
Полная версия:
Kazaklar
Tüfeği omuzunda kemerinde birkaç sülün asılı bir ihtiyar avdan dönmekteydi. Topaç çeviren çocuklar oyunu bırakıp ihtiyarı kızdırmak için takılmaya başladılar:
“Eroşka Dayı! Eroşka Dayı! Avucunu yala, avucunu yala!..”
Eroşka kızdığını belli etmeyip cevap yetiştirirken bir yandan da sokağın iki tarafındaki kulübelerin pencerelerini gözetliyordu.
Olenin, bu çapkın yaramazların ihtiyar avcıya karşı davranışlarına bakarak şaştı. Ama daha çok Eroşka Dayı dedikleri bu ihtiyarın zeki ve anlamlı yüzü ile güçlü kuvvetli görünen yapısı dikkatini çekti. İhtiyara seslendi:
“Hey!.. Kazak! Babalık! Şu yana geliver hele!”
Pencereye döndü ve durdu ihtiyar. Saçları dipten kesik olduğundan dazlak görünen başını açarak “Günaydın delikanlım!” dedi.
“Günaydın, yiğidim! Bu çapkınlar senden ne istiyorlar?”
Eroşka Dayı pencereye yaklaştı.
“Ne isteyecekler, kızdırmak istiyorlar beni. Kurt kocayınca köpeklere maskara olmaz mı? Ama ziyanı yok, onların takılması hoşuma gidiyor. Varsın Eroşka Dayı onları eğlendirsin!”
Yaşlı ve saygıdeğer kimselere has bir tonda ve tam bir ahenkle söylüyordu bunları. Sonunda sordu:
“Bu askerlerin başısın sen, öyle değil mi?”
“Hayır, sadece bir Junker’im. Bu sülünleri nerede vurdun?”
“Ormanda vurdum bu tavuğu. Görmek ister misin?”
Arkasını döndü ihtiyar; üç sülün, başlarından kemerine asılmış, sallanıyordu. İhtiyarın ceketi kana bulanmıştı. Yüzünü dönüp söze devam etti:
“Sülün görmedin mi sen? İstersen al, şu bir çifti sana vereyim.”
Ve sülünlerin ikisini pencereden uzatırken sordu:
“Eh, sen? Avcı mısın sen de?”
“Ona ne şüphe, sefer sırasında, dört tane de ben vurduydum.”
“Dört tane ha!.. Fena sayılmaz!..”
Alay eder gibiydi biraz.
Yeniden sordu:
“İçki kullanır mısın? Mesela bir bardak şarap?”
“Neden içmeyecekmişim? Hayır demem buna.”
“Görüyorum ki hovarda bir delikanlısın sen. Biz seninle kunak5 olacağız anlaşılan.”
“Gel, gel hele, bir tek atalım.”
“Fena olmaz, geliyorum. Alsana sülünleri!”
Olenin’den hoşlanmıştı ihtiyar. Yüzünden belliydi. Delikanlı ile birlikte oldukça beleşten şaraba konacağını anlamıştı. Bunun karşılığında sülün feda edilebilirdi.
Eroşka’nın sağlam yapısı, çok geçmeden kulübenin kapısında belirdi. Olenin, ancak o zaman bu dev yapılı ve güçlü kuvvetli adam hakkında bir fikir edinebildi. Kırmızı-esmer bir yüz; beyaz, süpürge gibi bir sakal… Bir sakal, bir yüz ki, çalışmayla geçen ilerlemiş bir yaşın derin izlerini taşıyor. Bacak, kol, omuz adaleleri, ancak delikanlılarda görülecek kadar sağlam ve yuvarlaktı. Kısa kesilmiş saçlarının dibinde derin yara izleri var. Kalın ve adaleli boynu bir boğa gerdanı gibi katmerli. Nasırlı elleri yara bere ve tırmık içinde. Çevik ve rahat bir adımla kapının eşiğini geçti. Tüfeğini bir köşeye bıraktı. Odadaki eşyaya çabuk ve bilgili bir göz attı, ayaklarında sandallar, hiç gürültü çıkarmadan ilerledi. İçeri girmesiyle keskin bir koku yayıldı odaya! Rakı, şarap, toz, kurumuş kandan meydana gelen ve pek de nahoş olmayan bir koku…
Eroşka Dayı, kutsal tasvirlere doğru eğildi sakalını sıvazladı ve Olenin’e yaklaşarak kararmış kocaman elini ona uzattı.
