Читать книгу Tımarhane (Sultan Raev) онлайн бесплатно на Bookz (5-ая страница книги)
bannerbanner
Tımarhane
Tımarhane
Оценить:

5

Полная версия:

Tımarhane

– Yılan cehennemin bekçisi? Hemen bunları Cengiz Han da tekrarladı. “Cennete değil, cehenneme mi gidiyoruz?”

Bunları duyuyor gibi ihtiyar yavaşça kafasını salladı.

– Bakın! Cennetin kapısı sizin için açık. Hoş geldiniz, sayın deliler! Günahlarınızdan beyin kemiklerinize, her hücrenize, her damarınıza kadar temizlendiniz! Hepiniz günahlarınızdan temizlenip “tertemiz insan” oldunuz. Tebrik ederim! Sizlere bu günden itibaren kimse iğne yapamaz, sulfazin veremez! Rahat rahat, cennetin güzelliklerine doya doya yaşayın.

Tais Afinskaya burnu havada:

Kaç, Küçümse, Aşkı harap ederek.

Tövbe kılmaya da vakit gelecek!

Bir şiir okudu ve kibirle:“Bu kimin şiiri diye sormayacağım, size!” dedi “Sizin gibi geri zekâlılar bu şiiri kimin yazdığını bile bilmezler. Bu Goethe! Goethe bu şiirini bizim gibi zavallılar için yazmış! Cehenneme yaklaşıyoruz, beyler! Af dilemeye hazırlanın!”

– Hangi cehennemi konuşuyorsun? Gözleri lamba gibi yanan Kleopatra yüzü bembeyaz olmuş, korkusundan düşünceleri ikiye ayrılmıştı. Onun düğme gibi yanan yuvarlak gözleri soru sorar gibi baktı:

– İmparator bu gerçek mi?

– Gerçek! Gerçek! Lir avazı çıktığı kadar bağırıyor gözlerinden ateşler saçarak yakası açılmadık küfürler ediyordu. İmparator, Kutsal Topraklara götüreceğim deyip kırk gündür azap çektiriyorsun bize! Çölün sonu belli değil! Nerede, hiç olmazsa yeşil bir şey bile yok! Yiyecektin, yedin bizi, yutacaktın, yuttun bizi! Ananı senin! Şu zavallı derviş: “Cehennem yılandan başlıyor, diyor. Önümüzde yılan, arkamızda yılan… Yılan yuvasında kaldık. Bunu anlamayacak kadar aptal değiliz ya! Al, alın!” Lir pantolonundaki kemeri çıkarıp etrafındakilere sunmaya başladı. “Beni tam burada hemen boğuverin! Cehenneme de razıyım! Boğun beni!” diye kemeri Cengiz Han’a, Büyük İskender’e, Kozuçak’a verdi. “Boğun beni! Azap çektirmeyin bana! Al, İmparator, al, senin elinden ölürsem pişman olmayacağım, al kemeri! Boğuver beni.” Lir İmparator’un önünde dizleri üzerine çöktü.

İmparator, Lir’in verdiği kemeri aldı ve eliyle Lir’i yere doğru güçlü bir şekilde itiverdi:

– Al şunu, it oğlu it!

İmparator kemerle iki üç kere Lir’in omuzuna vurdu. “Siz insan mısınız? Değilsiniz! Cennete ulaşmayacağınızı bile bile belki bir gün insan olduklarını anlayacaklar diye şu Kutsal Topraklara almıştım sizi. Ancak insan olduğunu anladığın zaman sana cennetin kapısı açılacak! Cehennemi size Tanrı göndermedi, cehennemi kendiniz, kendiniz için yarattınız! Çünkü siz, hepiniz evvela insan olduğunuzu unuttunuz! İnsanoğlunun aptallığı bu! Cehennem dediğin şey ceza, insanlığı unuttuğun için ceza, geri zekâlı! Bunu unutmadıysan senin için cehennemin kapısı kapalıdır, eğer unuttuysan, işte o zaman o senin için açıktır. Onu sana cehennemin bekçisi yılan açacak! Gir insanoğlu! Rahat rahat gir!”

İmparator elindeki kemerle Lir’in kocaman omuzlarına vururken nefesi kesildi, zor nefes almaya başladı, elleri yoruldu. Buradaki herkese olan hırsını Lir’den almıştı. İmparator kızdı, kanı kaynıyordu çünkü bunların yol boyunca ne zaman Kutsal Topraklara, ne zaman cennete kavuşacağız gibi tekrarlanan sorularından bıkmıştı.

Lir yüz üstü kumda sessiz sedasız yatıyordu.

Kızgınlığı kurumuş bir ağaç yaprağı gibi düşmüştü. Yeri koklayarak bir süre yattı. Bir zamanlar: “Cehennem de Yaratıcının cezası da umurumda değil! Bunların hepsi yalan, cehennem varsa, cezası varsa bunu Yaratıcı bana göstermez miydi? Ben kendi kendimin sahibiyim, kendi kendimin Tanrısıyım!” diye ağzını doldurarak söylediği sözleri şimdi hatırlıyordu. Onu, “İt oğlu it” diye azarlayan İmparator’un sözlerinde gerçeklik payı vardı. İnsan gibi doğmuş, hayvan gibi yaşamıştı, bu adam için dünyada kutsal hiçbir şey yok gibi gelirdi.

