
Полная версия:
Bir Pişmanlık Bir Ümit
“Yapamıyorum!” dedi çocuk ağlayarak.
“Canım benim, ne kadar eziyet çektin.” dedi, Jamihan da dayanamayıp yüksek sesle. “Ne yapsam? Sana nasıl yardımcı olsam? Anne, doktora götürmezsek idrar torbası patlar ve çocuk ölür.”
“Yeter!” dedi, her şeyi duyan Mamet kızgın bir sesle. İhtiyarın sert çıkan sesinden bir çözüm düşündüğü anlaşılmıştı. “Marat sen evden ateş getirip burayı aydınlat çocuğum. Şegentay sen erkek değil misin, az bir sabret yavrum. Gündüz yaralandığında bile böyle ağlamamıştın. Şimdi ise hepimizi ayağa kaldırdın esmer yaramaz.”
Marat evden ateş getirdi ve kurumuş ağaçlarla ateş yakarak etrafı hemen aydınlattı. Şegen’in utanacak hâli kalmamıştı. Gözlerini kapatmış, alt dudağını ısırmış bir hâlde babaannesinin kucağında yarı cansız yatıyordu. Onun bu kadar eziyet çektiğini gören ev halkı iyice panikledi. Canının yanmasından çocuğun yüzü kasılıp çözülüyordu. Ağzı ile burnu, kaşı ile gözü yüzünün hareketine göre değişik şekiller aldıkça çok ıztırap çektiğini anlayan yanındakiler bakmaya tahammül edemiyordu. Yüzünü kaplayan ter, gözyaşıyla karışıyor, çocuk gitgide kötüleşiyordu.
Dedesi tutup sevdi ve yüzünü ateşe doğru baktırdı. Yaranın bulunduğu yeri eliyle sıvazlarken yaranın ucunu çekiverdi. Çocuk bir çığlık attı ve yarasını tuttu. Kanamıştı ama idrarı çıkabilecek bir delik bulunmuştu. Batjan ile Jamihan da rahat bir nefes alıp sevinçle gözyaşlarını sildiler. Yaradan kanın akmakta olduğunu önce anlamamışlardı. “Yavrum şimdi rahatladı işte!” diyerek, Şegen’in yanına giden Batjan. “Eyvah, kan akıyormuş!” diye bağırıverdi.
“Bir şey olmaz.” dedi sabırlı ve soğukkanlı bir sesle Mamet, eşine müdahale ederek. “Keçeyi tekrar tutuşturup bastır. Hadi, boşuna panik yapma.”
Şegen, yarası sarılınca ne yemek yedi, ne de konuştu. Yorgun düşerek uykuya daldı. Büyükler de oflaya puflaya siyah koyunun etinin tadına baktılar. Mamet’in evindeki mum o gece hiç sönmedi.
Geceki işkence sabah tekrar etti. Sertleşen yara ağzı, idrarını yapmasına izin vermeyip Şegen’e burnu sıkışmış tay misali çığlık attırdı. Gece kullandığı yöntemi uygulamaya bu sefer Mamet cesaret edemedi. Zaten çocuk da bağırarak yanına yaklaştırmadı.
Şegen’in durumu Atlı köyü gerçekten korkutmuştu. Çözümden daha çok panik hâkimdi. Çocuğun bu hâliyle ata binerek ilçedeki hastaneye gitmesi mümkün değildi. Çağırabilecekleri bir doktor yoktu. Kendilerinin iyileştirebilecekleri hafif bir yara da değildi. Bunların hepsini düşünüp çaresiz kalan Mamet, Taybek’ten derman olacak bir akıl bekledi. O da umut ışığı yakacak bir akıl veremedi.
“Taybek, Marat’ı Kabi’ye mi göndersek, ne yapsak?” dedi ne yapacağını bilemeyip. “O köyden daha ayrılmamıştır. Kabi, sıhhiye memuru veya hasta bakıcısı gibi bu işten anlayan birini bir an önce bulmazsa çocuğu kaybedebiliriz. Yarasının kabuğunu her gün çekmeye kalkarsak çocukta hiç can kalır mı?”
“Haklısın. Ben hemen göndereyim,” dedi Taybek, bir çare bulunduğuna sevinerek. Yerinden fırlayarak evine doğru koştu.
