Читать книгу Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt (Ahmet Cevdet Paşa) онлайн бесплатно на Bookz (13-ая страница книги)
bannerbanner
Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt
Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt
Оценить:
Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt

5

Полная версия:

Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt

Daha sonra İmâdu’d-Devle elbise kestirmek üzere terzi istedi. Yakut’un terzisini getirdiler. Terzi titreyerek içeri girdi. İmâdu’d-Devle, “Korkma. Biz seni elbise kestirmek için istedik.” dedi. Terzi ise sağır olduğundan, onun ne dediğini anlamadı. Sorguya çekilip tehdit ediliyor zannıyla talak ve imanına yemin ederek Yakut’un kendisinde olan sandıklarını açmamış olduğunu ifade edince İmâdu’d-Devle, bu tesadüfe hayret ederek terzide emanet olan sekiz sandığı getirttirip açtırdığında üç yüz bin altınlık mal meydana çıktı. Sonra da Yakut’un ve selefleri olan Ya’kûb ve Amr İbni El-Leys’in gizli malları meydana çıkarak İmâdu’d-Devle’nin hazineleri doldu ve hükûmeti sağlamlaştı.

İmâdu’d-Devle bu şekilde Fars Eyaleti’nde yerleşmiş iken o esnada Râzî, hilafet tahtına oturduğundan, İmâdu’d-Devle, ona ve veziri İbni Makılle’ye mektup yazarak elindeki memleketler, vergi toplamak üzere kendisine verilirse bir milyon dirhem vereceğini arz etmekle halife tarafından kendisine özel bir memur ile hilat ve sancak gönderildi. İmâdu’d-Devle hilati giyip sancağı açmışsa da vadettiği parayı vermeyip gelen haberciyi de tutuklattı.

Merdavîc, bu durumlardan haberdar olunca İmâdu’d-Devle’nin çaresine bakmak üzere İsfahan’a gidip orada bulunan kardeşi Veşmgîr’i Rey’e geri göndermiş ve Ehvaz tarafına da bir askerî birlik yollamıştır. Merdavîc’in askerlerinin çoğu Deylemli olup, hizmetinde bir miktar da Türk askeri vardı. Onların reislerinden biri meşhur Beckem idi.

Merdavîc, Türklere ve reislerine kötü muamele ettiğinden onlar da kızarak, üç yüz yirmi üç yılında fırsat düşürüp hamamda iken Merdavîc’i katlettikten sonra onun ordusundan ayrılıp iki fırka oldular. Bir fırkası İmâdu’d-Devle’nin yanına gitmiş, kalanı da Beckem ile Bağdat’a gelerek halifeye intisap etmişlerdi. Lakin Bağdat’ta bulunan halifenin askerleri, onları kıskanınca Vâsıt ve Basra valisi bulunan İbni Râik’in talebi üzerine Beckem onları alıp Vâsıt’a gittiğinde İbni Râik onlara itibar etmiş ve onların vasıtasıyla Merdavîc’in askeri olan Türkler ve Deylemîlerden birçoğunu yanına çekerek kuvvet kazanmıştır. Bu suretle Fars’ta İmâdu’d-Devle’nin ve Basra tarafında İbni Râik’in askerî kuvvetleri artmaktaydı.

Aslında Horasan ve Maveraünnehir Emiri Nasır İbni Ahmed Samani’nin kumandanlarından olan Muhammed İbni İlyas o kargaşada Kirman’ı tutmuş, orada yerleşip kalmıştır. Yakut da kâtibi Ebu Abdullah El-Beridî’yi Ehvaz’da bırakıp kendisi Fars’ı fethetmek üzere ordusuyla Errican tarafına gittiğinde, İbni Büveyh ona karşı gelince Yakut’un askeri yenildi. İbni Büveyh, onu takip ederek Ramhürmüz’e kadar geldi. Yakut da Ehvaz civarında bir yere çekildi, orada çadır kurup istirahat etti. Kâtibi İbnu’l-Beridî, Yakut adına hayli mal toplayıp biriktirmişse de Yakut’a göndermeyip askere dağıtarak hayli kuvvet bulmuştu. Yakut’un başında ise çok asker bulunduğundan, sıkıntıya düşüp para istedikçe İbni Beridî, onu türlü hilelerle aldatıp avutmakta ve askeri kendi tarafına çekmekteydi. Bu suretle Yakut’un yanındaki askerin güzideleri seçilip İbni Beridî’nin yanına gitti. İbni Beridî, üç yüz yirmi dört yılında Yakut’u idam ettirerek kendisi Ehvaz’da müstakil kaldı.