“Koşkildin!”6 dedi. “ ‘Sağlınızı dileriz.’ anlamına gelen bu Tatarca sözün tastamam çevirisi, ‘Barış ve selamet sizinle beraber olsun!’ demektir.”
Olenin elini uzatarak karşılık verdi:
“Koşkildin, evet o demektir bilirim.”
Bu cevaptan hoşnut kalmadı Eroşka Dayı. Başını olumsuz bir işaretle sallayarak “Hayır!..” dedi. “Hiç de bilmiyorsun! Öyle mi cevap verilir? Ahmak, sen de! Sana biri ‘koşkildin’ dediğinde sen ona ‘koşkildin’ değil, ‘Allah razı bozun.’7 diyeceksin. Tanrı seni korusun demektir. Ne sandın babam! Buranın töresi böyle. Ben seni biraz yola getirmeliyim. Sizin Ruslardan biri aramıza girmişti bir vakit. Onunla kunak olduktu. İyi bir çocuktu; sarhoş çapulcu, avcı. Ama ne avcı, bilsen! Onu ben yetiştirdiydim.”
“Peki, bana ne öğreteceksin?”
Olenin, ihtiyara yavaş yavaş değer vermeye başlamıştı.
“Ne mi öğreteceğim? Çoook! Ava götürürüm seni, balık avlamayı öğretirim. Sana Çeçenleri gösteririm. Dilersen sana güzel de bir eş, bir arkadaş bulurum. Benim nasıl bir adam olduğumu gördün ya! Şakayı severim.” Gülmeye başlamıştı ihtiyar. “Yoruldum babam, oturayım. Hadi bakalım, şarap ısmarla şimdi, muhakkak bir erin olacak senin. Var değil mi?” Haykırdı: “Adı da İvan’dır! Burada bütün erlerin adı İvan’dır. Seninki de bu İvanlardan biridir muhakkak, öyle değil mi?”
“Evet, hakkın var. Vaniyuşa! Git ev sahiplerinden biraz şarap isteyiver ve hemen al getir.”
“Vaniyuşa da İvan gibi bir şey. Nasıl oluyor da sizde, bütün erlerin adi İvan oluyor. İvan, oğlum! Söyle de açılmamış fıçıdan versinler. Bunların şarabı köyde birinciliği kazanmıştır. Ama biliyor musun litresine otuz kopekten fazla verme. Kocakarıya bu kadarı yeter de artar bile!” Vaniyuşa’nın çıkması üzerine ihtiyar, saf bir tavırla devam etti: “Söz aramızda, bizim insanlarımız aptaldırlar, on para etmezler! Siz onların gözünde insandan sayılmazsınız. Tatar’dan da betersiniz. Ruslar onlarca, yok edilmesi gereken yaratıklardır. Ama bence, sen, asker ol, er ol, ne olursan ol, yine de bir insansın. Sende de başkaları gibi bir yürek var. Hakkım yok mu Tanrı aşkına, İlya Mosetiç? O dediğim Rus da askerdi ama ne değerli bir adamdı. İşin doğrusu bu değil mi, sen söyle! İşte böyle doğrusunu söylediğim için bizim adamlarımız beni sevmezler. Ama sevmezlerse sevmesinler, umurumda bile değil! Neşeli bir adamım ben, herkesi severim. Eroşka’yım ben, işte o kadar!”
Böyle söylerken ihtiyar, içinden gelen dostça bir taşkınlıkla elini delikanlının omuzuna indirdi.
