
Полная версия:
Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı'ya Armağan
Son fırtına ağacı devirdi. Bizler, uçurduğu birkaç yaprak, boşlukta yolunu şaşırmış, ümitsiz ve şaşkın, meçhul bir geleceğe doğru yalpa vurup duruyoruz (Dağcı, 2017: 256).
Analarından ayrı düşmüş olanların, öksüz ve garip kalanların yaraları sağalmaz; acıları dinmez; içlerindeki “ben” de hiçbir zaman susmaz. Ben, yurtlarını kaybedenlere, yad elleri mesken tutanlara, anasız çocuklara sürekli kim olduklarını, analarını, babalarını, kanayan yaralarını hatırlatıp durur:
“Hayatta senin gördüğün her şeyi Regina gerçekten gördü mü?”
Bendi soruyu soran.
Ses etmedim. Ben soruyu tekrarlamadı; yerine, “Sen yaralısın” dedi. Bu kez de benden ses çıkmayınca, “Yarandan ölmen ihtimal; ölmezsen eğer, zamanla yaran onar” dedi ben.
Ben’in sözü düşündürücüydü. Ne ki lafı uzatmaya, özellikle benim yaram üzerine konuşmamıza gereklik duymuyordum. Üstelik benim yaram ayrık bir yaraydı, ve, ben’in bunca yıl içimde ikamet etmesine rağmen, bunu bilmediğine şaşmıyor da değildim.
Ama.
Başka benler nice bilmiyorum. Benim ben inatçı. İnadı taştan kayadan yontulmuş sanki, kanayan yaramı gördü mü musallat kesilir başımın ucunda. Yaram ağrımıyor, derim, aldırmaz; ben bu yarayla elli yıl yaşadım, derim inanmaz. Yaran öldürecek seni der; yakın zamanda yaran olmazsa öleceksin, hem de (Ölümün mutlusu oluyor sanki!) ölümlerin en üzünçlüsüyle öleceksin, der.
…
Yaram söz konusu oldu mu sen gelirsin aklıma, Anne. Sen de yaralıydın. Senin yaran benimkinden farksız yaraydı. Tek fark senin yaran öldürücü bir yara oldu, benim yaramsa, tersine içimdeki ben’le bizim gerçeklerimizi görmeme yardımcı bir yara oldu. İçimdeki ben’le diyorum, çünkü ben, inatçı olduğundan başka, beni yaşatan bir ben (Dağcı, 1997: 93-94).
Cengiz Dağcı’nın içindeki “ben”, onun ve onun gibi bütün yurdunu kaybedenlerin yaralarını sürekli tazeledi ve acılarını artırdı. O, ömrünün son anına / son nefesine kadar Kırım’ın ve Türkistan’ın kurtuluşu, bağımsızlığı ve özgürlüğü için yazdı ve konuştu:
Şimdiye kadar yaşadığım hayatın acılarını unutacağım. Türkistan ve istiklâl uğrunda yaşayacağım; savaşacağım, öleceğim. Bu kutsal gaye şimdiden sonra, hayatımın ufuklarında bir yıldız gibi parlayacak. Yorgunum, ama son nefesime kadar, son damla kanıma kadar… (Dağcı, 2018: 244).