Durumu öğrenen Marat da acele etti. Alelacele üzerini giyip çabucacık atına bindi. Ta yamacı geçene kadar Şegen’in durumunda bir değişiklik olup olmadığını merak ederek arkasına bakıp durdu. Marat gözden kaybolur kaybolmaz, Şegen tekrar çığlık atmaya başladı. Ardından iğne deliği kadar yerden zar zor sızan idrar az da olsa rahatlatmıştı.
Yanına, Öken adlı sıhhiye memurunu alıp geç de olsa Kabi geldi. Memur hiç beklemeden çocuğa yöneldi. Sızlamasına, yakınmasına hiç aldırmadan yarayı tuttu, eliyle yokladı ve döndürdü. Yara olmayan yerlerini bile eliyle kontrol etti.
“Tehlikeli bir durum yok.” dedi, sonra emin bir şekilde. “Çabuk iyileşir. Sadece dış tarafı yaralanmış. Teyze ılık su getirir misiniz?” dedi Batjan’a bakıp. “Hemen çocuğum. Ayran yaptığım bir çanak var, işe yarar mı?”
Öken gülümseyerek kafasıyla “Evet!” işareti yaptı. Batjan, ılık suyu da, temiz kabı da hemen hazır etti. Öken, yarayı permanganatla yıkadı ve iyot tentürü sürdü. İdrarını yapmasını engellemeyecek şekilde yarasını beyaz sargı ile sardı.
“Nasıl sardığıma bakın. Günde üç defa permanganatla yıkayıp kanayan yerlere iyot tentürü sürün,” dedi Batjan’a ilaçlarını verirken.
“Allah iyiliğini veresi, yüreğimizi ağzımıza getirdi. Yarası gerçekten dışında mı, yoksa içinde de var mı? Bizi kandırmayın, doğruyu söyleyin.”
“Teyze kandırmıyorum. Endişelenmeyin, sadece derisi ile eti ezilmiş, çabuk iyileşir.”
“İnşallah dediğin gibi olur, yavrum. Tek tesellimiz bu çocuktur. İnşallah bir an önce iyileşir. İki üç gündür zavallı çocuğun başına gelmeyen kalmadı.”
Her şeyin suçlusu oymuş gibi Mamet, Kabi’ye kaşlarını çatarak baktı.
“Bir koyun hediye et!” dedi Öken’i işaret ederek.
“Hayır amca olmaz, ayıp olur!” diye sıhhiye memuru hediyeyi kabul etmek istemedi.
Memurun söyledikleri sinirlerine dokunan sarışın ihtiyar, Öken’in yüzüne kızgınlıkla, azarlamak istercesine baktı. Daha sonra torununu iyileştirdiği aklına gelmiş olmalı ki rengi hemen değişiverdi.
“Sana ücret karşılığı olarak mı verdiğimi düşündün. Tedavi ettiysen yabancıyı değil, kardeşini tedavi ettin. Onun için hediye mi istersin benden. Bu “İyileşecek.” dediğin müjdeli sözün karşılığıdır.
* * *“Evet,” dedi Şegen, kanepeden ah çekerek kalkarken. Odasının içinde ileri geri biraz dolaştıktan sonra iki avucuyla yüzünü ovuştururken kitap raflarının yanında bir süre durdu. “Çocukluğumda bile başımdan büyüklü küçüklü, ilginç olan veya olmayan birçok olay geçti. Ancak okuyanlar o olaylardan ne anlayacak? Birinin başından geçenler başkasını ne ilgilendirir? Belki kimileri ‘Zavallı çocuk!’ diye bana acır, kimileri ise geleceğim için endişe duyar. Yani ben kitabı milleti endişelendirmek için mi yazacağım? Böyle bir durumda tenkitçilerin tenkidine uğramaktan başka bir kazancımın olmayacaktır.
Eyvah, aslında ben Bübiş hakkında yazmayacak mıydım? Babaannemle dedemi anlatıp konudan uzaklaşmışım. İnsanın kendi düşündüğü şeyleri kendisinin kontrol altında tutamaması ne ilginç! Ancak dedemleri anlatmazsam çocukluk dönemim hiç çocukluk olur mu? Sözlerine ‘Yavrum’ ve ‘Kuzum’ diye başlayan dedemle babaannemi yazmayacaksam elime kalem almamam daha iyi değil mi?”
