Читать книгу Sovyet Öykü Seçkisi ( Анонимный автор) онлайн бесплатно на Bookz (10-ая страница книги)
bannerbanner
Sovyet Öykü Seçkisi
Sovyet Öykü Seçkisi
Оценить:
Sovyet Öykü Seçkisi

4

Полная версия:

Sovyet Öykü Seçkisi

“Başkasına Ait Bir Kemik”… “Yalnız Mops Köpeğin Cenazesi”… “Kıvırcık Tüylü Fino Kasabı Kandırdı” (her cinsten köpek yavruları için) … “Yaşlı Danua’ın Rüyaları” … “Saint Bernard Donmuş Kızı Kurtarıyor” (yaşlı bolonka köpekleri için), “Polis Köpeği Fuks, Pinkerton Köpeği Utandırıyor” (çocuklar ve köpekler için).

Ah ne kadar da çok konu var Mikki! Sen köpek senaryosu yazar ve kimseye ihtiyaç duymazdın…

Yeni şiir:

Kestaneler tomurcuk açtı,

Bahar yakındır, demek.

Zina’nın annesinin böbrekleri rahatsız,

Bu yüzden üzgün…

Köpek filmi genel direktörüFoks MikkiPlajda

Ah, hayatım nasıl değişti! Zina odaya daldı, alkış yaptı, ayağını hafifçe kırıp saygıyla eğildi ve elleri kuşkanadı, gözleri aşağıya bakar vaziyette seslendi bana:

“Mikki! Benim sevdiğim prens… Denize gidiyoruz.”

Hemen aşağıya, kapıcının bolonka cinsi köpeğine fırladım. Denizin kenarında doğmuş ve aramız iyidir.

“Kiki, tüycüğüm… Beni denize götürüyorlar. Deniz nedir?”

“Oo! Deniz çok çok su demek. Lüksemburg havuzundan on kat daha büyük. Ve her yerden esiyor. Benim sahibime iyi geliyor, kulağına pamuk tıkayabiliyordu… Deniz kâh kükrer kâh cızırdar kâh susar. Bir istikrarı yok! Masada çok balık olur. Çocuklar kumu kazar ve köpeklerin patilerine basarlar. Ama sen foks köpeğisin: sana suya sopa fırlatacaklar, sen de onu bulup çıkaracaksın…”

“İnanılmaz!”

“Yorulduğunda da denizin yakınındaki tepede bir orman var. Köstebek çukurlarını darmadağın edersin ve fundalıkta kayarsın.”

“Bu nasıl bir şey?”

“Çim kıvırcık saçlıdır. Sakal gibi. Renkli çiçekler ve terebentin kokuyor.”

“Teşekkürler! Patini ver. Sana denizden ne getireyim?”

“Kızın birinden sıcak bir eşarp yürüt. Benimkisi epey eskidi.”

“Kiki, ben dürüstüm! Bunu yapamam. Ama bugün bizim misafirlerimiz var, sana çikolatalı tavşan ayarlayacağım.”

“Mersi. Güle güle, Mikkiciğim…” Köşeyi döndüğünde kapının perdesine gözlerini sildi. Sanırım bana âşık.

***

“Lüksemburg havuzundan on kat büyük…” Bu balon köpeklerinin hiç göz ayarı yok. Yirmi kez daha büyük! Gökyüzüne kadar su var ve başka da bir şey yok. Ringa balığı gibi tuzlu tabi… Neden tuzlu? Yağmur berraktır ve ormandaki derecik her zaman denize dökülür, o da berraktır. Yani?

İnsanlar çizgili ve siyah köpek kıyafetleri içinde çıplak geziniyorlar. Kıyafetin altındaki delikten bacakları sergiliyorlar. Düğmeler omuzlarda. Çok budalaca. Ben, Tanrıya şükür, kıyafetsiz yüzüyorum. Ah, biz Zina’yla birlikte suda neler yapıyoruz! Ben dalgaya havlıyorum, o ise bana top atıyor. Ama top büyük ve kaygan, benim ağzım ise küçük. Dolayısıyla onun hiçbir tarafını ısıramıyorsun! Hav!

