banner banner banner
Akile Hanım Sokağı
Akile Hanım Sokağı
Оценить:
Рейтинг: 0

Полная версия:

Akile Hanım Sokağı

скачать книгу бесплатно


5

Albaydı.

6

İncelik, sevecenlik.

7

Sezdirirdi, ima ederdi.

8

Merakla.

9

Katılan.

10

Uğurlarken.

11

Güney.

12

Durmadan.

3

İSTANBUL’A GİDİYORUZ

Ankara Garı’nda Tarık, platformda ayakta durmuş, trenin hareketini bekliyor, ben de trenin penceresinden, yolcularla teşyie gelenler arasındaki konuşmalar, gülüşmelerle meşgul oluyorum. Her halde Tarık o gün İstanbul’a gideceğini kimseye söylememiş olacaktı. Ben de zaten hareket günümü ahbaplara haber vermemiştim. Sade, başkalarını teşyie gelenler arasındaki tanıdıklar pencereye yaklaşıyor; bir iki lâf ediyorduk.

Garda ışıklar yanmış, akşamın soluk ışığı gece karanlığına girmişti. Harekete artık beş dakika vardı. Tarık’ın bir ayağı trenin merdivenlerinde, bir eli parmaklığı yakalamış, hemen atlamak üzereyken, iki genç adam koşarak gara girdiler, gözleriyle sağı, solu aradıktan sonra Tarık’ın yanına sıçrayarak geldiler. Tavırlarında, iyi haber getirenlerin, “Müjdemi isterim!” diyen hali vardı. Bir tanesi dedi ki:

– Nihayet muvaffak olduk, Tarık Bey, o işi istediğiniz gibi hallettik.

Bu müjde onu alâkadar etmemiş, hatta bu haberden kaçar gibi, Tarık trene atlamıştı. Belli etmemeye çalışmakla beraber onlarla bu meseleyi konuşmak istemediği besbelliydi. Vagonun penceresinden elini sallayarak, “Ben üç gün sonra döneceğim, o zaman konuşuruz,” dedi ve kompartımana girdi. Bir tanesi platformdan seslendi:

– Bilet işi henüz halledilmedi.

Tarık tekrar pencereden aşağıya eğildi:

– Hepsini geldiğim zaman hallederiz. Zahmetinize teşekkür ederim. Orövuar.13

Bu defa kompartmanımıza daldı. El sallamalar, konuşmalar, nihayet sahneden çekilen bir aktör gibi trenin yavaş yavaş süzülerek gardan ayrılışı!

Tren hızlanıp ilerledikten sonra, elinde çıngırağıyla bir garson, kompartımanların önünde birer birer durup içeridekilere birinci servisin başladığını haber verdi. Bizim kompartımanın kapısına gelince, Tarık, “Yemeklerimizi buraya getirin,” dedi.

Ben çantalarla meşguldüm:

– Gidelim, eğleniriz. Hem de garson bizim yataklarımızı rahat rahat hazırlar, dedim.

Tarık kompartımanın kapısını kapamıştı:

– Orada bir sürü ukalâ vardır, Nermin. Aralarında benim Roma’ya gittiğimi kıskanan ve tezvir14 yapanlar da olduğunu biliyorum. Seninle biz, şurada başımızı dinleyelim. Yataklar yapılırken koridora çıkarız.

Bunu söyledikten sonra sigarasını yaktı, ayak ayak üstüne atıp pencerenin önüne yerleşti:

– Gel yanıma, Nermin. Etrafı seyredelim, biraz da konuşuruz. Beraber geçecek az zamanımız kaldı.

Sesinde endişe, hatta ıstıraba benzer bir mâna sezdim. Acaba ilk defa bensiz seyahat onu üzüyor mu? Bu defaki acaba hoş ihtimallerle mi dolu? Oturdum, sigaramı yaktım, belli etmeden yüzünü tetkike başladım. Haricen hep o kısa burnu her vakitki gibi kudretli bir buldog kadar iradeli, dudakları mütehakkim,15 hareketsiz, gözleri istediğini bilen ve mutlaka elde eden adamın mânasını taşıyor.

