Читать книгу Felatun Bey ile Rakım Efendi (Ахмет Мидхат) онлайн бесплатно на Bookz (3-ая страница книги)
bannerbanner
Felatun Bey ile Rakım Efendi
Felatun Bey ile Rakım Efendi
Оценить:
Felatun Bey ile Rakım Efendi

4

Полная версия:

Felatun Bey ile Rakım Efendi

“Evet efendim, o şerefle müşerreftim.”

“Estağfurullah! Fakat!..”

“Yok, kızı ahlakı için menettiyseniz bu konuda haklısınız çünkü diğer arkadaşları pek şeytan şeylerdi.”

Mathev, “Güzel ama şimdi bunun çaresi ne?” diye sordu.

Rakım, “Vallahi efendim çaresi, madama bizim kız için rica etmektir ama…”

Mathev, “Evet, işte o ‘ama’ fena… Ben de bilirim ki fena… Zira bizim Baba Rakım, öyle bir liraya falan öğretmen tutamaz ki!” dedi.

Esmer madam, “Özellikle de ben Rakım Efendi’ye bir liraya gitmem! Daha yüksek bir ücretle gitmek isterim.” diye araya girdi.

Orada bulunanlar hep bir ağızdan sordular, “Nedir bakalım o yüksek ücret?”

Esmer madam, “Büyüktür efendim büyük!.. Rakım Efendi’nin dostluğu!.. Eğer beni dostu olarak kabul ederse her hafta dersten çıkınca onun cariyesine de giderim.” dedi.

Esmer madamın adı Jozefino’dur. Madam Jozefino’nun Rakım’a bu lütfu vadetmesi yalnız Rakım’ı değil, bütün cemiyet halkını memnun etmişti.

Jozefino koşullarını söyledi, “Bak yalnız bir şey var ki o olmazsa olmaz. Bir güzel piyano isterim. Öyle olur olmaz piyanoya parmaklarımı dokundurmam! En az sekiz yüz frangı gözden çıkarmalısın.”

Oradakiler, “Öyle ya!” diye onayladılar.

Rakım, “Olur olmaz piyanoya parmaklarınızı dokundurmanızı ben de uygun bulmam ancak piyano seçme hususunda fazla bilgim yok. Hangi piyanoyu beğeniyorsanız emrediniz şimdi alayım.” dedi.

“Buradan çıkınca beraber gideriz.”

Rakım, Jozefino’nun sunduğu bu teklife de teşekkür etmişti. Gerçi Jozefino bu iyiliği Rakım’dan ziyade Canan’ın hatırı için yaptığını söylese de biz meselenin içyüzünü biliyoruz. O, … Bey’in cariyeleri pek havai meşrep olduklarından hiçbir şey öğrenemezlerdi. Canan ise kendisine bir kere gösterilen dersi hemen kavradığından ileride … Bey, cariyelerinin hiçbir şey öğrenemediklerini söylerse Jozefino, “İşte falan kızcağıza da onlara verdiğim dersi aynen verdim, o pek güzel öğrendi, bunlarsa gayret etmedikleri için öğrenemediler.” diyebilme niyetiyle işi bu şekle getirmişti. Nemize lazım? Rakım’ın ihtiyacı bir öğretmendi. İstediğinden daha iyisini, hem de bedava olarak buldu.

Mathev’in evinden çıktıktan sonra gittiler. Kulekapısı’nda müzik aletleri satan bir dükkâna girip Jozefino’nun seçtiği gayet güzel bir piyanoyu yedi yüz franga satın aldılar. Rakım, dört yüz frangını peşin verdi. Kalanı için de yine Jozefino’nun tavsiyesi üzerine bir ay mühlet alıp piyanoyu sırık hamalına yükleterek evine götürdü.

Vay Canan’daki sevinç! Kız çıldıracak be! Öteki odada dadısının boynuna sarılmış, yüzünü gözünü öpüyor! Bu hâli Rakım da gördü. Canım ne kadar da duygulandı ya? Kızın bu kadar sevinmesi Rakım’ın hislerini uyandırıp gözlerini yaşla doldurdu. Bu imkânı veren Allah’a, çaresiz kalan bir kızcağızı bu kadar sevindirmeyi nasip ettiği için şükretti.

