
Полная версия:
Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı'ya Armağan
Yüksek güvenle etnik birlik arasında doğrudan ilişki vardır. Etnik çeşitlilik arttıkça, toplumsal güven düzeyi düşer. Öyle ki etnik açıdan çeşitli toplumda yaşayan bireylerin kendi etnik grubundan olan bireylere karşı güveni bile azalır. Dolayısıyla yoğun göç, bir toplumun güven seviyesini düşürmenin en etkili yollarından biridir. Profesör Putnam, bu durumu ABD’nin eyaletleri üzerinde yaptığı çalışmalarla ispatlamış; daha az göç alan ve etnik açıdan daha bütüncül bir yapı arz eden eyaletlerde toplumsal güvenin daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur. (Putnam, 2007) Sovyet rejimi, Kızıltaş köyündeki toplumsal güveni yok etmek için etnik yapıyı bozmuş, göçü bir silah olarak kullanmıştır.
Sovyet rejiminin Kızıltaş’taki toplumsal güven ortamını yok etmesinin kısa ve uzun vadeli olmak üzere iki ana sonucu vardır. Kısa vadede sonuç, Sovyetlerin lehine ve onların arzu ettiği gibidir. Köydeki gelenekçi yapı, Sovyet rejiminin bu köyde yerleşmesine elverişli değildir. Bu yapının bozulması, devrimin oturması için bir gerekliliktir. Üstelik işbirliği seviyesi oldukça yüksek olan bu toplum, asimilasyona kararlı bir biçimde direneceği için rejime karşı her daim bir tehdit olagelecektir. Bununla birlikte uzun vadede bu durum, Sovyetlerin aleyhine sonuçlanmıştır. İşbirliği yüksek, ahlaklı ve çalışkan toplumların yok edilip tarımsal üretim noktalarının aralarında güçlü bağlar olmayan, aidiyet duygusundan yoksun, çıkarcı kimselerce doldurulması ekonomik kaynakların kullanımında büyük bir verimsizliğe yol açmıştır. Bu durum, SSCB’nin devasa doğal kaynaklarına rağmen birçok kez kıtlıkla boğuşmasının, hayat standardının düşük olmasının başlıca nedenlerinden biridir. SSCB’nin geleneksel yapıyı yok etme ısrarı 1930’lu yıllarda Ukrayna’da yaşanan ve milyonlarca insanın ölümüne neden olan büyük kıtlık, Holodomor, gibi insanlık felaketleriyle sonuçlanmıştır. Sovyet rejiminin yarattığı yeni insan tipi, sosyolog Aleksandr Zinovyev tarafından “Homo Sovieticus” terimiyle karşılanır. “Homo Sovieticus’un öne çıkan özellikleri arasında alkolizm, mülkiyete saygısızlık, kişisel sorumluluktan kaçınma, yalnızca göz boyamak için çalışma gibi olumsuzluklar yer alır. (Zinoviev, 1986) Bu, SSCB’nin insan sermayesi bakımından geride kalması ve nihayetinde Soğuk Savaş’ı kaybedip parçalanmasının temel nedenini teşkil eder. Sovyet bakiyesi ülkeler günümüzde bile bu sorunun üstesinden gelmeye çalışmaktadır.
SONUÇ
1917 – 1991 yıllarında dünya siyasetine yön veren en büyük güç odaklarından biri olan SSCB, toplumsal açıdan insanlık tarihinde benzerine az rastlanır bir toplum mühendisliği deneyine de sahne olmuştur. Kırım Türk edebiyatının büyük ismi Cengiz Dağcı, Onlar da İnsandı romanında bir Türk köyünün 1920’li yıllarda yaşadığı hızlı dönüşümü, ahlakî erozyonu ortaya koyarak bu devasa deney için bir vaka analizi örneği sunar. Romanın adının da ima ettiği şekilde Dağcı, Sovyet devlet aygıtının hesaplarının, işleyişinin “insan” faktörünü nasıl hiçe saydığını gözler önüne serer. Dağcı’nın bu eseri yalnızca Kırım Türklerinin trajedisinin değil, aynı zamanda SSCB idaresi altında yaşayan, rejim için bir tehdit olarak algılanan bütün toplumların ve bireylerin trajedisinin bir anlatımıdır. Tarih, Cengiz Dağcı’yı haklı çıkarmış; insanı hiçe sayan politikalar en nihayetinde SSCB’nin sonunu getirmiştir.