Tüm çocuklarla dost oldum. İçlerinde öyle küçükler var ki “Mikki” bile diyemiyorlar ve beni “Mi” diye çağırıyorlar. Kumda çıplak oturuyor ve baloncuklar çıkarıyorlar. Biri ise sürekli bacağını ağzına sokmaya çalışıyor. Ne için?…

Koşuyorum, çocukların oyuncak gemilerini sudan çıkarıyorum, onların kumdan kulelerinin üstünden atlıyorum, kıvırcık tüylü fino köpeği Jack’le yarış edercesine koşuyorum ve tüm sahil beni tanıyor. Ne kadar muhteşem bir foks! Bu kimin foksu? Zina’nın mı? Mükemmel bir foks!…

Dün fark ettim. Çocukların hiçbirinin kuyruğu yok. Boşuna şüphelendim…

***

Şimdi yetişkinlerden bahsedelim. Erkekler beyaz takım elbise giyerler. Günün bir kısmında sigara içerler. Bir kısmında gazete okurlar. Bir kısmında yüzerler. Bir kısmında da fotoğraf çekilirler. İyi yüzücüdürler, çok derinlere giderler. Ben de iskelenin merdiveninden bakıyorum ve endişeleniyorum: Peki boğulursa… Ne yapmalıyım?

İskeleden suya çok güzel atlıyorlar. Eller kavisli bir şekilde önde, baş ileride ve şlap! Havada bir balık gibi kıvrılıyorlar, eller aşağı ve doğru suya… Köpük. Kimse yok. Ve bambaşka bir yerden çıkıyorlar.

Ben de iskeleye çıktım ve çok ama çok atlamak istedim. Fakat çok yüksek! Bir o kadar da derin! Titredim ve usulca aşağıya indim. İşte sana Mikki…

Tüm kadınlar giyiniyor da giyiniyorlar. Sonra elbiselerini çıkarıyorlar, ardından yine giyiniyorlar. Yüzmeyi çok sevmiyorlar. Sağ ayağının büyük parmağıyla suya dokunuyorlar, çömeliyorlar, üstlerine su atıyorlar ve yemek dükkânındaki hindi gibi sahile uzanıyorlar.

Elbette yüzen kadınlar da var. Ancak onlar daha çok erkek çocuklara benziyorlar. Genel olarak hiçbir şey anlamıyorum.

Fotoğraf çekilmeyi onlar da seviyorlar. Gözlerimle gördüm. Birileri kumda uzanmışlardı. Onların yanı başında dizlerinin üstünde başkaları duruyordu. Onların da üstünde sandalda başka kişiler duruyordu. Buna grup diyorlar… Altta fotoğrafçı plaja tatil yerimizin adının yazılı olduğu bir tabela dikti. Ve tabelanın gölgesinde kalan alttaki bir kadın kendi önünü açmak için tabelayı yanındaki başka bir kadına doğru sessizce kaydırdı. Bu kadın da onu geri çekti. Birinci kadın yine öbürüne doğru kaydırdı. Nasıl da kin dolu bakışları vardı!

Şiir:

Kadınlar fotoğraf çekildiğinde

Ve başkasının gölgesinde kaldıklarında

Birbirinin gözlerine tekme atmaya hazırlar!…

Evet! Ne öğrendim?… Deniz bazen çıldırır ve geri çekilir. Tatilden mi bıkıyor ya da nedir bilmiyorum… Ve kumda çeşitli deniz kabukları, karides ve salyangozlar. Zina tüm bunların deniz solucanları olduğunu söylüyor. Sonra deniz eski yerini özlüyor ve yine geri geliyor. Buna “gelgit” deniyor.

Deniz çekildiğinde, ben bir yere kadar onu kovalarım, ama Zina beni banka çorapla bağlar. İlgisiz kız!

Dün bitişikteki Rus pansiyondaki aşçı kadın Darya Galaktionovna ile tanıştım. Onun elleri İtalyan sosisleri gibi kalındı ama kendi tatlı biriydi. Beni Mikkicik diye çağırır ve patilerimle onun mutfağına kum getirdiğimde hep söylenir.

