
Полная версия:
Aile Mutluluğu
Bu da başka bir türlü süslenmekti, çünkü o yaşta sadelik zevki bende bulunamazdı.
Beni sevdiğini biliyordum. Bir çocuğu sevdikleri gibi mi veya bir kadını sevdikleri gibi mi, bunu düşünmedim. Bu muhabbet benim için kıymetliydi ve ona göre bütün genç kızların fevkinde olduğumu bildiğim için bu fikri daima korumasını elbette arzu etmeliydim. Ve ben onu bilmeyerek aldatıyordum. Lakin onu aldatarak daha çok iyileşiyordum. Vücudumdan ziyade ruhumun inceliklerini ona tanıtmak benim için daha tercih edilir ve daha layık olduğunu hissediyordum. Saçlarım, çehrem, ellerim, tavırlarım nasıl olursa olsun, bir bakışta onları takdir edebilirdi ve bu konuda onu aldatmak istesem bile buna bir şey eklemek benim için mümkün değildi. Ruhuma gelince, onu tanımıyordu, çünkü onu seviyordu, onda olgunluk buluyordu ve bu konuda onu hataya düşürmek mümkündü. Ve ben de bunu yapıyordum. Bu hâli açıkça gördüğüm vakit ne kadar rahatladım. O kadar sık takıldığım zihnî karışıklıklar, beni boğmakta olan bu hareket ihtiyacı tamamen yok oldu. Anladım ki, onun önünde ayakta durduğum veya yanında oturduğum, saçlarım örgülü veya başıma kaldırılmış olduğu vakit daima onun gözü altındaydım ve benim kendimden memnun olduğum kadar onun da benden memnun olacağını düşünüyordum. Zannediyorum ki herkes gibi o da bana “Güzelsiniz!” demeyi aklına getirseydi, buna sinirlenirdim.
Ancak benim tarafımdan söylenen bir söz üzerine, bana uzun uzadıya bakıp da şaka tarzında göstermeye kendini zorladığı heyecanlı bir sesle:
“Evet, evet sizde bir şey var… Siz fevkalade bir kızsınız, bunu itiraf etmeliyim.” dediği vakit kalbime ne sevinç ne de tatlı bir his dolduğunu hissederdim.
Beni saadet ve gurur ile dolduran bu övgü ve methetme neyden ileri geliyordu? Kâh torunu küçük kız hakkında Gregor’un muhabbetine katıldığımı anlatmış olduğumdan, kâh bir şiir ve bir roman okurken ağlayacak kadar heyecanlı göründüğümden veyahut Mozart’ı Schulhoff’a tercih ettiğimdendi. Ne iyi ne de güzel hakkında hiçbir kati fikrim olmadığı hâlde bana iyiliği yaptıran ve söyleten fevkalade dirayete hayran kalıyordum. Eski âdetlerimden, eski zevklerimden çoğu ona hoş görünmüyordu. Kaşlarının tek bir hareketi, bir bakışı söyleyeceğim şeyin hoşuna gitmeyeceğini anlatmaya yeterdi. Bir merhamet veya küçümseme tavrı aldı mı benim için çoktan beri kıymetli olan bir şeyi artık sevmiyorum zannederdim.
Bana bir öğüt verse ne söylemek istediğini biliyorum sanırdım. Göz bebeklerimin derinliğine kadar nüfuz eden bir bakışsa benden bir şey sorardı ve bu bakış öğrenmek islediği fikri ortaya çıkarmaya yeterdi. Artık fikirlerime ve hislerime hâkim değildim; çünkü onun fikirleri ve hisleri bana geçiyor, benim oluyor ve hayatımı güzelleştiriyorlardı. Bu tahavvülün farkına varmaksızın her şeyi, gerek Katia’yı ve adamlarımızı gerek Sonia’yı, kendimi ve meşguliyetlerimi bir başka şekilde görüyordum.