Vaniyuşa ortalığı yerleştirdikten sonra, takımın berberine tıraş da olmuş, adamakıllı yerleşilip rahat edildiğinin belirtisi olarak çizmelerini de ayağından çıkarmış, keyfine bakıyordu. Çağırılınca geldi. Eroşka’yı meraklı bir hayvan gibi süzerken ona karşı özel bir ilgi göstermiyordu. Bu zıpçıktının döşemede kirlettiği yeri görünce can sıkıntısıyla başını salladı. Koltuğuna boş iki şişe sıkıştırıp ev sahiplerine yollandı. Onlara nezaketle davranmayı kafasına koyarak “Günaydın, sevgili bayanlar! Efendi sizden parası karşılığında biraz şarap istiyor. Şu şişeleri doldurun verin, güzel bayanlarım!” dedi.
Kocakarı cevap vermedi. Bir Tatar aynası önünde başını düzeltmekte olan genç kız sessizce Vaniyuşa’ya doğru döndü.
Uşak, cebindeki bozuk paraları şakırdatarak “Parası peşin, kadıncıklarım. Siz bize karşı iyi olursanız, biz de size karşı iyi oluruz. Böylece güzel güzel geçinir gideriz, daha iyi olur.” dedi.
Kocakarı ters ters sordu:
“Ne kadar istiyorsunuz?”
Uşak şişeleri göstererek “İşte bu kadar.” dedi.
Kadın kızına baktı. “Hadi kızım, git de yeni açılan fıçıdan şarap çıkar.”
Genç kız, bir sürahi ile anahtarları aldı ve Vaniyuşa’yla birlikte çıktı. Onlar pencerenin önünden geçtiklerinde Olenin ihtiyara sordu:
“Kim bu kadın, söyler misin?”
Pencereye abandı ihtiyar. Dirsekleriyle delikanlıyı dürterken gözlerini kırpıştırıp öksürür gibi yaptı.
“Ha… Hımmm!.. Mariyonuşka, yani Mariyana. Bizim küçük hemşire.” Delikanlıya döndü. “Bakma şakalaşıyoruz.”
Genç kız, başını çevirmeden, güçlü kollarını sallayarak, Kazak kadınlarına özgü iradeli ve zarif yürüyüşüyle ilerledi. Geçerken kara gözlerini ihtiyara çevirip bakmakla yetindi.
Eroşka, gözlerini kırpıştırıp yanındakini işaret ederek haykırdı: “Eğer beni seversen mutlu olursun!” Delikanlıya dönerek “Ben kimseye benzemem! Şakalaşmayı çok severim. Ne dersin, bu kız gerçek bir kraliçe değil mi, ha?” dedi.
“Evet, güzel bir kız, şunu getirsene buraya!”
“O… Olmaz. Katiyen. Onu Luka’ya verecekler. Mert bir Kazak, tam bir babayiğit! Bir abriyok vurmuş geçenlerde. Ben sana bu kızdan âlâsını bulurum. Öylesini bulurum ki ipeklere bürünmüştür. Sırmalı giysiler kuşanmadıkça sokağa çıkmaz; ben bir şey dedim mi onu olmuş bil: Güzel bir kız bulacağım sana.”
Olenin heyecanlanarak “İhtiyar, sen ne söylüyorsun! Ama günah değil mi?” dedi.
“Günah mı? Günah bunun neresinde? Güzel bir kız bulmak günah mıdır? Güzeli sevmek günah mıdır? Sizin memlekette bunlar günah mı sayılır? Hayır oğul bunlar günah değil, tam tersine sevaplı şeylerdir. Seni yaratan Tanrı kızı da yaratmıştır. Her şey Tanrı’dan oğul. Bundan dolayı, bir kıza bakmak günah değildir. Sevilmek ve bize zevk vermek için yaratılmıştır o. Evet, benim düşünceme göre böyledir bu iş delikanlı!”