KAYNAKÇA
DAĞCI, C. (2018) Onlar Da İnsandı, 26. bs., Ötüken Neşriyat, İstanbul.
FUKUYAMA, F. (1997) Social Capital, http://gen.lib.rus.ec/book/index.php?md5=-63BA7BADA29FC47AF1F7FC5EC48484B1
GOVİER, T. (1997) Social Trust and Human Communities. McGill-Queen’s Press – MQUP.
HOBBES (Author), T.– TUCK (Editör), R. (1996) Leviathan: Revised student edition (Rev Stu), Cambridge University Press, http://gen.lib.rus.ec/book/index. php?md5=55D88A30FCD5DF5A1FCB993251C56CDF
MESSNER, S. F.– ROSENFELD, R., BAUMER, E. P. (2004) Dimensions of Social Capital and Rates of Criminal Homicide, American Sociological Review, 69(6), 882-903. https://doi.org/10.1177/000312240406900607
MÖLLERİNG, G. (2001) The Nature of Trust: From Georg Simmel to a Theory of Expectation, Interpretation and Suspension, Sociology, 35(2), 403-420. https:// doi.org/10.1177/S0038038501000190
NW, 1615 L. St, Washington, S. 800, & Inquiries, D. 20036 U.-419-4300 | M.-419-4349 | F.-419-4372 | M. (2008, Nisan 15). Where Trust is High, Crime and Corruption are Low | Pew Research Center, http://www.pewglobal. org/2008/04/15/where-trust-is-high-crime-and-corruption-are-low/
ÖZCAN, B.-BJORNSKOV, C. (2011) “Social trust and human development”, The Journal of Socio-Economics, 40(6), 753-762. https://doi.org/10.1016/j. socec.2011.08.007
Putnam, R. D. (2007) E Pluribus Unum: Diversity and Community in the Twenty-first Century The 2006 Johan Skytte Prize Lecture. Scandinavian Political Studies, 30(2), 137-174. https://doi.org/10.1111/j.1467-9477.2007.00176.x
Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlük, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5bb1fd179ce0a6.28905115
Zinoviev, A. (1986) Homo Sovieticus (First Edition-First Printing edition), Atlantic Monthly Pr., Boston.
Cengiz Dağcı’nın Söz Varlığı Üzerine
Hatice Şahin13 Ebru Kuybu14
Şair ve yazarlar, edebî eserlerini çoğunlukla kendi ana dilleriyle yaratma yolunu seçerler. Bu, son derece doğal bir durumdur. Ancak Türk dünyası yazar ve şairlerinin bir kısmı bu geleneğin dışında farklı diller ya da Türkçelerle yazmak zorunda kalmışlar ya da yazmayı tercih etmişlerdir. Bu mecburiyet ve tercihlerin ve Türk aydınları üzerindeki yaptırımının ne olduğu, alan araştırmacıları tarafından üzerinde durulan noktalardan biridir.
Cengiz Dağcı, ülkesinde yazmaya başlayan, savaş nedeniyle bu faaliyetine ara verip, savaşın ardından yazamadığı yıllarda tuttuğu notlardan hareketle yazmaya devam eden ve eserlerinin tümünü Türkiye Türkçesiyle yayımlayan bir Kırımlı Türk yazarıdır.
