Читать книгу Hayatımızın Kış Ayları (Yakup İsmail) онлайн бесплатно на Bookz (3-ая страница книги)
bannerbanner
Hayatımızın Kış Ayları
Hayatımızın Kış Ayları
Оценить:
Hayatımızın Kış Ayları

5

Полная версия:

Hayatımızın Kış Ayları

“Niçin okadar çabuk döndün? Bu gün sol tarafına mı kalktın, ne yaptın bilmem, ama rahatsızsın gibime geliyor. Az önceki sohbetimiz hoşuna gitmedi ve masadan kalktın. Şimdiyse iskambilcilerin oyununu beğenmedin, öyle mi?”

“Beğenmedim.”

“Acemicesine mi oynuyorlar?”

“Başımı ağartıp durmasan ya Hasan! Dibine darı ekecekmiş gibi sorup duruyorsun! Madem bilmek istiyorsun, söyleyeyim: Beni yanlarından kovdular! Seyirci istemezlermiş! Bu cevap yeterli mi?”

“Kovduklarını nasıl anladın? Türkçe mi konuşuyorlar?”

“Bulgarcaya benziyor, ama çok bozuk. Ne konuştuklarını anlamadığımı düşünerek içlerinden biri benim için olmayacak bir şey dedi. Hemen kafasını eziverecektim, lakin sabrettim. Çünkü onlar çoğunluk. Ama o konuşanın suratını belledim. Bir akşam bir köşede elbette ki yalnız kıstıracağım onu!”

“Sırp olmalılar. Oyunlarına karışacak oldun değil mi?” diye sordu Mümün.

“Hayır…”

“İyi ki karışmamışsın. Sakın bunu yapma! Hiç bir zaman! Burası bizim kent değil. Durup dururken aralarında kavga çıkarırlar, lakin anlayıp dinleyinceye kadar birleşirler ve onları ayırmaya gelenlere adamakıllı bir sopa atarlar. Az öncesi ne yapmak istediğini anlasaydım, oynayanların yanına sokulma diyecektim. Kart oynayanlar etraflarında seyirci olmasını istemezler.”

Aydın onlara hakikati söylememişti. Oynayanların birine “o kartı değil, diğerini at!” demişti alçak sesle ve bul-garca, lakin hepsi işitmişti. Oynayanlardan biri ağız dolusu küfretmiş ve cebinden bir bıçak çıkararak masa üzerine bırakmıştı. Aydın da derhal oradan uzaklaşmaya mecbur kalmıştı.

Kulübün giriş kapısında büyük bir grup belirdi. Bayağı şendiler.

“İşte size Bulgaristanlı bir grup!” Dedi Mümün.

“Nasıl anladın?”

“Yüksek konuşmalarından… Oho, Şumnulu’nun grupu!”

Kapıdan girenler Mümün’ü görünce yanına geldiler ve onunla eski dost gibi tokalaştılar. İçlerinden biri Aydın’a ve Hasan’a dikkatle baktıktan sonra sordu:

“Bunlar kimler oluyor Mümün? Bizden mi?”

“İkisi de Rodoplardan. Yeni geldiler. Tanışın! Hasan ve Aydın.”

Onlarla da tokalaştılar. Kim oldukarını sormuş olan izah etti:

“Bana Şumnulu derler! Bunlar da dostlarım: Deli Veli, Yavaş Sabri, Çakıldak Ahmet!”

Masaya yerleştiler ve sohbet derinleşti, çaylar bir kaç defa tekrarlandı. Ayrı ayrı yörelerden olsalar da, şimdi vatandan uzak bir yerde oldukları için kendilerini çok yakın hissediyorlardı. Geç vakitlere kadar oturdular. Nihayet ertesi akşam yine buluşmak dileğiyle kalkarken Şumnulu yine izahta bulundu:

“Bunların adları yerinde olduğunu derhal anladınız değil mi? Sabri ağzını açıp şap veya şeker deyinceye kadar mağazalar kapanıyor. Ahmet konuşmaya başladığında kimse durduramıyor. Çok geçmez Veli de ıspatlar adını.”

