
Полная версия:
Gülsüm
– Siz Kazan kızı mısınız, matmazel, diye sordu Fatih Bey. O, memnuniyetle gülümseyip Tatarca’ya geçmişti.
– Çistay’danım ben, Mişer kızıyım.
– Durun hele, Çiştay’ın ünlü şeyhi Muhammed Zakir Kamalov hazretlerinin kızı mısınız yoksa?
– Ta kendisi!
– Hangisi?
– En küçüğü, Gülsüm’üm ben.
– Maşallah! İşte görüştük! Ben Çistay’a gelmeyeli çok uzun yıllar oldu…
– Siz “Komedi Çistay’da” eserinin yazarısınız. Sizi Çistay’da iyi tanıyorlar.
Kerimî, rahatlayıp güldü: “Epey tanınacak olay oldu ama onların çoğu henüz yazılmadı” diyerek Ümmü Gülsüm’ün gözünü boyamaya çalıştı ve “gülümsemesi ne kadar gizemli ve kederli” deyip, kendisine hayran olarak onu gönül defterine yazdı.
Kızlar gönüllerince gemiye yerleştikleri sırada Fatih Kerimî, Çistay’ı, Gülsümlerin ailesini tek tek aklından geçiriyordu. Muhammed Zakir Gabdilvahab oğlu, Rusya çapında meşhur şeyh, önemli eğitimci ve II. Lonca tüccarıdır. 1882 yılında Çistay’da kendi parası ile medrese yaptırmıştı. İki cami onarıp ömür boyu imamlık yaptı. Rızaeddin Fahreddin, Ayaz İshakî… ve Fatih Kerimî’nin kendisi de orada okumuştu. Ailedeki sekiz kız ve anne babanın gururu olan İbrahim, bugünkü gibi hatırındaydı.
Mükemmel derecede terbiye ve ilim alarak yetişmeleri harikulade. Arap, Fars, Türk, Tatar ve Batı klasiklerinin toplandığı zengin kütüphaneleri de dünyalara bedeldi! Halk doğrusunu söylüyor: “Yuvasında ne görürse, uçtuğunda o olur”. İbrahim de ilk eğitimini babasının medresesinde aldı. Ondan sonra Kahire’de Şark dünyasının en tanınmış El Ezher Üniversitesinde okudu. Musa Bigiyev ile dostlukları da o yıllardan geliyordu. İşte şimdi İbrahim’in sevgili kardeşi Esma ile büyük Tatar aydını Musa Bigiyev’in evlenmeleri talih değil de nedir?
İbrahim için kız kardeşleri, gözü gibi kıymetliydir. Onlar, her zaman sevgili ağabeylerinin kanatları altındadır. Şemsi Nisa, Hetime, Gülsüm ve yine eğitim alanında tanınmış isimleri olacak Çistay’ın başka birkaç kızını da İbrahim kendisi okutuyordu.
“Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur” derler ya. Bu kavuşma, yazarın gönlünü ansızın kanatlandırıp Çistay’ı kuşatıp, gençliğinde seyahat ettirip döndürdü. Bak hele sen, deniz gibi farklı yönlere serilmiş Çulman da, onun kıyılarını ara sıra okşayan dalgaları da, martıların durmadan uçup oynamaları da canlandı diyorsun. Eskiden Cistav’ın üstünde, göz alıcı yıldızlı gökyüzünde tam yıldız kaydığında kabul olacağına inanılan, dilek ve hayallerin parlak görünümleri yoktu elbette.
Hesaplasan, görünüşe göre, yirmi yıldan fazla zaman geçmişti. “Kamaliye”13 medresesinden kovulsa da Fatih, o yıllara, o aileye çok minnettardı. İşte dünya ne garip, İbrahim’in gözünden sakındığı küçük, nazlı kardeşi, güzel matmazel savaş meydanına gidiyordu.
İnşallah Fatih, kızlar için elinden geleni yapar.