Yazarın, eserlerinde kullandığı dil üzerinde konuşabilmek için bazı noktaları göz önünde bulundurmak ve buna göre değerlendirme yapmak son derece gereklidir. Çünkü Dağcı, hayatının ilk yıllarında Kuzey Türkçesine dâhil Kırım Tatar Türkçesini kullanmış, daha sonra da yabancı bir ülkede Türkçenin başka bir koluyla Türkiye Türkçesiyle, yazmak durumunda kalmıştır. Türkiye Türkçesiyle olan yakınlığında gençlik yıllarında aile büyükleri aracılığıyla okuduğu Türk romancıları ve hikâyecilerinin etkisi büyüktür. Yazar, bu etkiyi sağlayan kişiyle – küçük amcası Seyit Ömer Dağcı ile – ilgili olarak eserlerinde bilgiler vermiştir. Söz konusu okumalar, Cengiz Dağcı’nın Türkiye Türkçesiyle yazmaya karar vermesinden itibaren daha da artmıştır. Bununla beraber, Kırım Yalı boyu ağzının Türkiye Türkçesine yakınlığı da onun eserlerinde Türkiye Türkçesini kullanmasını kolaylaştırmıştır.
Kendisiyle ilgili araştırmalardan edinilen ayrıntılara göre yazar, İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşadıklarını kaydettiği defterleri Türkiye Türkçesine aktararak Türkiye’deki yayınevlerine göndermiştir. Ayrıca Korkunç Yıllar ve Yurdunu Kaybeden Adam müsveddelerini de önce Kırım Türkçesiyle yazmış, ardından Türkiye Türkçesine çevirmiştir (Şahin, 2017: 240).
Savaş yıllarında tuttuğu notları, kendinin ve çevresindekilerin yaşadıklarını anlatan Cengiz Dağcı’nın eserleri edebi niteliğinin yanında tarihi birer belge olma niteliği de taşımaktadır. Ancak, yazarın eserleri üzerinde dil incelemesi yapabilmek, tuttuğu, daha sonra yayınlanmak üzere gönderdiği notlar Türkiye’deki yayınevlerinde bir redakte aşamasından geçtiği için yoğun dikkat gerektirmektedir. Bununla beraber yazarın edebi hayatının başlarında yazdığı şiirler üzerinde dil incelemesi yapılmaya çalışılmıştır (Boz-Kamacı-Aslan, 2017: 73-79). Bunun gibi diğer eserleri üzerinde de temkinli olmak koşuluyla bu yönde çalışmalar gerçekleştirilebilir.
Bu bildiride ise yazarın eserlerindeki genel dil özellikleri ve söz varlığı ele alınmaya çalışılacak, konuya daha sağlıklı bir biçimde odaklanabilmek için yazarın sadece Anneme Mektuplar adlı eseri üzerinden inceleme gerçekleştirilecektir.
Anneme Mektuplar, roman türünde 1980’li yılların Londra’sında geriye dönüşlerle Kırım sürgün yıllarından bir Anneye hatıra, mektup teknikleriyle yazılmıştır. 15 mektuptan oluşan roman, her mektupta başka bir konuyu ele alır. Mesela ilk mektupta yazar Londra’dan ve oradaki yaşamından bahseder, Kızıltaş’taki yıllarıyla karşılaştırmalar yapar. Üçüncü mektupta Akmescit yılları anlatılır. Dördüncü mektupta Akmescit yılları, yazarın Akimova ile tanışması, Kızıltaş tasvirleri, yazarın babasının sürgünü anlatılmaktadır. Beşinci mektupta ise Akimova ve yazar arasındaki iletişimler anlatılır. Dokuzuncu mektupta bir mektupla Akimova verem hastalığına yakalandığı için, yazar ile görüşmeme kararını yazdığı mektubu gönderir. On üçüncü mektupta ise Akimova’nın ölümü ve yazarda bıraktığı etkiler anlatılır. Son olarak on beşinci mektupta ise yazar sürekli yüzleşme ve çatışma içindedir. Halüsinasyonlar görmeye başlar ve ucu açık bir sonla roman biter (Kök, 2017: 261).