Ertesi gün Aydın daha öğle yemeğindeyken ‘kulüp’ sözünü sayıklamaya başladı. Eve geldiğinde de kulübe gitmek için diğerlerinin kafalarını şişirmeye başladı. Mümün ise Almanca kitabı elinde yine taraçaya atmıştı kendini.

“Sabırlı ol!” Dedi en nihayet. “Şurada yarım saatlik işim kaldı. Daha beş-altı alıştırmanın da cevaplarını yazdıktan sonra kalkıyorum.”

Lakin Aydın bir türlü durduğu yerde duramıyordu. Üç-dört defa kapıdan başını uzatarak Mümün çalışmayı hep daha bitirmedi mi diye baktı durdu.

Mümün de en nihayet önündeki kitabı kapadı ve ayağa kalktı:

“Hasan, kalk. Beklerken Aydın’ın canı çıktı. Taraça kapısından başını sık sık uzatmasına ben yoruldum, o yorulmadı.”

Şumnulular kulübe çoktan yerleşmişlerdi. İçlerinden biri elini salladı ve:

“Haydi be Rodoplular! Çok geç kaldınız!” diye narayı bastı. Elbette ki Çakıldak Ahmet’ti. Mümün gülerek Hasan’ın kulağına fısıldadı:

“Bir yerde yüksek sesle konuşanlara rasgeldiğinde bilmelisin ki, ya Sırbiya’dan, yahut gene bizim diyardan. Biz Balkanlıların kalabalık olduğumuz yere yerliler sokulmak istemiyorlar. Yüksek konuştuğumuza daima kavga ediyoruz gibilerine geliyor adamların.”

Çağırıldıkları masaya gittiler. Çok geçmedi, Şumnululardan biri sordu:

“Aranızda İskambil meraklısı yok mu?” hasan cevap verdi:

“Ben sohbeti yarıda bırakmak istemiyorum. Aydın’ı davet edin.”

Aydın’ın ise kulakları çoktan kabarmıştı. Hemen ayağa fırladı:

“…Dördüncü insan ararsanız ben hazırım!”

Üç Şumnulu ve Aydın başka bir masaya değiştiler.

Birinci masada Şumnulu konuşuyor, diğerleri dikkatle dinliyorlardı:

“…Burada daha bir yıl kalmayı düşünüyorum. Kısmetse dört yılı tamamlamaya bakacağım. Kardeşim, geçen gün yola çıktı. Yakında aldığımız minibüsle otomobil tamirhanesine lazım olan aletlerin yarısını götürdü. Geri kalanı da hazır, yani elimizin altında bulunuyor. Onları ve en lüzumlu makineleri bir yıl sonra memlekete dönerken ben kendim götüreceğim. Tamirhaneyi kardeşle ikimiz yolunca yordamınca çalıştırırız.”

“Dört yıl içinde bütün bu anlattıklarını alabilecek kadar para kazanabildiniz yani?” diye sordu Hasan.

“Her şeyi mağazalardan, yani acar yeni almaya ne gerek var Hasan? Biliyor musun hurda depolarında ne kadar sağlam makine, alet ve edevat var! Sadece oralarını ziyaret etmen gerekiyor. Burada bir tamirhane sahibi onu kapamak, yahut gene donatımı yenilemek istediğinde, eskileri çok evhen bir fiyatla satıyor. Alma da göreyim seni.”

“Makineleri sınırdan geçirme işini nasıl hallediyorsun? Yani elinde dokuman olması gerekmiyor mu? Bu aleti nerden aldın diye soran olmayor mu? Gümrük masrafı yüksek değil mi?”

“Ne gümrüğü? Kullanılmış makine ve aletler için sana gümrükçü ne diyecek? Dokuman için problem yok. Satan kişi gereken dokumanı veriyor ve üzerine hurda için olduğunu da kaydediyor.”