Fatih Kerimî, yurtdışında gezip çok şey öğrenmiş, saygın, asil bir aydındı. Tatarların tanınmış zenginlerinden olan arkadaşı Şakir Remiyev14 Bey ile birlikte, tercüman ve gazeteci olarak beş ay süren sadece “Avrupa Seyahati” bile çok önemliydi: Moskova, Petersburg, Berlin, Brüksel, Paris, Nisa, Monte Carlo, Milan, Viyana, Budapeşte, İstanbul. Her biri şehir hakkında geniş ölçekli, resim ve tasvirli, çok yönlü yazılarla Tatar dünyasını dalgalandıran şahıs. İstanbul’a giden vapur kalkmadan önce, konuşup görüşmek için vakit yeterliydi. Yazar, kızlara Türkiye’nin nasıl bir memleket olduğunu, örfünü âdetini, en önemli hassasiyetini kısa ama akılda kalacak şekilde anlatmaya çalıştı. Söz bazen, Türk ya da Fransız edebiyatına gelince de Gülsüm’ün onların edebiyatını tanıyor olması yazarı tekrar tekrar şaşırttı. “Bunlar bizim Tatar kızları mı ?” der gibi Kerimî, sürekli kıza şaşkınlık ve hayranlıkla baktı.
Kızların Avrupaî tarzda kıyafetleri ve birbirlerine karşı davranışları da onun kalbini gurur hissiyle kaplıyordu. Ama bakıldığında, Türkiye’ye gidenlerin hepsi de imam çocuklarıydı. Dinini, imanını koruyarak kolları yeniliğe sıvamak ve bu sonsuz karmaşık dünyayı anlamaya çalışmak. Bunların hiçbiri kolay olmayacaktı. Evet, yıllar önce o da ilk kez denizleri aşıp İstanbul’a gitmişti. İstanbul’a iner inmez limandan dosdoğru ünlü yazar Ahmet Mithat’ı aramıştı. Delikanlı, Çistay’ın Kamaliye Medresesinde okurken ona sürekli mektuplar yazardı. Ne garip, yazar da onların her birine cevap verirdi. İstanbul’a geldiğinde ise bu öğrenciyi evinde akrabası gibi misafir etti. Ahmet Mithat Efendi, okuma arzusuyla dolup taşan Fatih’i İstanbul’un en tanınmış çocuklarının okuduğu Mülkiye Mektebine yerleştirdi. Nezaket, yabancı dillere ve Türkiye’ye saygı, sevgi nereden gelir! O burada edebiyat işini de sürdürüyordu. Şimdi burada onun arkadaşları fikirdaşları yaşıyor. O, bu kez Türkiye’ye Vakıt Gazetesi için makaleler hazırlamak niyetiyle geliyordu. Daha doğrusu, bir zamanlar kendisini yetiştiren memleketin yenilme sebeplerini açıklamak, ona destek olmak ve içinde bulunduğu bu ağır durumu paylaşmak için geliyordu. Ama bu dönem yalnız Türkiye’nin kaderinde değil, belki de Tatarlar da dâhil, bütün Türk halklarının kaderini belirleyen tarihî bir devirdi.
Gazeteci, filozof, siyasetçi, yazar Fatih Kerimî’yi15 kadın özgürlüğü, geleceğin yetenekli annelerinin kaderi; iktisadî, askerî, siyasi meseleler kadar hatta onlardan daha fazla ilgilendiriyor. Bu nedenle de o, bu cesur Tatar kızlarını gözünün önünde ayırmamaya çalışıyordu.
…Şimdilik… Şimdilik yol. Karadeniz akşamı. Gülsüm, gönülden dualar okuyup dilekler diliyordu: “Allah’ım, Ya Rabbi, sağ salim varıp, sağlıkla dönmeyi nasip et!” Yok, yok karanlıkta aklından kötü düşünceler geçiyor. Tukay’ın söylediğine göre:
Gökte ne olmaz, dersen, o uçsuz bucaksız gök!
Ey, ey aziz Tukay’ım, sadece sen iyi ol. Bahane çıktı: Gülsüm’ün yanaklarından dizi dizi yaşlar süzüldü. “Ah, gönül şairini alıp Kırımlara götürüp iyileştirecekti… Gülsüm yine son görüşmelerini gözünün önüne getirdi. Lütfen sonuncu olmasın! O, şaire iğne ucu kadar bile kızgın veya öfkeli değildi. Tukay gibi biri, kızların ellerinden tutup Kırım’a gider mi hiç! Gülsüm’ün yanaklarını yine dizi dizi sıcak yaşlar yıkadı. İyi ki sen varsın Tukay! İyi ki gönül yandığında, sevgiye susayınca, özleyince “söyleyip söyleşmek” için sen ve bağrında saklanan şiirlerin var.