Bu yıl Râzîbillah, Mısır Valisi Ahmed İbni Kiğlıg’ı azil ile Mısır Eyaleti’ni İhşid diye bilinen Şam Valisi Muhammed İbni Togaç’a ilave olarak verdi.

Yukarıda zikri geçen senenin ortalarında, Bağdat askerinin bir sınıfı ayaklanarak, halifenin veziri olan İbni Makılle’yi tutup hapse attılar. Fakat mali sıkıntı çok şiddetli olduğundan, atanan vezirler çaresiz ve sıkıntı içinde kaldılar. Çünkü Musul, Diyarbakır ve Rebia diyarı, Beni Hâmdân’ın; Mısır ve Şam, İhşid’in; Bahreyn ve Yemame, Karâmita’nın; Basra tarafı İbni Râik ile Ehvaz İbni Beridî’nin; Kirman Eyaleti Muhammed İbni İlyas’ın; Fars Eyaleti İmâdu’d-Devle İbni Büveyh’in elindeydi. Rey ve Bilâd-ı Cebel, onun kardeşi Rüknü’d-Devle ile öldürülen Merdavîc’in kardeşi Veşmgîr arasında davalı bir hâlde bulunup, oralardan halife hazinesine katkı yapılmıyordu. Halifenin elinde yalnız Bağdat ile ona bağlı yerler kaldı. Bu küçük bölgenin gelirleri ise halifenin masraflarına kâfi gelmediğinden Abbasi Devleti, işlerin idaresinde âciz kaldı ve işlemler durdu. Bunun üzerine Halife Râzî, İbni Râik ile haberleşerek onu başkomutan atadı. Zikredilen senenin zilhiccesinde İbni Râik, Bağdat’a geldiğinde, isminin minberlerde zikrolunması halife tarafından emrolundu. İbni Râik, bütün divan ve dairelere bakan olunca artık vezirlerin hükmü kalmadı. Fakat İbni Râik, Mısır geliri üzerine memur olan Fadl İbni Cafer’i hem kendisine hem de halifeye vezir yapmıştır. Bu suretle beytü’l-mal idaresi ve divanların muamelesi ortadan kaldırılıp, devlet gelirleri hep başkomutanın hazinelerine aktarılır oldu. Ondan sonra da bu kaide geçerli oldu. Başkomutan kim olursa geliri o topladı ve istediği gibi harcayarak halifeye istediği kadar pay tahsis etti. Kısacası halifenin elinde yalnız Bağdat sancağı kalmış oldu. Onda da İbni Râik’in emirleri geçerli olduğundan, hilafetin hükmü kalmayıp, Râzî’de hilafetin yalnız adı ve şanı kaldı.

Hele, üç yüz yirmi beş yılında devlet işleri tamamen bozularak, Abbasi memleketlerinin bazılarında zorbalar ve bazılarında geliri göndermeyen valiler başlarına buyruk oldular. Endülüs’te müstakil olarak hüküm süren Emevi emirlerine, Endülüs emiri denilip, halife unvanını kullanmazlardı. Bu şekilde Abbasi hilafetinin düşmüş olduğu bu zayıf hâle bakarak ve halifenin iktidar sahibi olması lazım geldiğine binaen Endülüs emiri olan Abdurrahman İbni Muhammed Emevi kendisini halifeliğe daha layık görmüştür. Gerçi Endülüs’ün karşı tarafında Ubeydiyye halifeleri var ise de onlar gulât-ı Şia’dan olmakla ehlisünnet ve’l-cemaat onların hilafetlerini tanımadıklarından bu sırada Abdurrahman-ı Emevi, Emirü’l-Müminin Nasır Di-nullah unvanını almıştır. Bunun üzerine o asırda emirü’l-müminin unvanını alan üç zat oldu ki Bağdat’taki Abbasi halifesi, Endülüs’te Abdurrahman-ı Emevi ve yaşayan İbni Mehdi-i Alevi’dir.

Fakat Abbasi halifesinin maddi kuvveti olmayıp hilafeti manevi ve ruhani bir kuvvetten ibaretti. Ama Abdurrahman-ı Emevi ile Kaim Alevi, ikisi de büyük bir kara ve deniz kuvvetine sahip idiler.