“Anladım. Bir şey daha öğrenmek istiyorum. İkinci elden otomobillerin fiyatları ne seviyede? Bazı kimseler çok ucuz diyorlar, bir diğerleri ise inanma, hepsi yalan diye konuşuyorlar.”

“Oromobil almaya acele etme. Batılılar aldıkları aracı ellerinde dört-beş yıldan fazla tutmuyorlar. İkinci elden arabaların fiyatı çok düşük. Buraya yalnız araç için geldiysen daha yarın al ve git. Çalışmaya, para biriktirmeye ve sonra bir iş için yatırım yapmaya düşünüyorsan, acele etme. Çalış, ilgilen, ta memlekete dönme zamanı yakınlaştığında karar ver ve gönlüne yatan aracı al. Ama ne diyeyim, buradasın ya, kısa zamanda çok şeyler öğreneceksin.”

”Anladım.”

“Memleketteyken neyle meşgul oluyordun?”

Hasan çalıştığı işi anlattı.

“Çok iyi. Bana sorarsan, ileri doğru herhangi bir tamirhanede iş bulmaya bak. Orada dikkatle çalışırsan ve gözlerini dört açarsan her hususta bilgini arttırabilirsin.”

Tam susmuşlardı ki, Mümün etrafına bakındı kaldı.

“Kimi aradın?” diye sordu Şumnulu.

“Aydın ne yapıyor diye baktım… Şumnulu, sizin çocuklar bazen bu iskambili kumara çeviriyorlar. Bizim Aydın ise kart hastası, ama buranın kaidelerini hep daha bilmiyor. Yeni geldi, cebindeki para ay sonuna kadar zor yetecek. Acemiliğinden istifade ederek seninkiler onu çabuk elden soyup soğana çevirmesinler.”

Şumnulu’nun verdiği işareti kimse anlayamadı, ama az sonra oyun dağıldı ve yine bir araya toplanarak çay sohbetini koyulttular.

-7-

İkinci hafta daha sakin geçti. Ustabaşı Hasan’ın ve Aydın’ın çalışmalarını hep öyle yakından izledi. Her söyleneni gerektiği gibi icra ettiklerini görünce bir gün memnuniyet ifade eden bir sesle:

“Gut!” Dedi. Sonra da “Förwertz!” diye ilave etti.

Hasan Mümüne baktı ve işaretle sordu:

“Ne diyor?”

“İyi! “İleri’! Devam edin!”

Ustabaşı aynı sözleri iki gün sonra yine tekrarladı. Onlar da övülmesine sevinen çocuklar gibi daha büyük bir çaba ile çalışmaya devam ettiler. Cuma günü yatak odasına döndüklerinde onlara Mümün de cesaret vermeye çalıştı:

“Kendinizi ustabaşına beğendirmeye başladınız. O, herkese kolaycacık iyi kıymet vermeye acele etmiyor. Yeni gelenleri en azından üç ay çırak gibi çalıştırıyor. Sizi ise daha bu ay sonunda çıraklıktan çıkaracak galiba.”

“Bunları o mu söyledi?” diye sordu Hasan.

“Bir şey söylemedi. Tutumundan öyle anlıyorum. Başkalarına haftada bir defa bile “Gut!” dediği yok, size ise bu sözü iki günde bir tekrarlayıp duruyor.”

Hasan’ın ve Aydın’ın yatağa uzandıklarını görünce devam etti:

“Yatın ve dinlenin. Ben de kitapla meşgul olayım, zira kursun başlamasına çok az kaldı. İki saat sonra çıkarız ve kulübe kadar gideriz.”

Hasan yatağa daha iyi yerleşmeye çalışaraktan sordu:

“Yakın bir yerde sinema yok mu? Bizi bir defa sinemaya götürsen ya.”