Gülsüm yavaşça kabin kapısını açarak güverteye çıktı. Yüzüne hemen soğuk Karadeniz rüzgârı, kaderin rüzgârı çarptı. Deniz de epey dalgalanıyor, sallıyordu. Yakında Karadeniz’in milyonlarca yıldan beri süregelen hikmetli kanunu yine yürürlüğe girecekti. Deniz acımasız bir güç ile altını üstüne getirir, çalkalanır, rüzgâr eser, dalgalar birbirine beyaz köpüğe batırıp koşar, yoluna çıkan her şeyi yok eder…
Çıktı rüzgâr,Koptu tufanMilletin gemisini yel sürer!…Hangi yollar,Nasıl girdaplarÇeker bizi can isteyip!Tuhaftır, Gülsüm’ün ruhu bugün şiirsel dalgalardaydı. İşte kederli, hüzünlü Derdmend’in Gemi’si karşıdan geliyor ve gönlü, derin felsefî düşüncelerle, kederlerle doluyordu. O da Gülsüm’ün sevdiği bir şairdi: Derdmend, Zakir Remiyev de İstanbul’da okumuştu. Tukay’ın “İstanbul’a gidip bir görsem iyi olurdu” diye bir düşüncesi varmış. Çoğu aydının gönlünde yatan, sığınacak liman, kardeş ülke. Zor zamanlarda yardıma gelmek, büyüklük ve asalet timsalidir. İşte öyle seyahat süresince isyan ettiler. Şimdi sakinleşip dinlenmek gerek.
Gülsüm’ün dikkatle kabin kapısını açmasıyla Meryem’in iç çekerek ağlaması duyuldu:
– Gülsüm, burada ölüp kalsak? …
– Kim sana ölmeye gittiğimizi söyledi? Canım arkadaşım, bizim ölüleri diriltmemiz gerekiyor, öyle değil mi? Bu yüzden bizi orada dört gözle bekliyorlar. Bu çirkin düşünceleri güzel başından at deyip yumuşacık saçlarını okşayıp anne şefkatiyle kucaklayıp, Meryem’i sakinleştirmeye çalıştı.
– Ah ah Gülsüm, Allah sana öyle bir irade gücü vermiş ki sen her zaman hayret verici, mukaddes bir ruhsun.
– Ben de sana hayranım.
– Sadece sen böyle söylüyorsun, Gülsüm kardeşim. Teşekkür ederim.
– Meryem, Tukay’ın şiirlerini okuyayım mı sana?
Meryem’in gönlü yine doldu taştı. Kız sadece başını sallayarak cevap verdi ve gözlerini kapatıp Gülsüm ile birlikte şiir deryasına daldı.
SevdaYer yeşermez, çiçek açmaz, düşmezse yağmur damlası,Nereden bulsun şiiri şair, olmazsa ilham meleği.Bir güzelden hangi şair, söyleyin ilham almamış?Bayron mu, Lermontov mu, Puşkin mi, hangisi?Faydasız bir et parçasından ibarettir yürek,Pare pare kesmezse aşk sevda makası,Dişlerinin cevherinden yaktım işte,Ben bu şiiri, söylesenize inciden neresi eksik kalır?– Tukay o kadar âşık bir şair mi, Gülsüm?
– Dinle, sorular sonra:
OlmasaKim bilir kıymetini, canım, dertli gönül olmasa?Naz eder kimlere çiçek, karşısında bülbül olmasa?Suretinin en gerçeği bil ki, şairin gönlündedir.Aynalardan gerçek görüntünü göremezsin o olmasa.Vermedi Leyla gibi sevdiğine dünya değeri;O sadece bir kız olur, karşısında Mecnun olmasa.Hiç yakıştırmıyorum sen gibi güzellik şahına,Hiç değilse, duygusal bir şair gelip kul olmazsa.– Gülsüm, bu şiir sana mı yazılmış?
– Yok, Meryem. O kalbinde sevda olan herkese ithaf edilmiş. Bana göre gerçek şiir işte tam da böyle olur.
– Petersburg’a gelince Tukay bizimle görüşmek istemedi ki.
– Ah, ah Meryem, Tukay o günlerde çok hastaydı. Ben o günleri aklıma getirince hala yüreğim kan ağlıyor.
– Sen Tukay’ı gerçekten seviyorsun galiba, Gülsüm?
– Eğer Tukay’ı da sevmezsek, biz kimiz, nasıl millet oluruz? Ancak hiç yardım edemiyorum. Yaşasın yeter… O benim yüreğimin yarası…
– Sen gerçek bir evliyasın, dedi Meryem. Çünkü şimdi onun gönlünde de sevdaya çeken bir nur parlıyordu.
