
Полная версия:
Savaş ve Barış I. Cilt
“Le vicomte a été personnellement connu de monseigneur.”43 dedi birisine.
Bir başkasına dönüp açıkladı:
“Le vicomte est un parfait conteur.”44
En son olarak da bir üçüncüsüne şunları fısıldadı:
“Comme on voit l’homme de la bonne compagnie.”45
Böylece Vikont, en elverişli bir biçimde sunulmuş oluyordu topluluğa; ısıtılmış ve maydanozla süslenmiş bir tabakta sunulan bir rozbif gibi…
Hikâyeye başlamaya hazır bulunduğunu belirten zarif bir gülümseyiş dalgalandı yüzünde Vikont’un. Tam o sırada Anna Pavlovna, biraz ötedeki grubun ortasında oturan güzel Prenses’e seslendi:
“Buraya gelsenize, chère46 Helen.”
Prenses gülümsüyordu. Kusursuz güzellere özgü o her zamanki gülümseyişle doğruldu yerinden, salona girerken de yüzünde bu gülümseyiş dalgalanıyordu. Pelüş ve tüylerle süslü beyaz balo giysisinden yükselen hafif hışırtının eşliğinde ve süt beyazı omuzlarının olanca göz kamaştırıcılığı, saçlarının ve elmas takılarının eşsiz parıldayışı içinde kendisine yol açan erkeklerin ortasından geçti ve dimdik, hiç kimseye bakmaksızın ama herkese gülümseyerek ve yine herkese silüetinin, günün modasına uygun olarak cömertçe açık bıraktığı dolgun omuzlarının, gerdanının ve sırtının güzelliğini doya doya seyredip hayran olma hakkını tanıyarak Anna Pavlovna’ya doğru ilerledi. Tek başına, bütün bir balonun görkemli parlaklığını ardından sürükleyip getiriyordu âdeta.
Gerçekten de öyle güzeldi ki Helen, bir nebze dahi işveli olmak şöyle dursun; tam tersine, tartışma kabul etmez güzelliğinden ve bu güzelliğin sınırsız etkileme gücünden rahatsızlık duyuyor izlenimini uyandırıyordu karşısındakilerde. Dahası, Helen bu etkileme gücünü sanki azaltmaya çalışmaktaydı.
“Quelle belle personne!”47
Onu gören herkesin söylediği buydu işte. Nitekim Vikont da Helen karşısına oturup onu da aynı değişmez gülümseyişle aydınlattığında omuzlarını kaldırıp gözlerini önüne eğmiş; sonra da gülümseyerek eğilmiş ve “Madame, je crains pour mes moyens devant un pareil auditoire.”48 demişti.
Cevap vermeyi gereksiz bulmuş olmalıydı Prenses. Çıplak ve dolgun kolunu bir geridona dayayıp gülümseyerek bekledi. Hikâye anlatılıp bitinceye kadar dimdik duracak; zaman zaman, geridona hafifçe dayalı güzel koluna ve üzerinde bir elmas ırmağının ışıldadığı daha da güzel göğsüne bakacaktı. Arada bir de giysisinin kıvrımlarına çekidüzen vermiş, hikâyenin özellikle ilginçleştiği anlarda da Anna Pavlovna’ya dönerek nedimenin yüzünde beliren ifadeyi olduğu gibi kopya etmiş, sonra o parlak gülümseyişi içinde donuklaşmıştı yeniden…
Helen’in ardından Küçük Prenses de kalkmıştı ayağa.
“Attendezmoi, je vais prendre mon ouvrage.”49 dedi.
Ve Prens Hippolyte’e dönüp ekledi:
“Voyons, à quoi pensezvous donc? Apportezmoi mon réticule.”50
Bu arada bütün herkese gülümseyerek çabucak yer değiştirmiş, oturduktan sonra da giysisini düzeltmişti neşeyle.
“Şimdi rahatım.” dedi. “Artık başlayabilirsiniz.” Ve örgüsüne başladı.
Genç kadının işliğini getiren Prens Hippolyte de onu izlemiş ve bir koltuk çekerek Prenses’in yanına oturmuştu.
