyetçi gözlerle baktı.

“İfademi alan hâkim gibi maşallah! Bilmek istersen söyleyeyim. Doru atı öldürdüğü için uzaklaştırdım. Atı Kabi’nin öldürdüğünü de biliyorum. Ancak milletin diline düşmeden kardeşinin suçunu ağabeyinin üzerine attım.”

“Attan uzaklaştırmayıp bedelini ödetsen olmaz mıydı?”

“Kendine sert davranmazsan başkasına laf dinletemezsin. Kabi’nin görevine devam edebilmesi için ağabeyine sert davrandım, kabul ediyorum.”

“İşini elinden alman görevinle ilgiliymiş, onu anladık. Peki, evindeki gelinini, Torsan’ın boşboğaz oğluyla baş göz etmek istemeni nasıl izah edersin?”

Botaş’ın gerçekten sıkıştığı bu sefer yüzünden belli olmuştu: Rengi değişmiş, gözlerini kırpıp duruyordu. Sürekli kapı tarafına bakarak Jamihan duyar diye sıkıldı.

“Gelinle ilgili Kabi’yle konuşmuştum.” dedi, suçunu itiraf ederek hırlayan sesiyle. “Amacımız nabız yoklamaktı, sonuçta kavga ederek ayrıldık. Bunun gizlenecek saklanacak bir tarafı yoktur. Jamihan, daha genç bir kadındır. Böyle hayatı boyunca kayınpederi ve kayınvalidesi ile kalırsa ne iyi, ancak yarın öbür gün biriyle evlenerek onları terk etmek isterse hangimiz engel olabileceğiz?”

“Neden engel olamayacak mışız? Ben hayattayken ihtiyarları bırakıp evlenmek istesin de göreyim!”

Kameş’in söyledikleri hoşuna gitmeyen Botaş sinirli gözlerle baktı ve konuşmasına devam etti.

“Sonuçta gidecek olduktan sonra bence gelinin şimdi gitmesi daha iyidir. Sonra Şegen büyüyünce birbirlerine iyice alışırlar, ne kadın çocuğu bırakmak ister, ne de çocuk annesinden ayrılmak ister. Satim’i artık görüp görmeyeceğimiz belli değildir. Hayat devam ediyor. Bundan sonraki tek sevinç kaynağımız Şegen değil midir? Ben bu düşüncedeyim. Geçen sefer işte bunları dile getirmeyi denemiştik. Evden mi kovulduk, yoksa kendimiz mi kaçtık anlamadım? Sonu kavga dövüşe dönüşünce çok şükür kendimizi zor da olsa kurtarabildik.” Gülmek istedi. Ancak rahat rahat gülmeye cesaret edemeyip iki omzunu sarsmakla yetindi. Gözleriyle Mamet’i yokladı. İhtiyar sessizce oturmaya devam edecek gibiydi. Demek ki buna katılıyordu. Kabi gülümseyerek çenesini sıvazladı. Kavga çıkmadığına sevinmişti.

“Allah, belim!” diyen Batjan, eliyle belini tutarak yerinden kalktı. “Jamihan nerede kaldı? Çayı hızlandırsın. Şırakay su hazırla, ellerini yıkasınlar.”

“Ekin olgunlaşmak üzereymiş.” dedi Botaş, Mamet’e bakıp. Deminden beri hiç tartışma yaşanmamış gibi samimiyetle konuştu. “Çaydan sonra Kabi, üçümüz harman için yeni bir yer bakalım. Geçen seneki harman, akıtma oluğunun oradaydı, yağmurda az kalsın buğdayı götürüyordu. Bizi çok uğraştırmıştı. Bu sene biraz yüksek yer ayarlasak diyorum. Dönünce yanına dört beş adam gönderirim. Kendin göz kulak olur, güzelce harman yaptırırsın. Harmanlama işi bitene dek harmanın patronu sensin.”

Mamet ses çıkarmadı. Evdekiler onun ses çıkarmamasına sevindi. Sadece Kameş içinden “Yalaka!” dedi Botaş için, ancak yüzüne karşı bir şey söylemedi.

