Читать книгу Dünyaya İkinci Geliş yahut İstanbul’da Neler Olmuş (Ахмет Мидхат) онлайн бесплатно на Bookz (3-ая страница книги)
bannerbanner
Dünyaya İkinci Geliş yahut İstanbul’da Neler Olmuş
Dünyaya İkinci Geliş yahut İstanbul’da Neler Olmuş
Оценить:
Dünyaya İkinci Geliş yahut İstanbul’da Neler Olmuş

4

Полная версия:

Dünyaya İkinci Geliş yahut İstanbul’da Neler Olmuş

İşte sözü edilen bağda bir cuma günü Mesut Ağa ile Tüysüz Mehmet arasında şöyle bir konuşma gerçekleşmiştir:

Mesut: “Nasılsa Osman Bey’i de ahirete gönderdik.”

Mehmet: “A! İşte buna acıdım.”

“Ne yapalım. Başka çare bulamadık. Kendisi istedi.”

“Ben ise gerçekten denize atılmış olduğuna inanmıştım, ama yine acıdım.”

“Ah domuz köse! Sen vaktiyle Nergis’e dahi acımıştın ya!”

“Vallahi efendim, onda benim kusurum yoktur. Ben yalnız o sırrı kimseye söylememesini ve söyler ise öldüğü gün olacağını açığa vurdum. O da korkmuş, kaçmış.”

“Ben senin ne zayıf yürekli olduğunu bilmez miyim? Senin de canın benim elimdedir ama bakalım ne zaman.”

“Hayır efendim! Benim en büyük saadetim sizin ellerinizdedir ama bakalım Allah dünyanın fırıldağını bizim tarafa ne zaman çevirecek.”

İşte biz art aradan3 Osman Bey hakkında şu iki malumatı alabildik ki birincisi sırlardan haberdar olmayanlar için hiçbir şeye yaramaz ve ikincisi dahi bir bağ içinde iki adam arasında cereyan eden sohbetçikten ibaret olmakla ona dahi kimse vâkıf olamazdı.

Bizim nemize lazım? Artık Osman Bey’i anası babası dahi unuttuğu hâlde biz mi arkasını arayıp duracağız! Biz kendi eğlencemize bakalım; hazır şu gün Mehmet’in hâlinden bahis açmıştım. O konuda söylenegelen bazı şeyleri dinleyerek kendimizi eğlendirelim:

Tüysüz Mehmet’in bahçıvanlık ettiği bağ halk içinde adı geçtikçe tuhaf bir tebessüme yol açan garip bir yer idi. Aralıkta bir ihtiyar karı, koltuğu altında bohçalar ile oraya gelir, Köse Mehmet’e eşyasını saklatırdı. Bir de Arap karısı vardı ki Köse Mehmet ile gizli bir aşüfteliği olduğu hâlinden alenen görülürdü. Bahçeye girdikçe “Oğlan Köse” hitabıyla söze başlar ve pek sevdiği zamanlar manda pençesi gibi pençeleriyle Mehmet’in ensesine tokat vururdu. Bu Arap’ın, Köse Mehmet’e ettiği eza ve cefa o kadar fazla ve Köse Mehmet’in dahi Arap’a muhabbeti, hürmeti, itaati o kadar fevkalade idi ki şu hâl Kuzguncuk ahalisi arasında darbımesel hükmüne girip birisi diğerinin şakasına sebepsiz tahammül edecek olsa şaka eden “O! Sen de artık beni Köse Mehmet, kendini Arap karısı mı zannettin?” derlerdi.

Köse Mehmet bahçenin mahsullerinden pek az bir miktarını ucuz bir bedel ile Üsküdar cuma pazarında satıp mahsulün çoğunu Ahmediye’de bir konağa götürüp gerek veresiye ve gerek peşin para ile satardı. Hatta bu dahi halk içinde darbımesel yerine geçip malını satmak kaydında olmayanlara “Herifin Köse Mehmet’in müşterilerinden daha yağlı müşterisi varken malını satmakta kaygı mı duyar?” derlerdi.

Bahsi geçen Arap karısının Tüysüz Mehmet’e aralıkta gelip giden kocakarı ile dahi muamelesi pek laubalice idi. Köse’ye nasıl nazlı nazlı eşek şakaları eder idiyse ihtiyar kadına dahi aynı muameleyi ederdi. Hatta bazı kere bağ içine kocakarı ile girdiği görüldüğü gibi aralıkta bir ikisi birlikte çıktıkları olurdu.