Kumu süpürebilirsin! Ne önemi var ki…

***

Pek ilgilenmesem de yemek çok da iyi sayılmaz, zira çocuklar beni çikolata, köfte ve istediğiniz her şeyle besliyorlar. Zina sürekli öyle çok yemememi tembihler, aksi takdirde kalbimin yağlanacağını ve beni Marienbad’a götürmek zorunda kalacağını söyler. Fokslar için bir plaj olsaydı? Foksenbad! İşte burada köpek sineması açılabilirdi… Köpek yarışları, köpek ruleti, romatizmalı buldoglar için köpek sanatoryumu… Sinirimden öleceğim! Neden, neden, neden bizim için hiçbir şey yapmıyorlar?

Burada hiç kedi yok. Bırakın bir kediyi, yarım, çeyrek kedi bile yok… Acaba onların hepsi et yemeği mi oldular? Brrr! Hayır, hayır, mutfağa gittim, tavukları, dana ve koyun etini gördüm… Aksi takdirde tatilden çok uzaklara kaçardım!

Zina dün bana ay tutulmasını gösterdi. Ay öyle yuvarlak, kocaman ve solgundu ki… Tıpkı bizim pansiyonun sahibinin karnı gibi. Kara kara düşüncelere daldım, hüzünlendim ve birazcık da uludum. Sadece iki-üç nota… Zina ise beni aldı ve yüzme pantolonumu giydirdi.

“Saat ondan sonra ulumaya hakkın yok,” dedi.

Ama öncelikle benim saatim yok, hatta onun için cebim bile yok… ikinci olarak ise, ruh hali saate bağlı bir şey değil.

Kiki’ye bir tebrik kartı göndermek istedim… Ama kıskanç kapıcı kadın iletmeyecektir.

Şahane ve mükemmelFoks MikkiHayvanat Bahçesine

Zina’nın babasının her zaman “iş”i var. İnsanlarda her şey için bedel ödemek lazım. Villa, şemsiye, et, ekmek, tasma için… Ve hatta yakında fokslara çift vergi olacağını söylüyorlar.

Ödemek için para gereklidir. Paralar yuvarlak, metal ve delikli olurlar, bu da Fransız bozuk parasıdır. Deliksiz olanlar franktır. Ve dahası farklı kâğıtlar. Kâğıt olanlar nedense daha pahalı ve beş franktan başlıyorlar. Bu paralar “iniyorlar”, “çıkıyorlar” saçma bir hikâye, ama ben insan değilim, bu beni ilgilendirmez.

İşte, para kazanmak için, “iş” yapmak gerekir. Anladınız mı? Zina’nın babası bir haftalığına Paris’e gitti, yanına Zina’yı da aldı, tabi Zina da beni.

Onun babası işte koşturmak mı? (her nedense işle her zaman koştururlar. Hiçbir zaman yürümez), Zina beni zincirledi, taksiye bindi (taksi neden böyle kötü kokuyor?) ve hayvanat bahçesine gitti.

Bahçe! Burası hiç bahçe gibi değildi, sadece mutsuz hayvanlar için bir hapishaneydi. Bir dakika bekleyiniz: Sırtımda bir pire var… Yakalayayım, her şeyi birer birer anlatacağım.

***

Ben kesik kuyruklu bir köpek yavrusuyken, Zina bana bu bahçeyi anlatırdı. “Orada nasıl bir gergedan var! Ve onun altında da nasıl çamur var! Ya sen, Mikki, elini yüzünü yıkamak istemiyorsun… Ayıp!” Elbette her şey doğru değil.

Gergedan yok. Ya can sıkıntısından geberdi ya da şehre kaçıp metroda saklanıyor, henüz ezilmedi…

Buna karşılık deve gördüm. Bizim kapıcıya benziyordu, sadece dudağı daha büyük ve her tarafı yün. Sırtındaki kambur ona yetmemiş olacak ki dizleri bile kamburlu. Dikenlerle ve görünüşe göre sirkeyle besleniyor. Ben ona gramofon iğnesi verirdim! O bir alçak, Zina ona ekmek verdiğinde dudak büktü, ekmeği yedi ve sonra onu Zina’nın fiyonguna tükürdü. Özgür olsaydın sana gününü gösterirdim…

Beyaz dişi ayı çok tatlı. Bir taş banyonun içinde oturuyor ve içerleniyor. Hele domuzlar! Dişi ayı sıcaktan o kadar bunalmış ki ona bir parça buz ya da dondurma koysalardı fena olmazdı.