“Olur. Lakin dili bilmediğinizden birçok şeyleri anlamayacaksınız. Burada bilet umumiyetle önceden alınıyor. Ayni gün için bilet bulmak çok güç. Yalnız bir kimse mühim bir sebepten son anda biletini geri çevirirse…”

“Birkaç stotinka için sinema binasına bilet çevirmeye gidenler de mi var?”

”Kaç stotinka olursa olsun burada kimse parayı boşuna atmıyor. Onu kazanabilmek için az çok emek harcamış değil mi?”

Hasan dudak büktü ve çok geçmeden uykuya daldı.

Aydın’ın ise uyumaya hiç niyeti yoktu. Azıcık dinlendikten sonra kalktı ve ayakkabılarını giydi. Onu gören Mümün “ne var?” der gibi başıyle işaret etti.

“Kulübe gidiyorum.”

“Git…”

İki saat sonra Hasan ile ikisi kulüp kapısından girdiklerinde Aydın, daha üç kişiyle birlikte bir masada habire kart dövüyordu. Mümün:

“Aydın bu iskambile kendini adamakıllı aldırmış!” Diye hımırdandı.

“Herkesin bir hastalığı var.”

Çay içtiler, televizyonda futbol karşılaşması varmış, onu izlediler.

Futbol karşılaşması sona erdiği sırada Aydın nihayet yanlarına geldi. Sessiz durması Mümün’ün dikkatini çabucak çekti. Çehresine bakarak sordu:

“Yorgun görünüyorsun?”

“Hayır.”

“Moralin yerinde değil mi yoksa?”

“Yok öyle bir şey.”

Hasan dayanamadı ve söze karıştı:

“Mümün, sorma. İskambil oynadılar ya, oyunu kaybetmiştir. Kazanmış olsaydı bayağı şen olur, övünürken ağzı kulaklarına varırdı.”

Aydın yine ses çıkarmadı. Diğerleri de daha fazla üstelemediler.

Ertesi akşam yine karşılaştıklarında Şumnulu Mümün’e gizlice sordu:

“ Aydın kardeşin mi, yoksa akraban mı?”

“Dostum. Neden sordun?”

“Dün akşam bizimkilere paraya karşılık belot oynamalarını teklif etmiş. Onlar da zaten bunu bekliyorlar, üçü bir olarak ondan bayağı para sıyırmışlar.”

Mümün susmakla cevap verdi. Eve döndüklerinde de bu konuya değinmedi. Lakin Aydın’ın tutumunu yakından izlemeye çalıştı.

Aydın’da hakikaten de bir değişiklik vardı. Bir hafta devamınca kulübü ziyaret etmek şöyle dursun, sözünü bile etmedi. Yorgunum diyerek akşamları evde kaldı. Lakin ilk maaşı alır almaz kulübü yine boyladı. Gece yarısı eve döndüğünde çehresine kar yağıyordu sanki. Bunu görünce Mümün doğrudan doğruya sordu:

“İskambil oyununda bu akşam ne kadar kaybettin?”

“Az değil,”

“Ne kadar?”

“Maaşın yarısını.”

Gitti, bu defa onun karşısına oturdu ve gözlerinin içine bakarak konuştu:

“Aydın, çocuk değilsin. Sana nasihat vermek olmaz. Yalnız şunu söyleyeceğim. Kumar oynamakla kimse zengin olmamış. Zengin olmayı bırak, hane geçindiren bile yok. Dünyanın en büyük kumarcısı gün gelmiş parasız pulsuz, sokağa çıkamayacak kadar elbisesiz kalmış… Bu işten vaktinde vazgeçersen iyi edersin. Buraya kazandığını saçmaya geldiysen, devam et!”

“Benden aldıkları parayı onlardan kat kat çıkaracağım!”

“Bir şey bile yapamıyacaksın. Aksine, daha çok kaybedeceksin!”

“Dedim sana, benden aldıklarını kat kat geri alacağım!”