Dağcı, yarası kapanmadan 22 Eylül 2011 tarihinde hayata gözlerini kapadı; onun ruhu da bedeni de 02 Ekim 2011 tarihinde doğduğu topraklarla / Kızıltaş’la buluştu. Ancak onun içindeki ben hiç susmadı; susmuyor; susmayacak…
Onun içindeki ben (eşsiz eserleri sayesinde) konuşmaya; “Yurdunu Kaybeden Adam”lar’ın yaralarını kanatmaya, içlerini acıtmaya; onlara “kimlik”lerini unutturmamaya; “ad”lar’ını, “at”lar’ını, “ata”larını, “yurtlar”ını, “ana”larını ve “ana vatan”larını, hatırlatmaya devam ediyor ve edecek…
Sonuç ve öneriler:
• Bünyelerinde ait oldukları milletlerin ve toplumların karakteristik özelliklerini barındıran değerler onların parmak izleri gibidirler (Şahin, 2018: 383). Cengiz Dağcı’nın eserleri de hem Türk milletine ait değerleri hem de evrensel değerleri bünyelerinde barındırmaktadırlar. Cengiz Dağcı’nın eserlerindeki değerlerin eğitim süreçlerine yansıtılması, eserlerinin konuyla ilgili derslerde okutulması Türkiye ve Türk dünyası için zaruret arz etmektedir. Nitekim Cengiz Dağcı, eserlerinde Kırım’da ve Türkistan coğrafyasında yaşanan acıları, göz ardı edilip unutturulmaya çalışılan tarihî gerçekleri, millî, manevi ve evrensel değerleri sanatı, sanatın dilini ve inceliklerini de en güzel şekilde kullanarak dikkatlere sunmuştur. Dağcı’nın eserlerini değerler eğitimi açısından araştırıp inceleyen eserler yazılmalı; yüksek lisans ve doktora tezleri hazırlanmalıdır.
• Cengiz Dağcı, bir insan ömrüne sığmayacak kadar çileli hayatına rağmen Türk edebiyatının en büyük yazarlarından biri olmayı başarmıştır. O eserlerinde Kırım’ı, Kırım’ın yakın ve uzak tarihini, Türkistan’ı, parçalanıp birbiriyle irtibatı kesilen Türk ellerini tek tek dile getirmiştir.
Onun eserlerinin kabul görmesinde, beğenilip okunmasında eserlerinin konularını oluşturan tarihî gerçeklik kadar kullandığı dilin de rolü büyüktür. Dağcı, eserlerinde bağımsızlığın ve özgürlüğün önemini, yurt ve vatan sevgisini aşılamak ve gelecek kuşaklara taşımak için son derece anlaşılır bir dil kullanmış; (kimi yazarlar gibi) dil vasıtasıyla okuyucusuyla kendi arasına mesafe koymamıştır. Yani o, sanat adına, edebiyat adına hayatın gerçeğini ve dünyanın gözleri önünde sergilenen bir dramı görmezden gelmemiş; üzerine düşeni ziyadesiyle yerine getirmiştir. O, iletmek istediği mesajı öne çıkarmak istediği için Türkçeyi en yalın ve en anlaşılır şekilde kullanmayı tercih etmiştir. Ancak yine de Dağcı’nın eserleri son derece zengin bir söz varlığına ve çeşitliliğine sahiptir. Onun eserlerinde geçen hayatın her alanına ait sözcükler, sözcük grupları, özel adlar, farklı disiplinlere ait terimler, deyimler, kalıplaşmış dil ögeleri… üzerinde ayrı bir araştırma ve inceleme yapmayı gerektirecek niteliktedir. Dağcı’nın eserleri söz varlığı açısından konunun uzmanları tarafından ele alınmalı ve bunların bir sözlüğü oluşturulmalıdır.
• Cengiz Dağcı ata dede topraklarından uzakta yaşamak zorunda kalmasına rağmen eserlerini Türkçe (Türkiye Türkçesiyle) yazmıştır. Onun eserlerinin yalnızca bir kaçının farklı dillere çevrildiği bilinmektedir. Ancak bu yeterli değildir. Dağcı’nın kendisinin de eserlerinin de yaşadığı yıllarda Türkiye’de ve Türk dünyasında hak ettiği değeri yeterince gördüğü de söylenemez. Dağcı’nın eserleri Türk lehçelerine aktarılmalı; yaygın dünya dillerine (Rusça, İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça) çevrilmelidir.
• Cengiz Dağcı ile ilgili bugüne kadar bazı anma programlarının, sempozyumların ve panellerin yapıldığı bilinmektedir. Bunların hepsi de birbirinden anlamlıdır ancak yeterli değildir. UNESCO ile irtibata geçip (Türkiye’deki ve Türk dünyasındaki) ilgili kurum ve kuruluşların (YÖK [üniversiteler, enstitüler, merkezler], Türk Üniversiteler Birliği, Türk Konseyi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu [TDK, TTK, Atatürk Kültür Merkezi], TİKA, TÜRKSOY, Yunus Emre Enstitüsü, TÜBA, Türk Akademisi, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Maarif Vakfı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı) paydaşlığında 2020 yılının Cengiz Dağcı yılı olarak kutlanabilmesi için çalışmalara başlanmalıdır.