Şegen şaşırıp kaldı. Birkaç defa başka şekilde yazmayı denedi ama olmadı. Hem başka şekil kafasında hemen oluşmadı, hem de aklına başladığı şeylerin devamı gelerek rahatsız etti. Hem böyle çok beklerse anlatmaya başladığı olayların düzeni bozulabilirdi. “Tamam. Devam edeyim. Nasıl olsa kâğıda yazmıyorum. Akıldakini değiştirmek kolay nasıl olsa” diye tekrar kanepeye uzandı. Gözlerini kapatarak yarası iyileştikten sonraki günleri getirdi aklına.
* * *Atlı köyde sabahtan beri bir telaş vardı. İki yere kurulmuş ocağın üzerindeki tencerelerden buhar buram buram yükseliyordu. İki evde de çadır desteğine asılı duran kaplara konmuş kımız, sabahın köründen beri sallana sallana kıvamını çoktan bulmuştu. “Düğün gibi eğlenceli olacak herhâlde” diye düşündü Şegen. Evin içine güzel değişik minderleri döşeme, yorgan ve yastık gibi ev eşyalarının üstünü güzel örtülerle kapama, evin içini silip süpürme gibi işlerle uğraşan Jamihan herkesten daha heyecanlıydı. Üstüne de güzel elbise yakıştırmıştı. Dedesi, babaannesi, Marat’ın evindekiler hepsi çok telaşlıydı.
“Geliyorlar!” dedi biri.
Çayırın diğer tarafından beş altı atlı gözüktü. Biraz sonra koca ağacın yanına gelip atlarından indiler. Koca ağacın yanı, gelenlerin atlarını tutanlar ve atlardan inenlerle doldu. Kısa boylu, boynu ve karnı büyük, etrafını süzen esmer adamla özel bir ilgi ve saygıyla tokalaşıyorlardı. Hem eşlik edenler, hem karşılayanlar çok ilgi gösteriyordu. İki çocuk, evin yanındaki büyük taşa çıkıp, avuç kadar düz kısmında aşık oynuyordu. Büyüklerin kumar dediği bu oyuna kendileri “Üyirmekil” diye ad takmıştı. Büyükler arasında telaş başlayınca onlar da taştan indi. Gelenlerin içinde tanıdıkları bir tek Kabi vardı. Gülümseyerek çocukların yanına geldi ve sırtlarından sıvazladı. Sonra Şegen’e bakıp:
“Nasıl, iyileştin mi? Artık aygırdan korkmazsın, değil mi?” diye güldü.
Göbekli adam yanlarına yaklaşıp dik dik baktı.
“Amcaya selam ver!” dedi Kabi, Şegen’in omzuna elini koyup. Onun çekingenliği hoşuna gitmeyip yaklaş anlamında avucunu bastırdı.
“Selamünaleyküm!” dedi Marat çekinerek. Şişman adam cevap vermedi. Somurtarak Şegen’e pis pis baktı. Yüzü gülümser gibi bir şekil aldı ve:
“Neden selam vermiyorsun, bürokrat ihtiyarın çocuğu?” dedi. Sesi kısılmış gibi boğuk çıkıyordu. Tüylü yüzüne yakından bakan Şegen’in eli ayağı titredi. Şu anda hatırlayamadığı bir yerde böyle korkunç bir haşere görmüştü. Geriye çekilerek, kendisine saldıracakmış gibi yüzünü korumaya çalıştı. Etrafındakiler çocuğun davranışından dolayı utandılar.
– Çekiniyor ağabeyi, çekiniyor.” dedi Taybek, ortamı yumuşatmaya çalışarak.
Millet eve girdikten sonra Şegen’in Marat’a sorduğu ilk soru:
“Kimdir bu?” oldu.
“Yönetici Botaş.”
“Çok korktum! Yüzü ne kadar tüylü, tırtılın sırtı gibi!” dedi benzettiği haşereyi şimdi hatırlayarak.
“Sus!” dedi Marat, korkarak ev tarafına baktı. Birileri duyar diye yüz rengi değişiverdi. Botaş’ın gücünü şimdi anlayan Şegen de korktu. Yaşı onun üzerinde olan ve dördüncü sınıfa geçen Marat, büyüklerin durumunu kendisinden daha iyi biliyordu tabi.