Bu bildiri hazırlanırken eserin Ötüken Yayınlarına ait, 2016 yılında gerçekleştirilen 6. Baskısı kullanılmıştır. Bu ayrıntıyı vermemizin sebebi, doğrudan bildiri konusuyla ilgisi olmasa da kitapta noktalama işaretlerinin gereksiz ve yanlış kullanımına dair çok sayıda örneğin yer almasıdır. Cengiz Dağcı gibi bir yazarın, okuyucuya anlatımı bozacak, anlamayı güçleştirecek şekilde aktarılmasının doğru olmadığını öncelikle belirtmek gerekmektedir:
“İki yıl olmadı yeni gözlük alalı; gene de, duraklarda güçlükle görebiliyorum yaklaşan otobüslerin numaralarını.” (Dağcı, 2016: 49) “Sen bilmiyorsundur belki; hayatımız hâlâ yasalarla sınırlı: Kızıltaş’ta ikamet etmemiz yasak.” (Dağcı, 2016: 49)
“Şaşmamak elde değil Grimm Kardeşlerin masalımızı bilmezlikten gelmelerine.” (Dağcı, 2016: 49)
“Ve ellerin ceplerimde, göğsüm kabarık, beni senden başka kimselerin görmesini arzuladım, ve avluya çıktım.” (Dağcı, 2016: 49)
“Matematik’te orta. Kimya’da orta. Geometri’de orta. Edebiyat’ta orta.” (Dağcı, 2016: 55)
Bunun gibi yazım ve anlatım bozukluklarıyla ilgili örneklerin sayısı da az değildir:
“…İskandinavyalı bir kıraldan söz eder…Kuşun uçuşunu gören kıral,…” (Dağcı, 2016: 71)
“Biliyorum; ne ben ne de Halide, Salgır’ın kıyısındaki gibi değiliz artık.” (Dağcı, 2016: 74)
Bildirinin asıl konusuna gelince; Cengiz Dağcı, her ne kadar Türkiye Türkçesiyle yazsa ve her ne kadar yazdıkları ciddi bir kontrolden geçirilse de romanda standart Türkiye Türkçesine uymayan, farklılık gösteren dil kullanımları mevcuttur. Daha önceki yıllarda gerçekleştirilen çalışmalardan birinde yazarın eserlerindeki Tatarca unsurlar üzerinde durulmuş, Türkiye Türkçesiyle yazmış olmakla beraber eserlerinde ilk edindiği ve yaklaşık 27 yıl kullandığı Kuzey Türkçesinin izlerinin görüldüğünden söz edilmiş, bu duruma da “ağız sızması” terimiyle karşılık bulunmuştur.
“Belli bir lehçeyi konuşan bir yazar, eserlerini tabii olarak ait olduğu çevrenin yazı dili ile kaleme alır. Mesela Mahtum Kulu eserlerini Türkmen Türkçesi ile Şehriyar Azeri Türkçesi ile yazmışlardır. Bununla birlikte belli bir boya ait olan ya da belli bir lehçeyi konuşan yazarların zaman zaman kendi yazı dillerine aykırı davrandıkları da görülmektedir. Bu durumun örneklerine tarihsel Türk dili alanlarına ait metinlerde de rastlamak mümkündür. Bazı tarihsel metinlerde, ait olduğu zaman ve çevre için beklenmedik bazı dillik özellikler, çoğunlukla yazıcının ait olduğu lehçe / ağız ile ilgilidir. Dilbiliminde “ağız sızması” olarak adlandırılabilecek bu durumun tarihsel Türk dili alanlarında birçok örneği vardır. Hatta bazı tarihsel Türk dili alanlarında bu durumdan kaynaklanan “Kıpçakçanın Türkmenceleşmesi”, “Çağataycadaki Oğuzca özellikler” gibi tabirler ortaya çıkmıştır. Öte yandan yazıcıların, dilsel ve lehçesel ortaklıkların da ötesinde, ayrıca eserlerinde kendi dillerini yarattıkları da görülmektedir” (Ağca, 2017: 33).