Kendimi tutamadım. Dedim ki:

– Genç kâtiplere ne kadar haşin davrandın, Tarık! Anlaşılan seni memnun edecek bir iş başarmışlar ve senden takdir bekliyorlardı. Ne idi o hallettikleri mühim mesele?

– Ne bileyim, yüz tane mühim mesele var. Tren hareket ederken konuşacak vakit yoktu ki… Bu gençlerden biri benimle gelmek istiyordu. Belki Müsteşar’ın gönlünü etmiş…

Lâfı kesti, fakat yüzümdeki değişmeyi de anladı:

– Nermin, ben seni götürmeyi çok isterdim ama, biliyorsun ya bu döviz, hatta dövizden fazla delege karılarının kongrelere gitmeleri çok çirkin dedikodulara yol açıyor. Ben inşaallah bir aydan fazla kalmam.

– Ben, sen erken gelsen de gene üç ay İstanbul’da kalacağım…

– Ben evin kira müddeti bitinceye kadar Ankara Palas’ta kalırım, hafta sonları ben de İstanbul’a uçarım, seninle gezer, dolaşırız. Eniştenle ne kadar zamandır baş başa kalamadık.

Adam yatakları yaparken biz koridora çıkmıştık. Ben pencereden etrafı seyrederken, Tarık kolunu belime dolamış, başı başıma dayalı duruyordu. Bu, onun mizacına uymayan bir hareket; o hiçbir zaman açıkta böyle bir şey yapmaz. Kolunu ittim, başımı çektim:

– Gelen geçen bize bakıyor…

Kompartımana girdik. Ben aşağıdaki yatağa yerleştim. O soyunduktan sonra pencerenin önünde uzun müddet kaldı.

– Niçin yatmıyorsun, Tarık?

– Seni uyurken seyretmek istiyorum. Ağzın çocuk ağzı gibi…

– Balayında imişiz gibi konuşma.

Yatağına çıkmadan evvel koynuma geldi. Belki bir saat, hatta balayında bile hatırlamadığım, sıcak ve ateşli bir Tarık’la yaşadım. Hiç Tarık’a benzemiyor. Ne oluyoruz! Sahiden aşk denilen, türlü divane tecellisi16 olan hastalığa tutulmuş ise biraz geç kalmış değil mi? Gene kafamda vızıltı… Onun yukarıdaki yatakta sık sık döndüğünü duyuyorum. Nihayet trenin sallantısı beni de uyuttu.

– Sapanca Gölü’nü geçiyoruz, kalk, sen o gölü çok seversin, Nermin!

Tıraş olmuş, giyinmiş, çantasını indirmiş, pencerenin önündeki sandalyede bazı kâğıtları gözden geçiriyor. Artık her zamanki Tarık.

– Restoranda kahvaltı ederiz değil mi?

Bir zaman cevap vermedi.

– Çantamdaki evrakı gözden geçiriyorum. Buradan ayrılamam. Sen istersen giyin, git. Ben burada çay içerim.

Restoranda zorla yer buldum. İki kişilik küçük bir masada, yaşlıca, fakat makyajı mübalâğalı, süslü bir bayanın karşısına yerleştim. Her halde yüksek bir memur karısı olacaktı. Bazı davetlerde, bilhassa sefaretlerde onu görmüş olduğumu sanıyordum. Hafif bir baş salladıktan sonra ikimiz de kahvaltımıza daldık. Arada bir çantasını açıyor, aynada burnunu pudralıyor, dudaklarının rujunu tazeliyor, sonra yine kahvaltısına dalıyordu. Benim varlığımdan epeyce zaman haberdar değilmiş gibi bir hali vardı. Sigarasını yaktıktan sonra ancak beni birdenbire süzmeye başladı:

– Sizi uzaktan çok gördüm, sanıyorum. Tarık Bey’in hanımı değil misiniz?