• Biz Türk milleti olarak değerlerinin farkında olmayan, değerlerinin kıymetini bilmeyen (veya değerlerinin kıymetini geç anlayan) bir yapıya sahibiz. Yılmaz bir dava adamı olan Cengiz Dağcı’nın değerini de çok bildiğimiz söylenemez. Nitekim pek çok kimse onun eserlerinin kıymetini ve vermek istediği mesajın önemini ölümünden sonra ancak anlayabilmiştir. Dağcı’nın hem adını ve misyonunu yaşatmak hem de ona olan vefa borcunu yerine getirmek için Türkiye’deki ve Türk dünyasının farklı bölgelerindeki bazı eğitim kurumlarına onun adı mutlaka verilmelidir.
• Cengiz Dağcı’nın eserlerinde vermek istediği mesaj iyi anlaşılmalı; başta Kırım olmak üzere bütün esir Türk ellerinin özgürlüğü ve bağımsızlığı için uluslararası alanda mücadele verilmelidir. Bu bağlamda bütün Türk boy ve toplulukları Kırım Tatarları olmadan Kırım’ın; Azerbaycan Türkleri olmadan Karabağ’ın; Ahıska Türkleri olmadan Ahıska’nın; Uygurlar olmadan da Doğu Türkistan’ın viran olacağını / harabeye döneceğini unutmamalıdırlar (Gökdağ, 2015: 659).
• Türk boy ve topluluklarının tekrar aynı acıları yaşamamaları; birbirlerinin yaşadıklarına kayıtsız kalmamaları; yaşadıkları veya yaşamak zorunda kaldıkları yerlerde farklı sebeplerle asimile olmaları; dillerini, dinleri, etnik ve kültürel kimliklerini kaybetmemeleri için kısacası Türk dünyasının birliği, bütünlüğü, mutluluğu, huzuru ve başarısı için ortak akıl ortak davranışa dönüştürmeli; “Türk Dünyası Vatandaşlığı Projesi” (Alyılmaz; 2015: 69-76; Alyılmaz, 2015: 77-85) hayata geçirilmeli; en azından Gaspıralı İsmail Bey’in gösterdiği hedef doğrultusunda “Dilde, fikirde ve işte birlik” sağlanmalıdır.
KAYNAKÇA
AKÇORAKLI, O- OTAR, I (1996) Kırım’da Tatar Damgaları, Haz. Ü. SEL., Ankara.
ALYILMAZ, C. (2005) Orhun Yazıtlarının Bugünkü Durumu, Ankara.
ALYILMAZ, C. (2010) “Türk Kültürünün Oluşumunda Damgaların Rolü”, Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurultayı Bildirileri, C III, Ankara, s. 81-87.
ALYILMAZ, C. (2010) “Kipchak Marker in Qobustan” Kırgız Respublikasının Uluttuk İlimder Akademiyasının Kabarları İzvestiya Natsional’noy Akademii Nauk Kırgızskoy Respubliki, 2010/2, Bişkek, s. 117-124.
ALYILMAZ, C. (2015) “Türk Dünyası Vatandaşlığına Doğru” Uluslararası TEKE (Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim) Dergisi International Journal of Turkish Literature Culture Education, http://www.tekedergisi.com/ Volume 4/1, 2015, s. 69-76.
ALYILMAZ, C. (2016) “Gobu”stan’ın Gizemi (“Kıpçaklar”a Giden Yol), Ankara.
ALYILMAZ, S. (2003) Borçalılı Bilim Adamı, Eğitimci, Şair Valeh Hacılar Hayatı – Sanatı – Şiirleri, Ankara.
ALYILMAZ, S. (2015) “Türk Dünyası Vatandaşlığı Projesi” Uluslararası TEKE (Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim) Dergisi International Journal of Turkish Literature Culture Education, http://www.tekedergisi.com/ Volume 4/1, 2015, s. 77-85.