Üç odadan ibaret bulunan evlerini üç kişinin kalabileceği şekilde düzenledikleri gibi, bir de misafir kabul etmek üzere salonlarını döşetmişlerdi. Madem sözü bu kadar açtık. Geliniz şu evin içine bir göz gezdirelim:

Evceğiz bir katlıydı. Zeminde mutfak, kiler, odunluk ve bodrum vardı. Merdivenden çıkıldığında ufak bir sofaya ve karşıdaki camlı kapı açılınca salona girilirdi. Eskiden üç odanın üç kapısıyla bir de hela kapısı salona açılırdı. Sonradan yaptıkları tadilatla Rakım, birisi karşısına ve ikisi de sağ tarafına gelecek şekilde oda kapılarının önüne bir buçuk arşınlık bir bağdadi duvar çektirdiğinden kapılar bir koridorun içinde kalmıştı. Hela ise karşıya gelen odanın sol tarafındaydı ve bu hâlde gerek odalara ve gerek helaya yol veren koridorun yalnız bir kapısı sağ taraftan tam salonun ortasına açılırdı. Salonun sağ tarafı sokağa baktığından, bu vaziyet gereğince odalar aydınlığını sokak tarafından alırdı. Salonun sol tarafta üç penceresi olup bunların ortada bulunanı onun karşısındaki kapıya uygun gelecek şekilde “yırık pencere” denilen camlı kapı gibi bir şeydi. Yanı başlarında bulunan diğer ikisi de âdeta birer pencereydi. Bu pencerelerin açıldığı taraf dört yüz arşın kadar, ufacık bir bahçe olup zemini sokak zemininden yüksek olduğu için salonun camlı kapısından üç ayaklık bir merdivenle bahçeye inilebilirdi.

Evin şeklini ve düzenini anladınız ya! Şimdi bunun içini güzelce boyayınız, kâğıtlayınız, yerlere güzel kilimler döşeyiniz, salonun içine yarım takım kanepe, bir ayna ve bir konsol koyunuz. Aynanın iki tarafına iki güzel resim dahi asınız. İşte böylece Rakım’ın salonunu teşkil etmiş olursunuz. Hele merdiven yanındaki camlı kapıya karşı, duvar dibine bir piyano da konulduktan sonra o mini mini salon ne kadar güzel olur!

Rakım’ın odası, sağ tarafta, en başta bulunan odadır. Kapısından girerseniz hemen karşınızda pencereleri görürsünüz. Odanın sağ tarafı kütüphanedir. Sol tarafında Rakım’ın karyolası görülür. Kapıdan girildiği zaman iki tarafında kalan boşlukta da birer dolap vardır ki içinde antikalar ve tuhaf hırdavatlar vardır.

Bu odanın yanındaki oda Canan’a tahsis edilmiş. Gerçi Canan’ın kendisine kapı komşusu olmamasını istemiş idiyse de bu odanın yüklüğü olmadığından dadı kalfa burada rahat edemeyeceğini belirterek oranın mutlaka Canan’a tahsis edilmesini istemişti. Odaya girildiği zaman yine sol tarafında bir karyola, sağ tarafında ufak konsol üzerinde güzel bir ayna, yanında iki çiçeklik, kapı civarında bir tuvalet takımı, pencere tarafındaki küçük masanın üzerinde ise dikiş malzemeleri falan bulunurdu.

Bu arada şunu da hatırlatalım ki Rakım’ın sadece bir tuvalet takımı vardı, o da Canan’ın odasında bulunduğundan sabahları orada hazırlanırdı.

Dadı kalfanın odasına gelince, bu odanın penceresi yoktu. Koridorun sonunda bulunan bir pencerenin bahçeden aldığı ışık ile yarım yamalak da olsa aydınlanırdı. Bu oda eski zaman odaları gibi dolaplıydı. Dadı kalfa karyolada yatmadığından alaturka yatak takımı yüklükte dururdu. Bu oda aynı zamanda sandık odası olarak da kullanılırdı. Gerek Rakım’ın gerek Canan’ın sandıkları da yüklükteki özel yerlerine konulmuştu.

Jozefino derslerini perşembe günlerine tahsis etmiş olduğundan ilk geldiği gün Rakım Efendi de evdeydi. Madam saat on civarında geldi. Canan gelen hocanın kendi eski hocası olduğunu görünce madamı kucaklayıp yarı Çerkezce yarı Türkçe memnuniyetini göstermişti. Jozefino bir kelime bile Türkçe anlamadığı hâlde o da kızı kucaklayıp öperek Rakım’a “Mösyö Rakım, şu çocuğun lisanını anlamam fakat bunun gözleri, hâl ve tavrı ne demek istediğini pek güzel anlatıyor.” dedi.