Okuyucu olarak kitap okunmaya başlandığında dikkati ilk çeken nokta; anne, anneciğim hitaplarının çok sık olarak kullanılmasıdır. Bu, doğal olarak yazarın annesine olan özlemin ve ona olan ihtiyaç duygusunun belirtisi olarak görülse de aslında Türk edebiyatında daha önceki dönemlerde de örnekleri görülen vatan-anne metaforuyla ilgilidir. Bir bilimsel çalışmada özellikle Anneme Mektuplar adlı eserdeki bu metafor örnekleri, ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır:
“Hâlâ Anneciğim diyorum sana. Oysa ihtiyar bir adamım ben saçlarım ağardı çoktan. Değnekle yürüyorum sokaklarda.” (Dağcı, 2016: 9)
“Görme yeteneğim mi değişiyor, çevremde gördüklerim mi değişiyorlar, bilmiyorum; bildiğim bir şey varsa gözlerimde değişmeyen bir sen kaldın, Anne. Seni kırk beş yıl öncesi gördüğüm gibi görüyorum hâlâ. Kırk beş yıl!” (Dağcı, 2016: 9)
Kaynak Alan: Anne
Hedef Alan: Vatan
VATAN ANNEDİR→ metaforunda anne kavram alanına giren her durumu vatan kavramı için de kullanırız. → VATAN UNUTULMAZ, VA-
TAN KUTSALDIR, VATAN ÖZLENİR→ KIRIM UNUTULMAZ, KIRIM
KUTSALDIR, KIRIM ÖZLENENDİR, KIRIM DEĞİŞMEYENDİR metaforları ortaya çıkar. Bu paragrafta metaforun oluşum yollarından biri olan benzetme unsuru vardır. Vatan ve anne birbirine benzetilmiştir. Yazarın roman boyunca vatanı yerine koyduğu kişilerden biri de annesidir. Roman boyunca Kızıltaş coğrafyasından sonra en çok bahsettiği kişi annesidir. Romanda Kızıltaş’a hasret bir anne vardır. Tevazuu, alçak gönüllüğü, alnına yapışan saçları, belli etmediği tükenmişliği, umutsuzluğu, yaptığı gözlemeler ve ekmeklerle, başköşede duran evlilik çerçevesi ile bütün zorluklara rağmen eşine beslediği sadakatle bağlılıkla Kırım ve Kızıltaş’ı yazarın annesi simgelemektedir.
“Sen hiç değişmeyeceksin benim gözlerimde. Değişme sakın. Günün birinde değişeceksin diye korkuyorum Anne. Seni tanıyamayacağımı düşündüğüm anda ürpertiler geçiyor içimden soluğum tıkanıyor. Kulaklarımın içine bir uğultu doluyor, nerede olduğumu nereden gelip nereye gittiğimi bilmiyorum.” (Dağcı, 2016: 10)
Kaynak Alan: Anne
Hedef Alan: Vatan (Kök, 2017: 261-262)
Yazarları diğerlerinden ayıran özellikler arasında konuşma dilinden alınan, seçilen kelimeler, bir kelimeye getirilen farklı ekler, bilinenden farklı biçimde oluşturulan kelime grupları gibi noktalar bulunmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Cengiz Dağcı’nın sözvarlığıyla ilgili olarak bu romanda tespit edilebilen ve belirtilmesi gereken noktalar şu şekilde özetlenebilir.