Öte yandan, Mariyana avluyu geçip fıçılarla dolu serin bir loş kilere girince alışılmış duasını okuyarak fıçılardan birine yaklaştı ve sifonu daldırdı. Vaniyuşa kilerin kapısında durmuş, gülümseyerek ona bakıyordu. Genç kızın sırtı yapışık, önü kabarık tek bir entariyle duruşu ona pek tuhaf geliyordu. Kendi kendine, Rusya’da böyle bir âdet olmadığını ve orada, iş başında böyle süslü püslü bir kızın ne kadar gülünç olacağını düşündü. İçinden “Kız dediğin böyle olmalı!” dedi. “Ne kadar değişik. Şunu bizim efendiye anlatayım hele.”
Kız, titizlikle seslendi birdenbire:
“Hey! Bana bak! Kapının önünde böyle kazık gibi durup karanlık edeceğine şu sürahiyi bana tutsan daha iyi edersin! Aptal mısın, nesin?”
Sürahi şarapla doldu. Kız, para vermeye davranan uşağın elini iterek “Parayı anama ver!” dedi.
Vaniyuşa’yı bir gülme almıştı. Biraz yılışarak “Niçin böyle huysuzlanıyorsun güzelim?” dedi.
Kız, fıçının tıkacını yerleştirirken gülümsedi:
“Sizler pek mi nezaketlisiniz sanki?”
“Biz, yani efendim ve ben, iyi çocuklarız. Öyle iyi insanlarız ki oturduğumuz her yerde ev sahiplerimiz bizden çok hoşnut kalmışlardır. Yok yere değil elbette, çünkü soyludur benim efendim.”
Vaniyuşa, içinden gelen bir inançla söylemişti bunu. Kız, merakla sordu:
“Senin efendin evli mi?”
“Hayır, daha pek gençtir bizim efendi ve evli değildir.”
Sonra bilgiç insanların böbürlenmesiyle ilave etti Vaniyuşa:
“Hem bizde, soylular hiç de öyle çabuk evlenmezler.”
“Bak hele!.. Manda gibi şişmiş. Ama evlenmek için pek gençmiş gene de! Ne tuhaf!.. O, hepinizin başı mıdır?”
“Benim efendim Junker’dir. Yani henüz subay olmamış demektir. Ama öyle olduğuna bakma sen, soylu olduğu için bir generalden, büyük bir mevki sahibinden de önde sayılır. İşte bundan dolayıdır ki onu, sadece alay komutanı değil, çar bile tanır.” Bunu söylerken böbürleniyordu Vaniyuşa. “Biz öyle yalın ayak, başı kabak askerlerden değiliz. Bizim babalık âyandandır. Ona bağlı bin tane köylü vardır ve bize her ay bin ruble gönderir… Çünkü o da bizi çok sever. Ha! Mesela şu yüzbaşının on parası yoktur. Gördün mü bir kere?”
Kız sözünü keserek “Hadi çık! Kapıyı kapatayım.” dedi.
Vaniyuşa şarabı getirdiğinde “Lafil ve İrejali.”8 dedi Olenin’e ve hayvani gülüşlerinden birini savurarak çıktı.
Köy meydanında dönüş borusu çalınmıştı bu arada, tarlalarda çalışan köylüler dönüyorlardı hep. Davarlar, inekler, yaldızlı bir toz içinde, kapılarının önünde sıkışarak böğürüyorlardı. Kadınlar, kızlar, davarları toparlamak için oraya buraya koşuşuyorlardı. Güneş, karlı, uzak tepelerin ardında hepten kaybolmuştu artık. Yere göğe mavimsi bir gölge yayılıyordu. Karanlıkların kapladığı bahçelerin üstünde, durup dururken parlayan yıldızlar boy gösteriyor ve köyün bütün gürültüsü yavaş yavaş diniyordu. Davarlar yerlerine girdikten sonra, kadınlar köşe bucaktan çıkarak gelir, sedirlere yerleşir, ayçiçeği çekirdekleriyle oyalanırlardı. İki ineğiyle mandasını sağmış olan Mariyana gelip topluluğa katıldı.
Toplulukta birkaç kız, birkaç kadın ve bir de yaşlı bir Kazak yer alıyordu.
