Читать книгу Mesail-i Muğlaka (Ахмет Мидхат) онлайн бесплатно на Bookz (3-ая страница книги)
bannerbanner
Mesail-i Muğlaka
Mesail-i Muğlaka
Оценить:
Mesail-i Muğlaka

3

Полная версия:

Mesail-i Muğlaka

Bu adam Concorde Köprüsü’ne doğru ilerleye ilerleye tam Orsay rıhtımına ve parlamento dairesi önüne geldiği zaman yirmi adım kadar ön tarafında iki adam gördü. Ama bunları hayal meyal görüyordu. Bunların birisinin kadın ve diğerinin de erkek olduğu fark edilebildiği gibi yine fark edilebilecek kadar belli olan hareketlerine nazaran, aralarındaki muamelenin hiç de uygun olmadığı anlaşılıyordu. Erkek kadına hücumlar etmeye davranıyor; kadın ise erkeğin hücumundan kaçmak ve kurtulmak için farklı hareketler yapıp ondan kurtulmak istiyordu. Herif bazen el uzatmaya yol buldukça kadın herifin koluna bir yumruk indiriyordu. Bunun üzerine herif öncekinden daha şiddetli bir hareketle kadına tekrar saldırıyor idiyse de elinin ona isabet edeceği sırada kadın ani bir hareket gösterince erkeğin vuruşu boşa gidiyordu. Mesafe yirmi adımdan ibaret olmakla beraber, kar tipisinden dolayı sesleri yeterince anlaşılmıyordu. Bu çarpışmaları, boğuşmaları âdeta bir pandomima oyununu anımsatıyordu. Öyle ya! Pandomima nedir? Bir taklit! Bu ise bir gerçek! İşte apaçık görülüyor ki bu bir muharebedir. Erkek tarafından taarruzu kadın tarafından ise müdafaayı gösteren bir muharebe, bir savaş!

Bir bakıma göre eğlenceli bir manzara. Bir bakıma göre de can sıkacak bir hâl! İnsandaki kahramanlık doğuştan verilen bir kabiliyettir. Velev ki vücudun zaafından o kahramanlığı göstermemiş olsun. Her zaman bilfiil gösteremese de kuvveti nispetinde zaman zaman gösterir. Mutlaka gönlünün himmeti haklı tarafa meyleder. Haksızlık aleyhine gönlünde bir nefret ve bir gazap bulur. Gerçi şu tarif ettiğimiz manzarada haklı haksız kim olduğu anlaşılamıyordu ama hangisinin zayıf hangisinin kuvvetli olduğu görülüyor ve anlaşılıyordu ya. İnsanın meylettiği kahramanlık ise mutlaka zayıf ve aciz tarafa sevk eder. İki kişinin tavla oynadığını temaşa ettiğiniz zaman gönlünüzden ne gibi hisler geçtiğini tecrübe etmişsinizdir. Hangi tarafın oyunu fena gider de mağlubiyet yüz göstermeye başlar ise gönlünüzün himmeti o tarafa akar. Attığı zarların muvafık gelmesi için gönlünüzde birçok temenniler hasıl olur. Elindeki vuruk pulu galip düşmanın açık pulu üzerine konabilmesi için “Aman bir çihar!” diye temenninizi açığa vurursunuz. Attığı zar üzerine oynanacak en muvafık oyunu bulamayarak hayrete düçar olduğu zaman biçareye oyunlar ihtar edip onu uyarırsınız. Çünkü mağluptur. Bir de biraz sonra o mağlubun oyunu düzelerek evvelki galip taraf mağlup olmaya başlar başlamaz sizin himmetinizde dahi bir değişme vukua gelir. Galip tarafın mağlubiyeti arttıkça gönlünüzdeki değişiklik de artarak nihayet evvelce hasmına ettiğiniz himmet ve gayreti, şimdi de buna etmeye başlarsınız. Bu hâl sizin için tabiidir. Çünkü yaradılışınızda size verilen kahramanlığın gereğidir.