Komşu kabindeki?? Meryem ile Rukiye’nin de duygu ve düşünceleri, sohbet koyulaştırarak, bir arada devam etti. Onlar da uzun süre sohbet edip, sonra biraz ağlaşıp birbirlerine gönül sırlarını açtılar. Şimdi o büyülü dalganın kucağında huzurla yüzüyorlardı.
Fatih Bey, delikanlılara ve kızlara iyi geceler diledikten sonra namazını kılıp duasını edip yatsa da gözüne hiç uyku girmedi. Karadeniz de hatıralarını dalga dalga gönül kıyılarına çıkardı. Bundan on üç yıl önce Avrupa seyahatinin on üç gününü İstanbul’a ayırmıştı. Gezip gördüğü yerlerden, görüşüp tanıştığı insanlardan çok memnun bir şekilde Mayıs ayının güneşli bir sabahında Karadeniz kıyılarına dönüş yolunda, vatana doğru yüzdüler…
Bugün ise, gidilecek yola doğru. Bu taraf için söz edilen düşünceler de kişiler de, durumlar da daha başka. Balkan Savaşının ateşi sarmış. Memleketin selameti pamuk ipliğine bağlı. Neden, niçin, bu sayısız soruya cevap aramak, bulmak ve halkın gönlüne girmek? Gerçek bir aristokrat, asil insanlar sınıfından savaşçı tabiatlı Fatih Kerimî tam o vakitte, kendine işte böyle büyük bir sorumluluk yükleyip ateş hattına gidiyordu.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Cokanda: Mona Lisa demektir. Ümmü Gülsüm’le birlikte kullanılması onun güzelliğini pekiştirmek içindir. En güzel manasını vermektedir.
2
M. Bigiyev: Önemli din âlimi, yazar, filozof.
3
F. Emirhan: yazar, gazeteci.
4
Emirhan R. Emirhannar. –Kazan: “Megarif” Neşriyatı. 2005.
5
Ak Çeçeke: Beyaz Çiçek”
6
A. İshakî: Önemli gezgin, yazar, dramaturg, yayımcı.
7
Kazan’da ilk defa düzenlenen edebiyat ve müzik gecesinde Gülsüm, Tukay ile görüşüyor. Tukay’ın akranı, yazar, din âlimi, gazeteci Galiesgar Gafurov Çıgtay kendi günlüğünde bu olayı tam vakti ile kaydeder. 1908 yılının 8 Mart akşamı oluyor O akşam Çıgtay şairin Çistay şeyhi kızlarının etrafında dolaştığını yazıyor. Ertesi gün sabah Tukay tarafından yazılan “elin” şiirinin o kızların birine ithaf edildiğini de hatırlatıyor (Gafurov –Çıgtay G. Saylanma Eserler. Kazan: “İhlas” Neşr., 2013. -331 -333, 342-345 s.). A. Tukay ile Zeytunenin ilk karşılaşmalarına gelirsek o 1908 yılının Mayıs ayı başına denk geliyor (Aliyeva E., İbrahimova F. Gabdulla Tukay: Tormış hem İcat Yılyazması. Kazan: Tatar. Kit. Neşr. 2003).
8
Kalfak: inci ile işlenmiş, kadifeden dikilen kadın şapkası.
9
Dönemin ve okulun eğitim sistemi gereği, Ümmü Gülsüm, okulun sadece sınavlarına girmiş. Orada örgün olarak eğitim görmemiş. (Çevirmenin notu)
10
Tüm akrabaları Ümmü Gülsüm ismini kısaltıp “Gülsüm” diye hitap etmişler.
11
Tatar Halk edebiyatı örneği olan Sak Sok beyitinde iki kardeş annelerinin bedduası sonucu kuş olup ömür boyu ayrı yaşamaya mahkûm olmuşlardır. Sak ile Sok bu kuşların isimleridir.
12
Tagirzyanova, A. (2009). Kniga o Muse Efendi, Yego Bremeni i Sovremennikah. Kazan.
13
Şeyh Muhammed Zakir, şakirtken gizlice Rus dilini öğrenmek ve “tercüman” gazetesini düzenli okumak için medreseden çıkardı.
14
Zakir, Şakir Remiyevler, Ural bölgesindeki altın madenlerinin sahibidir. “Vakıt” gazetesi ve “Şura dergilerinin yayıncılarıdır.
15
Kerimi F. Biografiyesǐ hem hǐzmetlerǐnnen ürnekler (Tözüçǐsǐ: Mesgud Gaynetdin). Kazan: “İman” Neşr, 1432/2011.
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
Всего 10 форматов