Bu sene İbni Râik, askerle Beckem’i Ehvaz üzerine gönderdi. İbni Beridî, ona karşı üç bin asker sevk etti. Beckem, Sûs’un dışında mevcut maiyeti olan iki yüz yetmiş iki cesur ve güzide Türk ile onların üzerine hücum edince İbni Beridî’nin askeri bozguna uğradı. Bunun üzerine İbni Beridî altı bin asker sevk etti. Fakat bunlar da hep derme çatma askerler olduğundan, Tüster Nehri kenarında Beckem’le karşılaştıklarında savaşmadan dağılıp firar ettiler. Beckem de gidip Ehvaz’ı ele geçirmiştir. O sırada İbni Beridî’nin bir askerî birliği Basra’yı istila için gelimişse de kendisi Fars’a firar ederek İmâdu’d-Devle’ye iltica etmiş ve Bağdat’ın zaptını kolaylaştırarak o tarafa hareket etmek üzere onu cesaretlendirip teşvik etmiştir. Bunun üzerine üç yüz yirmi altı senesinde İmâdu’d-Devle, küçük kardeşi Mu’izzu’d-Devle ile Beridî’yi Ehvaz tarafına gönderdi. Onlar da epeyce askerle gelip Ehvaz’ı istila edince Beckem, Vâsıt’a çekilmiştir. Fakat o yörede şöhreti ve şanı çok olan İbni Râik, ondan korkarak, İbni Beridî ile gizlice haberleşti. Beckem’in belası bertaraf olduğunda Vâsıt’ı toptan alarak, yıllık altı yüz bin altını kendisine vereceğini vadetmişti. Beckem bundan haberdar olunca askerini toplayarak Basra tarafına yürüdü. İbni Beridî de ona karşı on bin asker gönderdiyse de yapılan çarpışmada bozguna uğradılar. Fakat Beckem, onları takip etmedi. Çünkü amacı, ancak Beridî’nin kuvvetini kırıp dağıttıktan sonra Bağdat’a varmak idi. İşte bu sırada eski Vezir İbni Makılle, velinimetine etmiş olduğu hıyanetin cezasını görmüştür. Ve bu nankörlüğün cezası pek dehşetli bir surette icra olunmuştur.

Şöyle ki bu sırada İbni Makılle’nin, İbni Râik’i yakalattırıp, yerine Beckem’i koymaya çalışmakta olduğu İbni Râik’e bildirilince İbni Makılle’yi hapsettirip daha sonra elini kestirdi. Fakat ilaç ile tamamıyla iyileşince kesik eline kalem bağlayıp kalemle fesada çalıştığı, İbni Râik’in kulağına gidince dilini kestirdi ve kendisini hapsettirdi. Nihayet zindanda işkence ve azap içinde ölmüştür.

Beckem ise Beridî ile haberleşerek barıştıktan sonra Vâsıt’a döndü. Vâsıt’tan Bağdat’a geldiğinde İbni Râik, ona karşı çok miktarda asker sevk ettiyse de Beckem onları bozguna uğratarak, Bağdat’a yaklaşınca, İbni Râik firar ederek kaçıp gizlendi ve Beckem, Bağdat’a dâhil oldu. Halife de hilat elbisesini giydirerek onu başkomutan atadı.

Beckem, aslında Türk kölelerinden olup Deylem hakanının hizmetindeyken ondan ayrılıp Merdavîc’e bağlanmış ve sonra Merdavîc’in katilleri içinde bulunmuş olmakla yukarıda anlatıldığı gibi Irak tarafına giderek, İbni Râik’e bağlanmıştır. Bu defa önce geçtiği gibi İbni Râik yerine emirü’l-ümera olmuştur. Üç yüz yirmi yedi yılında Beckem, Râzîbillah ile birlikte Musul üzerine gitti. Beni Hâmdân’dan Musul emiri olan Nasıru’d-Devle Musul’dan firar etmişse de sonra bir miktar mal üzerine anlaşarak Halife Râzî ile Beckem, Bağdat’a geri döndüler. O esnada ise İbni Râik, meydana çıktı, taraftarı da onun başına toplanarak Bağdat’ı zapt ettiğinden, halife ve Beckem yolda durmaya mecbur oldular. Fakat İbni Râik de Beckem’den korktuğundan sulh istedi. Harran, Rakka, Kınnesrin ve Avâsım bölgeleri kendisine verilmek üzere barıştıkları için İbni Râik hemen Bağdat’tan ayrılıp, kendisine verilen yerlere doğru yola çıkınca, Râzî ve Beckem de Bağdat’a girdiler. Beckem ile Basra Valisi İbni Beridî barışmış olduklarından yıllık altı yüz bin altın vermek üzere Vâsıt Bölgesi İbni Beridî’ye verildi. Beckem onun kızıyla evlendi.