Türkiye Türkçesinde olmayan kelimeler ve türevler:
Türkiye Türkçesinin standart kullanımında yer almayan bazı kelimeler ve türevler eserde kendini hemen belli etmektedir. Buna göre standart dilde görülmeyen kelimeler ve bilinen köklere getirilen farklı eklerle ortaya çıkan türevlerle ilgili örneklerin bazıları şunlardır:
1- Bir pekiştirme örneği olarak çağrışım yapan tıklım tıklım anlamında olduğu düşünülen kitlenkit kelimesi, Türkiye Türkçesi sözlüklerinde ve yaygın dil kullanımında örneklendirilememiştir.
“Trene girdim, kitlenkit doluydu vagon” (Dağcı, 2016: 11)
Türk lehçeleri arasındaki farklardan biri de Türk dilinin ortak kökleri üzerine getirilen farklı eklerdir. Bunun örneklerini Azerbaycan Türkçesinden itibaren görmemiz mümkündür. Anneme Mektuplar’da da aynı duruma örnek olabilecek çok sayıda türev mevcuttur.
2- Mesela acımak mastar biçiminin +lI ekiyle kullanıldığı örnek gibi Türkiye Türkçesinde bilinen ve kullanılan kelime köklerine getirilen farklı ekler dikkat çekmektedir.
“Şimdi ben değil de o bakıyordu bana acımaklı bir bakışla.” (Dağcı, 2016: 25)
3- Uzalı kelimesinde olduğu gibi uza- fiiliyle arkaik –glI>-lI ekinin birlikte kullanımı da Türkiye Türkçesinde olmayan bir biçimdir.
“Sonra elleri öne uzalı, bana doğru yürüdü. Gerisin geri çekilesim geldi. Ama çekilmedim.” (Dağcı, 2016: 26)
4- Türkiye Türkçesinde çiziktir-, çızıktır-, cızıktır- örnekleri olan çiz-fiilinin Türkiye Türkçesinde olmayan bir türevi, Söz konusu eserde çiziştir- biçiminde yer almaktadır.
“ Hastalar bağının asmaları yoktu; ne kelebek ne kertenkele, ne taze ekmek ne de Topkaya Şirketi, akasya ağacının gölgesinde uyuyan kedi, bozuk kaldırımda ringa kemiği, kulübeye bağlı Barjom ve sakacının avlu kapısına, eve bıraktığı dört kova suyun karşılığına dört kapik borcumuz unutulmasın diye tebeşirle çiziştirdiği dört çızık…” (Dağcı, 2016: 31)
Çiziktir-/çızıktır-/cızıktır- :geçişli f. (< çiz-i-k-tir-mek) Gelişi güzel yazmak, rastgele yazıvermek: Allah aşkına bir mektup daha –daha firaklı, daha açık–. Derhal hemen bir tâne daha çiziktirdik (Fahri Celâl). (lugatim.com/s/ÇİZİKTİRMEK–ÇIZIKTIRMAK–CIZIK-TIRMAK)
5- Yapı bakımından doğru olduğu halde Türkiye Türkçesinde kullanılmayan örneklerin dışında Türkçenin yapı kurallarına aykırı biçimde türetilen bazı kelime örnekleri de görülmektedir. Mesela;
olasızlık kelimesinde ol- fiilinin üzerine getirilen -asız takısının nasıl bir ek olduğu anlaşılamamıştır. En fazla ol- fiilinden –a ile türetilen bir isim yapısının varlığı söz konusu olmalıdır. Ancak, bilindiği kadarıyla Türkçede fiilden isim yapan böyle bir ek yoktur. …
“Sana dönmenin olasızlığına kanaat getirince beni ayakta tutabileceğine, hayatıma gerçek değer ve anlam verebileceğine inandığım her şeyimi aklımda toplayıp bu kafesin içerisine doldurdum.” (Dağcı, 2016: 13)
-(y)AsI gelecek zaman ortacının üzerine getirilen +CA ekiyle birleşerek zarf olarak kullanımı standart dilde yaygın olmayan bir durumdur.