* * *

Keçe evin içi alacakaranlık, lamba evi çok az aydınlatabiliyordu. Lambanın dibinde, sırtıyla karşı duvarın ışığını engelleyen Jamihan, Şegen’in gömleğine yama vuruyordu. Karanlık duvar tarafında, büyük iki katlı keçenin üzerine döşenen yatakta Şegen’i ortalarına alan Mamet’le Batjan yatıyordu. Yatar yatmaz uyuma alışkanlığı olmayan çocuk, babaannesi ile dedesine değişik sorular soruyordu.

“Kabi amcam Kameş halamdan neden korkuyor? Gücü yetmiyor mu?”

“Korkmuyor, saygı duyuyor. Erkek adam, aklında bulunsun, kız kardeşine hiçbir zaman güç kullanmaz. Ayıp olur.”

“Benim kız kardeşim kimdir?”

Hemen ne diyeceğini bilemeyen Batjan, az bekledikten sonra cevap verdi:

“Şırakay’ın büyük kızları abla, küçük kızları kız kardeş olurlar.”

“Ya oğulları?”

“Her iki oğlu da senden büyüktür. Amankeldi ile Yeskeldi sana ağabey olur.”

“Ben kime ağabey oluyorum?”

“Sen…” Batjan yine sustu ve duyulur duyulmaz sesle derin bir nefes aldı. “Az önce söyledim ya, Şırakay’ın küçük kızları sana kız kardeş olur diye. Sen de onlara ağabey oluyorsun.”

“Peki büyük kızlarına?”

“Onlara kardeşsin.”

“Bübiş benim neyim olur?”

“Salima’nın kızı mı? Allah iyiliğini versin, o senin arkadaşın. Yaşça yakın olan insanlar birbirlerine arkadaş olurlar.”

“Senin arkadaşın kim?”

“Benim arkadaşım, işte senin öbür tarafında yatıyor.”

“O, dedem mi? O arkadaşın mı oluyor? Hep ‘Beyim, beyim!’ diyorsun ya.”

Çocuğun söyledikleri herkesi güldürdü. Yama vurduğu gömlekle yüzünü kapatıp Jamihan da katıla katıla güldü.

“Şegen yeter artık, uyusana!” dedi utandığından.

“Ee, sana ne?” dedi Batjan, torununa sıkıca sarılarak. “Bize sormayacak da kime soracak? Ağız onun, sorsun!”

Batjan’ın araya girmesinden cesaret alan Şegen, yastıktan kafasını kaldırıp:

“Babaanne şarkı söyleyeyim mi?” dedi hevesle. Çocuğu kırmak istemeyip:

“Söyle yavrum, söyle!” dedi Batjan. Aslında çocuğun söyleyecek şarkısını merak etmiyor değildi.

“Evet,” diye düşünürken, Şegen hem dedesi tarafına, hem de Jamihan tarafına gururla baktı. Onların da dikkatle kendisini beklediklerini görüp, “Çok şarkı biliyorum!” dedi övünerek.

“Ancak sen öyle bakma babaanne. Yanılabilirim, gözlerini kapat!”

“Tavşan yürekli yavrum benim. Ben yüzüne bakınca yanılacak olursan nasıl delikanlı olacaksın? Peki, kapattım gözlerimi.”

Onların da bakmalarını istemediğini belli ederek dedesi ile Jamihan’a da elleriyle işaret etti. Dizleri üzerinde oturdu ve hafif sallanarak şarkısına başladı.

“Dağdan esen melteme bak,Faşistlerin zulmüne bak.Böyle türkü söylersem,Gelir mi babam batıdan.”

Şegen bunları söyledi ve hemen kafasını yorganın altına sokuverdi.

“Ağzına sağlık yavrum! Gelecek babası, neden gelmesin? Şu söylediklerini duyarsa hiç durmaz gelir.” dedi, yorganı açıp Şegen’in saçlarını koklayan Batjan ağlamaklı bir sesle. Jamihan’ın hareketsiz kaldığını, dedesinin yavaşça derin bir nefes aldığını, gurur duygusuna kapılan çocuk fark etmemişti. Yastıktan kafasını kaldırıp:

“Bana güzel bir türkü öğretsene!” dedi babaannesine. “Kimsenin bilmediği bir türkü olsun. Ben de onu Bübiş’e öğretirim.”