DAĞCI, C. (1997) Ben ve İçimdeki Ben (Yansılar’dan Kalanlar) 5., İstanbul.
DAĞCI, C. (2017) Yurdunu Kaybeden Adam, İstanbul.
DAĞCI, C. (2017) O Topraklar Bizimdi, İstanbul.
DAĞCI, C. (2018) Korkunç Yıllar, İstanbul.
DEVLET, N. (2011) “Cengiz Dağcı’nın Yetiştiği Çevre ve 20. Yüzyılda Kırım Tatarları”, Bellek – İnsan – Eser, Haz. E. Kefeli- N. Sarıahmetoğlu, İstanbul, s. 17-32.
FİSHER, A. (2009) Kırım Tatarları, Çev. E. B. Özbilen, İstanbul.
GOWING, T. (2005) Kırım Savaşı, Çev. G. Demir, Ankara.
GÖKDAĞ, B. A. (2015) “Ahıska Türk Edebiyatında Vatan”, Türklerin Dünyası Dil – Kimlik – Siyaset, İstanbul, S. 655-664.
İNALCIK, H. (2004) Doğu Avrupa’da Egemenlik Mücadelesi. 1552 ve Sonrası: Kazan’ın İşgali ve Türk Toplulukları Bilgi Şöleni Bildirileri, Haz. B. Tezcan Aksu- A. Koçak- A. Ekmekçi, Ankara, s. 9-13.
KARATAY, Z. (2017) “Cengiz Dağcı ile Kesişen Hayat Yolculuğum” Vatanı Dilinde Cengiz Dağcı, Haz. İ. Şahin- S. Çonoğlu, İstanbul, s. 214-224
KEFELİ, E. (2017) “Cengiz Dağcı’nın Okumaları: Yansılar’dan Yansıyanlar”, Vatanı Dilinde Cengiz Dağcı, Haz. İ. Şahin- S. Çonoğlu, İstanbul, s. 225-237.
KIRIMLI, H. (1996) Kırım Tatarlarında Millî Kimlik ve Millî Hareketler (1905-1916), Ankara.
KLYAŞTORNIY, S. G. (2018) Kadim Asya’nın Bozkır İmparatorlukları. Çev. A. Havuşi, İstanbul.
KOCAKAPLAN, İ. (2012) Kırım’ın Ebedî Sesi Cengiz Dağcı. İstanbul.
MERT, O. – YAKAR, M. (2012) “Valeh Hacılar’ın “Qıpçaq Çölü” Adlı Şiirinin Kültürel Ögeler Açısından Değerlendirilmesi”, Professor Valeh Hacıların Xe-tiresine Hesr Olunmuş Qafqaz Xalqlarının Folkloru ve Lingvokulturologiyası Mövzusunda Beynelxalq Elmi Simpoziumun Materialları, 18-21 Nisan 2012 Tiflis, s. 336-343.
ORHANOĞLU, H. (2017) “Yurdunu Arayan Adam’da Anlatmanın Gerçeklik Kaygısı” Vatanı Dilinde Cengiz Dağcı, Haz. İ. Şahin- S. Çonoğlu, İstanbul, s. 41-57
ÖZCAN, K. (2005) “II. Dünya Savaşı Sırasında Kırım Türklerinin Almanlarla İlişkileri Meselesi Üzerine”, Karadeniz Araştırmaları, C 1, S 3, Çorum, s.65-78.
ÖZCAN, K. (2005) “Kırım Hanlığının Kuruluş Süreci: Yarımadada Tatar Hâkimiyetinin Tesisi”, Karadeniz Araştırmaları, C 2, S 5, Çorum, s. 26-36.
SAYDAM, A. (1997) Kırım ve Kafkas Göçleri (1856-1876), Ankara.
ŞAHİN, H. (2018) Yahya Kemal Beyatlı’nın Eserlerindeki Değerler ve Bu Değerlere Yönelik Türkçe Öğretmeni Adaylarının Görüşlerinin İncelenmesi, Atatürk Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Erzurum.