Evvelce can sıkıntısını atmak için okuduğum kitaplar; yalnızca birlikte onlardan bahsettiğimiz, birlikte okuduğumuz ve bana onları getirdiği için en saf bir gurur kaynağı oldular. Önceleri Sonia’ya verdiğim dersler ağır bir görevdi. Bunu baştan savma yapardım; ama şimdi o da hazır bulunduğundan Sonia’nın görüşlerini takip etmek benim en şiddetli sevinçlerimden biri oldu.
Bir musiki parçasını tamamen öğrenmek önceleri benim için imkânsız bir şeydi; şimdi onun tarafından dinleneceğimden emin olduğumdan onun bir takdirine erişme ümidiyle hiçbir şeyden bezmiyordum. Aynı notaları kırk defa tekrarlıyordum, o derecede ki zavallı Katia kulaklarını pamukla tıkamaya mecbur oldu, ben tersine sabırsızlanmayı asla hatırıma getirmiyordum. Eski sonatlarım bana yeni hisler ifade ediyor göründüler. Benim tanıdığım ve kendim kadar sevdiğim o halim Katia gözünde değişmişti. Şimdi anlıyordum ki onun bize karşı, aynı zamanda bir valide, bir dost ve bir esir olmaya asla mecburiyeti yoktu; ondaki sadakat ve feragati hissediyor ve onu bunun için daha çok seviyordum.
Bana köylülerimizi ve hizmetçi kadınlarımızı da takdir etmeyi öğretti; bu konuda benim eski görüşüm onunkine tamamen muhalifti. Ne kadar gülünç görünebilirse görünsün ben on yedi yaşına geldiğim hâlde onların arasında asla görmemiş olduğum birçok kişilere şimdiye kadar yabancı kalarak yaşadım. Asla düşünmemiştim ki bu adamlar da benim gibi sevmek, ıstırap çekmek, ümit etmek kabiliyetindedirler. Çoktan beri tanıdığım bahçemiz, ormanlarımız ve tarlalarımız yeni bir manzara aldılar ve gözlerime bilmediğim güzellikler sundular. Bu dünyada yegâne saadetin diğerleri için yaşamak olduğu hakkındaki iddiası haksız değildi. Önce bu prensibi anlamamıştım, ama yavaş yavaş bana nüfuz etti. Kısacası beni her günkü hayatımı değiştirmek veya ona bir şey ilave etmeksizin birçok tatlı meselelerle dolu yeni bir hayata alıştırdı: beni sadece en ufak ihtirasları duyacak kadar hassas yaptı. İçimde daima bir etki uyumuştu. Sergey Mihaloviç’in vücudu bu sedayı uyandırmaya, konuşturmaya ve kalbimi saadetle doldurmaya yeterli geldi.
Bu yaz, genellikle odama çıkar, yatağımın üstüne kendimi atardım, eski düşkünlüğümün yerine bir endişe geçmeye başladı. Şimdiki bahtiyarlığımın endişesi. Bazen hiç uyuyamazdım. O vakit kalkar, Katia’nın yatağına oturur ve saadetimden ona bahsederdim, bu saadet gözden kaçmayacak kadar aşikâr olduğundan bundan bahisten kolayca vazgeçebilirdim. O da kendini mesut hissettiğini itiraf eder ve beni kucaklardı. Buna kolayca inanırdım, hepimizin bahtiyarlığından daha tabii, daha mantıki ne olabilirdi? Ancak Katia’nın bahtiyarlığı uykusunu kaçırmazdı. O vakit kızıyor gibi görünür, beni kaldırır ve uyurdu. Ben aksine saadetime sebep olan her şeyi düşünürdüm. Bazen yatağımdan iner yeniden dua ederdim ve benim duam Cenabıhakk’ın bana verdiği bütün saadete teşekkür için kendi ilhamıma göre yapılmıştı. O vakit odamda her şey sükûnete dalardı. Artık uyuyan Katia’nın muntazam ve sakin nefes alışından başka bir şey işitmezdim, birkaç kelime mırıldanarak ve haç çıkararak boynumda asılı ufak haçı öperdim. Kapılar kapalıydı, kepenkler çekilmemişti. Yalnız bir köşede çırpınan bir sinek vızıltısı kulağıma kadar geliyordu. Bu odayı hiç terk etmemek, bu hisleri dağıtacak ve ruhumun bu hâlini yok edecek olan günün geldiğini asla görmemek isterdim. Bana öyle geliyordu ki hülyalarım, düşüncelerim ve dualarım benimle beraber bu karanlıkta yaşayan ve yatağımın etrafını kuşatan canlı mahluklar idi ki başımın üstünde, kanatlarını açmış duruyorlardı. Lakin benim fikirlerimin her biri onun fikriydi, nasıl ki duyduklarımın her biri ondan geliyordu. Ben o vakit bunun sadece aşk olduğunu bilmiyordum, zannediyordum ki bu hâl daima devam edecek ve ben alacağıma rağmen kendimden bir parça terk etmeye mecbur olmayacağım.