İbni Beridî’nin ise Beckem’i bir tehlikeye atmak için el altından çaba sarf etmekte olduğu Beckem’in kulağına gidince, gizlice hazırlık yaparak, üç yüz yirmi sekiz senesinde askerini kayıklara bindirmiş, nehir yoluyla inip Vâsıt’ı zapt etmiştir.

İbni Râik’e gelince, önceden geçtiği üzere memuriyet yeri olan Halep ve Kinnesrin tarafına vardığında hemen Humus ve Dımışk üzerine yürüdü. Ahşid memurlarını kovup, yirmi sekiz senesinde Şam bölgesini istila ettikten sonra Mısır’ı da istila etmek üzere Arîş’e kadar gitmiş ise de İhşid ona karşı çıkınca yapılan savaşta bozguna uğrayarak geri döndü. İhşid’in askeri Dımışk üzerine yürüyüp bu defa da onlar bozguna uğradı. Mısır İhşid’de ve Şam İbni Râik’te kalmak üzere haberleşerek kendi aralarında anlaşmışlardır.

Bazı Ölümler

Üç yüz yirmi iki yılında teşrifatçılardan Ebu Cafer, yüz kırk yaşına varmış ve duyguları sapasağlam olduğu hâlde vefat etmiştir.

Zahirî mezhebi imamlarından, birçok meşhur eserin sahibi Abdullah İbni Ahmed İbni Muhammed İbni Müflis de üç yüz yirmi dört yılında hayat defterini dürmüştür.

Üç yüz yirmi yedi yılında Şeyh diye bilinen Osman İbni Hattab Ebu’d-Dünya beka âlemine göçmüştür. Pek ihtiyar bir adamdı. Hatta derler ki bu adam, Ali İbni Ebu Talib (r.a.) Hazretleri’ne yetişmiş ve ondan bir sahife rivavet etmiş. Muhaddislerden çoğu kimse, bunun aslı olmadığını bildikleri hâlde rivayet etmişlerdir.

Râzî’nin Ölümü ve Müttekî’nin Tahta Geçmesi

Râzîbillah altı sene, on gün hilafet makamında bulunduktan sonra üç yüz yirmi dokuz yılı rebiülevvelinde vücudunun su toplaması nedeniyle öldü. Şair, güzel konuşan, aziz ve cömert bir insandı. İmam Begavî’den ve başkalarından hadis dinlemiş ve kaydetmiştir. Âlimler ve hoşsohbet kimselerle sohbet eden, eski usul üzere sanatkârlara ihsanlarda bulunan, bizzat işleri idare edip orduyu nizama sokan, bizzat minberde hutbe okuyan Abbasi halifelerinin sonuncusudur. Ondan sonra da bizzat hutbe okuyan varsa da pek nadir vuku bulmuştur. Gerçi onun zamanında Abbasi hilafeti zayıf düşmüş idi. Fakat hilafetin yine büyük şan ve itibarı var idi. Ondan sonra tamamıyla zayıflamaya yüz tutmuştur. Râzî’nin vefatında Başkomutan Beckem, Vâsıt’ta bulunduğundan, halife seçimi için Beckem’in kâtibi Abdullah-ı Kûfî’nin gelmesi beklendi. Kûfî’nin eliyle Beckem tarafından gönderilen mektubunda, Râzî’nin veziri olan Ebu’l-Kasım ve daha önce vezirlik yapmış olanlar, divan azaları, kadılar, Aleviler, Abbasiler ve şehrin ileri gelenleri, toplanarak halife seçimi meselesinde Kûfî’nin onlarla müşaveresi yazılmış olduğundan, yapılan istişarede merhum Muktedir’in oğlu İbrahim’in seçilmesine dair anlaşarak ona biat ettiler. Kendisine teklif edilen lakaplardan Müttekîlillah lafzını seçti ve hemen Beckem’e hilat ve sancak gönderdi. Beckem ise biatten önce saraya mübaşir gönderip beğendiği mefruşat ve ziynet eşyalarını aldırmıştı. Biatten sonra Selametü’l-Tolunî’yi Müttekî’ye perdedar tayin etti. Ebu’l-Kasım Süleyman’ı da vezaretinde alıkoyduysa da onda vezirliğin yalnızca ad ve unvanı olup her iş Beckem’in kâtibi olan Kûfî’nin elindeydi. Hâlbuki Beckem Vâsıt’tan Basra valisi olan İbni Beridî üzerine Torun adlı başbuğ ile gerektiği kadar asker sevk etmiş ve sonra kendisi de arkasından gitmiştir. İbni Beridî’nin bozguna uğradığı haberini alınca geri dönüp, avlanarak Vâsıt’a gelirken Nehr-i Cûr civarında bulunan Kürtlerde çok mal ve servet olduğunu duyunca onlara tamah ederek yanındaki küçük bir grupla Kürtlerin üzerine vardı. Kürtler savuşup firar etmişlerse de bir Kürt çocuğu mızrakla onu arkasından vurup katletmiştir. Bu haber Bağdat’a ulaşınca halife hemen Beckem’in gömülü olan hazinesini meydana çıkarttırarak büyük bir servete sahip olmuştur.