Le charmant Hippolyte;51 kız kardeşine olağanüstü bir şekilde benzeyişiyle ve işin garibi, bütün bu benzeyişe rağmen olağanüstü bir şekilde çirkin oluşuyla göze çarpıyordu. Aynı yüz hatlarına sahipti ikisi de. Gelgelelim Helen’de her şeye, genç, canlı, yaşama sevincini yansıtan gülümseyişi ve Antik Çağ insanlarınınkini andıran vücudunun ender güzelliğiyle ışıldarken; Hippolyte’de tam tersine, aynı yüz budalalıkla gölgelenmekte ve kendini beğenmişlikten kaynaklanan mızmız bir mizacı yansıtmaktaydı hep. Ayrıca vücudu güçsüz ve cılızdı. Yüzde ne varsa -gözler, burun, ağız, hepsi- bulanık ve sıkıcı bir somurtkanlığın bir ifadesi gibi kasılmakta; kollarla bacaklarsa doğallıktan yana hiç mi hiç nasibi olmayan şekillere bürünmekteydi daima.
“Ce n’est pas une histoire de revenants?”52
Bunu sorarken cebinden aceleyle çıkardığı kelebek gözlüğünü, bu şey olmadan konuşamazmış gibi gözlerine yerleştirmişti.
Afallamıştı Vikont ama kendisini hemen toplayıp omuz silkerek cevap verdi:
“Hayır, aziz dostum, hayır.”
Prens Hippolyte; sözlerinin ne anlama geldiğini kavramadan önce konuşmuş olduğunu ispatlayan bir tonla “C’est que je déteste les histoires de revenants…”53 diye sürdürdü konuşmasını.
Öylesine küstahça bir kendine güvenle konuşmuştu ki söylediklerinin çok zekice mi yoksa çok ahmakça mı bir şey olduğunu hiç kimse anlayamadı. Koyu yeşil bir elbise giymişti. Bacaklarını, kendi deyişiyle cuisse de nymphe effrayée54 rengi bir kısa pantolonla çoraplar örtüyordu. Ayaklarında iskarpinler vardı.
Vikont, gerçekten çok hoş bir tarzda anlattı hikâyeyi: Buna göre Enghien Dükü, eski göz ağrısı Bayan George’u görmek üzere gizlice Paris’e gelmiş ve ünlü tiyatro yıldızının konağında Bonapart’la karşılaşmıştı; besbelliydi ki Napolyon da o sıralarda dilber yıldızın lütfuna mazhar olan talihli erkekler arasındaydı. Ne var ki karşılaşma sırasında bir talihsizlik olmuş ve Bonapart’ın korktuğu başına gelmişti; zaman zaman olduğu gibi bayılacağı tutmuştu. Kaderi Dük’ün ellerindeydi ama Dük, fırsattan yararlanmayı şerefsizlik saymıştı ve Bonapart, dükün bu cömertliğini çok geçmeden onu öldürterek ödüllendirme yoluna gidecekti.
Hikâye, özellikle, iki rakibin birdenbire karşılaşıp birbirlerini tanıdıkları anda iyice gerginleşip büsbütün ilginç bir akışla devam etmişti. Nitekim burada, hanımlar iyice heyecanlandılar.
“Charmant.”55 dedi Anna Pavlovna.
Ve soran bakışlarını Küçük Prenses’e çevirdi.
“Charmant.” diye mırıldandı Küçük Prenses de. Aynı zamanda, hikâyenin ilgi çekiciliğinin örgüye devam etmesini engellediğini belirtmek istercesine iğneyi el işine saplayıp durmuştu.
Vikont, bu sessiz saygı gösterisini minnet dolu bir gülümseyişle değerlendirdikten sonra devam etti anlatmaya.
Bu arada Anna Pavlovna, kendisini endişeye sevk eden delikanlıyı gözlemekten geri durmuyordu. Nitekim çok geçmeden Piyer’in, Rahip’in karşısına dikilip yüksek sesle ve heyecanla bir şeyler söylemeye koyulduğunu görerek tehlike altındaki bölgeye yardıma koştu.