ŞAHİN, İ. (1996) Cengiz Dağcı’nın Hayatı ve Eserleri, Ankara.
ŞAHİN, İ. (1996) “Cengiz Dağcı’nın Eserlerinde Neden / Nedensizlik Dili”, Bellek İnsan – Eser, Haz. E. Kefeli- N. Sarıahmetoğlu, İstanbul, s. 137-157.
ŞİROKORAD, A. B. (2009) Rusların Gözünden 240 Yıl Kıran Kırana Osmanlı Rus Savaşları Kırım – Balkanlar – 93 Harbi ve Sarıkamış, İstanbul.
VALEHOĞLU, F. (2008) “Gırım Savaşı ve Garapapaglar”, Garapapaglar, S 1/9, Tiflis, s. 57-58.
Onlar da İnsandı’da Toplumsal Güven Yitimi
Fırat Ender Koçyiğit12
GİRİŞ – TOPLUMSAL GÜVEN
“Güven”, Türk Dil Kurumunca “Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat” olarak tanımlanmıştır. Güven duygusu, diğer insanlara ne kadar inanıp ne kadar şüphe duyacağı, bir insanın karakterini oluşturan ögelerden biridir. Bunun yanında güven, bireylerin birbirlerine bağlanıp bir toplum oluşturmasının da anahtarıdır. Alman sosyolojisinin kurucularından Georg Simmel, güven kavramını “toplumu bir araya getiren en önemli kuvvetlerden biri” olarak tanımlar (Möllering, 2001: 318). İnsanların birbirine ne kadar güvendikleri, bir toplumun gelişmişliğini etkileyen en önemli etkenlerden biridir. Toplumsal güvenin toplumun refahına etkisi güvenlik, ekonomi ve siyaset olmak üzere üç yönde incelenebilir.
Türkçede toplum yasalarının aksamadan yürümesi, kişilerin korkusuzca yaşaması anlamına gelen “güvenlik” kavramı “güven” sözcüğünden türetilmiştir. Yapılan çeşitli saha araştırmaları sonucunda, toplumsal güvenliği zedeleyen adlî suçlar ve yolsuzluklarla toplumsal güven seviyesi arasında bir korelasyonun olduğu saptanmıştır. ABD’nin sosyal açıdan farklılık gösteren kırk farklı bölgesinde yapılan araştırmaya göre başta cinayet olmak üzere şiddete dayalı suçlar, toplumsal güvenin düşük olduğu bölgelerde daha fazla işlenmektedir. Üstelik düşük toplumsal güven yalnızca suç oranının yüksekliğinin bir sonucu değil, aynı zamanda sebebi olmaktadır. (Messner, Rosenfeld, & Baumer, 2004)including violent crime. However, systematic empirical evaluations of the links between the multiple dimensions of social capital and violence are limited by the lack of adequate measures. Using data from the Social Capital Benchmark Survey, the authors model the relationships between several dimensions of social capital and homicide rates for 40 U.S. geographic areas. Their findings show that many forms of social capital highlighted in the literature as having beneficial consequences for communities are not related to homicide rates. Two dimensions of social capital, social trust and social activism, do exhibit significant associations with homicide rates, net of other influences. However, in the latter case, the relationship is positive, and in both cases, simultaneous equation models suggest that these dimensions of social capital are consequences as well as causes of homicide. The results underscore the importance of examining the different dimensions of social capital and assessing their reciprocal relationships with homicide and other social outcomes.”,”DOI”:”10.117 7/000312240406900607”,”ISSN”:”0003-1224”,”journalAbbreviation”:”Am Sociol Rev”,”language”:”en”,”author”:[{“family”:”Messner”,”given”:”Steven F.”},{“family”:”Rosenfeld”,”given”:”Richard”},{“family”:”Baumer”,”given”:”Eric P.”}],”issued”:{“date-parts”:[[“2004”,12,1]]}}}],”schema”:”https:// github.com/citation-style-language/schema/raw/master/csl-citation.json”} Ulusal bazlı çalışmalarda ise vatandaşların birbirlerine güvendiği ülkelerde suç oranı ve yolsuzluğun daha düşük olduğu ortaya konmuştur.(NW, Washington, & Inquiries, 2008)