Rakım, Jozefino’nun Canan’a gösterdiği muhabbete memnun ve müteşekkir olmuştu. Bu biçare kızcağızı öğrenci değil de bir kız kardeş olarak kabul etmesini tavsiye etti.

Jozefino, Rakım’ın salonunu pek güzel buldu. Hele salondan bahçeye bakıp da tertip ve düzenini görünce daha ziyade memnun oldu.

“Mösyö Rakım, evinizi pek beğendim. Ne kadar zevk sahibiymişsiniz! Vallahi kutu gibi bir saloncuk! Ancak odalarınızı da görmek isterim.”

Rakım, “Madam, evin diğer bölümleri yalnız yatak odalarından ibarettir.” diye karşılık verdi.

“Çocuk olmayınız be!.. Biz bundan sonra dost olacak değil miyiz? Yatak odası dahi olsa görmek istiyorum. Sizin gibi serbest adamların böyle düşünmesine ancak şaşılır.”

Bu lakırtı üzerine Rakım, yatak odalarını da Madam Jozefino’ya gösterdi. Artık Canan’ın kabiliyetlerinden uzun uzadıya bahsetmeye lüzum var mı? Jozefino odaları tertemiz bir hâlde buldu. Her şey yerli yerinde, her şey intizamlı… O kadar memnun oldu ki böyle bir eve, böyle bir cariyeye sahip olmanın en büyük saadet olduğunu defalarca tekrarladı. Rakım, dadısı Fedayi’yi takdim edip onu validesi olarak gördüğünü belirttiğinde o da Jozefino’nun iltifatlarına mazhar oldu.

Bugün Canan’ın, Rakım Efendi’nin evine gelişinin üçüncü ayıydı. Jozefino bir aydan beri Canan’ı görmemişti. Bu süre zarfında Canan her bakımdan gelişmiş ve değişmişti. Yüzüne canlı bir renk geldiği gibi, güzelliği de artmıştı. Jozefino yarım saat içinde Canan’ın dersini verip bitirdikten sonra Rakım ile Canan hakkında bir iki şey söylemeye mecbur kaldı, “Uzatmayınız Mösyö Rakım! Cariyeniz pek güzel, pek zeki ve pek etkileyici!..”

Rakım, “Daha yavaş yavaş açılır madam!” diye karşılık verdi.

“Onu demek istemiyorum! Siz de gençsiniz, o da! İki genç bir yerde, fena âlem değildir ha?..”

“Yok, işte bu düşünceniz yanlıştır.”

“Niçin yanlış olsun? Sanki ayıp bir şey mi?”

“Niye ayıp olacak? Zaten benim cariyemdir.”

“Öyleyse niye?..”

“Ama ben kendisini kız kardeş gibi seversem daha ziyade memnun olacağım.”

“Durunuz bakalım, o sizi kardeş gibi sevecek mi?”

“Benden kardeşlikten başka bir şey görmezse ne yapacak? Elbet o da beni kardeş gibi sevecek.”

“Onlar bugünkü lakırtıdır kuzum. Durunuz bakalım, biraz daha zaman geçsin de… Siz de melek misiniz sanki? Bir güzelden istifade etmeyi protesto mu ediyorsunuz?”

“Yok, hatta bu istifade için fedakârlık bile ederim ama Canan’ı o yolda terbiye etmek istemem.”

“Neyse, sizi tebrik ediyorum!”

Bu konuşma bittikten sonra saat on bir buçuğa gelmiş olduğundan Jozefino; Rakım’a, Canan’a ve Fedayi’ye veda ederek gitti.

Bu Canan’ın niçin satın alındığını hatırlıyorsunuzdur. Güya ihtiyar Fedayi’yi rahat ettirmek için alınmıştı. Öyle değil mi? Hâlbuki biçare Fedayi hâlâ mutfaktan çıkamamıştı. Canan’ın kendisine yardımı, yalnız üst katın hizmetini üstüne almasından ibaretti. Haftada bir gün çamaşır yıkar, sair zamanlarda ise giyinmiş kuşanmış olarak dersiyle, dikişiyle uğraşırdı. Hele piyano geldikten sonra artık bir dakikasını bile boş geçirmemeye başladı. Dersten usansa piyanoya, piyanodan usansa dikişe otururdu. Sadık Fedayi ise kızcağız ne kadar kendisini eğlendirirse o kadar memnun olurdu.