Beckem’in maiyetindeki beş yüz kadar seçkin Deyalimli asker, Ebu Abdullah-ı Beridî’nin yanına gitti, İbn-i Beridî onlarla kuvvetini arttırarak, büyük bir askerî güç ile Bağdat’a geldi ve devleti istila etti. Fakat kötü huyluluğu, hırs ve tamahı nedeniyle halk onun zulmünden bizar olduğundan, bütün halk onun aleyhine ayaklanınca Bağdat’tan çıkıp Vâsıt’a gitti. Bunun üzerine Gültekin Deylemî nüfuz kazanarak, devletin idaresini eline aldı. Peşinden Şam Valisi İbni Râik, gelip Gültekin ile savaştı. Galip gelince halife tarafından da kendisine başkomutanlık verildi.

Üç yüz otuz yılında Ebu Abdullahi’l-Beridî, kardeşi Ebu’l Hasan El-Beridî ile Bağdat üzerine Türk ve Deylemlilerden oluşan bir ordu sevk etti. Bu ordu Bağdat’a geldiğinde halk mukavemet edip haylice direniş gösterdiyse de sonunda bozguna uğradılar. Halife Müttekî ve oğlu, yirmi kadar süvari ile kaçtılar. İbni Râik de askeriyle çıkıp halifeye yetişti. Hepsi Musul emiri olan Nasıru’d’Devle İbni Hâmdân’dan yardım istemek üzere Musul’a gittiler. Nasıru’d-Devle, halifeye hürmet göstermiş ama İbni Râik’i idam etmiştir. Bunun üzerine halife, Nasıru’d-Devle’yi başkomutan atamış ve kardeşi Ebu’l Hüseyin Ali’ye hilat giydirip ona Seyfu’d-Devle ismini vermiştir.

İhşid, o şekilde İbni Râik’in idam olunduğunu işittiği zaman Mısır’dan çıkıp Şam’ı zapt etti. Beridîler ise Bağdat’a girdikleri gibi sarayı yağmalamakla beraber ahaliye benzeri görülmemiş zulüm ve işkenceler yaparak, insanlığa yakışmayacak, alçakça hareketlere başvurdular. Türklerin başbuğu olan Torun ansızın Beridî’yi basmak üzere hareket etmişse de Beridî önceden haber alıp yanına Deylemlileri toplayarak ihtiyat üzere bulunduğundan, Torun’un hareketiyle Deylemîler savunmaya geçti. Torun yanında çok sayıda Türk askeri olduğu hâlde Musul’a geri dönünce, Beni Hâmdân onlarla kuvvet buldu. Müttekî ve Nasıru’d-Devle, çok sayıda asker ile Musul’dan çıkıp Bağdat’a yaklaştığında Beridî, Vâsıt’a kaçtığından, halife ile Başkomutan Nasıru’d-Devle Bağdat’a girdiler.