Abriyokun öldürülmesi meselesi konuşuluyordu. Kadınlardan biri “Sanırım ki…” dedi. “büyük bir mükâfat alır; ne dersiniz?”
“Ona ne şüphe! Ona, büyük bir haçlı nişanı verileceği söyleniyor.”
“Böyle olduğu hâlde, Mosev onu suçlu çıkarmaya kalkışmış; tüfeğini elinden almış ve bütün Kızılyar’daki memurlar bunu haber almışlar.”
“Bırak şu Mosev’i canım, o da adam mı!”
“Lukaşka gelmiş deniyor, aslı var mı?”
“Yamka’nın meyhanesinde bir arkadaşıyla keyfediyorlar anlattıklarına bakılırsa, okkalık şişeyi yarılamışlar şimdiden.”
Yamka evlenmemiş, adı kötüye çıkmış bir Kazak kadınıydı. Topluluklardakiler böyle konuşurlarken uzaktan üç kişinin, kafayı bulmuş olarak sallana sallana gelmekte olduklarını gördüler. Biri Lukaşka’ydı bunların.
Delikanlı, topluluğa yaklaşırken kalpağını ağır ağır çıkardı. Kızların önünde durdu. Yanakları, ensesi kızarmıştı. Ayakta tane tane konuşurken vakarlı ve ölçülü bir aygıra benziyordu; yelesi havaya kalkmış oynarken birdenbire ürküp solumaya başlayan ve dört ayağı üzerinde dikili gibi duran güçlü bir aygır… Lukaşka, böylece sakin ve gururlu, gülen gözleriyle kâh sarhoş arkadaşlarına kâh karşısındaki kızlara, kadınlara bakıyordu.
Mariyana, kulübenin köşesinden göründüğünde Lukaşka, yine aynı ciddilikle kalpağını çıkardı. Telaşsızca geri çekilerek onun karşısında durumunu takındı. Bacakları az ayrı duruyordu; kalın parmakları belindeki kamanın üzerinde oynuyordu. Mariyana, onun selamına hafifçe baş eğerek karşılık verdi. İlerledi, toprak seddin üstüne oturdu. Koynundan ayçiçeği çekirdekleri çıkarıp atıştırmaya başladı. Lukaşka, gözlerini ondan ayırmıyordu. Mariyana gelince toplulukta ses kesildi. Sonra, kadınlardan biri Lukaşka’ya sordu:
“E, siz burada çok kalacak mısınız?”
Lukaşka, ciddi bir tavırla cevap verdi:
“Yarın sabaha kadar.”
Konuşmanın düğümü çözülmüştü artık. Her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Gelen askerlerin münasebetsizliklerinden, pis kokan tütünlerden şikâyet edildi. Lukaşka, söze hiç karışmadan sadece Mariyana’ya bakıyor ve bu bakışların altında genç kızın sıkıldığı apaçık görülüyordu. Sonunda, onun yanına gelerek “Mariyana!” dedi. “Bu gelenlerin başı sizin eve yerleşmiş diyorlar, öyle mi?”
Her zaman olduğu gibi Mariyana yine cevap vermekte acele göstermedi. Gözlerini, ağır ağır, ayakta duran Kazaklara çevirdi. Lukaşka’nın gülümseyen bir hâli vardı; sanki o sırada genç kızla kendisi arasında bu konuşmalarla hiç ilgisi olmayan bambaşka özel bir olay cereyan ediyordu. Mariyana’ya sorulan soruya, onun yerine yaşlı bir kadın cevap verdi:
“Öyle ya!.. Onlar, dört üstü murat üstü!..9 Hem de bir ev değil, iki ev tutmuşlar. Fomuşkin’in evine de komutanlardan birini yerleştirmişler. Dediklerine göre, odanın yarısını sadece eşyaları kaplamış. Çoluk çocuk nereye tıkılacaklarını bilemiyorlarmış! Dünyada görülmüş şey mi bu? Bunları, haydut sürüsü gibi başımıza kim musallat etti! Ne oluyoruz! Yaptıkları işler şeytan işi! Aklım almıyor.”