III
Bir gün yemekten sonra Katia ile ben bahçeye indik ve bir ıhlamur ağacı altına konmuş bir peyke üzerine oturmaya gittik. Burasını severdik, çünkü oradan bakılınca göz, geniş bir sahayı çevrelerdi. Sergey Mihaloviç üç günden beri gelmemişti. Onu bekliyorduk ve geleceğinden emin idik çünkü kâhyaya haber vermiş ve biçilmiş ekinleri kaldırmadan evvel muayene edeceğini bildirmişti. Saat ikiye doğru onları bir çavdar tarlasını ölçerken gördük; Katia gülümseyerek ona baktı ve ona çok sevdiği kiraz ve şeftaliden gönderdi. Sonra peykeye tekrar yerleşti ve uyuklamaya başladı. Ben yaprakları özüyle parlayan bir dalı kırdım ve okumaya devam ederek yavaşça Katia’yı yelpazeledim. Bununla beraber onun geleceği keçi yolunu da gözden kaybetmiyordum. Sonia iki ıhlamur kökü arasında bebeğine yeşil bir çadır kurmakla uğraşıyordu. Havada ağır bir sıcaklık vardı, hiç rüzgâr yoktu ve sabahtan beri ufku sıkıştıran bulutlar yaklaşmış birbiri üzerine yığılmış ve bizi bir fırtına ile tehdit ediyorlardı. Daima böyle zamanlarda olduğu gibi sinirliydim. Fakat akşama doğru bulutlar dağılmış, gökyüzü açılmış, güneş tekrar görünmüştü; yalnız uzakta siyah bir nokta kalmıştı ve ara sıra mavimtırak ışık ile bir şimşek parıltısı ve bir gök gürültüsü dikkat çekiyordu. O gün için fırtınadan korkmaya gerek yoktu. Yeşillikler arkasından yer yer görülen yol üzerinde birçok araba gürültüsü işitiliyordu, yüklü arabaların ağır ve derin gürültüsü rüzgârda gömlekleri dalgalanan hasatçıların bindiği boş arabaların seri takırtısı. Kasırga şeklinde kalkan toz ne yere düşüyor ne uçuyordu. Çalıların üstünde ağaçların şeffaf yaprakları arasında havada asılmış gibi kalıyordu. Daha uzakta samanlık istikametinde sesler karışıyordu, başka tekerlek sesleri de duyuluyor; ot demetleri elden ele uçuyor, birbiri üzerine toplanarak büyük yığınlar oluşturuyor ve köylüler bunların üzerinden gelip gidiyorlardı.
Önümdeki kırda yük arabaları ilerliyordu. Sarı otlar kalkıyor ve tekerlek gıcırtıları, çağırmalar, şarkılar bana kadar geliyordu. Bir taraftan tarla gittikçe tenhalaşırken sağda demetleri bağlayıp istifleyen kadınların açık renk elbiselerini fark ediyor ve yaz mevsiminin sonbahara geçişine şahit oluyorum sanıyordum. Toz ve sıcak bizim sevgili köşemizden başka her tarafı kaplamıştı ve ateş gibi bir güneşin altında bu sıcakta ve bu tozda bütün ırgat âlemi konuşuyor, gülüyor ve çabalıyordu. Patiska mendilinin altında uyuklayan Katia’ya, bir tabakta parlayan kirazlara, güneşin aksettiği sürahinin berrak suyuna bakıyor ve garip bir saadet hissediyordum.