Marat ile Şegen, tekrar evin yanındaki büyük taşın üzerine çıktı. Aşık oyunlarına devam ederken arada bir merakla ev tarafına kulak veriyorlardı. Yemek hazır olduğunda Jamihan iki parça et getirmişti. Ardından yemek dolu bir tahta kapla Batjan da yanlarına geldi. Tok karınla ilginç oyunlarına devam eden çocuklar kulaklarını sadece evden gelen sıra dışı seslere veriyordu. Evdeki konuşmanın kızıştığını oyundan sıkılmaya başladıklarında fark ettiler. Hangisinin tartışma, hangisinin şaka olduğunu ayırt etmek zordu. Sesler bazen öfkeli ve kızgın, bazen neşeli çıkıyordu. Kulaklarını dikip ne hakkında konuştuklarını anlamaya çalıştılar. Tek başına konuşanın söyledikleri net duyuluyordu. Birbiriyle yarışarak konuşanların ne söylediklerini seçmek zordu. Bu durumda ikisi birbirine bakıp omuzlarını kaldırıyorlardı. Bir an kalabalığın sesi kesildi ve az bir sessizlikten sonra Botaş’ın kısık sesi duyuldu. Sesler ağzından değil de, karnından geliyor gibi boğuktu. Söylediklerinin bazıları duyuluyor, bazıları duyulmuyordu. Yine de Şegen sohbet konusunu anlamıştı. Galiba evlilikle ilgiliydi. Konuşma arasında “Jamihan” adını duyunca yüreği boğazına takılmıştı. Bedenini korku sarmış, kalbi bir kötülük hissetmişti. Marat ise tamamen anlamış gibiydi, hiç konuşmadı. Ardından dedesinin kızgın sesi duyuldu:
“Başkasından beklerdim. Ama Satim’e karşı düşmanlığı senden beklemezdim, Allahın cezası. Ben seni misafir ederken sen benim hayatımın içine mi tükürüyorsun?”
Boğuk ses de sert çıktı. Ancak ne söylediği net anlaşılmadı. Evden hızla çıkan Jamihan ardından biri kovalarcasına koşarak Maratların evine girdi. “Dedemin kızmasının nedenlerinden biri de bu mu?” diye şüphelendi Şegen. Pat diye bir ses çıktı. Kâse ve tabakların çarpışan gıcırtılı sesleri geliyordu. Dedesi ağırlık kaldıran bir insan gibi nefes nefese kalmış yüksek sesle bağırdı:
“Bırak beni, karnını yarayım!”
Şegen hemen taştan zıpladı ve eve doğru koştu. Taybek ile Kabi, Mamet’i iki tarafından tutmuş, bırakmıyordu. Sakalı ile bıyığı tir tir titreyen dedesi, sürekli yutkunarak sanki bir şeyle söylemek istiyor da söyleyemiyor gibiydi. Şu hâli Botaş’a saldırmak isteyen birinden ziyade ağlamak üzere olan birinin hâline daha çok benziyordu.
“Çık evimden!” dedi titreyerek. “Göğe direk de olsan, yap yapacağını da göreyim!”
“Sen, ihtiyar delirdin herhâlde,” dedi Botaş, oturduğu yerden somurtarak. Ondan sonra aklına aniden bir şey gelmiş gibi Mamet’ten gözünü ayırmadan: “Ne? Beni dövmek mi istiyorsun? Döv de demir parmaklıklı evden yer bulayım sana.” Dedi.
Mamet o an kendini Botaş’a doğru attı. Şegen sonrasını pek göremedi. Evdekilerin hepsi ayağa kalkmıştı. Ancak evdeki curcuna bittikten sonra dedesinin göğsünün açık, cüppesinin sol omzundan inmiş olduğunu gördü. Gözünün önünde huysuz at canlandı bir daha. Dedesi de onun gibi kafasını tutamayıp yere mi yığılacak? Önce bedenini belirsiz bir korku sardı. Ardından aklına bir düşünce geliverdi. Dedesi dayak yedi ya, onun yardıma ihtiyacı vardır. Ona yardım etmeli! Destanlardaki kahramanlar daha beşikteyken güçlerini göstermiyorlar mı? Dedesine derhal yardım eli uzatmalı. Gecikirse korkmuş sayılacak. Çocuğun yüreği balık gibi yerinden oynadı. Kenardan giderek sandığın arkasındaki eski tüfeği aldı.