Daha sonra Beni Hâmdân, Vâsıt tarafına doğru yola çıktı. Türk askerleri ile Torun da onlarla birlikte idi. Hâlbuki Ebu’l Hasan El-Beridî onlara karşı hareket etmiş olduğundan, Meydan civarında yapılan çarpışmada Beridîler bozguna uğrayarak kaçtılar. Nasıru’d-Devle Bağdat’a döndü, kardeşi Seyfu’d-Devle de askerle Vâsıt’a gitti. Fakat Beridîler, evvelce Vâsıt’ı terk ederek Basra’ya gitmiş olduklarından, Seyfu’d-Devle askeriyle Vâsıt’ta kalmış ve istirahat etmiştir.

Azerbaycan Eyaleti uzun zamandır Kürtlerin elinde iken bu esnada Deylemîler eline geçmiştir. Yine o esnada, Rüknü’d-Devle İbni Büveyh, Rey beldesini istila etmiştir. Yine bu sene Rumlar, sınırı aşarak Halep’e kadar gelip, pek çok esir alarak geri dönmüşlerdir. Tarsus gazileri de Rum ülkesine girerek pek çok esir alıp salimen dönmüşlerdir.

Üç yüz otuz bir yılı muharreminde Mu’izzu’d-Devle İbni Büveyh, Basra’ya gelip Beridîler ile savaşarak bir müddet orada kalmışsa da subaylarından bir kısmı, İbni Beridî’den aman dilemiş oldukları için diğerlerinden şüphelenerek savuşup gitmiştir.

Yukarıda anlatıldığı gibi, Seyfu’d-Devle, Vâsıt’a inip oradan Basra’ya geçme niyetinde ise de askerî sevkiyata kâfi parası olmadığından kardeşi Nasıru’d-Devle’den para istedi ve o taraftan bir şey gelmediğinden, çaresiz Vâsıt’ta beklemekte idi. Maiyetindeki Türklerin başbuğu olan Torun ise onu küçümseyerek edep dışı muamelede bulunuyordu. Bağdat’taki Türk ve Deylem askerlerinin tavırları da iyi değildi. Nasıru’d-Devle, vaziyeti beğenmeyip üç yüz otuz bir yılı içinde Bağdat’tan çıkarak Musul’a giderken, Türkler ve Deylemîler onun konağını yağmaladılar. Vâsıt’ta da Türk askerler bir gece Seyfu’d-Devle’yi bastılar. Seyfu’d-Devle kaçmış, eşyası yağmalanmıştır.

Ondan sonra Türklerin reisleri arasında ihtilaf çıkmışsa da Torun galip gelerek tamamını disiplin altına aldıktan sonra Vâsıt’tan hareketle ramazan sonlarında Bağdat’a geldi. Müttekî kendisine hilat elbisesini giydirerek onu başkomutan atadı. Bu sırada Beridî gelip Vâsıt’ı istila etmiştir. Sonra Torun, Vâsıt’a vardığında Beridî’nin yanında bulunan İbni Şirzat kaçarak Torun’un yanına gelmiş, Torun da onu kendisine vezir yapmıştır. O esnada Horasan ve Maveraünnehir Emiri Nasır İbni Ahmed Samani’nin Horasan başkomutanı olan Ebu Ali İbnu’l Muhtac, Rey beldesini ve dağlık bölgeleri ele geçirmiştir.

Bu yıl kayser-i Rum tarafından Bağdat’a elçi gelmiş, onların yanlış inancına göre, Hazreti İsa Aleyhisselam bir mendil ile yüzünü silmiş ve yüzünün sureti onda aksedip kalmış ve o mendil Rehâ Kilisesi’nde imiş. Bu mendil eğer kaysere gönderilirse pek çok Müslüman esiri serbest bırakacağını açıklayınca Halife Müttekî, kadı ve fakihleri toplayıp onlara sorduğu zaman ihtilaf etmişler. Bazıları mendili verip de esirleri kurtarma görüşündeyken, bazıları da muhalif görüşte bulunmuşlarsa da mecliste bulunan Vezir Ali İbni İsa, “Müslüman’ın esaretten kurtarılması, bu mendili korumaktan evladır.” deyince Halife Müttekî de o mendilin teslimini emretmiş. Esirlerin teslim alınması için memurlar göndermiş. Bu şekilde birçok Müslüman esir esaret zincirinden kurtulmuştur.