Fedayi’nin bu kızı Rakım’dan kıskanmadığına hayret eder misiniz? Ne mümkün, Fedayi’nin elinden gelse kızı kaptığı gibi Rakım’ın koynuna sokacağı ortadaydı. Hatta, “Benim beyim melek midir nedir? Karşısında huri gibi kız gezdiği hâlde asla alıcı gözüyle baktığı yok.” diye canı sıkılıyordu. Her ne zaman moda olan bir kumaş çıksa dadı kalfa, Rakım’a rica ederek, “Gençtir, giyinsin kuşansın, karşında temiz gezsin.” diye mutlaka aldırır ve aldırdığı anda nerede güzel biçki biçen bir hanım varsa götürüp rica minnet en yeni modaya uygun olarak kestirir ve kızın kendisine diktirip giydirirdi. Sonra Canan aldığı kumaşları kesmek için dahi kimseye muhtaç olmadı ya! Hangi entari kendisine daha ziyade yakışırsa onu söker ve onun üzerinden yenisini kestirip yeniden dikerek isteğine ulaşırdı. Biçare kızcağız endam düşkünü, güzellik fakiri değildi ki giydiği kendisine yakışmasın. Ne giyerse kendisine kaşık gibi yakıştırırdı.

Okuyucular içinde bu kadar saadeti Rakım için çok görenler varsa ona haksızlık etmiş olduklarını kendilerine hatırlatırız. Bir adam ki yedi sekiz sene, gece gündüz demeyerek göz nuru döküp eğitim öğretimini tamamladıktan sonra bu kadar mükâfata bile sahip olmazsa ilim ve marifetin ne meziyeti kalır?

Tahsilde Canan nasıl hızlı ilerliyorsa İngiliz kızları da o süratle kendilerini geliştirmektedir. Bunlar her ders gününde hocalarına kırk elli kadar Türkçe kelimenin anlamını sorarak ve bir deftere kaydederek ezberlerlerdi. Bu şekilde çat pat Türkçe konuşmaya bile başlamışlardı. Hele okuma yazma hususunda, başka hocalardan bir senede öğrenemeyecekleri bilgileri Rakım’dan çok daha kısa bir sürede öğrenmişlerdi.

Kendisine ailece duyulan hürmet ve riayete dayanarak ve fazla gelişen muhabbet gereğince Rakım, bazen akşam yemeği için bunların evinde kalmaya başladı. Hele bir pazar günü ailece Kâğıthane’ye gidilmiş ve Rakım’ın onlara refakatinden dolayı hepsi de çok memnun olmuşlardı. Gerçi münasebet ve muhabbet yalnız bu derecede kalmadı. Mister Ziklas’ın diğer İngilizler gibi denize merakı olduğundan ve Rakım’da da bu merak ondan aşağı kalmadığından, Ziklas’ın satın aldığı iki güzel sandaldan birini Salıpazarı Limanı’nda muhafaza etmek üzere Rakım’a verdiler. Bazı pazar günleri Rakım sandalı Tophane İskelesi’ne getirerek İngilizlerle orada buluşurdu. Kadıköy’e, Adalar’a doğru çıkıp yelken açarlardı fakat bu sandal seyahatleri çeşitli yorumlara sebep olacağından bununla ilgili birkaç satır bilgi vermemiz lazım gelir.

Can ile Margrit sandal ile seyahate çıktıkları zaman kendilerine mahsus deniz kıyafetlerini giymeyi alışkanlık hâline getirmişlerdi. Ayaklarında ruganları, kafalarında gemici şapkaları vardır ki etrafına bir mavi kurdele sarılmış ve yine bir mavi kurdele çene altından geçirilmiştir. Saçlar toplanmış ve kuru kuruya taranıp omuzlar üzerine salıverilmiş. Üzerlerinde bir beyaz Frenk gömleği ki yakaları mavidir, devrik yerinde birer beyaz çapa resmi bulunuyor. Gömleklerinin kolları da mavidir. Şinelvari kısa yağmurluklarını lüzumuna göre üzerlerine alırlardı. Altlarında dizden yukarıya kısa ve beyaz bir fistan vardı. Bunun omuzlarında da mavi kurdeleden askılar bulunuyordu. Ayaklarında dizden yukarıya kadar birer beyaz çorap, bunun üzerine baldırlara kadar yükselen birer çift mavi potin… İşte bir de mavi canfesten, yarım daire şeklinde bir boyunbağı bu giysiyi tamamlardı.