“Dede tut! Tut!” diye uzattığı an, dedesinden önce davranan Kabi elinden hızla çekiverdi. Şegen kendi hızıyla yüzükoyun düşüverdi. Mamet hiçbir şey söylemeden Kabi’nin alnına yumruk atıverdi. Kabi yüzünü bir daha gelebilecek yumruktan korumak isterken elindeki tüfeği kaptı. Namluyu hemen Botaş’a doğrulttu ve öfkeli gözlerle dikildi.
“Çık dediysem çık evimden! Vururum!”
Taybek:
“Mamet dur, yapma!” diye yanına yaklaşıp tüfeği çekip aldı ve sandığın arkasına attı. Sonra da Şegen’i sürükleye sürükleye evden çıkardı. Bundan daha iyi çözüm olmadığını düşünen diğer insanlar da yavaş yavaş kapıya doğruldular. Botaş; evden çıkar çıkmaz hiç beklemeden herkesten önce atına bindi. Ona eşlik edenler de alelacele atlandılar. Kimse bir şey demedi. Atlı köye bir an sessizlik çökmüştü. İlk önce konuşan, olanlardan sorumlu tutulacakmış gibi herkes susuyordu. Botaş’la mı gideceğine yoksa ağabeyi ile mi kalacağına karar veremeyen Kabi, ev ile atların bağlandığı koca ağaç arasında dolanıp duruyordu. Evden son olarak, önce Taybek, ardından Mamet çıktı. Onları gören Kabi yere tükürdü ve bir yere acele edermişçesine çayıra doğru gitti.
“Hey!” Mamet bağırarak onu durdurdu. “Ne oldu? Onun arkasından gidemedim diye mi sinirlisin? Git! Birlikte geldin, birlikte git. Demin beni korumadın. Şimdi beni hangi düşmanımdan korumak için kalıyorsun.”
Kabi, zorla dönüp eve doğru yürüdü. Yavaşça boğazını temizleyip gülümser gibi oldu. Hemen gülümsemeyi kesti ve ensesini kaşıdı.
“Ne yapabilirim ki ben ona? İyi veya kötü, sonuçta patron, diğer taraftan kardeş.”
“Kardeşini yesinler! Sana Satim değil, o kardeş olmaya başladı, öyle mi?”
“Satim değil diyecek kadar ben ne yaptım ki?”
“Bundan daha fazla ne yapacaktın ki? Ne yapmışmış? Misafirin geleceğini söyleyip iki ayağımızı bir pabuca sokan sen değil miydin? Arkamızdan çevireceğini çevirdikten sonra, yanımıza gelip hesabı pak, yüzü ak oluverdin ha?”
“Ne bileyim?” dedi Kabi, itirazını Mamet’e bakan dik bakışlarıyla da belli ederek. “Ben nereden bileyim? Yemek yiyip kımız içecek zannettim. Botaş benimle istişare mi etmiş?”
– İstişare etmediyse etmesin. Demin söylediklerini duyduğunda neden boğazını sıkmadın? İtoğlu it! Kuvvet sahibi değilmişsin, onu anladık. Küçücük çocuğun elindeki tüfeği ne diye çekip alıyorsun? Utanmadan nasıl alabildin? Yıllardır bozuk olan tüfeğin Botaş’a doğrulduğunda çalışıvereceğinden mi korktun yoksa? O tüfeği bozan sen değil miydin? Gücünün yetmeyeceği biri olsa neyse anlarım. Hiç olmazsa dövmeden, etmeden neden evimden iteleyip çıkarmadın ha?”
“Kendisi gitti ya zaten.”
“Söylediklerine bak şunun! Kendisi gitmişmiş. Yiyeceğini yedikten, diyeceğini dedikten sonra gitmeyip de ne yapsın? Savunmasıza dişini geçirmeyip de kime dişini geçirir bu Kazak? Geçmişini bilmesem neyse anlarım. Bu koca göbekliye güzel eşini kaçırırken benim Satimim yardımcı olmuştu.” Biraz sessiz kaldı ve kafasını salladı. “İtoğlu it şimdi de Satimimin eşini başkası için istiyor. Demin bunu söylerken ağzını kıraydın ya köpeğin. İşte o zaman beni memnun ederdin.”