Başka bir kadın atıldı:
“Terek’in üstüne bir köprü yapacaklarmış, öyle söyleniyor.”
Bir genç kız, “Hayır, hayır! Benim duyduğuma göre, büyük bir çukur kazıp delikanlıları sevmeyen bütün kızları o çukura atacaklarmış.” diyerek her zamanki maskaralıklarıyla herkesi güldürürken bir başkası da yanındaki Mariyana’ya değil de onun yanındaki kocakarıya sarılıyordu.
Yine o genç “Mariyana’ya neden sarılmıyorsun, sıra onda?.. Hepsinin hakkını vermeli!”
“Neme gerek? Yaşlısı beni daha çok çekiyor!” derken kollarının arasında çırpınan kocakarıyı öpüyordu.
“Aman yeter, boğuldum!..”
Tüfekleri omuzlarında, kaputlu üç asker, nöbet değiştirmeye geliyorlardı. Eski bir süvari olan onbaşıları, Kazaklara sert bir göz attıktan sonra adamlarını geçirdi. Lukaşka ile arkadaşı Nazarka, o sıra yolun tam ortasında olduklarından esas vaziyete geçtiler. Nazarka geri çekildi. Ama Lukaşka, surat asıp kaşlarını çattı ve yerinden kıpırdamadı, sadece baş ve sırtını çevirmekle kaldı. Arkalarından askerlere bakıp hakaretle başını salladı:
“Sokağın ortasında insanlar olduğuna göre onların biraz yollarını değiştirmeleri gerekir!”
Askerler, ses çıkarmadan tozlu sokakta yola devam ettiler.
İlkin Mariyana, sonra da bütün kızlar gülüştüler.
Nazarka, “Köpoğullarının ne de düzgün kılıkları var! Uzun cübbeli kilise adamları gibi!” dedi.
Böyle söylerken, onların taklidini yaparak asker adımlarıyla yürüyordu arkalarından.
Herkes, gülmekten katılıyordu.
Lukaşka, usulca Mariyana’ya yaklaştı:
“Komutan evinizin neresinde oturuyor?”
Mariyana dalar gibi düşündü:
“Yeni yapılan kulübeye tıkmışlar onu!”
Lukaşka, genç kızın yanına oturdu. “Genç mi yaşlı mı bu adam?” diye sordu.
“Sormadım ki, ne bileyim? Şarap istemişti, almaya giderken pencerede gördüm. Eroşka Dayı ile beraberdiler. Sarışın bir adam. Kınalı gibi. Sonra da bir araba dolusu eşya getirdiler.”
Gözlerini indirdi. Delikanlı, hep kızın yüzüne bakıp daha da sokularak “Ah, kordondan ayrılabildiğime ne kadar memnunum!..” dedi.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Ekâbir: Büyükler, devlet büyükleri, ileri gelenler. (e.n.)
2
Tatar, Başkır, Kırgız ve dağlı Kafkasyalıların köylerine aul denir. Tatarca bir kelimedir. (ç.n.)
3
Abriyok, dağlıların dilinde, türlü sebeplerle veya öç almak için rahat ve huzurunu, belirli bir süre için ailesini, araba ve dostlarını bırakıp giden adam demektir. Korku nedir bilmeyen abriyok için kutsal hiçbir şey de yoktur. (ç.n.)
4
Stanitsa: Rusya’da Kazak köylerine verilen genel ad. (e.n.)
5
Kunak: Arkadaş. (e.n.)
6
“Hoş geldin.” demek istediği anlaşılıyor. (ç.n.)
7
“Allah razı olsun.” demek olacak. (ç.n.)
8
Bozuk Fransızcasıyla “Kız çok güzel.” demek istiyor uşak. (ç.n.)
9
Dört üstü murat üstü: İşi her zaman yolunda olanlar için söylenen bir söz. (e.n.)
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
Всего 10 форматов