Bazı vakitler olurdu ki bu Arap karısı ile kocakarı bahçede şaka ederlerken konudan komşudan adamlar dahi toplanıp bunların seyrine bakar ve edilen nazlardan ve eşek şakalarından dolayı gülmekten kırılırlardı. Fakat bu Arap karısı ile kocakarı şu Tüysüz Mehmet’ten ne umarlardı? Bazı bazı Mehmet’in kulübesinde yattıkları dahi olurdu.

Bakılsa mahalle halkının velev Arap olsun velev ihtiyar olsun bir bekâr herifin bağ kulübesinde kadın misafir yatmasına rıza göstermemesi lazım gelir idiyse de bunlar öyle hatırı sayılır güruhtan olmayıp âdeta pek açık ayaktakımından bulundukları cihetle o kadar da kendilerine ehemmiyet vermezlerdi. Hem mahalle halkı niçin bunlara itiraz etsin ki; mahallelerinin en büyük eğlencesi bunlardı.

Hatta bazı bazı Tüysüz Mehmet bağdan kaybolduğu ve kendisi bağda olmadığı zamanlar ne Arap karısı ne de kocakarı geldikleri cihetle bağ pek ıssız kaldığından mahalle ahalisi âdeta eğlencesini kaybetmiş mahzun çocuklar gibi kalırdı.

İşte bizim Mehmet böyle bir adamdı. Fakat bu tariflerden kendisini o kadar aşağı bir ayaktakımı zannetmeyiniz. Çünkü aralıkta bir Ahmediyeli Mütevelli Veysel Efendi’nin hadımağası Mesut Ağa dahi Mehmet’in bağına gelip kendisiyle şakalaşırdı.

Bir rivayete göre Tüysüz Mehmet’in bağına gelip giden kocakarı Karagümrük semtinde yaşlı Arapların mayanga tabir olunur toplantı yerine gelir gider bir babalı Arap karısının yoldaşı ve kılavuzu imiş ki bu karı mayangada bulunan Arapların haber verdiklerine göre bir paşa konağından gelir ve nereye ve hangi konağa giderse bu kocakarı ile gidermiş. Bakınız bizim Tüysüz Mehmet’in nerelere kadar eli varıyor? Tuhaf bir adam değil miymiş?

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Osman Bey’in, Nergis’e nasıl kavuştuğu, nereye gittiği ve ahirette nasıl yaşadığı hususlarını merak eder misiniz? Ne şüphe? Öyle ise bu konuda dahi ona dair elde ettiğimiz malumatı verelim.

Üsküdar Mezarlığı yanında iki yeniçerinin tesadüf ederek sıkıştırmış oldukları Arap karısı ile genç kızın bizim Mesut Ağa ile Osman Bey olduğunu anladınız ya? Hani ya Mesut Ağa uzun kamasını çekip de yeniçerileri tehdit ettiği zaman Osman Bey dahi ihtiyaten yanına almış olduğu süslü hançeri çekip karşılık vermeye hazırlanmıştı. Fakat şurasını hatırlatalım ki beyin bu yiğitçe hareketini Mesut Ağa görmemişti. Zira görüp de yanında silah olduğunu anlayacak olsaydı silahını elinden alacağına şüphe yoktu. Nasıl şüphe edilebilir ki! Şayet Osman Bey kıza kavuştuğu zaman silahına dahi itimat ederek zorla alıp çıkaracağı ihtiyatı Arap’a bunu mutlaka telkin ederdi.

Bunlar gide gide ta Kadıköyü’ne kadar gittiler. Bir de Kayıkçı Kulaksız Mehmet orada ve bekler bulundu. Arap’ı görünce eşek herif eşekçesine bir feryat ederek “Hacı Baba bu kızı da oraya mı götüreceğiz?” dedi. Mesut Ağa’dan yalnız bir baş sallamaktan ibaret bir cevap alabildi.

Kayığa bindiler. Denize açıldılar, Moda Burnu’nu dolaşıp Hayırsız Ada’ya saldırdılar. Kulaksız Mehmet “Hacı Ağa! Sen bana bir hafta on beş gün oldu ki hamam parası vermiyorsun.” demesiyle Mesut Ağa “Sen beni memnun etmiyorsun ki!” diye şaka edecek oldu. Fakat herif şaka bilir mi? “Daha ne yaparım a gözüm, gece gündüz bekliyorum. Hatta…” diye az kalmıştı ki bazı sırları bile açık ede. Mesut Ağa derhâl sözü değiştirip bahşişi dahi vadetti. Sırları açık edecek olsa da bir zararı görülecek değil ya? Çünkü zavallı Osman artık ahirete gidiyor. Dünya ile ne alışverişi kalacak?