Bu iki genç tayfa kürek oturaklarına oturdukları zaman Ziklas dümen tarafında kalır ve Rakım ile Mrs. Ziklas karşı karşıya otururlardı. Yelkeni fora etmek, sarmak iki genç tayfanın işi olup şayet kürek çekmek icap ederse o zaman dümenin kontrolünü Mrs. Ziklas eline alırdı; kocası, Rakım ve iki güzel tayfa da küreğe geçerlerdi. Sandalın içinde atıştırmalık pek çok şey bulunduğu gibi en âlâ arpa suları da eksik olmadığından Rakım, bu sandal seyahatlerindeki zevk ve sefaya doyamazdı. Hele rüzgâr azalıp da kürek çekmek zorunda kalındığı zaman büyük kız pruva tarafından birinci hamlada, Rakım ikincide, küçük kız üçüncüde, babaları da dördüncü hamlada bulunur, İngiliz gemicileri gibi küreklere eğilerek asıldıkları gibi ta sırtüstü yatıncaya kadar da yaslanırlardı. Küreklere asılma sırasında sırtüstü yatınca biraz yan tarafta kalsa bile Rakım kendisini büyük kızın kucağına yaslanmış ve küçüğü de kendi kucağına dayanmış görürdü ki her şeyden ziyade lezzet aldığı hâl buydu. Bu durum valide ve pederlerine bir şüphe verir miydi dersiniz?

Vay!.. Rakım’da böyle hevesler de vardı ha!..

Niçin olmasın? Size Rakım’ı, melekler gibi yemez, içmez, cinsiyetsizdir diye mi tarif ettiler? Gerçi Rakım’ın aldığı lezzet bütün bütün hissî ve vicdani idi. Bundan ötesini asla hatırına bile getirmediği için valide ve pederlerine en küçük bir şüphe dahi vermezdi.

Sandal seyahati dedik de hatırımıza geldi. Bir gün Felatun Bey, yine Mister Ziklas’ın ailesiyle sandal seyahatine çıkmıştı. O gün biraz lodos vardı Adalar’ın açıklarında da büyük dalgalar oluşmuştu. Yelken açtıkları esnada dalgaların sandalı karpuz gibi kaldırıp da yere vurması, İngilizler için büyük bir zevke vesile olduğu hâlde Felatun Bey’in kanı başına sıçramıştı ve hele bir defasında, “Anacığım! Anacığım!” diye bağırmıştı. Gerçi İngilizler önce bu bağırıştan bir şey anlayamadılarsa da beyin hâl ve tavrından onun büyük bir korkuya kapıldığını anladıkları için o günden sonra birkaç defa onun bu korkusu ile eğlenmişlerdi. Bu durum Rakım tarafından da duyulmuştu.

Söz yine Felatun Bey’e mi geldi?

Öyleyse haber verilecek ufak tefek birkaç şey daha kaldı ki şu sırada onları da söyleyelim.

Dördüncü Bölüm

Kışın gelmesiyle günler kısalmış olduğundan Rakım Efendi İngiliz kızlarının derslerini akşam saat ikiden üç buçuğa kadar tayin etmişti. Gerçi kendisi zamana riayet konusunda en az bir İngiliz kadar dikkat ettiğinden hep tam saatinde gelir, ikide derse başlardı. Ancak gerek kızlar ve gerekse valide ve pederleri ders akşamları saat yarımda gelerek yemeğe kalmasını rica ederlerdi, bir akşam Rakım yemeği bunların evinde yemek için Beyoğlu’na erken çıkma gereği duydu ve yola koyuldu.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Ortaokul

2

Devlet dairesi.

3

Eskiden vezirlerin maiyetlerinde bulunan silahlı görevliler.

4

Meymenetli: Uğurlu

5

Mrs. Ziklas: Bayan Ziklas (e.n.)

6

Kanterburi: “Canterbury” diye yazılır. İngiltere’de bulunan bir şehrin adıdır (e.n.).

7

Divani kırması: “Divani” yazısının (süslü bir yazı şekli) bir türü (e.n.).

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:


Полная версия книги

Всего 10 форматов

bannerbanner