“Bunu nasıl başarabileceksin? Sana eşlik eden kişi de sana karşı oynadığını anlamıyor musun? Paralarını alıp duracaklar. Bir gün işi kavgaya vardırırsan daha da kötü olacak. Kendini adamakıllı dövdüreceksin. Yani para kaybettiğinle ve sopa yediğinle kalacaksın. Bunları dostum olduğun için söylüyorum. Yoksa münasebet almaya hakkım olmadığını çok iyi biliyorum.”

Aydın hiç bir şey demedi.

-8-

Dil kursunun başlamasına çok az kalmıştı ve Mümün “Deutsch für Auslander” kitabının üzerine daha sağlam düştü.

Bu akşam yine taraçaya çıktı, kitap önünde, bir saatten fazla okudu ve yazdı. Nihayet kahve hazırlamak için kalkacaktı ki, kapıda Hasan belirdi:

“Biz hazırız.”

“Bu akşam kulübe bensiz gidin,” dedi Mümün.

“Neden?”

“Dil kurslarının başlamasına çok az kaldı. O zamana kadar kitaptaki bütün dersleri bir defa bari geçmek istiyorum.”

Hasan onun karşısına oturdu:

“Sen hakikaten de bu dili gerektiği gibi öğrenebileceğine inanıyorsun yani?”

“Neden inanmıyayım? Yabancı dil öğrenenler insan değil mi?”

“Öyle canım. Lakin okulda iki yıl fransızca okuduk, altı yıl rus dili ders kitapları elimizden düşmedi. Neticede ne öğrenebildik?”

“Bir defa cabalayacağım. Sen bu dili öğrenmeyi hiç mi arzu etmiyorsun?”

“Arzu etsem de bir şey olmayacağını çok iyi biliyorum.”

“Bir defa uğraşsan kötü olmaz. Birlikte gider geliriz, birlikte hazırlanırız, aramızda konuşmaya çalışarak ben sana, sen bana yardım etmiş oluruz.”

“Bırak şu işi holan. Üç haftadır buradayım, üç söz öğrenebildim mi?”

“Öğrenemedin mi? ‘Guten morgen,’ ‘Danke,’ ‘Aufwiedersehen’ sözleri ne ifade ettiğini biliyorsun artık değil mi?”

“Okadar biliyorum canım.”

“Bu dört sözün yanı sıra daha dört söz kalmıştır aklında. O da hiç çabalamadan. Çabalarsan daha çok öğreneceksin.”

“Ne bileyim…”

“Düşün taşın. Ödeyeceğin ücret her akşam çaya ve kahveye verdiğimizden daha fazla değil. Bu işe haftada üç akşam ikişer saat ayırabilirsin. Kulübün kapısını her akşam haftada dört akşam açacağız. Bunu bir kayıp hesapediyorsan…”

Sokaktan Aydın’ın sesi geldi:

“Haydi hey! Nerede kaldınız!”

“Düşün taşın,” diye tekrarladı Mümün Hasan’ın ardından.

Hasan Mümün’ün sözlerini hiç kulak asmadı, lakin kulüpten dönerken her nedense kurs işi yine aklına geldi. Elini salladı “geç!” der gibi. Yatağa sokulduğunda kurs sorununu yine hatırladı. Sanki arzu eder gibiydi…

“Ne yapsam?” diye sordu kendi kendine. Lakin sonra: “Aylak mı kaldın Hasan? Bozma rahatını!” diye fısıldadı kendi kendine ve diğer tarafına döndü. Koşukavak’ta arkadaşları geldi gözleri önüne. Laf arasında “Altı ayda altı söz de mi öğrenemedin Hasan?” diye sorarlarsa ne diyecekti?

“Bir şey demeyeceğim!” dedi içinden.

“Hasan, uyumıyor musun?” diye sordu Mümün odanın diğer ucundan.

“Uyuyamıyorum. Niçin sordun?”

“Kendi kendine konuşuyorsun gibime geldi.”

Cevap vermedi. Bu kurs işi bir türlü aklından çıkmıyordu işte. Nihayet kestirip attı:

“Sabah ola hayır ola. Son kararı yarın sabah alacağım!”