Kadın ile erkeğin savaşını uzaktan, ama unutmayalım, topu topu yirmi adım uzaktan gören muşambalı yolcu dahi kadın tarafına, aciz ve zayıf ve mağlubiyete namzet olan kadın tarafına deruni bir meyil hissetti. Bir aralık, “Acaba belediye çavuşu, polis, jandarma gibi bir şey yok mu ki imdada yetişsin?” diye etrafına baktı ise de böyle berbat bir havada kurdun, kuşun bir sığınak yeri aradığı bir zamanda ortada polis molis bulunur mu? Kimden korkacaklar ki vazifeleri başından ayrılmaya mecburiyet hissetsinler? Bu havada müfettişler gezebilirler mi ki asayişe memur olanların işleri başında bulunup bulunmadıklarını teftiş eylesinler? Küçük memurlar gibi onların da her biri bir kahvehaneye, bir meyhaneye sığınmışlar! Bundan dolayı onları sorguya çekmek de beyhudedir. Çünkü cevapları hazırdır. “Biz sokakların değil o sokaklardan gelip geçecek olan ahalinin emniyet ve asayişini muhafazaya memuruz. Bu havada ise bütün ahali şu muhafazalı yerlere sığınmışlar. Biz de muhafaza, emniyet ve asayişten ibaret olan vazifemizi işte buralarda ifa ediyoruz.” diyorlar. Bu haklı ve makbul söze karşı burhanınız var mı? Öyle bir hava ki hırlısı da hırsızı da kahvehane ve meyhanelerde!

***

Bizim muşambalı yolcu bir zabıta memuru görebilmek için etrafına bakındığı zaman, yukarıdaki fıkranın son satırlarında yazdığımız mülahazayı bütünüyle zihninden geçirdi. Hem bu mülahazaları zihninden geçiriyor hem de adımlarını evvelki usul ve ahenk üzerine atmaya devam ediyordu. Yirmi kadar adım kaç saniye zarfında atılabilirse o kadar saniyeden sonra da bizim yolcu kavga eden kadın ve erkeğin yanına vardı. Kadının evsafı “Madam de Rose Bouton” bölümündeki dikişçi Rosette için yazdığımız satırlara tam tamına muvafık idi. Çünkü o kadın Rosette idi. Erkek de yine çapsızlıkta, çelimsizlikte Rosette’in benzeri bir şeydi. Paris fakiri malum ya! Etsiz, kansız bir çocuk iken büyümüş, bıyıklanmış cılız bir şey ama ateş! Saf sinir! Gözleri zaten afacan iken bir de kavganın artırdığı şiddet üzerine ateş gibi parlamakta!

Rosette muşambalı yolcunun varışını manevi bir imdat yetişmiş gibi telakki etti. Bütün tavrıyla sıkışmış bir vaziyet alarak:

“Kurtarınız efendi! Beni bu ham vahşiye karşı müdafaa ediniz!” dedi ve şimdi iş başka bir hâl aldı. Bir dakika evvel bu aciz kadın lehinde yardım etmek insanlığın gereği iken şimdi onu müdafaa bir kahramanlık vazifesi hâline geldi. Çünkü yardım istedi. Bir kadının yardım arzusu bu! Reddedilebilir mi? Herhâlde muşambalı yolcu birdenbire durarak bir askere emir veren bir zabit tavrıyla herife:

“Çekil oradan mösyö!” emrini verdi. Zaten hiddetli bulunan adamı bir de kendi aleyhinde hiddetlendirmek için müdahalenin bundan ziyadesine ihtiyaç var mı? Çirkin ve alaycı bir tavırla yolcuya doğru yaklaştı. Yolcu zannetti ki kendisine bir meram anlatacaktır. O ise sokuldu, sokuldu da Paris çapkınlarının davranışlarından olmak üzere sağ bacağını ani bir hareketle yolcunun ta sol omzuna kadar kaldırarak bir tekme tokadı attı. Ama o kadar seri bir hareketle yaptı ki, sakınmak için yolcuya hiç zaman bırakmadı. Yolcu yere yuvarlandı. Bu anda Rosette yolcunun kulağını yaralamış oldu. O da olanca çevikliğini, çabukluğunu toplayarak yerinden kalkmasıyla beraber Fransız’a öyle bir şamar attı ki görseydiniz bu şamarı ne Fransız şamarına ne İngiliz boksuna ve hiçbir şeye benzetemezdiniz. Bu olsa olsa Türk tokadına teşbih olunabilirdi. Zira kamçı çatlaması kabilinden bir çatlayışı müteakip onu yiyen herif bir ökçesi üzerinde soldan sağa doğru bir devir kadar döndü de, güya ruhsuz bir kalıpmış gibi yere serildi.