Küçük çocuk dişi ayıya bisküvisini attı. Dişi ayı indi, silkelendi, kibar bir şekilde patisini başına götürdü ve yedi. Doyar mı hiç! Çocuk ikinci biskiviyi küçük parçacıklar halinde ufaladı: belli ki boğazında kalmasından korktu. Serçeler hepsini yiyip bitirdi. Niçin, onu niçin hapiste tutuyorlar ki? Zina’nın eski bir oyuncak ayısı var. Yarın derhal onu getirip dişi ayıya fırlatacağım: en azından oğlu yerine geçer…

***

Maymunlara hiç ama hiç acımam. Onlar korkunç yaratıklar, asla onlara bulaşmam. Yanaştım ve sadece yana doğru birazcık döndüm; dehşet kötü kokuyorlar… Ekşi sakız, çürümüş çaça ve biraz farklı yağlanmış domuz gübresi gibi.

Biri bana baktı ve diğerine şöyle dedi: “Bak, şu ucube köpeğe.”

Ben mi? Hav, deli! Ben miyim ucube? Sen nesin?

Zina’nın dolabına koşacağım, valeryan mantarını koklayacağım. Nasıl da kalbim çarpıyor!

Kaplan pistir. Kedinin büyüğü, hepsi o. Onu sütçü dükkânına saldıklarını hayal ediyorum. En az bir küvet dolusu kaymağı yutar, sonra sütçü kadını yer ve Bulon ormanlarına dinlenmeye gider.

Aslan görkemlidir… Yalnız bir ihtiyar. Derisi kırışıklık içinde, keldir ve kuyruğunu bile oynatmaya hali yoktur. Zina bir gün, aslanın kafesine bir köpek yavrusu koyarsan, aslanın onu çok seveceğini okudu. Beşini parçalar, altıncıyla dost olur. Bence en iyisi yedinci olmak ve özgürce dışarıda gezmek.

Bir de bizonlarımız var. Tüylü, boynuzlu, otlu bir kafası var. Bunlar neden var? Onunla ne oyun oynayabilirsin ne de kucağında taşıyabilirsin… Genel olarak dünyada çok fazlalık var.

Örneğin, kirpi. Ne işe yarar? Onunla şömine mi temizlenir? Ya da kanguru… Karnında çanta taşıyor, çantasında da yavrusu var. Onun derisi Zina’nın sütyeni gibi sırtında ilikleniyormuş gibi görünüyor. Çok saçma!

Çok şükür, ben foksum! Köpekler kafeslere konulmaz. Ama bazı cinsleri koysalar da olurdu. Sevimsiz köpekler! Hatta vahşi bile denebilir. Bizim karşımızda buldog Sezar yaşıyor, mutlaka bizim kapının önünde pislik yapmaya çalışıyor. Ondan intikam almalıyım. Nasıl mı? Çok basit. Onların da bir kapısı var…

Kafeslerde hiç insan görmedim. Ama bizim bahçıvanı kafese koymak gerekirdi! Aşçı kadınla birlikte. Kafese de “Köpek Düşmanları” yazmak gerekirdi. Ve onlara günlük bir tane lahana ve iki havuç verilmeliydi hepsi bu. Neden onlar beni beslemiyorlardı? Neden kendilerine yumurta, krema ve konyak çalıyorlar da, bana ise her zavallı kemik için bir tekme atıyorlardı?

Yılanları gördüm. İtfaiye hortumu gibi büyük ve uzun olanı bana baktı ve tısladı; “Bunu herhalde yutamam!” Canavar… Sanki sana canlı foks köpeklerini yutmaya öyle hemen izin verirler.

Filin iki kuyruğu var; önde ve arkada, ayrıca ağzında boynuzu… Bana isterlerse yüz kere bunun “hortum” ve “diş” olduğunu söylesinler, ben kuyruk ve boynuz derim. Zina fareye teleskopla bakılırsa fil olacağına inanıyor. Teleskobun ne olduğunu ise Tanrı bilir!