“Eyvah, eyvah! Babaannen şu hâliyle türkü söyleyebilir mi sanıyorsun?” Batjan gülerek önünde sadece altı yedi kadar dişi kalan ağzını gösterdi. “Türküyü dişleri tam olan deden öğretsin. Söylesene Satim’in söylediği türkülerden birini.”

“Ben türkücü müyüm? Söylesene kendin.”

“Hadi, çocuğu kırma! Bir şey söyleyiver. ‘Aridaşay’ türküsünü öğretsene.”

“Aridaşay’ı söylemeyeli çok zaman geçti.” Mamet, yastığını kıvrıp yükseltti ve gövdesini kaldırarak yattı. Biraz sessizlikten sonra yavaşça mırıldanmaya başladı. “Hey, hey Aridaşay hey.” Ondan sonra kendi tükürüğünde boğularak öksürmeye başladı.

“Bir şeyden korkuyor gibi söylemeyip biraz sesli söylesene!”

“Rahat bırak beni! Çok cesursan kendin söyle.” İhtiyar devam etti:

“Hey, hey iki al don at,Yelesi bağlım.Yalan dünyada yalnızım hey,Canım sevgilim.Hey, hey Aridaşayım hey!”

“Sesi ne güzeldi aslanımın.” dedi Batjan, derin nefes alarak. “Görürse çekinir diye düğün yapan evin kapısında gözükmeden dinlerdim yavrumu. Şu esmer yavrum da babası gibi şarkıcı mı olacak?” Batjan torununu kendine doğru çekerken beyinin gözlerinin yaşardığını fark etti. Şegen’in gömleği ile yüzünü kapatan Jamihan da sessizce ağlıyordu. “Ne oluyor?” dedi Batjan, kızgın bir sesle. Daha demin kendisinin de sinirlerinin boşaldığını tamamen unutarak. “Geceyarısı ağlayıp da uğursuzluk getirmeyin eve.”

“Güzel yavrum!” dedi Mamet, dudaklarını bükerek. Jamihan’ın da hüngür hüngür ağlayan sesi duyuldu. “Aslanım benim!” dedi için için ağlayan Mamet. “Ölümüne kıyamadığım, hayatta olduğundan emin olamadığım yavrum benim! Ne ölüm haberi alabildik, ne yaşam haberi. Neşeden mahrum, üzüntü dolu hayata mahkûm eden yalnızım benim!”

“Şükret!” Gözlerini avuçlarıyla sert sert silen Batjan kocasına dik dik baktı. “İstersen bin kere ağla, yine de Allah’ın takdiri olur. Kaybolan yalnızının arkasından ağlayıp duracağına yanımızdaki yalnızımızın hayatı için dua etsene!”

“Güzel Şegenciğim!” diyen Mamet, Şegen’i kendisine çekip alnından kokladı. “Yeter ki oğlum babasını arayacak duruma gelene dek hayatta olalım.”

“Şu hâlinle hayatta kalacağından şüpheliyim. Sadece kendini değil, hepimizi yiyip bitireceksin sen. İnsan kendisinin zayıflamaya başladığını fark etmiyor herhâlde. Onunla da kalmayıp başkalarına bağırmasına ne demeli?”

“Hanım! Sana ulaşamayacağımı mı düşünüyorsun? Şegen gibi yiğidin dedesi ağlar mı hiç? Bir an duygulanıvermiş işte. Önemli bir şey değil. Esmer yaramazım sağ salim büyüsün. Kaybolan babasını aramayacağım. Ocağımızın sahibi artık Şegen’dir. Şegenciğim, bir türkü daha söylesene yavrum. Demin babaannene söyledin. Şimdi de bana söylesene!”

“Sana mı? Hangisini söyleyeyim?” Şegen tavana bakarak kaşlarını çatıp düşündü. “Ben çok türkü biliyorum!” diye tekrar övündü. Ondan sonra kafasını kaldırıp dedesinin yüzüne baktı. “Şimdi. Ardı-ı-ç. Dur, baştan.” dedi.