Gözleri küçülür gibi oldu ve az sonra uyudu gitti.

Sabah uyandığında çok sakindi. Bunun sebebi ne acaba diye kendi kendine sordu kaldı. Lakin cevabını veremedi. Yataktan doğrulurken Aydın’ın da, Mümün’ün de uyanık olduklarını bilirmiş gibi:

“Geleli beri bu gece sefte hiç deliksiz uyudum. İyice dinlenmişim,” dedi.

“Yolculuk ve iş bulma sorunlarının yarattığı gerginlik sona ermiş yani.” diye izah etmeye çalıştı Mümün.

“ Evden mektup aldığımızda daha da sakinleşeceğiz, değil mi Aydın?”

“I-hı…”

“Uyanmadın mı hep daha?”

“I-hı…”

“Bırak, uyusun. Onun deliksiz uykuları çok daha erken başladı.” Dedi Mümün, kalktı ve sabah çayını hazırlamak için mutfağa gitti.

Fabrika kapısından giriyorlardı ki, Hasan Mümün’e sordu:

“Dil kurslarına yazılmak nerede ve nasıl oluyor?”

“Demek kendinde cesaret buldun en nihayet?”

“Kısmetimi bir defa denemek istiyorum. Sen de yardım edersen. Sonra…”

“…Sonrası ne?”

Yutkundu ve dilinin ucunda olanı gizledi ve:

“…Sonrası gidip yazılmak!” diye hımırdandı.

Bu gece uykusu hepten onun dediği kadar deliksiz değildi. Küçümencik kızı girmişti rüyasına. Birinci sınıf öğrencisi olmuş, harfleri öğrenmiş ve şimdi eline geçen her kağıt parçasında gördüğü yazıları heceliyor. Eline yine bir kağıt almış, koşarak babasının yanına geliyor ve soruyor:

“Baba, bu kağıtta olanları okuyamıyorum. Harfleri de değişik, sözleri de.”

Hasan kağıda bir göz atıyor ve izah ediyor:

“Bunlar senin bildiğin harflerden değil kızım.”

“Nasıl değilmiş? Burada yazılı olan harflerin hepsini biliyorum ve okuyorum, ama sözleri anlıyamıyorum.”

“Çünkü onlar başka dilde yazılı.”

“Başka dilde mi? Hangi dilde?”

“Almanca.”

“Sen Almanya’da çalışıyorsun ya, bu yazıyı okuyabileceksin yani?”

Kızcağızına ne diyeceğini bilemediği için ıkınıp sıkınıyor… Derken uyanıverdi. İşte o zaman artık kati karar aldı: Dil kurslarına Mümün ile birlikte o da gidecek!.. Bunun için fabrika kapısından girirken Mümün’e ‘İşte ondan sonra kızımın elindeki kağıtta yazılı olanları sakince tercüme edebileceğim!’ diyecekti, ama ‘sonra’ dedi ve ötesini getirmedi.

“Tamam. İşten çıktıktan sonra çaresine bakarız. Balay sayı dolmuş olmasın.” Diye cevap verdi Mümün.

“Öyle bir tehlike olabilir mi?”

“Olabilir. Alman dilini öğrenmek isteyenler yalnız biz değiliz. Burada kimse işini son ana bırakmıyor. Bunu size anlattığım var değil mi?”

Hasan kendi kendine mırıldandı:

“Ben şap şeker deyinceye kadar mağazalar kapanıyor desen ya!”

İş saatinden sonra Mümün elini yüzünü yıkarken Hasan’a seslendi:

“Haydi, gidiyoruz!”

“Nereye?”

“Nasıl nereye? Kursa yazılmak istiyordun ya!”

“Sayı belki dolmuştur demedin mi?”

“Bu sabah ustabaşına andım. O da bir yolunu bularak seni yazdırmış. Şimdi gidip dilekçeyi dolduracağız ve ücreti ödeyeceğiz.”