Evet… Görünüşe göre kuşlar dolap büyüklüğünde oluyorlar. Deve kuşları! Kuyruklarında öyle tüyler var ki tıpkı Zina’nın fotoğraftaki anneannesinin şapkalarındaki gibi. Bu tüylerden artık takan yok, deve kuşları süt vermiyorlar, demek ki devekuşlarını pişirmek ve içine kestane doldurup yemek lazım! Sen Mikki, devekuşunun pençesini kemirmek ister miydin? Yani, meraklı biriyim…

Geç oldu. Uyku zamanı. Kafamda ise dönme dolap dönüyor: maymun popoları, deve kamburları, fil tüyleri ve devekuşu hortumları…

Gidip biraz daha sakinleştirici koklayacağım. Kalbim nasıl da çarpıyor… Motosiklet gibi…

Midem bulanıyor! Ah… Aşçının yıkama kabı nerede ki?

Moks-FikiNasıl kayboldum?

Kalem dişlerimin arasında gıcırdıyor… Ah, ne oldu! Sinemada buna “trajedi” derler, ama bence daha da kötü. Paris’ten plaja geri döndük ve ben biraz afalladım. Kabinlerin önünde koşturuyor, dinlenen bayanların üzerinden atlıyordum; tanıdık çocukları, canlarımı kokladım ve keyifle havladım. Cehennemin dibine hayvanat bahçesi, merhaba köpek özgürlüğü!

Ve bitti… Parka döndüm, yeşil bir sokağa girdim, yabancı bir tarlaya düştüm, eski bir ayakkabıyı parçaladım, oradan kırsala, sonra yola, nakavt! Yolumu kaybettim. Bir taşa oturdum, titremeye başladım ve “ruhun varlığını” kaybettim. Bu zamana kadar “yokluğun” ne olduğunu bilmezdim…

Yolu kokladım: yabancı ayak tabanları, toz, lastik ve oto yağını… Benim villam nerede? Evler birden aynı oldu, çocuklar da fareler gibi birbirine benzemeye başladı. Denize uçtum, ama başka bir denize! Gökyüzü aynı gökyüzü değil, sahil boş ve pürüzlü… İhtiyarlar ve çocuklar kayaların üzerinden istiridyeleri kazıyordu, hiç kimse bana doğru bakmadı. Tabi ki şapşal istiridyeler evsiz foks köpeğinden daha ilginçler. Kum gözlerime uçuyor. Sahil otları tuhaf sesler çıkarıyor. O salak otlara hava hoş, bir yere sabitlenmişler kaybolmazlar… Gözyaşları büyük damlalar halinde suratımdan akmaya başladı. Ve en korkuncu ben çıplağım. Tasmam evde kaldı, tasmada ise adresim yazılıydı. Herhangi bir kız adresimi okur (ben bunu sağlardım) ve beni evime götürürdü. Uh, eğer denizde “gelgit” olmasaydı, kendimi boğardım herhalde. Ve büyük bir salak olurdum, zira nihayetinde bulundum.

***

Çardaktaki sarı çitin önünde telgraf direğine yaslandım ve başımı eğdim. Resimde kaybolmuş bir köpeği canlandıran böyle bir poz görmüştüm ve çok beğenmiştim.

Yanılmadım. Kapıda pembe bir nokta belirdi. Bir kız çıkageldi (kızlar her zaman erkeklerden iyidir) ve yolda benim önüme oturdu.

“Neyin var köpekçik?”

Ben mırıldadım ve sağ patimi kaldırdım. Konuşmadan da durum anlaşıldı.

“Kayıp mı oldun? Bana gelmek ister misin? Belki seni yeniden bulurlar… Benim annem iyi bir kadındır, babamı da idare ederiz.”

Ne yapayım? Ormanda mı geçireyim geceyi? Ben yabani bir deve miyim ki? Kızın peşinden gittim ve minnetle dizini yaladım. Eğer bir gün o da kaybolursa, hemen onu evine götüreceğim…

“Anne, anneciğim,” diye cıyakladı. “Fifi’yi getirdim, yolunu kaybetmiş. Onu şimdilik bizde barındırabilir miyiz?”