Güneş büyük çölün diğer ucunda batmaya başlamıştı.

Bu yedisi ise uzun bir yola katlanarak Kutsal Topraklara doğru yine yola devam ettiler. Cehennemi yaratan Tanrı’ya isyan ederek kırk senedir bir ayağının üstünde duran derviş Devani Buhruta uzaklarda kaldı. Onlar oradan uzaklaştılarsa bile, dervişin olduğu tarafa devamlı bakarak yola devam ettiler.

“Cehennemden, Yaratıcı’nın cezasından korkmuyorum!” diye bir zamanlar ağzını doldurarak konuşan Lir, şimdi ikisinden de, cehennemden de cezadan da korkuyordu.

LİR

Gencecik kızın göğüslerine ihtiyarın buruşuk elleri yapıştı.

Kız ihtiyarı istemese de bu karanlık, sadece ikisini bu dünyada küçücük bir dört duvar arasına kapatmış gibiydi. İhtiyarın eli kızın elbisesini aşağıya çektiği zaman bulutların arasından aydınlık veren ayı, güneşin doğuşunu andıran göğüsleri göründü. İhtiyarın sevinçli, kurumuş perçeme benzeyen sakalları genç kızın göğsüne diken gibi battı, bu iğrençti. Çölde susuz kalıp ağzı kuruyan, vücudu suya mecbur olan ihtiyar bir damla su olsa ölmeye bile razıyım diye, genç kızın tenine ulaşıp ölsem bile kahrolmuş hayatım helal diyerek, kızın sevgisi için son demlerinde olan hayatını teslim etmeye razıydı. Kız uzun, bembeyaz boynunu kaldırıp ihtiyardan şehvetli bir şeyler bekledi. İhtiyarın buruşuk elleri kızın göğsünden bir şey arıyormuş gibi yavaşça okşuyordu. Bir zamanlar birçok kadının sıcağını hisseden ihtiyar kanıyla gelen erkek hazzına, pis duygulara kendini kaptırıyordu. Karanlıkta hafif elbise ihtiyarın ellerinin hareketiyle yukarı çıkıyor, elbise kızın vücudundan sıyrıldıkça beyaz teni görünür oluyor, insanı şehvetle azdıran güzel kadın kokusu geliyordu. Aralarındaki yaş farkına aldırmayan iki insan birazdan başlarını günah yatağına sokacaklardı. Genç kız, bir an önce sabah olsa da gitsem diyordu. İhtiyar da tüm ömrü birleşse ve bu gece hiç bitmese diyordu içinden. Kız üryan bir durumda yatıyordu, uzun zamandan beri bu kadar güzel bir kadın teni görmeyen ihtiyar karşı cinsteki birisinin koynunda ilk kez küçük bir çocuk gibi titriyordu. Ufacık bir kıvılcımda vücudu ateşin içinde kül olacakmış gibi geliyordu ona. İhtiyarın kuru ağzı genç kızın dudaklarına değiyor. Genç kız ise ondan hiç utanmıyordu. Bu belalı hayat ona utanmamayı çoktan öğretmişti, kız da isteyerek ihtiyarı kucakladı. İhtiyar kendini tutamıyor, iki ayağı hayata yeni gelmiş buzağının ayakları gibi titriyordu. O şimdi yanındaki genç kızın gerçekten de ona ait olduğuna inanamıyordu. Vücudu titriyor, hayatın bu ilginç olayını kafasında saç çıktığından beri ilk kez görüyormuş gibiydi. İlk kez hissediyormuş gibi… Genç kız sıkılarak öfledi, ancak bu öfleme hoşuna gittiğinden değil, istek de değil sadece pişmanlık öflemesiydi. Çıplak kız yavaş yavaş ter kokan elbisesini çıkarttı, ihtiyarı kendisi soydu. İhtiyarın vücudunun her yerinden ter aktı. Bunu kendisi de hissetti, zorlandı. Kız nasıl yardım etmesin hiçbir şey olmuyordu, onun elinde onun güzel hayatının pişmanlığı vardı. “Azap çekiyorum!” dedi ihtiyar. Yaşlılığın azabı bu!” Kız saçlarını yolarak ağladı, çünkü haz pişmanlığa döndü. Başının altındaki yastığı attı, üstündeki yorganı attı. Şehveti attı. İhtiyar da atmak istedi. Ama ölü gibi vücudu dirilemedi. Güzel tende ölümü gördü, bu azabın, dünyadaki azapların azabı olduğunu, ona hiçbir azabın denk gelemeyeceğini anladı, içinden ağladı ihtiyar.

İki insanı insanlık hazzı ağlattı. Azap ağlattı.