Bu mücadele bizim muşambalı yolcunun evvelki hâlini değiştirmişti. Yağmurluğun bir kısmı başından çıktıktan hariç kendisini toplayıp da, düştüğü yerden kalktığı zaman bir ayağı ile eteğine basmış olduğundan bir kolu hizasından aşağı doğru muşamba da yırtılmıştı. O zaman görüldü ki bu zat orta boylu, yirmi beş, yirmi altı yaşlarında, değirmi yüzlü, iri kaşlı, gür bıyıklı, aslan tavırlı bir delikanlıdır. Şu vaka kendisini “gazaba” sürükleyecek bir surette hiddetlendirmemişti de… Nispeten iyi bir tavır ile Rosette’e:

“Haydi matmazel işinize gidiniz! O artık sizi takip edemez. Ben buradayım.” demişti. Rosette oradan ayrılmamak için bir şeyler söyleyerek delikanlıyı iknaya çalışıyor idiyse de, delikanlı kızın sözlerine ehemmiyet bile vermiyordu. O mağlup hasmına dönerek onu izlemekle meşguldü. Gerçi yere yuvarlanmış bulunmasından istifade aramıyor ve kuzgun leşe konar gibi üzerine çullanarak bir güzel tepelemiyor ise de, gözleri hasmının gözleri içine öyle etkileyici bir nazarla odaklanmış ki, eğer bu manzarayı görseydiniz en iyi cinsten bir zağar av köpeğinin bir kekliği ağına düşürmüş olmasına benzetirdiniz. Keklik kımıldanır kımıldanmaz saldırmaya zağar köpek nasıl hazır ve müheyya ise delikanlı da hasmı kımıldanır kımıldanmaz üstüne atılmak için tamamıyla hazır bir vaziyette bulunuyordu.

Delikanlının bu vaziyetini biraz zaman sonra gözlerini açan mağlup hasmı dahi görünce mübarezede devama cesaret bulamadı. Yattığı yerden:

“Tanıdım Abdullah! Seni tanıdım. Sen de beni sonra tanırsın. Hesabımızı dostlar vasıtasıyla hallederiz!” deyip kalktı ve acaba Abdullah tekrar saldıracak mı, diye biraz durup bekledi ise de Abdullah saldırmayınca Concorde Köprüsü’ne doğru yürümeye başladı. Bir gidiyor, beş ardına bakıyordu. Anlaşılıyordu ki Abdullah’ın takibinden korkuyordu. Fakat Abdullah’ın takip hevesinde olmadığını görünce diş gıcırdatmak nevinden bir tavırla:

“Sen de beni sonra tanırsın. Hesabımızı dostlar vasıtasıyla görürüz.”

Tehdidini tekrarladı. Lakin tipi, bu sözlerin Abdullah’a kadar ulaşmasını men eyliyordu.

Fransız, Abdullah’ı tanımıştı ama Abdullah Fransız’ı tanıyamamıştı. Hatta kim olabileceğini merak ederek bir hayli de düşündü, ama yine çıkaramadı. Yalnız başındaki kadife bereden tıbbiye öğrencisi olduğunu anladı. İlk verdiği emir üzerine Abdullah kurtardığı kızın oradan gitmiş zannında iken bir de kızın tarafına döndüğünde Rosette’i orada görünce şu mağlup hasmın kim olduğunu ondan öğrenebileceği tahminiyle bayağı memnun olmuştu. Fakat bu memnuniyeti neticesiz kalmıştı. Zira:

“Bu terbiyesiz herif kimdi matmazel?” diye sorduğu suale, “Bilmem efendi! Sizi ne kadar tanıyorsam onu da o kadar tanıyorum!” cevabından başka izahat alamadı. Vakıa Rosette:

“Pazar olmakla beraber mağazada şimdiye kadar çalıştık. Pazar olduğu için erkence çıkmaya izin verdiler. Quartier Latin (Öğrenci Mahallesi) tarafındaki ikametgâhıma gidiyordum. O da o taraftan geliyordu. Burada yolumu kesti. İlk kelimesi bana ilanıaşk etmek oldu. Derhâl beni o akşam yemek için Dîner’e davet etti. “Senin anladığın kızlardan değilim mösyö!” dedim ise de “Tamam işte benim anladığım kızlardan olmadığın için seni davet ediyorum ya! Benim anladığım kızlardan olsaydın hiç de davet etmezdim. Benim anladığım kızlardan bende çok, ne kadar istersen!” diye saldırmaya başladı. Mutlaka bir buse almak hem de hesaplı olarak almak istiyordu. “Ne kadar yalvardım ise de faydası olmadı. Hücumlarında gittikçe şiddetini artırıyordu. Allah sizi imdada yetiştirdi…” diye hâlini hikâye ediyor idiyse de Abdullah’ın istediği izahat bunlar değildi. Kıza:

“Pekâlâ matmazel! Artık emniyetle ikametgâhınıza gidebilirsiniz. İşte o nehrin öte tarafına geçiyor. Beri tarafa doğru yolunuzda bir mâni yoktur.” demesiyle Rosette:

“Teşekkür ederim efendim! Bu iyiliğinizi ömrümün sonuna kadar unutmayacağım!” diye hem lisanıyla, hem gözleriyle, hem hâliyle, tavrıyla teşekkürler ederek Quartier Latin’e doğru yürüdü gitti. Birkaç saniye sonra gözden kayboldu. Zira kız her adımı attıkça lapa lapa yağan kar, kızın arkasından bir beyaz perde indiriyor hükmünü göstermekteydi.

Büyük bir minnetle teşekkür etmekle birlikte Rosette’in gönlünde Abdullah için mühim bir yer açılmış olduğuna hiç şüphe etmemelidir. Kadın nevi zaten pek ziyade kudret-i takdire malik olur. Hele böyle bütünüyle hasbi bir yolda kendi kadınlık şanını müdafaa ve muhafaza için epeyce bir fedakârlığı göze aldıran kahraman hakkında tamamıyla duygusuz kalmak hiçbir kadının şanı değildir. Fakat Abdullah’ın gönlünde kız için hiçbir yer peyda olmadığını hususen ihtara lüzum görürüz. Diyebiliriz ki Abdullah, Rosette’in gençliğine bile dikkat etmedi. Zaten hava böyle şeylere dikkat için müsait bir hava olmadığı gibi hâl ve mahal de buna müsait değildir. Delikanlı, müdafaasız bir aciz kadını kuvvetli bir saldırgana karşı mertçe bir müdafaa gayretinde bulunmuştur. Gerçi erkekler, bahusus genç adamlar tarafından, bu yolda yardım ve hürmet görmeye genç ve güzel kadınların çirkin veya ihtiyarlardan ziyade haklı görülmeleri hemen umumi bir şey ise de bugünkü hâl böyle değildi. Şu anda Abdullah’ın gönlünde başına tıbbiye öğrencisinin beresini giymiş olan mağlup düşmanı ve ondan aldığı intikamdan başka bir şeyi yoktu. Paris’te etudiant, yani öğrencinin hâllerini pek iyi biliyordu da onun için! Öğrenci âleminde bu gibi manzaraların kolay kolay olamayacağını ve işin pek müthiş neticelere kadar varabileceğini bildiği için şu herifi daha da çok merak ediyordu. Lakin bugün için işin bundan başka bir neticesi görülmedi. Abdullah da Concorde Köprüsü’nü geçerek gideceği yere gitti. Bu vakadan ne polis ne basın haberdar oldu. Bilahare basına büyük bir meşguliyet alanı açacak olan şu hadiseden ertesi günkü gazetelerde bir harf bile görülmedi.

***

Paris’te etudiant18 âlemi bambaşka bir âlemdir. Paris’e temas eden romanlarımızda bu âlem hakkında birçok malumat ve izahat vermişizdir. Zaten OsmanlıIar arasında da yüzlerce genç vardır ki Paris’te tahsillerini yapmış olduklarından genellikle Quartier Latin’i19 ve öğrenci arasından (Pays Latin) yani Latin memleketi denilen öğrenci mahallesinin ahvalini pek iyi bilirler. Çünkü burası bir zaman için kendilerine de vatan olmuştur. Şu romanda Quartier Latin’e ve öğrenci âlemine ait büyük izahlarımızı da bu hikâyemizin vakası içinde yapacağız.

İşbu pazar günü akşamı bermutat Quartier Latin kahvehaneleri öğrenci ile hınca hınç dolmuştu. Hele tıbbiye öğrencisinin müracaatgâhı olan kahve, sairlerinden daha geniş olduğu gibi daha da kalabalıktı. Her masa etrafına sekizer onar delikanlı toplanarak bira içmekte yarıştıkları gibi gevezelikte dahi yarış ediyorlardı. Bir aralık bunlardan birisine dışarıdan bir talep daha geldi. O mangada bulunan gençler bir ağızdan:

“Moustique! Moustique! Yaşasın Moustique!” diye sevinçle birisine işaret ettilerse de “Moustique” tesmiye ettikleri delikanlı bunların sevinç ve gülüşmelerine her zamanki gibi yine sevinçle mukabele edeceğine, bilakis gayet ekşi bir surat ile mukabele edince diğerlerine de bir durgunluk gelmişti.