“Evet, Mametciğim,” dedi Taybek, bir taraftan durumu anladığını, diğer taraftan da ondan anlayış beklediğini sergileyerek ve gülümseyerek. “Kabi ne zaman idareye el kaldıracak kadar güçlü olmuştu ki? Kabi’nin gücü çalışırken, iş yaparken kendini gösterir. Kavganın meydana geldiği ortamlarda Kabi’nin gücünün nereye kaybolduğu bir tek Allah’a malûmdur. Bu onun karakteridir. Bir insanın yaradılışını değiştirmek zordur. Onu azarlayacağına Şegen için sevinsene! Ateşten kalan kor olan torununu düşün, sevin. Bugün onun seni korumasına sevinerek ziyafet vereceğine, kızılmayacak şeylere kızmaya başladın. Hadi, eve girip biz bize kımız içelim!”
Şegen, söylenenlerden pek anlam çıkaramadıysa da Kabi’nin haksız olduğunu anlayabilmişti. Güçlü, huysuz atlardan bile korkmayan kuvvetli birinin Botaş’ı hiç olmazsa itmemesine doğrusu üzülmüştü. Ağabeyini korumaması Botaş’ı sevmesi anlamına mı geliyordu? Onu ağabeyine nasıl tercih eder? Hangi iyiliği için? Ancak, Kabi kendisini seviyor gibiydi. Huysuz atı kovalarken at beni neredeyse düşürürken çok kızmamış mıydı? Eğer kendisini seviyorsa dedesinden neden nefret eder? Kabi, hem kendisini, hem dedesini, hem de Botaş’ı, herkesi aynı sevebilir mi? Botaş’ı daha önce seviyorsa da bugün dedesiyle dövüştükten sonra ondan nefret etmesi gerekmez mi? Dedesi Kabi’ye kızmakta haklıydı herhâlde.
Çocuğun küçücük yüreği kaynamıştı.
* * *Şegen’i yüzündeki bir kıpırtı uyandırdı. Gözlerini açınca yanında oturan Jamihan’ı gördü. Oymuş yanaklarından öpen: Gözleriyle de severek gülümsüyordu. Jamihan’ın öyle bir şey yapma hakkı olmadığı aklına geliverdi.
“Neden öpüyorsun?”
“Yavaş! Deden duyabilir.”
“Duysun. Söyleyeyim de gününü göstersin!”
“Ne olur bağırma! Sen akıllı bir çocuksun. Eğilirken ağzım istemeden yüzüne değdi. Dedenler Maratların evinde çay içiyorlar. Birazdan taşınıyoruz. Eşyaların hepsini paketledik. Çadırı yıkmak istiyoruz. Uykunu bozmamak için seni kaldırmadık. Burada kalmayasın diye uyandırmaya gelmiştim.”
“Yalan söylüyorsun. Babaannem kendisi uyandırır.”
O sırada Batjan konuşarak eve girdi.
“Şegenciğim daha kalkmadın mı, yavrum? Hadi kalk, hava çok ısınmadan evi yıkalım.”
“Nereye taşınıyoruz?”
“Kosötkel’e yavrum. Deden yaşlandı, artık atlara bakamayacak. Tarlada bekçilik yapacak.”
Şegen, babaannesinin bir şeyleri gizlediğini sesinden anladı. Hemen yataktan kalkıp dışarı çıktı. Evin önünde iki deve çömeltilmişti. Tayları urganlara Marat tek başına bağlıyordu. Şegen’i görünce ona doğruldu. Yüzü asıktı, yine de buna yaklaşırken gülümsedi.
“Artık herhâlde sonbaharda görüşeceğiz.”
“Neden?” dedi Şegen, bir anlam veremeyip.
“Sen okula gideceksin. Belki yurtta birlikte kalacağız.”
“Yurt mu?”
“Evet. Yatılı okula giden çoban çocuklarının kaldığı yerdir.”
Şegen, olumsuz bir şeyin olduğunu yavaş yavaş anlamaya başlamıştı. İnsanların canlarının sıkkın olduğunu fark etti. Genelde gürültüsüz patırtısız taşınılmaz. Marat her şeyi biliyor gibiydi. Yüzüne bakmıyor, sürekli gözlerini kaçırıyordu. Anlaşılan canını sıkan bir şey vardı.
“Taşınmamızı isteyen kimdir?”
“Sabah sen uyurken iki deveyle Kabi amcan geldi. Deden küfürleri savurarak kovdu. İdare taşınmanız talimatı vermiş.”
“Botaş mı?”