Tam kapıdan çıkıyorlardı ki, Aydın arkalarından seslendi;

“Bekleyin! Ben de hazırım!”

Aydın onlara erdi ve birlikte yürüdüler. Kırk-elli adım sonra kulübe doğru gitmediklerini anlayınca Aydın sordu:

“Bu akşam kulübe gitmeyecek miyiz?”

“Biz başka yere gidiyoruz.”

“Gittiğiniz yer benden gizli mi canım?”

“Gizli olur mu yahu! Dil kursları için dilekçe vermeye gidiyoruz.” Diye izah etti Mümün.

“Ne? Ama sen de mi Hasan?”

“Evet. Sen yazılmak istemiyor musun?”

“Ben?! Siz ikiniz de aklınızı yitirmişsiniz!”

Mümün ile Hasan’ın ardından dudaklarını bükerek baktı ve elini sallayarak kulübün bulunduğu sokağı tuttu.

-9-

Hasan ikinci maaşı da aldıktan sonra düşündü kaldı.

Elinde dört bin Mark kadar bir para birikmişti. Onları hep cebinde mi gezdirecekti? Şimdiye kadar öyle bir alışkanlığı yoktu. Bu paranın bir kısmını eşine nasıl yollayabilirdi, acaba? Bunun bir çaresini bulmalıydı… Eve dönerken Mümün’e sordu:

“Bu iş pek kolay değil.” dedi o. “Ben evvelsi memlekete gidenlerden, yani elden gönderiyordum. Üç aydan beri bir bankada hesabım var. Böyle bir hesap açmak için şimdilik sen açamayacaksın. Yakında memlekete gidecek güvenceli bir kimse bulman gerekecek.”

“Kimi tanıyorum, kime güvenebilirim ki?”

“…Birkaç gün sabret. Belki memlekete gidecek bir kimse buluruz.”

Eve dönünce yine kitapları kavradılar. Hasan taraçaya çıkarken Aydın’a doğru bakmış oldu. İşten geldiği elbiselerle yatağa yan gelmişti. Ayakkabılarını bile çıkarmamıştı. Kalkıp bir yere gidecekmiş gibi bir tutumu vardı.

“Neden gerektiği gibi yatıp dinlenmiyorsun Aydın?” diye sordu.

“İşte dinleniyorum ya.” Dedi Aydın kısık sesle.

“Üzerindeki albiselere bakınca her an sokağa fırlamaya hazır durumdasın gibime geliyor. Onun için sordum.”

Aydın cevap vermedi. Ellerini başı altına koydu ve gözlerini kapadı.

Beş-altı dakka geçti geçmedi kalktı, o da çıktı taraçaya. Gitti ve Mümün’ün karşısına oturdu. Bir sigara dumanlattı. Sonra da laf olsun diye:

“Kursa mı hazırlanıyorsun?” dedi.

Mümün elindeki tükenmezi bıraktı, kitabı ve defteri yanıbaşına dürttü.

“Evet.”

O da yaktı bir sigara ve göz ucuyle Aydın’ı süzdü. Başını önüne eğmiş susuyotrdu. Nihayet pek kati olmayan bir sesle konuştu:

“Memlekete dönmeyi düşünüyorum.”

Mümün hayret dolu sesle sordu:

“O ne demek? Geleli iki ay oldu olmadı. Hani bir laf var, yolculuktan toplanan toz hep daha ayakkabılarının üzerinden silinmedi. Buraya gelmek için yaptığın masrafı karşılayacak kadar bile para kazandın kazanmadın. Bütün maaş bu gün sefte aldın.”

“Aldım, ama… az.”

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Günaydın. İşte yeni işçiler

2

Hoş geldiniz! Benim adım Hans.

3

Bu Hasan. Bu ise Aydın

4

Teşekkür ederim.

5

Ne diyor?

6

Bulgaristan Cumhuriyetine gidecek.

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:


Полная версия книги

Всего 10 форматов

bannerbanner