–“Yok, korkmuyordum, Anne. Durmuş orada evimize bakarken evimizin bu hale gelmesinde kendimin de suçlu olduğunu hissediyordum sadece ve şimdi tıpkı evimiz gibi hayattan kopuk ben, mezarlığa girer de eski mezarlar arasına yatarak gözlerimi açmayasıca yumarsam mezarlıkta yatan öbür ölülerin suçları gibi suçumun bağışlanıp unutulacağını hissediyordum.” (Dağcı, 2016: 22)
Kovalaş- fiili, TDK’nun Güncel Türkçe Sözlüğünde yer almayan Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğünde ise metindekinden farklı anlamlandıran bir kelime olarak karşımıza çıkmıştır. Ağız sözlüğünde Birkaç kişi bir olup birini çekiştirmek şeklinde tanımlanan fiil, metinde kovalamaca oynamak ya da koşuşturmak anlamında kullanılmıştır. Bir kaç kişi bir olup birini çekiştirmek. (http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5bcda547223ab3.55356055)
“Ve benimle kovalaşmazdı bağın asmaları arasında.” (Dağcı, 2016: 62)
Türkiye Türkçesiyle ilgili sözlüklerde yer almayan kelimelerden biri de şüphesiz temel anlamının dışında kullanılan “hiçsizlik” kelimesidir.
“Ölüm, bir hiçsizlikse eğer, ben ölüydüm.” (Dağcı, 2016: 89)
Bunun gibi +lIk ekinin iki kez kullanılmasıyla ortaya çıkan bir türev de Türkçede kullanılmayan bir kelime olarak karşımızdadır.
“Giyersem mavi pantolonun ütüsü bozulacak, lacivert gömlek hele yeni ayakkabılar, yitireceklerdi yenilikliğini.” (Dağcı, 2016: 101)
Türkiye Türkçesinde olmayan kelime grupları:
Kelime gruplarıyla ilgili olarak dikkat çeken noktalardan biri ise kelime grubunun kuruluş düzeninde herhangi bir fark olmamakla beraber grubu oluşturan kelimelerde görülen ayrılıklardır.
–“İşte!…İşte!… Geleyatır/Ayağında kırmızı katır/ Geleyatır Çora Batır!” (Dağcı, 2016: 14) örneğinde tasviri fiil yapısında olup şimdiki zamanı karşılayan gele yatır yapısı, standart Türkçeden ayrılık gösterir.
Bunun gibi; mezar taşı yerine baştaşı, her gün her gün yerine gün günü, kurbanlık kuzu yerine bayramlık kuzu, başını eğmek yerine başını bükmek, kaş göz işareti yerine baş göz işareti yapılarının kullanılması bu duruma örnek olarak gösterilebilecek yapılardandır.
“Bir tek mezar, bir tek baştaşı kalmamıştı mezarlıkta; taze mezarlar bile kazılıp yerle bir edilmişlerdi…” (Dağcı, 2016: 22)
“Hayır. Ayın ışığında mezarlık meşelerinin ölümsü aklığı, bir kanser gibi çevreye yayılıp beni de kolları arasına alacaktı, içime içime işleyecekti, burada uzun süre kalırsam.” (Dağcı, 2016: 24)
–“Kızı Saniye’si için beni gözde tutması sır değildi ki!” (Dağcı, 2016: 15)
–“Seni öyle gün günü duada gördükçe çileden çıkıp “Anne, günün birinde bizim sakacı delirir de buraya girip Kuran’ını okurken şu minderin üstünde seni boğmak isterse, “Tanrı gelip kurtarır mı seni acaba?” diye sorasım geliyordu.” (Dağcı, 2016: 32.