Şunu izah edelim ki Moustique “sivrisinek” demek olduğuna göre şu kelime o delikanlının ismi zannedilmemeli. Malum olduğu üzere öğrenci âleminde herkese bir isim takarlar. Bu gelen adam da cılız bir şey olduğu için “Moustique” lakabını ona layık görmüşlerdi. Ama biz de haber veriyoruz ki hem cılız hem pek çirkin ve şerli olduğu için bu lakap kendisine münasip düşmüştür. Zira bu genç bilmem kaç saat önce bahsettiğimiz ve kendisinin de “Abdullah” olarak adlandırdığı diğer delikanlının sillesi ile Orsay rıhtımı üzerine serilen heriftir.

Moustique’in çehresindeki ekşiliği gören delikanlılar onun her zamanki hâlini bildikleri için yine işin içinde bir iş olduğunu anladılar ve birisi:

“Bahse girerim ki Moustique’de yine bir namus meselesi vardır.” deyince Moustique dedi ki:

“Yalnız benim namus meselem değil! Hepinizin namus meselesi! Zira bugün bir zorba Türk tarafından hepinizin suratına bir şamar indirildi.”

Herkes birbirinin yüzüne baktı. Birisi:

“Söyle bakalım!” demesiyle Moustique demincek tafsilatını görmüş olduğumuz vakayı şu veçhile hikâye etti:

“Bu akşam nehrin öte tarafına gidiyordum. Orsay rıhtımında bir grisette!20 Hem de ne güzel şey! ‘Şu kar tufanı esnasında güzel ve iyi bir av!’ dedim. Derhâl bir ilanıaşk ve sonra yemeğe davet ettim!”

Birisi: “Derhâl bir kabul ve ayrılık!”

Moustique: “Hayır! Matmazel âdeta bir vahşet yüzü gösterdi.”

Diğeri: “Ha! Anladık. Hepimizin suratına inen şamar onun minimini eliyle indirildi. Biz buna alışkınız babam!”

Diğer birisi: “Bir Türk tarafından demişti be!”

Bir kodaman: “Durunuz be! Zevzekliğe boğmayınız.”

Hiç öğrenci âleminde bir işi zevzekliğe boğmamak kabil olur mu? Neyse o manganın reisi demek olan kodaman herkesi susturmaya muvaffak oldu ve Moustique de hikâyesini anlatmaya devam etti:

“Av vahşet gösterdikçe biz takibe şiddet verdik. Tam ilk buseyi almaya muvaffak olacağım bir anda karşımda zıpır bir herif peyda olmaz mı? Pervasızca bana, ‘Çekil oradan!’ demez mi?”

Birkaç ses: “Ooo! Ne küstahlık!”

Moustique: “İki bir demeyerek sol omuzu üzerine bir ayak çelmesi fırlattım. Paldır küldür yere yuvarlandı.”

Birisi: “Namus tamamlandı. Yaşasın Moustique!”

Birkaçı birden: “Yaşasın Moustique!”

Moustique: “Heyhat! Sevgili dostlarım. Herif davrandı. Yerinden kalkar kalkmaz bana bir “gifle”21 indirdi ki bu defa rıhtımın tozlarını yalayan… Hayır! Malum ya, yerde kar var. Yerdeki karları ağızlayan ben oldum.”

Birisi: “Ooo! İşte bu pek büyük cüret!”

Kodaman: “Sonra? Netice?”

Moustique: “Bu hâlde işin daha ilerisine varamadım. O dev gibi bir herif. Ben ise zayıf bir adam. Zaten beni gözüne kestirmesi de bunun için değil mi? Ben dedim ki: ‘Seni tanıdım Abdullah! Sen beni dostlarım vasıtasıyla tanırsın.’ Terbiyesiz, dostlarımı da aşağıladı. ‘Tıbbiyeli değil misiniz? Beşinizi bile bir adam yerine koyamam!’ dedi.”

Birkaçı birden: “Nee? Ne?”

Kodaman: “Bu Abdullah kim oluyor?”

Moustique: “Hukuk öğrencisinden bir Türk! Kendisini tanırım. Pek kuvvetli bir gulyabanidir ama silah kullanmayı bilmez. Bir düelloda pek güzel hakkından gelebilir isem de bu işin bir düelloya layık olup olmadığını siz kestireceksiniz. Siz hükmedeceksiniz.”