Ne, ne Fifi’si? Ben Mikki’yim, Mikki! Ama ben böylesine muhteşem düşünceleri olan ben, onların insan diliyle tek kelime bile edemem. Bırak. Kendi kazdığı kuyuya kendisi düşer…

Annesi gözlüğünü taktı (sanki gözlüksüz benim kaybolduğum belli olmuyormuş gibi) ve gülümsedi:

“Ah ne kadar da tatlı! Dostum ona süt ile ekmek ver. Çok bakımlı bir hali var… Sonra bakarız.”

Kız değilim, erkeğim ben! Ben erkeğim sonuçta. Ama tıka basa yemek yemek istiyordum.

Onlara bir iyilik yapıyormuşum gibi acele etmeden yedim. İkram mı ediyorsunuz? Teşekkür ederim, yerim. Fakat, lütfen benim aç bir sokak köpeği olduğumu düşünmeyin.

Sonra baba geldi. Neden bu babalar her yere burnunu sokarlar, bilmiyorum…

“Bu köpek de ne böyle? Neyin var Lili, tüm hayvanları villamıza taşıma huyun var? Belki de veremlidir… Git, derhal git buradan! Hadi!”

Ben mi veremliyim?

Kız hıçkırarak ağladı. Ben de onurlu bir şekilde kapıya doğru bir adım attım. Ama anne, kızın babasına sertçe bir bakış attı. Baba aslında eğitimli biriydi, ofladı, omuzlarını silkip gazete okumak için verandaya gitti. “Yedin mi?”

Ben ise kızın annesinin önünde arka ayaklarımın üzerinde durdum, üç adım attım, bankın üzerinden atladım. Hop! İlerledim, odanın etrafında gezindim ve geri döndüm.

“Anneciğim, nasıl da akıllı bir köpek!”

Tabi ki, eğer bir insan olsaydım, çoktan profesör olurdum.

***

Yeni baba, beni görmezden geliyormuş gibi tavır alıyor. Ben de onu… Rüyamda Zina’yı gördüm ve sevinçle havladım: beni Gogol-mogollu bir kaşıkla besliyor ve şöyle diyordu: “Sen benim en kıymetlimsin, eğer bir daha kaybolursan asla kimseyle evlenmem.”

Pencerede gün aydınlanmıştı, Lili uyandı ve başını yataktan kalkmadan uzattı: “Fifi, neyin var?”

Hiç, canım yanıyor. Kediler için bir şey değişmez: bugün Zina, yarın Lili. Ama ben dürüst, yufka yürekli bir köpeğim.

Zina’sız ikinci gün. Yeni kızın ziyaretine tombalak bir çocuk olan kuzeni geldi. Köpeklerin, şükürler olsun ki kuzenleri yok… Üstüme oturdu, neredeyse eziliyordum altında. Sonra beni arabaya bağladı ve ben de direndim! Köpeği mi? Arabaya mı? Patilerimi piyanoya vuruyordu. Her şeyi yuttum ve nezaketimden ötürü onu ısırmadım bile…

Lili’nin annesi beni takdir etti ve kız bir tabak çorbayı devirdiğinde, beni işaret etti:

“Fifi’yi örnek al! Nasıl dikkatli yemek yiyor görüyor musun…”

Yine Fifi! İnsanların bir şey hoşuna gitmediğinde “fi” derler! Fifi de hiç ama hiç hoşlanmadığınız anlamına mı geliyor yani? Böyle tavuk ismi gibi bir şey insanların aklına geliyor… Dolabın altında harf küpleri buldum ve birleştirip şunu yazdım: “Mikki”. Kızın eteğinden çektim, okusun diye! Artık anlar diye düşündüm ama kız hiçbir şey anlamadı ve bağırdı:

“Anne, Fifi numara göstermeyi biliyor!”

“Güzel. Ona bir çikolata ver.”