(http://www.pewglobal.org/2008/04/15/where-trust-is-high-crime-and-corruption-are-low/ Erişim: 10 Haziran 2018)
Toplumu oluşturan bireylerin genel olarak toplumun diğer bireylerine güvenmesi, toplumsal güven, o toplum içindeki güvenlik ortamı kadar toplumun ekonomik gelişmişliğini de etkiler. Bireylerin birbirine güvendikleri toplumlar işbirliğine daha yatkın olup daha yüksek ekonomik gelişmişliğe ve daha az yolsuzluğa sahip olurlar.(Özcan & Bjørnskov, 2011) Yüksek toplumsal güven, özellikle günümüz dünyasında büyük önem arz eden büyük çaplı şirketlerin başarısı ve kalıcılığı için önemlidir. Yalnızca akrabalık esasına dayanan eski tip küçük işletmelerin yerini farklı branşlarda binlerce kişiyi istihdam eden devasa kuruluşların alması, toplumsal güvenin yüksek olduğu ülkelerin ekonomik açıdan diğer ülkelere üstünlük sağlamasına neden olmuştur. Toplumsal güvenin görece düşük olduğu Fransa ve Güney Kore gibi ülkelerde büyük çaplı işletmelerin ortaya çıkışı ancak devletin teşviki ve desteğiyle mümkün olabilmiştir.(Govier, 1997: 132)
Toplumsal güvenin yüksekliği, bireylerin kendi aralarındaki ilişkiyi düzenlemesi için dış bir güce olan ihtiyaçlarını da azaltır. Thomas Hobbes gibi realist politikbilimcilere göre devletin varlığının en temel sebebi insanların doğal durumlarında birbirlerinin aleyhine çalışmaya meyilli olmasıdır (Hobbes (Yazar) & Tuck (Editör), 1996: 86 – 90). Hobbes’un “İnsan insanın kurdudur” diyerek özetlediği bu teoriye göre bireyler, doğal anarşi ortamından kurtulmak için güvenlik karşılığında özgürlüklerinin bir kısmını bir otoriteye devrederler, böylece devlet kavramı ortaya çıkar. Yirminci yüzyılda ortaya çıkan totaliter rejimlerde toplumsal güvenliği tehdit eden unsurlar devlet tarafından bilinçli olarak çarpıtılmış, abartılmış; vatandaşların birbirleri arasındaki güven duygusu yok edilerek bir paranoya ortamı oluşturulmuş ve böylelikle oluşan boşluk devlet otoritesi tarafından doldurulmuştur.
Onlar da İnsandı’daki Yüksek Güvenli ToplumKırım Türklerinin edebiyat sahasında yetiştirdiği en büyük isimlerden biri olan Cengiz Dağcı’nın 1958 yılında yayımlanan romanı Onlar da İnsandı, Kırım’da bir Türk köyü olan Kızıltaş ahalisinin yaşantısının sosyalist rejim altında yaşadığı değişimi konu edinir. Romanda olayların geçtiği yıllar belirtilmemiştir fakat yaşanan deprem felaketini, teknik gelişmişlik düzeyi, siyasî gelişmeleri göz önüne alınarak romanın 1920’li yılların ikinci yarısında geçtiği söylenebilir. Bu dönem, elden çıkan bazı bölgeler haricinde eski Çarlık Rusya’sı coğrafyasında SSCB hükümetinin egemenliğini sağlamlaştırdığı; ekonomik ve sosyal kurumlarıyla sosyalist nizamın bütün toplumda egemen olması yolunda çalışmalara başladığı dönemdir. Romanın başında sosyalist terminolojiyi ancak gazete gören, bu kavramlara masalsı anlamlar yükleyen Kızıltaşlılar, romanın sonunda köylerinin SSCB’ye tam manasıyla dâhil oluşuna şahit olacaklardır. Bu hâlde Onlar da İnsandı bir “sovyetleşme öyküsü” olarak tanımlanabilir.