Gerçekten de Piyer, Rahip’le siyasi denge konusunda sıkı bir tartışmaya girişmiş bulunuyordu ve genç adamın çocuksu coşkunluğu karşısında ilgisiz kalamayan Rahip Morio, en gözde tasarısını açıklamaktaydı şimdi. Her ikisi de konuya iyice kaptırmışlardı kendilerini. Gittikçe kızışıyor, kızıştıkça el kol hareketlerini de seferber ediyorlardı. Anna Pavlovna’nın hoşuna gitmeyen de bu oldu işte.
Rahip şöyle diyordu:
“Tek çare, Avrupa’da bir denge tesis edilmesi ve droit des gens’dır.56 Rusya gibi kudretli bir devletin, barbar olarak değerlendirilmesine aldırış etmeksizin ve hiç çıkar gözetmeksizin Avrupa dengesinin kurulmasını amaçlayan bir ittifakın başına geçmesi, bütün dünyayı kurtarmaya yeter de artar bile!”
“Güzel ama bu dengeyi nasıl sağlayacaksınız?”
Konuşmasını sürdüremedi Piyer; Anna Pavlovna’nın, yanında mantar gibi bittiğini görmüştü birdenbire. Nedime; delikanlıya sert bir bakış atarak İtalyan’a, Rusya’nın iklimine katlanmakta güçlük çekip çekmediğini sordu. Rahip’in yüzü bir anda değişti ve alabildiğine tatlı ama bir o kadar da ikiyüzlü bir ifadeye büründü. Kadınlarla konuşurken daima bu tavrı takındığı belli oluyordu sesinden:
“Kabul edilmek mutluluğuna erdiğim topluluğun, özellikle kadınların, zekâsı ve kültür düzeyi beni öylesine hayran bıraktı ki iklimi düşünecek vakit bulamadım henüz.”
Rahip’i ve Piyer’i başıboş bırakmamaya kararlıydı Anna Pavlovna. Nitekim her ikisini de daha kolay göz hapsinde tutmak için, genel gruba yöneltti.
Yeni bir kişi daha girmişti tam o sırada salona. Bu kimse, Küçük Prenses’in kocası genç Prens Andrey Bolkonski’ydi.
Orta boylu, net ve sert çizgili, çok yakışıklı bir delikanlıydı Prens Bolkonski. Bıkkın, sıkıntılı bakışlarından ağır ve ölçülü yürüyüşüne kadar ona kişilik özelliklerini veren her ne varsa hepsi; karısındaki canlılık ve atılganlıkla şiddetli bir karşıtlık içindeydi. “Bu salondaki herkes pek iyi, gelebilir miyim?”
“Hayır, gelemezsin.” dedi Prens Andrey gülerek.
Bunu söylerken Piyer’in izin almadan da ona gelebileceğini belirtmek için hafifçe elini sıktı. Bir şey daha söylemek istedi ama tam o sırada Prens Vasili ile kızı, gitmek üzere ayağa kalktılar. Erkekler de onlara yol vermek için kalkmıştı. Prens Vasili; kalkmasını önlemek için Fransız’ı dostça kolundan tutarak “Beni bağışlayın, değerli Vikont.” dedi. “Büyükelçi’nin bu vakitsiz gece toplantısı, beni büyük bir zevkten yoksun bıraktığı gibi sizin de sözünüzü yarıda kesiyor.”
Sonra da Anna Pavlovna’ya döndü.
“Bu tadına doyum olmaz toplantıdan ayrılmak zorunda kaldığım için gerçekten üzgünüm.” dedi.
Bu arada kızı Prenses Helen, giysisinin kıvrımlarını parmak uçlarıyla tutarak sandalyeler arasından kapıya doğru ilerlemeye başlamıştı. Güzel yüzünden eksik olmayan gülümseyiş, daha da ışıldıyordu şimdi. Piyer; genç kız önünden geçerken korkuyla karışık bir hayranlıkla, büyülenmiş gibi baktı ona.
Prens Andrey, “Çok güzel.” dedi.
“Evet, çok güzel.” dedi Piyer de.