Bir zamandan beri Karâmita içine ihtilaf ve kargaşa düştüğünden, Hecr’de durup etrafa saldırmaz oldular. Yoksa bu esnada Irak’a çok ziyan ve hasar verirlerdi. İşte bu kargaşalıklardan istifade edip Basra’yı istila etmek üzere Umman Emiri Yusuf İbni Vecîh bir büyük donanma ile geldi. Beridîler ile savaşıp Basra’yı ele geçirmek üzere olduğundan Abdullah İbni Beridî ile kardeşleri yok olma derecesine varmışlarken Renadî adında bir gemici onları bu tehlikeden kurtarmıştır.

Şöyle ki Umman gemileri bir sahilden diğer sahile kadar yekdiğerine bağlı olarak bir köprü gibi olmuşlar idi. Renadî, iki kayığı kurumuş hurma yapraklarıyla doldurup gece yarısı onları tutuşturarak nehrin akıntısına bırakmış. Kayıklar rüzgârdan daha süratli seyrederek Umman gemilerinin üzerine düşünce hepsi alev almış ve içindeki adamlarıyla beraber yanmışlardır. Etrafta bulunanlar bu sırada ele geçirebildikleri malları yağma etmişlerdir. İbni Vecîh, muharrem ayı içinde güçlükle kaçarak canını kurtarabilmiştir.

O sırada ise Halife Müttekî ile Torun arasında soğukluk meydana geldiğinden, Müttekî, kadınları ve çocukları alıp güvenilir adamları ile Bağdat’tan çıkıp Musul’a gitti. Torun’un veziri İbni Şirzat üç yüz süvari ile Vâsıt’tan çıkıp üç yüz yirmi iki senesi muharreminde Bağdat’a ulaştı ve asla halife tarafına müracaat etmeksizin kendi kendine hükmetmeye başladı. Torun hemen Vâsıt’ı belli bir ücret karşılığında Beridî’ye ihale ederek kızını ona nikâhladı. Bağdat’a geldi ve Musul’a doğru hareket etti. Seyfu’d-Devle ona karşı çıktı. Fakat meydana gelen şiddetli muharebelerde bozguna uğradığından, Beni Hâmdân artık Musul’da duramayıp Seyfu’d-Devle, kardeşi Nasıru’d-Devle ve Halife Müttekî Musul’u terk ederek Nusaybin’e geldiler. Mütteki oradan da çıkıp Rakka’ya geldi. Seyfu’d-Devle de ona katıldı. Sonra halife, Torun ile haberleşerek Nasıru’d-Devle elindeki memleketler için üç sene zarfında her yıl üç yüz altmış bin dirhem vermek üzere aralarında sulh yapıldı ve Torun Bağdat’a döndü. Halife de Beni Hâmdân ile Musul’da kalmışsa da sonra yine Rakka’ya gitmiştir.

Mu’izzü’d-Devle İbni Büveyh, Torun’un Musul’a gittiğini haber aldığı gibi, gelip Vâsıt’ı zapt etmiş olduğundan, Torun, Musul’dan Bağdat’a döndüğü gibi Mu’izzü’d-Devle’ye karşı vardı, o da Vâsıt’tan hareket edince zilkade ortalarında ordular çarpışmaya başladı. Bir hafta kadar aralarında muharebe devam etti. Fakat Torun’un askerleri gerilemekteydi. Nihayet Torun, onları bir pusuya düşürüp perişan edince Mu’izzü’d-Devle, bir hayli zayiat vererek yenilmiş olarak döndü. Torun da Bağdat’a geldi.

O esnada Ebu Abdullah El-Beridî vefat ettiğinden, yerine geçecek kişi hakkında aralarına anlaşmazlık düştü. En sonunda Basra hükûmeti, oğlu Ebu’l Kasım’da karar kılmıştır.

Halife Müttekî önceden Mısır Valisi İhşid’i yardıma çağırdığından İhşid, Halep’e ve oradan Rakka’ya gelip Müttekî ile görüştü ve ona fevkalade hürmet etti. Atının yanında yaya yürüdü. Ağır hediyeler takdim etti ve onu alıp Mısır’a götürmek istedi. Müttekî ise daha sonra Torun ile haberleştiğinden, Torun büyük yeminler ederek onu temin etmiştir. Bunca yıllardan beri babalarına, dedelerine ve hilafete başkentlik yapmış olan Bağdat’tan uzak olmak Müttekî’ye zor geldiğinden Bağdat’a gitme fikrine düşmüştü. İhşid, “Mısır’a gitmezsen bari buralarda otur. Bağdat’a gitme, Torun’a güvenme.” diye nasihat etmişse de Beni Hâmdân’a bıkkınlık gelmiş olduğundan, Müttekî o havalide oturup onlara yük olmak da istemediğinden, Torun’un teminatına aldanarak üç yüz otuz üç yılı muharreminin sonlarında Rakka’dan Bağdat’a gelmiş ve İhşid de Mısır’a dönmüştür.