Romanın başında ve sonunda iki ayrı toplum yer alır. İlk sayfalardaki Kızıltaş toplumu, birbirini tanıyan, birbirine güvenen, her konuda yardımlaşan insanlardan mürekkeptir. Bu toplumun ayırt edici özellikleri bütün bireylerinin aynı etnik kökene, aynı inanca, benzer ekonomik koşullara sahip olmaları ve kimsenin hatırlayamadığı kadar eski zamanlardan beri birlikte yaşamalarıdır. Hikâyenin ilerlemesiyle birlikte bu birlik önce bireysel olarak hareket eden Rus mültecilerle, daha sonra devlet müdahalesiyle bozulur. Romanın finalinde ise Sovyet hükümetince iskân edilen Ruslar ve toplumun öne çıkan bireylerinin ortadan kaldırılmasıyla Kızıltaş köyü, kendi kimliğini tamamen yitirir.
Romanda Kızıltaş köyünün yüksek toplumsal güveni, üç açıdan da kendini gösterir. Öncelikli olarak Kızıltaş Köyü, can ve mal güvenliğinin bir otoriteye ihtiyaç duyulmadan sağlanabildiği bir yerdir. Köyde devlete bağlı jandarma gibi bir kolluk gücüne rastlanmaz, hatta bunun bahsi bile geçmez. Köylüler birbirlerine karşı hukukî yollara başvurmazlar, sorunlar arabuluculukla ve karşılıklı tavizlerle çözülür. Güven ortamı o seviyeye gelmiştir ki köylüler kendi güvenliklerini sağlamak amacıyla basit önlemlere bile gerek duymazlar; çoğu köyün aksine Kızıltaş’ta bireysel silahlanma yaygın değildir, köylüler güvenlik amacıyla köpek beslemezler hatta evlerinin ve ahırlarının kapılarını kilitlemezler.
Kızıltaş’taki toplumsal güven, ekonomik açıdan Fukuyama’nın deyimiyle sosyal kapitale dönüşmüştür. (Fukuyama, 1997) Köylüler, üretim zamanlarında birbirlerine yardım ederler. Alışverişlerinde birbirlerini tercih ederler. Bekir’in ineği Macit’i dölletmek için kendi köyünden bir boğa bulmak yerine Rum köyüne gitmesi, roman boyunca onun için büyük bir pişmanlık kaynağı olur. Romanın ilerleyen bölümlerinde Bekir bir ata ihtiyaç duyduğunda Çilingir ona kendi atını karşılıksız olarak verir. (Dağcı, 2018, s.364) Bu yardımlaşma ve güven ortamı, köylülerin endüstrileşme öncesi tarım toplumlarında sıkça yaşanan kuraklık, yağış fazlası gibi üretimi baltalayacak olumsuz doğa olaylarını daha az hasarla atlatmasını sağlamakta; böylece köylüler, zararlarını hızla telafi ederek üretimde geri kalmamaktadır. Yüksek güven, köylülerin herhangi bir finans kurumuna başvurmadan gerekli maddî sermayeyi edinmelerini, böylece ağır borç yükü altına girmemelerini sağlar. Gerek zararın telafi edilmesinde gerekse de yeni kaynakların bulunmasında Kızıltaş köyü, düşük toplumsal güvene sahip herhangi bir köyden çok daha avantajlıdır.
İdarî örgütlenme açısından da Kızıltaş, ideal bir yüksek güven toplumunun özelliklerini yansıtmaktadır. Romanda Kızıltaş’ta feodal bir yapıdan söz edilmez. Ağalık yahut senyörlük nizamının somut bir kalıntısına rastlayamayız. Bu açılardan köydeki yaşantı anarko-komünist ütopyalara benzese de Kızıltaşlılarda üretim araçlarında ve özel araçlarda bireysel mülkiyet anlayışı vardır. Üstelik köyde taassup boyutuna ulaşmamasına rağmen bireylerin ahlakî kararlarını etkileyen bir dinî inanç sistemi (İslam) ve güçlü bir aile yapısı mevcuttur. Bu iki unsur; aile kurumu ve dinî inanış, köydeki yüksek güven ortamının başlıca yapıtaşlarındandır. Bu durum, gelenekçilik ve ortak değerler üzerindeki uzlaşıyla da desteklenmektedir. Şu hâliyle köy, herhangi bir hizmetin sağlanması için bir devlet otoritesine ihtiyaç duymayan otonom bir toplumsal birimdir.