Prens Vasili onların önlerinden geçerken delikanlıyı kolundan tutmuş ve Anna Pavlovna’ya dönerek “Benim hatırım için eğitin bu ayıyı.” demişti. “Bende kalmaya başlayalı neredeyse bir ay olacak, insan içine çıktığını ilk defa görüyorum. Oysa bir genç adamın iyi yetişmesi için zeki ve kültürlü hanımların eğitiminden geçmesi gereklidir.”
IV
Anna Pavlovna gülümsemiş ve Piyer’le ilgileneceğine dair söz vermişti: Delikanlının, Prens Vasili ile baba tarafından akraba olduğunu biliyordu.
“Ma tante”nin yanında duran yaşlı hanım da aceleyle kapıya doğru ilerlemişti; bu arada ve holde, Prens Vasili’ye yetişmişti. Göstermelik güler yüzlülüğü uçup gitmişti sanki çizgilerinden. Gözyaşlarıyla yoğurulmuş çehresinde şimdi sadece kaygı ve panik vardı. Hızla yaklaştı Prens’e ve sordu:
“Borisim hakkında bana söyleyebileceğiniz bir şey yok mu Prens?”
Boris derken o sesini özellikle vurgulamaktaydı. Bir açıklamada bulunmayı gerekli görerek şöyle devam etti:
“Petersburg’da uzun süre kalamayacağım. Söyleyin, zavallı yavruma iyi bir haber götürecek miyim?”
Prens Vasili, onu istemeye istemeye ve sabırsızlık gösterecek kadar terbiye kurallarına aykırı bir şekilde dinlediği ve bunu da açıkça belli ettiği hâlde kadın, ona içtenlikle tatlı tatlı gülümsemekteydi. Hatta gitmesini engellemek için Prens’in kolunu tutarak sürdürdü konuşmasını:
“İmparator’a bir kelimecik söylemek, sizin için işten bile değildir ve oğlumun Muhafız Alayı’nda görevlendirilmesi bir saniyelik bir emre bakar.”
“İnanın ki elimden gelen bütün her şeyi yapacağım, Prenses.” diye cevap verdi Prens Vasili. “Ama İmparator’dan ricada bulunmak benim için zor. Size bu iş için daha çok Rumyantsef’e başvurmanızı tavsiye ederim. Prens Golitsin’i aracı koyun. İnanın, daha etkili olur.”
Yaşlı hanım, bir prensesti ve Rusya’nın en büyük ailelerinden biri olan Drubestkoyların adını taşıyordu. Ama çok fakirdi, bir hayli zaman olmuştu sosyete toplantılarına gitmeyi bırakalı; dolayısıyla da eski tanıdıklarının çoğuyla ilişkisini kesmişti. Biricik oğlunun İmparatorluk Muhafız Alayı’nda görevlendirilmesini sağlamak için gelmişti Petersburg’a. Kendisini, Anna Pavlovna’nın toplantısına Prens Vasili’yi görebilmek için çağırtmış; Vikont’un hikâyesini de sırf bunun için dinlemişti. İşte bundan dolayı da Prens Vasili’nin sözleri, dehşete düşürmüştü onu. Eski güzelliğinin izlerini yer yer hâlâ taşıyan yüzünde bir öfke dalgası belirir gibi oldu birden ama bu, bir an bile sürmeyecekti.
Nitekim yeniden gülümsedi hemen Prenses Drubetskaya ve Prens Vasili’nin koluna daha güçlü bir şekilde asılarak konuştu:
“Dinleyin, Prens. Bugüne kadar, sizden hiçbir şey istemedim; bundan böyle başka hiçbir şey de istemeyeceğim. Babamın sizin için beslediği dostluk duygularını da hatırlatmadım size hiç. Ama şimdi Tanrı adına yalvarıyorum! Oğlum için yapın bunu. Sizi ömrümün sonuna kadar velinimetim olarak kabul edeceğim. Yoo yoo, hayır, kızmayın ne olur! Sadece söz verin bana ve bilin ki daha önce Golitsin’den ricada bulundum ama reddetti. Soyez le bon enfant que vous avez ete.”57
Büyük bir aceleyle söylemişti bu son sözleri ve şimdi gülümsemeye çalışmaktaydı. Oysa gözleri yaşlarla doluydu.
“Baba, geç kalıyoruz.”