Bu hikâye üzerine herkes sükûta vardı. Sonra bir müzakere kapısı açıldı. Herkes söylemeye başladı. Ama hepsi birden konuşuyorlardı. Öyle bir şamata ki o muhavereyi aynen yazmak mümkün değildir. Zaten her ağızdan çıkan sözü sırasıyla dinleyebilmek bile muhaldir. Müzakerenin hülasası şu oldu ki: Eğer Abdullah o kızın dostu mostu bir şeyi olsaydı himayeye hakkı olabilirdi. Hâlbuki müzakere esnasında aralarında böyle bir münasebet olmadığı Moustique tarafından dermeyan olunmakla müdahaleye hiç hakkı yoktu. Gerçi bir kadın yardım ister ise yardımı esirgememek mertlik kanununda var ise de etudiante üye olan bir öğrencide bu mertlik görülmedi.

“Grisetteler etudiantler için, etudiantler de grisetteler içindir.” denildi. Şu hâlde Abdullah’ın hareketi gereksiz bir taarruz addolundu. Bu yüzden Moustique’in çelmesi de gerekli bir müdafaa olmak üzere kabul gördü. Bu çelme üzerine Abdullah ses çıkarmamış olsaydı cezasını çekmiş sayılacaktı. Hâlbuki taarruzu, bir talipliye el kaldırmak, tokat atmak derecesine kadar vardırdı. İyi oldu ki Moustique, iki tarafın pazu kuvveti denk olmayan şu çarpışmada devam etmedi. “Sen de beni dostlarım vasıtasıyla tanırsın.” mukabelesi pek edibane bir mukabele sayıldı. İş yalnız bu derecede kalsaydı; dostlardan ikisi o küstahın yanına gönderilerek düelloya davet olunur ve Moustique de onun kafasına bir kurşun kondurarak yahut meç ucuyla vücuduna bir delik açarak namus ikmal edilir ve iş de bu şekilde biterdi. İşte Moustique, Abdullah’a karşı böyle bir düellodan hiç korkmuyor. Kahraman Moustique! Lakin diyor ki, “Ben kendi namusumu temizlediğim hâlde siz kendi namusunuzu temizlemeyecek misiniz?” İşte Moustique’in bu sözü pek haklı görüldü. Abdullah’ın tıbbiye öğrencisini aşağılaması o kadar büyük bir terbiyesizlik olarak görüldü ki kendisi düello şerefine de layık görülmedi. Denildi ki: “Düello terbiyeli adamlar arasında namusa dair meseleyi halletmek için şerefli bir şeydir. Öyle terbiyesizlere bu şerefi layık görmemelidir.” Nihayet Abdullah, Moustique’e olan taarruzunu nasıl ki insanlık kaidelerine mugayir olarak icra etmiş ise; tıbbiye öğrencisi de onun cezasını insanlık kuralları ve medeni usullere muvafık olarak vermeye karar verdi. O ceza da hangi suretle oldu ki? Anladınız mı? Tıbbiye öğrencisinden hangisi Abdullah’ı her nerede görür tanır ise tokatlamak suretiyle…

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Fransız mutfağında kalın, kuru kürlenmiş sosis ailesidir. Tipik olarak domuz eti veya diğer etlerin karışımı olan salam veya sosise benzer bir şarküteri türüdür. (e.n.)

2

Fuzuli’nin “nedir” redifli gazelinden bir beyit. (e.n.)

3

İsminin tercümesi “gonca hâlinde gül” demektir. (y.n.)

4

Fransızca tevazu anlamına gelmektedir.

5

“Namuslu kadınlar”, “örtülü kadınlar” şeklinde ifade edilebilir.

6

Kaba bir tuvalet, kıyafet.

7

Şapka, taç, toka ve benzerlerinde bulunan, yüzü örten ince bir tüldür. (e.n.)

8

Kaba.

9

Kadın terzi. (e.n.)

10

Lahur şalı tarzında dokunmuş bir çeşit kumaş.

11

“Teşekkürler bayan, çok teşekkürler.” (e.n.)

12

“İtalyan Bulvarı!” (e.n.)

13

Yaldızlı ev.

14

Altın ile yaldızlanmış, süslenmiş ev.

15

Çorba.

16

Yarış, koşu.

17

Bahşiş. (e.n.)

18

Fransızca öğrenci demektir.

19

Fransızca Latin Mahallesi demektir.

20

Paris’te Bir Türk romanında grisettelerin hâli ayrıntısıyla yazılmıştır. (y.n.)

21

Fransızca tokat demektir.

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:


Полная версия книги

Всего 10 форматов

bannerbanner