Şegen sırtına iğne batırılmış gibi hissetti. Eli ayağı buz kesilmişti.
“Benim yüzümden! Tüfeği almam yüzünden!” diye düşündü. Ne yapacağını bilemedi. Dedesi ile babaannesi de kendisini suçlayacakmış gibi geldi.
Çadır yıkıldı, parçaları deveye yüklendi. Herkes suç işlemiş gibi yere bakıyordu. Şegen de büyüklere ayak uydurarak şımarıklığı bir kenara itti.
“Hadi Mamet güle güle git!” dedi Taybek sert bir sesle. “Seninle benim verdiğimiz emekle döktüğümüz teri bilmeyen yoktur. On beş yılımız şu atların peşinde geçti. Allah bilir, yaşadığımız sürece daha çekeceğimiz çok şey vardır. Kaderimize razıyız. Yeter ki Şegen’le Marat sağ salim büyüsünler. Diğerlerinden bir hayır gelmez.”
“Hoşça kal Taybek! Rabia görüşmek üzere!” Marat, kalacak olan yaşlılarla vedalaştı. “Sadece babasız çocuk değil, çocuksuz baba da yetimmiş. Taybekciğim, bu beni daha çok üzüyor ama ne çare! Biricik çocuklarımızı kaybettiğimizde de ölmedik, ayaktayız. Bizi yıkmak için yapıyorsa bir itirazımız yok.” Ata binerken Taybek desteklemek istedi ama o daha elini kaldırmadan kendisi çok kolay biniverdi.
Batjan ile Rabia, ters dönüp gözyaşlarını sildiler. Gözyaşlarını kimden gizledikleri belli değildi: Zaten herkes görüyordu. Taybek eğilip Şegen’i alnından öptü ve kaldırıp dedesinin önüne oturttu. Şegen’le Marat vedalaşırken sadece göz göze geldiler. Bakışlarıyla “Daha görüşeceğiz, görüşeceğiz ya!” diyerek birbirlerini avutuyorlardı.
* * *Şegenler, Kosötkel’e gelince, keçe evlerini ambara bakan dul kadının evinin yanıbaşındaki açık yere kurdular. Kosötkel, doğudan batıya uzanan iki dağın ortasındaki ince ovanın adıdır. Akjazık Kolhozunun merkezi ile yaylanın tam ortasındaki mola yeridir. Çobanlar hem yaylaya giderken, hem de yayladan dönerken buraya uğramadan gitmezler. Karaotkel4 adını iki dağın ortasından geçen ve yaylaya giden yol ile ovadan giden yan yolun kesiştiği yer olmasından dolayı almıştır.
Şimdi Karaotkel’e bomboş düzlük denebilir. Yaylaya giderken ve yayladan dönerken uğrayanlar dışında ambarcı kadından başka oturan yoktur. Ona ait birkaç hayvan dışında hiç hayvan da yoktur. Şegen, geldiği gün yalnızlıktan çok sıkılmıştı. Oyun oynayamadı. Oyun dediğin şey en az iki kişi olmazsa oynanmıyormuş. Köpeği Taymas dışında bir uğraş bulamadı.
Ambarcı Kadın Salima, bunları geldikleri gün evine çaya davet etti. Şegen, güler yüzlü, güzel esmer kadını görür görmez beğenmişti. Omuzlarını dik tutarak nazlı nazlı yürüyüşünü, güzel tebessümünü, babaannesinin anlattığı masallardaki güzellere benzetmişti. Gündüz bunları karşıladığında, babaannesi ve dedesiyle selamlaştıktan sonra hemen kendisiyle ilgilenmeye başlamıştı. “Satim’in esmer yaramazı kocaman olmuşsun!” diye kucaklamış, alnından ve yanaklarından öylesine nezaket olsun diye değil; içtenlikle ve özlemle öpmüştü. “Baban gibi yakışıklı delikanlı olmuşsun! Maşallah! İnşallah dedenle babaannene de bakacak duruma geleceksin. Allah iyiliğini versin, şuna bak utanıyor.” dedikten sonra Jamihan’a gidip kulağına bir şeyler fısıldamış ve ağzını kapatarak kıkır kıkır gülmüştü. “Deli!” diye Jamihan da kayınpederi ile kayınvalidesinden utanarak ters dönmüştü. Marat ile Jamihan, Salima’nın dediklerini duymasalar da birbirlerine bakıp gülümsemişlerdi.