Kapının yanında beklemekte olan Prenses Helen, Eski Çağ büstlerini andıran omuzlarının üzerindeki güzel başını babasına doğru çevirerek söylemişti bunu.
Yaşadığımız dünyada nüfuz, bitip tükenmesini önlemek için idareli kullanılması gereken bir sermayedir. Bunu gayet iyi bilen ve bütün ricacılarına yardıma koştuğu takdirde kendisi için hiçbir şey isteyemeyeceğini gayet iyi öğrenmiş olan Prens Vasili de pek ender durumlarda kullanırdı nüfuzunu. Ama Prenses Drubetskaya’nın son sözleri; onda, pişmanlığa benzer bir duygu uyandırmıştı. Hakikati dile getirmişti Prenses… Vasili, mesleğindeki ilk adımlarını Prens Drubetskoy’a borçluydu.
Ayrıca bir başka önemli husus daha vardı Prens Vasili’yi kaygılandıran: Davranışlarından anladığı kadarıyla Prenses Drubetskaya, kafalarına koydukları şeyi elde etmeden sizin yakanızı bırakmayan, sizi canınızdan bezdirinceye dek peşinizde dolaşan ve hatta gerekli gördüğü vakit hiç çekinmeden rezalet çıkaran kadınlardan daha doğrusu analardan biriydi. İşte bu son ihtimal, için için ürpertti Prens Vasili’yi.
Her zamanki teklifsiz ve sıkıntılı sesiyle konuştu:
“Chère58 Anna Mihailovna, arzu ettiğiniz şeyi yapmak hemen hemen imkânsız bir şey benim için. Ama size nasıl candan bir sevgi beslediğimi ve babanızın anısına nasıl derinden bir saygıyla bağlı olduğumu ispat etmek için bu imkânsız şeyi yapacağım. Oğlunuz İmparatorluk Muhafız Alayı’na atanacaktır, size söz veriyorum. Oldu mu? Memnun musunuz şimdi artık?”
“Sevgili Prens dedim ya, siz benim velinimetimsiniz! Biliyordum ve bekliyordum bunu. Ne kadar iyi yürekli olduğunuzu biliyordum!..”
Gitmek üzere davrandı Prens. Ama Prenses bırakmadı:
“Biraz bekleyin lütfen, bir çift sözüm daha var: Une fois passé aux gardes…”59
Durmuştu. Ama hemen yendi kararsızlığını ve devam etti:
“Mihail İvanoviç Kutuzof’u herhâlde çok iyi tanırsınız, Boris’i yaver olarak tavsiye edin ona lütfen. İçim ancak bu şekilde rahat olur benim…”
Prens Vasili gülümsemişti.
“İşte buna söz veremem, Prenses. Kutuzof’un başkumandanlığa atandığından beri nasıl bir kuşatma altında olduğunu bilemezsiniz. Çocuklarını yaver alması için bütün Moskovalı hanımların hücumuna uğradığını söylüyordu bana, daha dün kendisi.”
“Olsun, siz yine de tavsiye edin lütfen! Kıramaz sizi… Söz verin bana. Velinimetim değil misiniz!”
Güzel Helen’in sesi yükseldi yeniden:
“Geç kalıyoruz, baba.”
“Tamam, gidiyoruz.”
Anna Mihailovna’ya döndü Prens.
“Au revoir.”60 dedi. “Hoşça kalın.”
“Yarın İmparator’la konuşacaksınız, değil mi?”
“Kesinlikle konuşacağım. Ama Kutuzof için söz vermiyorum.”
“Ne olur, söz verin! Lütfen, Basile.”61
İşveli genç kızlara özgü bir gülümseyişle söylemişti bunu Anna Mihailovna. Ancak bir vakitler onun en doğal eylemlerinden biri olması gereken bu gülümseyiş, eğreti duruyordu şimdi solgun yüzünde. Yaşını unutmuş gibiydi ve sırf alışkanlıkla, artık çoktan geçmişte kalmış kadınlık cazibesini seferber ediyordu. Ama Prens çıkar çıkmaz yüzü biraz önceki soğuk ve sıkıntılı ifadeye büründü yeniden. Salona geçip Vikont’un konuşmasını sürdürdüğü gruba yaklaştı, dinler gibi görünerek toplantının bitmesini beklemeye koyuldu. İşini halletmişti.