Ah ah, beni ne zaman bulacak asıl sahiplerim? Belediyeye dahi gittim. Belki Zina buraya kaybolduğumu bildirmiştir diye. Nerdeee. Eşikte tüylü bir melez köpek yatıyor ve şöyle hırlıyordu:

Hav! Nereye böyle serseri?

Serseri mi? Sefil köpek seni!…

Dua et, sokak köpekleriyle kavga etmeyecek kadar iyi eğitimli bir köpeğim…

***

“Omzumdan büyük bir yük kalktı” … Kalktığı yeri bilmiyorum, ama ben bulundum!

Lili benimle sahile geldi. Ve birden o göründü; elinde çizgili bir top, beyaz elbiseli ve sarı bukleli kız. Zinaa!

Nasıl öpüştük, nasıl bağrıştık, nasıl ağlaştık!

Lili sessizce yaklaştı ve sordu:

“Bu sizin Fifi’niz mi?”

“Evet! Yalnız o Fifi değil, Mikki…”

“A, Mikki! Kusura bakmayın, bilmiyordum. İzninizle onu size geri vereyim. Kaybolmuştu, ben de ona barınma sağladım.”

Ancak Lili’nin gözlerinde büyük bir “üzüntü” seziliyordu.

Zina onu teselli etti. “Çok-çok-çok” teşekkür etti ve benimle birlikte onu ziyaret edeceğine dair söz verdi. Bakışlarından iyi arkadaş olacaklarını sezinledim.

Ben de tabi ki Lili’nin önünde eğildim ve ön patilerimi çaprazlama uzattım: Mersi! Çok çok çok…

Zina’nın arkasından sessiz bir şekilde, onun o tatlı esmer küçük bacaklarından bir adım dahi uzaklaşmadan yürüdüm.

MikkiSirkte

Bizim tren garında uzun tekerlekli evler ortaya çıktı. Araba mı vagon mu belli değil. Kırmızı, yeşil duvarlara sahip, çatısında bacası olan ve duman çıkan. Bir evin merdiveninde koca kafalı ve kırmızı gözlü bir cüce oturmuş haşince sigara içiyordu. Avlunun ortasında da parmaklıklı evler-vagonlar vardı ve yoğun bir şekilde hayvanat bahçesi kokusu geliyordu.

Afişlerde mucize tasvir edilmiş… Üç aslan, terbiyecilerinin üzerinden atlıyor ve onunla körebe oynuyorlar. Denizaygırı yanan ateşle ve bilardo toplarıyla hokkabazlık yapıyor. Böylesine hantal bir asalak olan denizaygırının bunları yapabileceği kimin aklına gelir ki! Ünlü kaniş köpeği Flaks toplama ve çıkarma sorusu çözüyor. Aman ne büyük marifet. Ben çarpma ve bölme bile biliyorum… Ama şöhret olmaya tenezzül etmiyorum. Bayan Karavella bir tayın üzerinde denizci dansı yapıyor. Zenci Bul-Pul… “Dur! Önden koşmaya gerek yok Mikki, nasıl bir köpek alışkanlığı bu.”

***

Zina’nın babası bana ve Zina’ya bir yatak aldı. Yatak aynen bir köpek kulübesi gibi ama çatısı yok. Kötü kokulu calico tarzı ile döşenmişti. Sandalyeler katlanabilir ve sert, çünkü sirk sürekli taşınmakta.

Orkestra berbattı! Ben normalde müziğe, özellikle de gramofona dayanamam. Lakin bir iskelet flüt çalıyor, şişman olan diğeri diklemesine koca bir kemanı yere koyup inatla onu cetvel gibi birşeyle cızırdatıyor, üçüncü kişi trampete sopalarla vuruyor, dirsekleriyle bakır bağları çalıyor, kocaman bir davula ayağıyla vuruyor, mor bir tavuk olan dördüncüsü de piyanonun üzerinde tepinerek sesler çıkartıyorsa durum değişir. Zina’nın bekâr amcasının kendisine evlilik teklif edildiğinde dediği gibi “emriniz olur.”