“ Dışarda yalama ayaz. Araba mı çıkar bu kış kıyamet içinde Kantar’a?” (Dağcı, 2016: 51)
“Bayramlık bir kuzu gibi yürüdüm.” (Dağcı, 2016: 56)
“Başını büküp sorduğun zamanlar da duymazlıktan geliyor, ya da baştan savma bir cevap veriyordum sana.” (Dağcı, 2016: 115)
“ İsmail Bouylu baş-göz işaretiyle eşine çocukları yatıştırmasını emretti…” (Dağcı, 2016: 83)
Türkiye Türkçesinden farklı çekimler:
Türkiye Türkçesinde fiillerin birleşik çekiminde dilek-şart ve istek kipinin şartıyla, emir kipinin hikâye, rivayet ve şart çekimleri yer almamaktadır (Banguoğlu, 1990: 444-445). Aslına bakılacak olursa Türkiye Türkçesinde de kullanımı olan emir kipinin hikâye çekimi, elimizdeki eserde çok açık bir biçimde geçmişe yönelik isteği ifade etmektedir.
–“Tren beni senin olduğun yerlere götürsün istiyordum. Durmasındı istasyonlarda. Yol alsındı hep. Hızlı hızlı kentin yüksek binaları üzerinden bir uzay gemisi gibi geçsindi; dağları, bozkırları, stepleri aşsındı; kısalsındı ikimizi ayıran uzaklıklar. Oysa biliyorum, ulaşılmaz bir yerdesin sen; bizi birbirimizden ayıran sadece uzaklıklar da değil, zaman Anne…” (Dağcı, 2016: 12)
Cengiz Dağcı’nın bu eserinde görülen geçmiş zaman eki ve de- fiilinin geniş zaman ikinci teklik kişi çekimiyle kurulan yapı, görülen geçmiş zamana biraz daha güç vermek, pekiştirmek için kurulmuş izlenimi vermektedir.
–“Kızlar dedim de Ayvasıllı Emine teyze geldi aklıma. Hatırlıyorsun değil mi? Hatırlıyorsun tabii. Kızıltaş’ta her yaz sonu tütünleri kırma, üzümleri devşirme işleri sona erince bizleri ziyarete gelirdi, kızı Saniyesi’yle. Ama nasıl bir fiyakayla! Faytonların en göze batanını kiralardı Yalta faytoncuları arasından, bütün bir gün için. Kira parası üstüne bir sepet dolusu da üzüm verirdi faytoncuya, karşımızda nezaketli davransın, faytondan inmesine yardım etsin diye. Fayton gelip evimizin önünde durduğu zaman kuşlar ötüşmeye başlardı dersin; ağaçlar çiçekler, çimler gülerdi dersin.” (Dağcı, 2016: 15)
–“Onlar faytona binip Yalta’ya gidince garip bir sessizlik çökerdi evimize. Çıt çıkmazdı. Ölüler yatardı dersin odalarda. Sen de konuşmazdın.” (Dağcı, 2016: 16)
Türkiye Türkçesinde farklı anlam ve işlevde kullanılan kelimeler:
Cengiz Dağcı’nın eserinde bazı kelimeler, Türkiye Türkçesinden biraz daha farklı anlamda ve işlevde kullanılmışlardır. Mesela, dost kelimesi, sevgili, yar anlamında kullanılmıştır. Bu kelime bu anlamıyla Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde aşağıda da görüldüğü gibi yer almamıştır. Belki beşinci anlamı bu kullanıma denk gösterilebilir ama Kubbealtı Lügatinde ikinci anlam olarak açıkça verilmiştir.
1. isim Sevilen, güvenilen, yakın arkadaş, gönüldaş, iyi anlaşılan kimse, düşman karşıtı “Ben giderim adım kalır / Dostlar beni hatırlasın” – Âşık Veysel 2. Erkek veya kadının evlilik dışı ilişki kurduğu kimse, zamazingo “Bir dostu vardı, belalı, çapkın bir delikanlı.” – H. R. Gürpınar 3. Sahibine sevgi gösteren hayvan” Köpek insan dostudur.” 4. Bir şeye aşırı ilgi duyan, koruyan kimse “Kitap dostu.” 5. sıfat İyi geçinen, aralarında iyi ilişki bulunan. (http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5bcda69cb18102.71377797)