Anna Pavlovna konuşuyordu:
“Şu son sacre de Milan62 komedisi hakkında ne düşünüyorsunuz peki? Et la nouvelle comédie des peuples de Gènes et de Lucques qui viennent présenter leurs voeux à M. Buonaparte. M. Buonaparte assis sur un trône et exauçant les voeux des nations! Adorable! Non, mais c’est à en devenir folle! On dirait que le monde entier a perdu la tête.”63
Prens Andrey, Anna Pavlovna’nın gözlerinin içine bakarak gülümsedi ve Napolyon’un taç giyerken söylediği sözleri tekrarladı:
“Dieu me la donne, gare à qui la touche!”64
Hemen ardından ekledi:
“On dit qu’il a été très beau en prononçant ces paroles.”65
Ve yine Napolyon’un sözlerini, bu kez İtalyanca olarak tekrar etti:
“Dio mi la dona, guai a chi la tocca.”
Anna Pavlovna, şöyle sürdürdü konuşmasını:
“J’espère enfin que ça a été la goutte d’eau qui fera déborder le verre. Les souverains ne peuvent plus supporter cet homme qui menace tout.”66
Kibar ama bir dizi kötü tecrübe sonucunda artık gözü açılmış insanların acı sesiyle konuştu Vikont:
“Les souverains? Je ne parle pas de la Russie. Les Souverains, madame! Qu’ontils fait pour Lous XVII, pour la reine, pour Madame Elisabeth?”67
Heyecanlandı ve kendi sorusuna kendisi cevap vererek devam etti:
“Hiç. Et croyezmoi, ils subissent la punition pour leur trahison de la cause des Bourbons. Les souverains? İls envoient des ambassadeurs complimenter l’usurpateur.”68
Küçümsediğini belirten bir iç çekişle duruşunu değiştirdi.
Bu sözler üzerine kelebek gözlüğüyle Vikont’u uzun uzun incelemiş olan Hippolyte, birdenbire Küçük Prenses’e dönüp bir iğne istedi ve Condelerin armasını çizdi masanın üstüne; sonra da sanki Prenses sormuş da cevaplıyormuşçasına açıklamaya girişti:
“Bâton de gueules engrelé de gueules d’azur maison Condé.”69
Prenses gülümseyerek onu dinleyedursun, Vikont konuşmasına bıraktığı yerden devam ediyordu:
“Bonapart bir yıl daha Fransa tahtında oturduğu takdirde, işler artık düzeltilmez bir şekilde altüst olacaktır. Yerine göre entrika, şiddet, sürgün ya da idam yoluyla koca Fransız toplumu -yani Fransız yüksek sosyetesi, demek istiyorum- tamamıyla boğulup yok edilecektir. O zaman da…”
Bütün herkesten daha iyi bildiği bir konuda, ötekileri dinlemeksizin sadece kendi düşüncelerinin akışını izleyen biri gibi söylemişti bunları. Sonra da omuz silkerek susmuş ve kollarını çaresizlik içinde iki yana açmıştı.
Piyer davranır gibi oldu, konuşma ilginç bir hâl almıştı genç adamın gözünde. Ama onu gözetlemekte olan Anna Pavlovna, buna fırsat vermeyecekti. Nitekim ev sahibesi, İmparator ailesinden her söz edişinde olduğu gibi hüzünle başladı konuşmaya:
“İmparator Aleksandr, Fransızların kendi hükûmet şekillerini bizzat seçip tespit etme haklarına saygı göstereceğini açıkladı.”
Ardından hemen sonuca vardı:
“Bu durumda hiç kimsenin şüphesi olmasın ki taht hırsızının elinden kurtulan Fransız ulusu, hep beraber meşru Hükümdar’ının kollarına atılacaktır.”
Anna Pavlovna’nın, bunları biraz da kralcı mültecinin gönlünü almak için söylediği gözden kaçmıyordu.