Sözün kısası Hayırsız Ada’ya vardılar. Kenara çıkıp da yüz yüz elli adım kadar içeriye doğru gittikten sonra Mesut Ağa “Ey beyim! Dur bakayım, ahirete gitmek usulünü icra edeyim.” diye koca bir mavi peştamal ile Osman Bey’in gözlerini bağlamaya kalkıştı. Bu hareketten Osman Bey birdenbire ürküp “Lala! Beni öldürecek misin, öldüreceksen saklama söyle. Bari tövbe ve istiğfar ederek iki rekât namaz kılayım.” deyince lala hiçbir kötü niyeti olmadığına ağlayarak yemin billah ile teminat vermiş ve mutlaka çocuğun gözlerini bağlamıştı.

Hâlbuki Arap’ın bu kadar ihtiyatı da lüzumsuz bir ahmaklıktan ibaret olduğuna şüphe yoktur.

Gözlerini bağladıktan sonra Osman Bey bir hayli gitti. O kadar gitti ki nispet edilecek olsa adanın bu kadar uzun, diklemesine bir mesafeye müsaadesi yoktu. Bu hâle şaştı. Çünkü adaya çıktığı zaman etrafına bakıp mesafesini medd-i nazar4 ile ölçmüştü. Lakin Arap’ın kendisini dümdüz götürmeyip dolaştırdığını bilemezdi. “Lala ne çok gittik, yorulduk daha gelmedik mi?” der idiyse de lalası biraz daha tahammül etmek lüzumunu ihtar ederek yine giderlerdi. Gittiler gittiler. Bazı bayır aşağı iner gibi dahi gittiler. Nihayet biraz durdular. Mesut Ağa orada biraz ıkındı, falan etti, sonra biraz daha yürüyerek yine durdular. Osman Bey’in gözlerini açtığı gibi, Osman Bey kendisini Mesut Ağa’nın çehresinden daha karanlık bir yerde buldu.

Ama karanlık karşısındaki Arap’ın hayalini bile göremezdi, “Acaba biz buraya nereden girdik?” diye etrafına bakınıp oranın girişini, girişten girmesi tabii olan aydınlıktan anlamak için aydınlık arar dururdu. Fakat hiçbir aydınlık alametini görmeyince şaştı kaldı.

Mesut Ağa çocuğun gözünü açar açmaz “Nergis!” diye bağırıp bir uzak yerden Nergis’in avazı gelince Osman Bey şükür secdesine varır gibi yere kapanırcasına bir hareket gösterip Cenabıhakk’a hamdüsenalar etti. Hey gidi aşk! Bir âşık için özlediği sevgilisinin sesi kadar tatlı bir ses olabilir mi? “Gel Nergis’im gel! Sana ben geldim!” Osman Bey dahi karşılık olarak ses verdi ve verdiği sese karşılık bir “Hay! Osman Bey’in sesi!” narasının kendi aşk ve muhabbetiyle dolu bir ciğerden çıkmasıyla orası sanki saadetle dolmuş oldu.

Derken karşı tarafta bir aydınlık belirdi. Baksın ki Nergis elinde bir şamdan olduğu hâlde geliyor. Hemen o tarafa koştu. Kız şamdanı yere dar koyabilip iki özlemli âşık birbirine sarıldılar. Bu aralık Mesut Ağa dahi yanlarına geldi. Üçü arasında şöyle bir sohbetçik geçti:

“Mesut, işte ikinizi birleştirdim. Artık dünya yüzünü bir daha hatırınıza getirmemeli.”

Osman: “Bana bundan iyi bir cennet daha olamaz. Nergis’im burada mı değil mi? Ben onunla yaşamaya razıyım.”

Nergis: “Ah! Beyim! Öyle ama burada canınız sıkılır.”

Osman: “Benim canım sıkılmaz. Sensiz benim dünyada değil cennette de canım sıkılır. Lakin sen varken gayya kuyusunda olsam yine canım sıkılmaz.”

Nergis: “Ah öyle deme. Ben çektiğimi bilirim.”

Osman: “Sen yalnız idin de onun için.”

Nergis: (Mesut Ağa’ya) “Bana ne getirdin ağacığım?”

Mesut: “İşte Osman Bey’i getirdim ya.”

Nergis: “Ya benim yiyeceğim de tükendi.”

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Çeşm-i afet: Son derece güzel göz. (e.n.)

2

Dur-endiş: Önceden görüp düşünen. Tedbirli. Her şeyin ilerisini evvelden mülahaza eden. İlerisini düşünen. (e.n.)

3

Art aradan: Haberi olmadan bir başkası adına yapılan iş. (e.n.)

4

Medd-i nazar: Uzağa bakma. Gözün görebildiği kadar göz alımı. (e.n.)

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:


Полная версия книги
bannerbanner