“Ardıç topluyorum, böylece topluyorum,Kaldıramayıp ardıcımı yoruluyorum.Sazlı nehrin kamışı hey,Unutma bizi, tanıdık hey.Görmeyeli yüzünü yıllar oldu,Askerdeki babamı özlüyorum.Sazlı nehrin kamışı hey,Unutma bizi, tanıdık hey.”

Duygulanan iki yaşlı, iki taraftan Şegen’i sevmeye koyuldu. Yaşaran gözlerini birbirinden gizlemek istercesine torunlarını iki taraftan öpe koklaya severek, uzun süre tek kelime etmediler.

“Yavrum,” dedi, biraz sonra Batjan hâlâ ağlamaklı bir sesle, ağladığını belli etmemek için sert bir şekilde, “Babası gibi türkücü olacak. Sen küçücük şu halinle babanı özlüyorsun. Peki biz nasıl dayanalım bu özleme? Sesini yer babaannesi. Derdimi unutturan bülbülüm benim! Bunların hepsini kimden öğrendin? Allah bilir Salima’nın kızından öğrenmişsindir. Akıllı bir kızdır o. Sesi de çok acıklıdır kendisinin. Allah nasip ederse o kızı babacığıma eş olarak alacağım.”

Anne, ne tuhaf insansın,” diyen, Jamihan annesine gülümseyerek itiraz etti. “Bübiş, Şegen’den iki yaş büyük değil mi? Satim askere giderken Şegen daha anne sütü alıyordu. Bübiş ise konuşmaya başlayan ve yürüyen bir kızdı.”

“Eee, ne olmuş? Sen de Satim’den iki yaş büyüksün. Bu da babası gibi kendinden büyük bir kızla evlenecek. Bübiş’le evlenir misin Şegenciğim? İyi bir kız mıdır kendisi?”

“Evlenirim. İyi kızdır.”

“Evlenecek benim yavrum. Allah nasip ederse benim yavrum büyüyecek. O kız benim oğlumla evlenmeyecek de, kiminle evlenecek? Yeter ki Allah bize o günleri göstersin. Demin söylediğin türküleri o mu öğretti sana?”

“Evet. Ben de ona öğreteceğimi söylemiştim. Deminkini bir daha söylesene, unuttum.”

Türkü öğretme işiyle uğraşarak epey geç uyudular o gün.

* * *

Bübişlerin evine yabancı dört beş kişi geleli beri Şegen, o eve eskisi gibi rahat gidemiyordu. Nedense, o insanlarla selamlaşırken yaptıkları şakalarında terbiyesizlik hissetmişti. Özellikle iriyarı sarışın adamın söyledikleri hiç hoşuna gitmemişti.

“Nasılsın, bakalım?” derdi Şegen’i her görüşünde. “Annen iyi mi? Şu ıssız yerde nasıl yaşıyor? Arada sırada yanımıza uğrasın, söyle.”

Diğerleri onun söylediklerine kıs kıs gülerdi. Şegen’in işte o gülüşler hoşuna gitmiyordu. “Annen” demesi de çok dokunuyordu kendisine. Annesi Batjan’dır. Babaannesi hep: “Ben doğurdum. İyice yaşlanınca zar zor doğurdum.” derdi. Şu sarışın herifin ise annen derken kastettiği tabi ki Batjan değil. Çünkü onun babaannesiyle öyle şakalaşmaya hakkı yoktur. O yaşlı insandır. Annen dediği Jamihan’dır. Ona Şegen hiçbir zaman anne dememiştir. Diyemez de. Öyle bir durumda babaannesi ile dedesi kırılır. Bunların hepsini kurnaz sarışın herif gayet iyi biliyor. Bildiği hâlde özellikle dalga geçiyor. Keşke babasına söylese de dövdürse! Bunları söylerken gözleri nedense etrafı süzer, oynardı. O sarışından çekindiğinden son zamanlarda Bübiş’le doğru dürüst oynayamıyordu. Adamlar harman yapmaya gittiklerinde gider, onlar yemek yemeye dönünce Şegen’de hemen evine kaçardı.

bannerbanner