Kendi kendime ne yapmalı, dedim, mesut isem kabahat bende mi? Lakin bu bahtiyarlığımı nasıl bildirmeli? Kime güvenmeli, kime itiraf etmeli?
Güneş artık yoldaki ağaçların tepelerine doğru dokunmaya başlamıştı, toz düşüyordu ve etrafındaki manzara gurup eden güneşin eğik ışığı altında şenleniyordu; bulutlar tamamen kaybolmuştu. Samanlığın yakınında, başka üç ot yığını tepeler oluştuyor ve üzerinden adamlar iniyordu. Kadınlar tarakları omuzlarında, bağları kemerlerinde işten dönerek şarkı söylüyorlardı. Ve Sergey Mihaloviç gelmiyordu. Hâlbuki çok zaman evvel onun tepeden aşağı indiğini görmüştüm. Birdenbire yolun ucunda hiç beklemediğim taraftan göründü. Şüphesiz dereden dolanmıştı. Bana doğru koştu başı açık, çehresi sevinç içindeydi. Lakin arkadaşımın uyumakta olduğunu görünce dudaklarını sıktı, gözlerini kıptı ve ayaklarının ucu ile yaklaştı. Derhâl anladım ki o sonsuz bir sevinci ima eden mesut bir ruh hâli içindeydi. Bizler buna aşırı sevinç deriz. O şimdi hocanın değneğinden kaçmış bir mektep çocuğunu hatırlatıyordu ve baştan aşağı tamamen çocuk gamsızlığında ve bahtiyarlığındaydı.
“İyi akşamlar, küçük menekşe. Nasılsınız? İyi misiniz?” dedi ve elimi sıktı. “Ben pek çok iyiyim. Zannediyorum ki on beş yaşındayım, seve seve at oyunu oynayabileceğim ve pek çok lezzet alarak bir ağaca çıkacağım.”
“Nihayetsiz bir sevinçle mi?” dedim, bu sevincin beni de kapladığını hissediyordum.
Bir gözünü kırparak ve kahkaha ile gülmemek için ciddi surette kendini tutarak: “Evet.” dedi. “Lakin Katia Karlovna’nın burnunu niçin rahat bırakmıyorsunuz?”
Gerçi dikkat etmeksizin Katia’yı yelpazelemeye devam etmiştim lakin mendili düşürmüştüm ve şimdi çehresine dokunuyordum, gülmeye başladım.
Katia’yı uyandırmaktan korkuyormuş gibi göründüğüm, hakikatte ise onunla yavaş sesle konuşmaktan zevk aldığımdan mırıldanarak: “Katia uyumadığını iddia edecektir.” dedim. O da beni taklit etti. Sanki ben ihtiyatı ses çıkarmamak derecesine vardırmışım gibi o da yalnız dudaklarını kımıldatmakla yetindi. Sonra kirazları görerek onları kaptı ve gizlice almış gibi hareketle Sonia’ya koştu. Maalesef bebeğin üstüne oturdu ve Sonia kızdı. Ona bir oyun oynamayı teklif ederek barışmayı becerdi; bu oyun sadece kirazları kimin daha çabuk yiyeceğini görmekti.
“Size biraz daha kiraz getireyim mi, ister misiniz?” dedim. “Yahut beraber toplamaya gidelim mi?”
Tabağı aldı üzerine bebeği koydu biz de sobalı bahçelere doğru yürüdük. Sonia gülerek arkasından koştu ve bebeğini vermesi için eteğinden çekti. Onun dediğini yaptı ve benim tarafıma dönerek etrafımızda uyandırmaktan korktuğumuz kimse bulunmamakla beraber yavaş sesle dedi:
“Niçin küçük bir menekşe olduğunuzu itiraf etmiyorsunuz? Bütün bu sıcağı, bu tozu ve bu yorgunluğu çektikten sonra size yaklaştığım vakit nefis bir menekşe kokusu teneffüs ettim. Ama başa vuran sert kokulu menekşe değil gölgede yetişen ve karlar eriyince ilk çayırları kokutan menekşe.”