– Evet, ben de sizi davetlerde görmüş olmalıyım.

Kim olduğunu söylemedi. Dalgın dalgın pencereden dışarıya bakıyordu. Sonra, birdenbire, içini sıkan bir mesele varmış da çıkarıp nefes almak istiyormuş gibi söze başladı:

– Biraz evvel arkamızdaki masada ne konuşulduğunu duydunuz mu?

– Hayır, ben her halde sizden sonra geldim.

– Dün gece Ankara Palas’ta çok garip bir şey olmuş.

– Yaaa…

– Daktilolar arasında bir müsabaka yapılmış.

– Hangisi daha çabuk yazıyor diye mi?

– Yok, a canım. Beyler, aralarında, seninki güzel, benimki güzel diye bahse girmişler. Sizin anlayacağınız güzellik müsabakası. Daktiloların bir şort giyip görünmeleri eksikmiş…

Tarık daima geceleri evde oturur, nereye gitse beni beraber götürürdü. Onun için içimde acabalar yükselmedi.

– Sizin beyin daktilosu mu kazanmış?

Bunu biraz müstehzi17 ve âdeta kötü bir hisle söylemiştim. Derhal yüzünde bir hınç belirdi. İçine saplanan hançeri bana çevirdi:

– Bizim beyin daktilosu kara, kuru, sakil. (Bu aralık çantasından küçük ayna çıktı. Yüzünün pudrası, dudaklarının ruju tazelendi.) Fakat hınzırın hınzırıdır. Dairedeki bütün erkeklerin yuvasını yıkmaya çalışır. Ama ona bakmak için bir erkeğin karısı umacı gibi bir şey olmalı. (Dişlerini gıcırdattı.) Daktilo milleti öyle melûn, erkek milleti de öyle gençlik elinde zebun18 ki, karılarını aldatmak için bahane aralar. Değil daktilo, karşılarına genç bir zebani çıksa dizlerinin bağı çözülür.

– Her halde sizin beyin daktilosu derece almamış olacak.

Belki sesindeki gizli alaydan, belki başka bir sebepten şişman yüzü pudrasının altında kıpkırmızı oldu, âdeta şişti. Gözlerini gözlerime dikti:

– Kimin birinci olduğuna karar verildiğini bilmek ister misiniz?

– Belki ilân ederler.

– Yok a canım, resmî bir müsabaka değil ki… Hem erkeklerin hepsi bunu karılarından saklamak isterler.

– Bazan karılarıyla beraber gidenler de vardır. Ben de birkaç defa gittim.

– Beyiniz orada değil miydi?

– Hayır.

– Acaba kimin kazandığını ona haber vermediler mi?

– Tarık öyle şeylerle pek alâkadar olacak mizaçta değildir.

– O halde ben haber vereyim. (Evlerinden fırlamış hınçlı gözlerini zaferle gözlerime dikti.) Tarık Bey’in şu meşhur daktilosu, Sevim denilen sarışın kız kazanmış.

– Öyle ise Tarık’a müjde vereyim.

O kadar tabiî söylemiştim ki, yıkmak için kafasını vurduğu kalın duvarda kendi kafası patlamış gibi kendinden geçti. Neden benim içime bir şey sokmak istiyordu? Acaba aldırmadığım için kızmış mı idi? Yoksa, kocası Roma’daki delegeliğe talip olup da muvaffak olamayanlardan biri miydi? Her halde ya Tarık’a veya bana mutlak bir darbe vurmak istiyordu. Bundan sonraki cümlesi kafamda son zamanlarda hasıl olan vızıltının temposunu hızlandırdı:

– Artık Tarık Bey ne yapar yapar, onu mutlak Roma’ya götürür. (Gülerek) Tabiî siz de yanında olacaksınız. Bir şey olmaz ama, dikkatli davranmanızı, ocağınıza incir dikilmesine fırsat vermemenizi tavsiye ederim.