Toplumsal Güvenin KaybıRoman, Kızıltaş köyünün konu edinilen yüksek güven ortamının bazı yabancı unsurların devreye girişiyle kademeli olarak yok oluşunu anlatır. Köylülerin Karl Marx’ı andırdığı için “Kala Mala” lakabını taktıkları Rus gezgin ve oğlu İvan’ın köye gelişi ile birlikte kadim düzenin bozuluşuna dair bazı emareler belirir. Bunlardan ilki, köye gelen yabancılara bakmak isteyen bir çocuğun damdan düşmesidir. Bu olayda Kala Mala ve İvan’ın sorumluluğu olmasa da ileride yaşanacaklar hakkında bir ipucu olur.
Kala Mala ve İvan, köydeki yüksek güven ortamından faydalanırlar. Bekir’in bu insanlara kalacak yer ve iş vermesi, ancak onun yetiştiği yüksek güven ortamında edindiği değerlerle mümkün olmuştur. Kala Mala ve İvan bu durumu erdemli bir davranış olarak görüp köyün değerlerini benimseme yoluna gitmezler. Aksine; çok farklı bir sosyal ortamdan gelen; etnik, dinî ve kültürel bakımdan Kızıltaşlılardan ayrılan bu ikili, Bekir’in kendilerine güvenini zayıflık olarak görür. Köydeki yüksek toplumsal güven ortamı en temel güvenlik önlemlerinin bile alınmamasına neden olmuş; böylelikle etik kaygıları olmayan hatta sosyopatik karakterdeki bu ikilinin kötücül eylemlerini rahatlıkla gerçekleştirebilmesinin önü açılmıştır. Öyleyse köydeki yüksek toplumsal güven ortamının, kendi yokoluşunun tohumlarını taşıdığı söylenebilir; zira başka insanlara kayıtsız bir biçimde güvenmek ancak bu insanlar da aynı toplumun parçası olduğu, aynı değerleri taşıdığı müddetçe mümkündür. Kala Mala ve İvan gibi yabancılar, toplumun değerlerinden uzak fırsatçılardır.
Yabancıların köydeki huzuru bozması ilkin mal güvenliğinin kaybolmasıyla başlar. Kala Mala, tecrübeli bir hırsızdır. Başlarda tam anlaşılamayan hırsızlıklar yol inşaatı gibi nedenlerle köye daha fazla yabancının gelmesiyle ayyuka çıkar. Köylüler kümeslerini kilitlemek, köpek beslemek gibi önlemler alırlar. Irz güvenliğinin bozulması ise ikinci büyük darbe olur. Bekir’in güvenerek evine aldığı ve her türlü kolaylığı sağladığı İvan, Bekir’in kızı Ayşe’ye tecavüz etmeye yeltenir. Son olaraksa köydeki can güvenliği yok olur. İvan, Ayşe’nin kocası Remzi’yi kaza süsü vererek öldürür.
Kala Mala ve İvan, yalnızca kendi davranışlarıyla köyün huzurunu bozmakla kalmazlar. Tıpkı bir avın yerini sürünün diğer üyeleriyle paylaşan yırtıcı hayvanlar gibi, İvan da köyün zenginliğini başka Ruslarla paylaşır. Köy, Rusların çoğunlukta olduğu, Rusların devletine bağlı, Rus karakteristiğinde bir yerleşim birimine dönüşür. Köyü güvenli ve zengin kalan bütün unsurlar yok olur. Bu açıdan roman, örtük bir istila romanıdır. Yabancılar gelir, sayısal çoğunluğu ele geçirir, yönetimi değiştirir, kendi değerlerini hâkim kılar ve son olarak toprağın asıl sahiplerini elimine ederler.