Bu ihtiyara tımarhanedekiler Lir diyorlardı.

Kendisi eskiden oyuncuydu, hayatta da sahnede de mükemmel olamadı. O kadere önem vermeden, hayatın güzel bahçesinden, cennetin tahtından ayrılmak istemedi. Oyuncu olalı normal bir rol bile almadı, tiyatroya bile doğru düzgün gitmiyordu ama o kadınların dilini gerçekten iyi biliyordu, karşı cinsin ne düşündüğünü biliyordu, kadın için yediği ekmeği bırakırdı, bu dünyadaki asıl önemli şeyler onun için önemini kaybediyordu. Pis yaşamda, pis hayat geçirdi. Bir sürü kadınla evlendi, bir sürüsüyle ayrıldı, kaç kere yatak yeniledi, kaç kere kadınlardan kadın beğenmeyip kelebek gibi uçtu, kondu. Bir gün o, “Kutsal Kitap’ın bir sayfasından kıyamet gününü anlatan sayfayı okuduğunda, küçümseyerek sayfayı yırttı: “İşte ben gerçekten kötü insanım, hayata tükürüp onunla dalga geçmek benim işim. İsraf ve sevabın ne olduğu umurumda bile değil, nerede Yaratıcı, gerçekse beni kahretmeliydi, bir sürü kadını ağlattım, onların lezzetini tattım, onları bir eldiven gibi değiştirdim, attım. “Nerede, benim cezam, nerede, bana o Yaratıcı’nın gönderdiği ceza, yok, yok! O sadece laf, sadece bir laf!” diye ağızından duman çıkmıştı. Gerçekten de onu hiçbir şeyin kahrı durduramadı. O hayatında bir defa Padişah Lir’i oynamıştı. Göze batan tek canlandırdığı karakter buydu. Şimdi o monoloğu hatırladı, rüzgârı anlatan bir monologdu bu:

Sok rüzgâr sok, hiç acıma!Girdap da ol, fırtına daHiç acıma, sok da sok!Soğuklaş, yüzü dondur,Yağmuru duşa dönüştür,Dünyayı alt üst et!Kilise ile kalelerSuyun altında kal!Ağaçları parçalayanŞimşek düş,Sakallarımı yak,Eski kafamı da!Gök gürültüsü, gökyüzünden geç,Bütün dünyaya rahat verme.Nankörleri yok et,İzini sil, külünü uçur!Coşkulu kar fırtınası ol!Şimşek, sen de yakıp bitir,Bütün dünyada sel olarakYeryüzünü tanınmaz hale getir!

Lir’in monoloğunu içten, bütün hücrelerinde hissederek, sanki Lir’in köpek hayatını yaşıyormuş gibi sanki ona deli Lir beddua etmiş gibi söylerdi. Ama ondan ne Lir gibi bir kral ne de başarılı bir aktör çıktı. Ama onun “aşk hayatı” tiyatronun her köşesinde konuşulurdu. Eğer bir kadın güzelse peşini asla bırakmazdı.Bir kadına kafayı taktı mı kimsenin onunla yarışamayacağı olağan üstü bir yeteneği vardı, dilinde bal, gözlerinde ok vardı. Evet, o bir keresinde tiyatrodaki bir aktrise âşık oldu. Aktristi kendine âşık etmeyi de başardı ve onun kafasını karıştırıp daha hayatta olan kocasını kaç defa aldatmasına neden olmuştu. Böylece Tanrı’yı tanımayan bir geri zekâlının yüzünden aktrisin hayatı altüst oldu, kocasından ayrıldı. Sonra aktris sokağa düştü. Lir’in gençlik yıllarından beri bir hastalığı vardı. Onun çenesi bir düşerse bitti, kimsenin ona gücü yetmezdi. Önündeki hiçbir şeyi görmez, utanma hissini kaybeder, delilik bayrağını kaldırarak sokağa çıkardı. Lir gençliğinde uzun boylu, yakışıklı, sevimli birisiydi. Ayrıca güzel konuşurdu, çok güzel şaka yapardı, yalan ile doğruyu harmanlayarak konuşurdu, dinleyeni kendine çekebilme yeteneği vardı. Şimdi ise yaşlıydı, gençliğini özlüyordu. Gencecik bir kızla birlikte olmak istedi. Bu yaşlı tilkiyi kim isterdi ki. Kim onun gösterdiği yolda yürüyüp söylediğini yapardı. Bu sefer elindeki her şeyi toplayarak son defa birisi ile birlikte olmak istedi… Kendi hâline bakmadan genç kızı, gencecik kızı bir geceliğine satın almıştı. Kıza ne? Parasını öderse o yeter. Yaşlı mı, genç mi, beyaz mı, zenci mi, aydın mı, hırsız mı umurunda bile değil, sadece gecelik ücretini ödemesi yeterliydi. Para, utanmayı bilmez.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Sufi dervişi. (Yazar)

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:


Полная версия книги

Всего 10 форматов

1...345
bannerbanner