Prens Andrey girdi söze:
“Orası pek belli değil. Monsieur le vicomte,70 işlerin artık düzeltilmez bir şekilde altüst olabileceğini söylerken tamamıyla haklıydı. Öyle sanıyorum ki eskiye dönüş zor olacaktır.”
Piyer, yüzü kıpkırmızı bir hâlde nihayet konuşabildi:
“Benim işittiğime göre hemen hemen bütün asiller sınıfı, Bonapart’la ittifak kurmuş durumda.”
Piyer’e bakmaksızın cevap verdi Vikont:
“Bonapartçıların iddiası o. Bugün Fransa’da kamuoyunun ne düşündüğünü bilmek, son derece güç.”
Prens Andrey gülümsedi:
“Bonaparte l’a dit.”71 dedi.
Kısa bir sessizlikten sonra Napolyon’un sözlerini aktardı:
“Je leur ai montré le chemin de la gloire, ils n’en ont pas voulu: je leur ai ouvert mes antichambers, ils se sont précipités en foule… Je ne sais pas à quel point il a eu le droit de le dire.”72
Prens’in, Vikont’tan hoşlanmamış olduğu ve Fransız’a bakmamakla birlikte, sözleriyle onu hedef aldığı hemen belli oluyordu. Nitekim Vikont, soğuk bir sesle karşılık verecekti:
“Aucun.73 Dük’ün öldürülüşünden sonra, en hararetli yandaşları bile ona bir kahraman gözüyle bakmıyor artık.”
Anna Pavlovna’ya dönerek sürdürdü sözlerini:
“Si même ça a été un héros pour certaines gens, depuis l’assassinat du duc, il y a un martyr de plus dans le ciel, un héros de moins sur la terre.”74
Anna Pavlovna ve konukları, Vikont’un sözlerini bir gülümseyişle onaylamaya ancak vakit bulabilmişlerdi ki Piyer yeniden konuştu ve bu sefer ev sahibesi, delikanlının yine birtakım münasebetsiz şeyler söyleyeceğini sezdiği hâlde engel olmaya fırsat bulamadı.
Şöyle diyordu Piyer:
“Enghien Dükü’nün öldürülüşü, devlet yararının zorunlu kıldığı bir işti. Ve ben, Napolyon’un bu işin sorumluluğunu tek başına üstlenmekten çekinmeyişinde bir ruh asaleti görüyorum.”
Dehşete kapılmıştı Anna Pavlovna. Mırıldanarak “Dieu! Mon Dieu!”75 diyebildi ancak.
Küçük Prenses, el işini kendisine doğru çekerken gülümseyerek sordu:
“Comment, monsieur Piyer, vous trouvez que l’assassinat est grandeur d’âme?”76
Çevreden itirazlar yükseliyordu:
“Yoo, hayır!”
“Olmaz, katiyen!”
“İnanılacak gibi değil.”
Prens Hippolyte; avucunun içiyle dizine vurarak “Capital!”77 dedi İngilizce.
Vikont omuz silkmekle yetinmişti.
Piyer, gözlüklerinin üstünden büyük bir ciddiyetle baktı çevresindekilere; sonra da kendi kuyusunu kazarcasına devam etti:
“Böyle konuşuyorum çünkü devrimden78 kaçtı Bourbonlar, halkı anarşinin kucağına atarak kaçtılar. Sadece Napolyon anlayabildi devrimi ve yendi onu. Nitekim işte bundan dolayıdır ki kamu yararı söz konusu olunca bir tek bireyi kurban etmekten kaçınamazdı.”
“Öbür masaya geçmek istemez miydiniz?” diye araya girmek istedi Anna Pavlovna.
Ama Piyer ona cevap vermeksizin konuşmaya devam etti, gittikçe daha da heyecanlanıyordu:
“Evet evet! Napolyon’un bütün büyüklüğü devrimin üzerine yükselebilmesinden; devrimin kötü yanlarını bastırıp yurttaş eşitliği, söz ve basın özgürlüğü gibi iyi yanlarını koruyabilmesinden ileri geliyor. İktidarı ele geçirmesini ve elde tutmasını da buna borçludur.”
“Evet, iktidarı ele geçirdiğinde bundan adam öldürtmek için yararlanmak yerine onu; meşru krala devretme yoluna gitseydi, o vakit ben de inanırdım onun büyüklüğüne.”