Torun, Sindiye’de Müttekî’yi karşılayıp hürmetini sunduktan sonra onu kendi çadırına indirdip gözlerine mil çektirdi. Hemen Müstekfî Billah İbni’l-Mutezid’i Sindiye’ye getirterek ona biat etti, diğer insanlar da biat ettiler. Müttekî de âmâ olduğu hâlde getirilip Müstekfî’ye biat ettirildi. Bir de asa kendisinden alınarak Müstekfî’ye teslim edildi. Müttekî’nin hilafet günleri üç sene, beş ay, on sekiz günden ibarettir.

Bazı Meşhurların Ölümleri

Üç yüz yirmi dokuz yılında meşhur Filozof Meta İbni Yunus ve meşhur Tabip Buhtyeşû İbni Yahya vefat etti. Üç yüz otuz yılında da İmam Ebu’l Hasan Ali İbni İsmail İbni Ebu Bişrül Eş’ari, yetmiş yaşında öldü. Meşre’atü’z-Zevâya’da defnedildi. Müşebbihe mezhebine mensup olan gulât-ı Hanbelîyye (aşırı giden Hanbelîler) cenazesini çıkarıp yakmasınlar diye kabri belirsiz hâle getirildi. Zira Hanbelîlerin çok mutaassıpları ona en büyük düşman idiler.

İmam-ı Eş’ari, Ebu Musa El-Eş’ari (r.a.) Hazretleri’nin torunlarından olup iki yüz altmışıncı yılda Bağdat’ta doğmuştu. Uzun müddet mezheb-i Mutezile üzere ilm-i kelam ile meşgul olup sonra gerek Mutezile’ye gerek Müşebbihe’ye muhalefet ederek mezheb-i ehlisünnet ve’l-cemaati meydana koydu. Mutezile imamlarından, Cübbâî ile münazara ederek onu susturduktan sonra mezhebini ilan etti. Mezheb-i Cebriyye ile Mutezile’nin ortası olarak dünyanın her tarafına şayi oldu. Hanbelîlerin çok mutaassıpları ise cehil ve taassuplarından dolayı onu tekfir edip, mezhebini takip edenlerin kanlarını helal sayarlardı.

Bilindiği gibi, mezheb-i ehlisünnet iki görüş arası bir orta yol, yani cebr ile itizal arasında bir doğru yoldur. Bu hak mezhebi meydana çıkaran iki büyük imamdır. Biri zikri geçen İmam Ebu’l Hasan El-Eş’ari, diğeri İmamu’l-Hüdâ Ebu Mansur Mâtürîdî’dir. Bunlar esasen aynı fikirde oldukları hâlde tavassut ve itidalin açıklanması ve tefsir açısından ikisi arasında cüzi ihtilaf vardır. İmam Mâtürîdî’nin mezhebi rey ve akla daha uygun olduğundan, Hanefilerin çoğu onun mezhebini kabul etmişlerdir. İmam Eş’ari’den üç sene sonra, yani üç yüz otuz üç senesinde İmam Mâtürîdî de vefat etti. İkisinin de şöhretleri her yanı tutmuş olduğundan tafsile hacet yoktur. Rahimehumullahu taala rahmeten vasi’ah.

Müstekfî Billah’ın Halifeliği

Sindiye’de Müstekfî Billah’a biat olunduktan sonra hükûmet merkezine dâhil olup, üç yüz otuz üç senesi safer ayının sonlarında, Torun’a hilat ve taç giydirdi. Ebu’l-Ferec İbni Muhammed’i kendisine vezir atadı. Fakat Ebu’l-Ferec’de vezirliğin yalnız ismi olup işlerin hepsi Torun’un veziri olan İbni Şirzat’ın elindeydi. Müttekî’nin Bağdat’a gelmesi üzerine İhşid de Mısır’a döndüğünde, Seyfu’d-Devle İbni Hâmdân Halep ve Humus beldelerini ele geçirmişti. Sonrasında Rumlar sınırı aşarak, Halep civarına kadar vardılarsa da Seyfu’d-Devle karşı çıkıp onları bozguna uğratmıştır.

bannerbanner