“Tek ev olunca sıkıcı oluyordu,” demişti Salima onlara bakarak. “İyi ki geldiniz.”
Şegen, çaktırmadan gizli gizli bakmıştı. “Jamihan’dan daha güzelmiş!” diye düşünmüştü kıskanırcasına. Yabancı bir kadının kendisini bu kadar sevmesine, içtenlikle öpmesine çok şaşırmıştı. “Neden böyle yaptı. Yoksa bize akraba mı oluyor?” diye düşünmüştü nedenini bulamayıp.
Evlerine gidince, Salima’nın iki kızı olduğunu öğrenmişti. Büyüğü tıpatıp annesiydi, beyaz tenli ve güzeldi. O da insana gülümseyerek ve sevgiyle bakıyordu. Daha önce kızlarla hiç oynamayan Şegen’in onunla anlaşması kolay olmamıştı. Kız olmadık şeyleri sorarak bayağı rahatsız etmişti. Hatta büyükler gibi çeşitli ilginç şeyler anlatıyordu.
“Benim adımı Bübiş diye askere gitmeden babam koymuş, Ya seninkini?” diye sormuştu.
“Babaannem.” Şegen cevabı kısa kesmişti.
Şegen, kızın tamamen üste çıktığını fark edince konuşmadan çekilmeye başlamıştı. Çok şey soruyor ve çok şey anlatıyordu. Sorduklarının çoğunu Şegen bilmiyordu. “Hadi şimdi sen anlat!” dediğinde bir şey anlatamıyordu. Karizma adına bir şey kalmamıştı. “Ne kalın kafalıymışsın!” diye düşünmüş olmalıydı ki kız fazla ısrar etmemiş, konuşmana pek ihtiyacım yok der gibi birazdan o da tamamen susmuştu. Beğenmemiş gibi davranmıştı. Şegen, kendi kendine kızdıysa da bir şey söylemeye çekinmişti.
Şimdi ise canını sıkan yalnızlıktan kurtulmak için Bübiş’e gitmek istiyordu ama cesaret edemiyordu. Oynamaya geldiğini mi söyleyecekti, ne diyecekti ki ona? Öyle bir durumda kız kesin kendisiyle dalga geçecekti. Hazır cevap kurnaz birine benziyordu. Güzel olmasına çok güzeldi. Öyle bir kızla oynamak da güzel olmalıydı aslında. Nasıl oynayacak? Nasıl yaklaşacak? Bütün sorun buydu. Özellikle gitmek istemiyor, tesadüfen karşılaşmış olmak istiyordu. Öyle bir şey olursa güzel olurdu.
Yaylanın suyundan ayrılan ve Kosötkel’in tam ortasından akan ince kanal, Şegenlerin evinin yanıbaşından geçer. Daha sonra kolhozun ambarı ile Bübişlerin elle yapılmış evinin yakınından aşağıya doğru akar. Suyun kenarından geçiyormuş gibi yapıp iki üç defa ileri geri yürüdü Şegen. Bir gözüyle de elle yapılma eve baktı. Ancak kızlar gözükmedi. Birazdan öyle suyun kenarında dolanmaktan da sıkıldı. Taymas’ı alıp büyük suya gitmeye karar verdi. Eve giderken Bübişlerin evi tarafından çıkıveren sarı bir köpekten korkarak kalakaldı. Köpek önünden geçti. Kim olduğunu sorar gibi Şegen’e bakıp burnunu kaldırıp duruyordu. Şegen, çaresizce köpeği dolanarak geçmek zorunda kaldı. Köpek, bunun korktuğunu anlamış olmalıydı. Geçtiği yeri koklayarak peşinden geliyordu. Sanki ayak izlerinden bir şeyler arıyordu. Şegen’e göre daha hızlı yürüyor olmalıydı, aralarındaki mesafe gitgide kısalıyordu. Kaçarsa da kurtulamayacağını biliyordu, çünkü bunun iki üç defada attığı adımı köpek bir defada atacaktı. Yavaşça evine doğru da gidemiyordu, köpek önüne almış götürüyordu kendisini. Bir an, geçenlerde Bübişlerin evinden çıkarken Bübiş’in “Alıpsok, sakin ol!” diye köpeğe seslendiği aklına geldi. Dedesi köpeklerin tanıdıklarına saldırmadıklarını söylemişti.