– Ben gitmiyorum ama Tarık’tan eminim. Hem Sevim Hanım’ın rabıtalı bir kız olduğundan şüphem yok. Başka türlüsü Tarık’ın yanında çalışamaz.

Bilmem neden, son zamanlarda Ankara’da yalnız kadın değil, erkek muhitlerinde de, çalışan kadınlara karşı korkunç bir kin, bir gayz hissediliyordu. Erkeklerin de, kadınların da bu kini başka başka şekilde bir kıskançlık eseri idi. Erkekler belki çalışan kadının ekmeklerini ellerinden almaya namzet bir vaziyete geldiklerini tahayyül ediyorlardı. Kadınların ise saikı19 daha fazla hissî idi. Fakat bundan dolayı bütün çalışan kadınlara, bilhassa daktilolara karşı bu garip gayz belki tabiî idi.

O aralık garsona yemiş ısmarladıktan sonra hâkim bir tavır aldı:

– Ankara’da inşaallah görüşürüz.

– Ben şimdilik İstanbul’da kalacağım. Tarık döndükten sonra inşaallah görüşürüz. Müsaadenizle ben gidiyorum.

Kalktım, kompartımanımıza döndüm. Yataklar toplanmış, Tarık gene pencerenin önünde kâğıtları sıralıyordu. Beni görünce:

– Sana bir müjdem var…

– Ne imiş o müjde?

– Dün gece Ankara Palas’ta baylar en güzel daktilonun senin Sevim Hanım olduğuna karar vermiş.

Güldü:

– Ya, öyle mi? Her halde kızcağız sevinir. Çok iyi ve çalışkan bir kızdır. Biraz sinirlidir ama çok faydalıdır.

– Azıcık teklifsiz değil mi?

– Ben farkında değilim. Teklifsizliğe benim hiç tahammülüm yoktur… Her şeyin hazır mı? Haydarpaşa’ya geliyoruz.

Tavrı o kadar tabiî idi ki… Hamal gelmeden çantalarımızı indirdi. Aynada şapkasını düzeltti. Koyu renk kostümü ile kibar ve âmir tavırlı bir insan, her halde daktilodan uzak düşünceleri var. Kafamdaki vızıltı gene kesildi.

Garı kol kola geçtik. Vapurda yan yana oturarak denizi seyrettik. Ankara’dan gelenler için deniz her halde bir göz ziyafeti. Tarık, sıkıntılı bir çalışma devrinden sonra kısa bir vakans20 elde etmiş gibiydi. Bana her zamandan fazla sokuluyor, muhabbet gösteriyordu. Fakat pek de belli etmiyordu. Arabaya kadar konuşmadık. Arabada, onun İstanbul’da kalacağı üç gün zarfında nereleri gezeceğimizi tesbite çalışıyorduk.

Beyazıt’ta arabadan indik. Çantamızı bir hamala vererek, oradaki bir büyük bakkala girerek sokağı sorduk. Garip olarak Ahmet Kemal Sokağı’nı bilmemelerine hayret ettim. Fakat eniştemin ismini verince o sokağa Âkile Hanım Sokağı denildiğini anlattılar. Kasanın etrafında kadınların ukalâlığı hakkında bir de konuşma geçti. Evet, en ahmak kadının bile en akıllı erkeği parmağının üstünde çevirebileceğine dair garip bir kanaat var galiba.

Bizi, eniştemin evine, oraya su götürecek bir çırakla gönderdiler. Biz de arkamızda hamal, önümüzde su götüren bakkal çırağı, yola düzüldük. Tarık’taki vakansa kavuşan talebe ruhu bana da sirayet etmişti. Güneşli bir gündü. Epeyce yürüdükten sonra, çocukların oynadığı, âdeta Ankara sokağı kadar düz ve betonlu bir sokağa girdik. Karşımızda, minarelerin üstünde uçuşan mor, kırmızı bulutlar vardı.

13