“Yapamazdı. Ülke; ona iktidarı, kendisini Bourbonlardan kurtarması için ve onu bu işi başarabilecek büyük bir adam olarak gördüğü için teslim etmişti. Büyük bir şeydi devrim.”
Cüretli bir meydan okuyuşu dile getiren bu son cümle, Piyer’in hem gençliğini hem de bütün düşüncesini bir hamlede söyleme arzusunu ortaya koyuyordu. Anna Pavlovna girdi söze yeniden:
“Devrim ve Hükümdar’ı öldürmek büyük şeyler midir sizce yani?.. Artık ne desem acaba, bilemiyorum… Evet, dostlarım, öbür masaya geçmek istemez miydiniz?”
“Ce Contrat social…”79 dedi Vikont.
“Hükümdar katlinden söz etmiyorum ki ben. Fikirlerden söz ediyorum.”
Alaycı bir ses yükseldi yine:
“Yağma fikri, evet! Cinayet fikri, Hükümdar katli fikri!”
“Bunlar işin aşırı yanlarıydı şüphesiz, nitekim bunları kınamaktayız da. Ama işin özü orada değildi; insan haklarındaydı, ön yargılardan kurtulma ve yurttaşlar arası eşitlikteydi işin aslı. Ve Napolyon, işte bütün bu fikirleri tüm gücüyle ayakta tuttu.”
Bu delikanlıya ahmakça şeyler söylemekte olduğunu ciddi şekilde göstermeye nihayet karar vermiş bulunan Vikont, küçümseyen bir tonla başladı konuşmaya:
“Özgürlük ve eşitlik… Ta ne zamandan beridir ağızda sakız hâline getirilmiş büyük laflar bunlar! Özgürlükle eşitliği kim sevmez ki? Kurtarıcımız Hazreti İsa da özgürlük ve eşitlik için ölmemiş miydi? Devrimden bu yana daha mı mutlu oldu insanlar? Tam tersine! Özgürlüğü bizdik isteyen, ortadan kaldıransa Bonapart’tır.”
Prens Andrey; bazen Piyer’e, bazen Vikont’a, bazen de ev sahibesine bakıyordu gülümseyerek. Başlangıçta Anna Pavlovna, yüksek sosyetedeki ilişkiler konusundaki hünerlerine rağmen Piyer’in çıkışı karşısında dehşete kapılmıştı ama delikanlının sözleri ne kadar ağır olursa olsun Vikont’un öfkelenmediğini görüp tartışmayı engellemenin artık mümkün olmadığına iyice inandığında aşka geldi ve Vikont ile beraber Piyer’e hücuma geçti:
“Mais mon cher monsieur Piyer,80 büyük bir adamın Dük’ü, hadi dükü de bir yana bırakalım, basit sıradan bir insanı, suçsuz olduğu hâlde ve yargılamaksızın idam ettirebilmesini nasıl açıklamaktasınız?”
Vikont bindirdi hemen ardından:
“Bense monsieur’nün81 18 Brumaire Hükûmet Darbesi’ni nasıl gördüğünü merak ediyorum? Tam bir kandırmaca değil miydi o iş? C’est un escamotage qui ne ressemble nullement â la maniere d’agir d’un grand homme.”82
Küçük Prenses de geri kalmadı:
“Ya Afrika’da kılıçtan geçirttiği mahpuslar? Korkunç bir şey doğrusu!”
Sözlerini bir de korku jestiyle tamamlamıştı.
Prens Hippolyte’ye sonuca varmak düştü:
“C’est un roturier, vous aurez beau dire…”83
Bay Piyer, hangisine cevap vereceğini kestiremiyordu. Teker teker baktı hepsine ve gülümsedi. Ötekilerin belli belirsiz gülümsemesine benzemiyordu delikanlının gülümseyişi. Gülümsediği vakit, yüzündeki o ciddi ve hatta biraz da somurtkan ifade hemen ortadan yok olmakta ve yerini çocuksu, iyilik dolu, neredeyse bönce ve âdeta özür dileyen başka bir ifadeye bırakmaktaydı.