Palyaçolar sadece boyanmış aptallar. Onların boşuna aptal taklidi yaptığını düşünüyordum, muhtemelen zaten öyleler. Hiç akıllı biri suratına bir şaplak vurur mu, pis talaş üzerinde kayar ve görevlilerin halıyı almasına engel olur mu? Hiç komik değil. Tek bir şeyi beğendim, geniş pantolonlu palyaçonun birinin sırtında güneş resmi çizilmişti ve başındaki perçem kalkıp iniyordu… Hadi kulağı anlayabiliyorum, ya perçem? Çok ilginç bir numara!

Şişman aygır neden eğelenmemiş, hiç önemli değil. O kadar geniş ve çukurlu bir sırtı var ki sahibinin yatağındaymış gibi oyna ne kadar istersen. Hantal bir şekilde atılıyor. Tıpkı vals eden bir inek gibi. Miss Karavella barikata ürkekçe bir göz attı ve dünyadaki ilk kadın biniciymiş gibi bir tavır sergiledi. Kostümü hoştu; üst kısımda hiçbir şey yoktu, ortalarında ise yeşil ve sarı boncuklar vardı. Neden o kadar uzun süre aygır üstünde turladı ki? Gösterinin bitiminde aygır öyle terledi ki beni aksırık tuttu. İlginç değildi.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Euthymia: Eski Yunan dilinden gelen bu sözcüğün anlamı ne iyi ne kötü, nötr olma durumudur. Ancak buradaki nötr olma durumu huzurlu bir ruh halini ifade eder. Dilimize dinginlik olarak çevrilebilir. (ç.n.)

2

Araştırma Görevlisi, Anadolu Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü, ruscuk@mail.ru

3

Ateş düşürücü ilaç olarak kullanılan bir tozdur. (ç.n.)

4

Analjezik ve ateş düşürücü olarak kullanılan bir ilaç. (ç.n.)

5

1906-1975 yılları arasında yaşamış Rus bestecidir. Asıl senfonileri ile tanınsa da film müziği, şarkı, caz dahil olmak üzere farklı türde eserler vermiştir. (ç.n.)

6

İlkbaharda çiçek açan, hoş kokulu beyaz bir bitki. (ç.n.)

7

Lucius Annaeus Seneca, M.Ö. 4.-M.S. 65. yüzyıllar arasında yaşamış Romalı düşünür, devlet adamı ve oyun yazarıdır. (ç.n.)

8

Tula Bölgesi’nde bir köy. (ç.n.)

9

Araştırma Görevlisi, Gazi Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü, mesudearkim@gmail.com

10

Çağlarca: Akarsuların, yataklarındaki çok eğimli kesimlerde ya da artık oldukça düzleşmiş eski eğim kesintisi üzerinde köpürerek, kaya döküntüleri arasından hızla aktıkları yerlere verilen ad. (ç.n.)

11

Bu iki isim ilerleyen bölümlerde siyah varlıklar (черные существа) olarak geçmektedir. Eserde hamamda yaşıyor olarak betimlendiklerinden dolayı “hamam cini” olduklarını düşünmek mümkündür. Çünkü hamam cinlerinin insan boyunda, siyah uzun saçlı, sıra dışı bir insana benzediği ifade edilmektedir.

12

Biz: Deri dikiminde iğne deliği açmak için kullanılan, sivri uçlu oluk şeklinde biçimlenmiş çuvaldıza benzer bir iğne. (ç.n.)

13

Lapti: Huş kabuğundan, ipten örülmüş pabuçlar. (ç.n.)

14

Kisel: Meyve suyu, süt ve yulafla yapılan ekşimtırak bir yiyecek. (ç.n.)

15

Burda: Bulanık, tatsız, alkollü ya da alkolsüz bir içecek. (ç.n.)

16

Chaine: Bir dans türü. (ç.n.)

17

Komhoz: Komunalnaya hozyaystvo (коммунальная хозяйство). Komünal ekonomi anlamına gelmektedir. Şehirlerde veya köylerde memuriyet hizmeti ile diğer hizmetlerin bir arada yer alması. (ç.n.)

18

Burada komünal ekonomi anlamına gelen “komhoz” ile “at arabası” anlamına gelen “konnıy voz” kelimelerinin telaffuz benzerliği ile kelime oyunu yapılmıştır. (ç.n.)

bannerbanner