Bu son kelimelerin bende uyandırdığı tatlı karışıklığı gizlemek için dedim ki: “Lakin bana işlerimizin nasıl gittiğinden bahsetsenize.”
“Fevkalade! Bu adamların hiçbir kusuru yok. Onları tanıdıkça insan daha çok seviyor.”
“Evet, evet, biraz evvel onların nasıl çalıştıklarını gördüğüm vakit bu kadar zahmet çektiklerini görmek bence bir vicdan azabı oldu. Ben ki o kadar bahtiyarım, o kadar…”
Sözümü keserek ve bana muhabbetle bakarak ciddi bir sesle: “Bu hissiyatla oynamayınız. Aziz dostum!” dedi. “Bunlar mukaddes şeylerdir. Bunlarla övünmekten Allah sizi korusun.”
“Sade size söylüyorum.”
“Evet, biliyorum. Peki, kirazlar ne oldu?”
Sobalar kapalı idi; bundan başka bahçıvanların hepsini tarlalara yollamış olduklarından kimse yoktu. Sonia anahtarı aramaya koştu. Lakin Sergey daha fazla beklemek istemedi, bir ağaca asılarak içeri atladı ve bana:
“Tabağı verir misiniz?” diye haykırdı.
“Hayır, ben kendim toplamak isterim. Anahtarı aramaya gidiyorum. Sonia bulamamış olacak…”
Lakin aynı zamanda onun hâlini ve orada ne yaptığını görmek, kısaca kendini tamamen yalnız zannettiği vakit onu denemek düşüncesinde bulundum. Belki de onu bir an gözümden kaybetmek istemiyordum. Duvarın daha az yüksek olduğu bir yere kadar ayaklarımın ucu ile dolaştım, boş bir fıçı üzerine çıktım, eğildim ve içeriye bir göz gezdirdim, kiraz ağaçları eski yumru gövdelerini yükseltiyor, kaba yapraklarını yayıyor ve bunların üzerinde kiraz demetleri ayrılıyordu. Sobanın üzerine konmuş hasırın altına başımı sokarak Sergey Mihaioviç’i bir kiraz ağacının altında oturmuş gördüm. Şüphesiz beni gitmiş ve kendini yapayalnız zannediyordu. Başı açık, gözleri kapalı idi ve parmakları arasında gayriihtiyari, bitkisel bir zamk yuvarlıyordu. Birdenbire omuzlarını kaldırdı, gözlerini açtı ve gülümseyerek yavaşça ağzından bir kelime kaçırdı. Bu kelime ve bu tebessüm onun hâline o kadar az uygundu ki onu gözetlediğimden dolayı utandım, onun Maria dediğini işittim sanmıştım. Bunun ihtimali olamayacağını düşündüm. O daha hafif daha muhabbetli bir sesle tekrar etti: “Sevgili Maria!” lakin bu defa bu iki kelimeyi iyi işittim. Yüreğim o kadar şiddetle çarptı ve ben öyle bir heyecan ve birdenbire öyle bir sevinç duydum ki düşmemek için duvara sarılmışım. Gürültüyü işitti ve korku ile etrafına baktı ve bir çocuk gibi kızardı. Bir söz söylemek istedi başarılı olamadı. Kırmızılığı gittikçe artıyordu. Bununla beraber beni görünce gülümsedi, ben de gülümsedim. Yüzü neşeliydi o artık bana nasihatler veren beni himaye eden yaşlı bir amca değildi benim gibi genç ve benim onu sevdiğim ve ondan korktuğum kadar beni seven ve benden korkan adam idi. Bir şey söylemeksizin birbirimize bakıyorduk. Birdenbire kaşlarını çattı, gözlerinin parlaklığı ve tebessümündeki şefkat kayboldu. Bir kabahat işlemişiz gibi sakin ve babacan bir tavır aldı kendine sahip oldu ve benim de öyle olmamı istiyor gibiydi.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
Всего 10 форматов