Читать книгу Kaçış (Rollan Seysenbayev) онлайн бесплатно на Bookz (2-ая страница книги)
bannerbanner
Kaçış
Kaçış
Оценить:

5

Полная версия:

Kaçış

Fu… Hayır, değil, bu şarkı o şarkı değil yine de. Bozkırda atın dizginlerini gevşeterek, yavaş adımlarla ilerleyen ozanların söylediği şarkı değil. Bozkırda şarkı söylemek için kalaylı bir gırtlağa sahip olmak gerekir ki, seslenince otlar eğilsin.

Birden başka bir ezgi, çoktan unutulmuş olan ve şimdi bir başına oturduğu restoranın gürültüsü içinde hiç beklenmedik biçimde canlanan bir ezgi yumuşakça, hiç fark edilmeden içini doldurdu. Ezgi sesleniyordu, sanki son gücünü toplayarak, sanki istemeden sesleniyordu, kayıtsızca sesleniyordu sanki… Evet, sesleniyordu, tel tel sesleniyordu. Ve birden bunun bir dombra olduğunu anladı. Bozlak… Ünlü dombracı Kerimkul’un ünlü bestesi… Evet, barut kokulu, savaş acılarının, kan ve gözyaşının sinmiş olduğu beste.

Tar-ra-ta-a-a-a… Ama bestenin başlangıç veya sonunu değil, ortalarından bir yerleri, acı bir ağlayışın bir parçasını, bir kırıntısını hatırladı.

Tar-ra-ta-a-a-a…

La-a-a-a-ta-tar-a-a…

İki tel ahenk içinde seslenmekteydi. Yakıcı bir soğuk tüyleri diken diken etmekteydi. yaralı ve yorgun ruhun çığlığı, hüngürtüsü değil miydi bu bestedekiler? Yaşlı adam kafasını silkeledi, sanki seraptan kurtulmak istedi. Ama beste kaybolmadı. Aksine büyüdü, yayıldı, her yeri doldurdu. (Be neydi böyle? Gözyaşlarının sesi böylemi? Ya da at toynaklarının? Nedir bu? Bu acıklı sesler neden var? İnsanın içini neden böylesine acıtırlar?)

Tra-ra-ta-a-a-a…

Binlerce süvari, güneşin yaktığı bu sapsarı ovada koşturmaktadır… Toynakların takırtısı… Sayısız ordu… Bunlar nereden çıktı? Kimin ordusudur?

“Ya Allah”, yaşlı adam göğüs geçirdi.

Gökbelen’e varınca

Gökbelen’e varınca Kudaybergen göl kıyısıyla yoluna devam etti.

Yağmur dindi. Ağır killi zemin yerini taşlık platoya bıraktı ve kızıl at adımlarını hızlandırdı. Kudaybergen büzüştü, kafasını beşmetin içine çekti, düşünceleri pek neşeli değildi. Nereye gideceği belli değildi. Kendisi bilmiyordu, başka kimse de bilmiyordu, hatta Allah bile. Kızıl at özgürce koşuyordu, süvarisi onu dürtmüyor, kırbaçlamıyordu… Ne fark edecekti ki, nereye giderse gitsin. Hiç sevmediği dizginlerin boşandığını fark eden kızıl at ise düzgün adımlarla, neşe içinde koşuyor, kısmetine düşen bu özgürlüğün keyfini çıkarıyordu.

Yağmur yeniden çiselemeğe başladı, yeniden aysız karanlık bir gece bastırdı. Göl karardı, bembeyaz köpükleri sivri kayaların üzerine fırlatan dalgalar kıyıya çarpmaya başladı. Rüzgar kuzeyden esmeğe başldı, dalgalar hızlandı, binlerce damla göklere dığru sıçradı.

Kudaybergen gecenin bir yarısında coşan gölün korkunç görüntüsünü hayranlıkla seyretti, ama birden yakınlarda bir yerde at kişnedi ve kızıl at kulaklarını dikti.

Kudaybergen atını kişneme sesinin geldiği yöne doğru sürdü ve az sonra yüksek bir tepenin tam ayağına sığınmış gibi duran yalnız çadırı gördü. Önce cesurca eve doğru yürüdü; karanlıkta fark edilebildiği kadarıyla etrafta eyerli veya köstekli bir at yoktu, fakat karşısına korkunç havlamalarıyla iki devasa köpek çıktı. Kudaybergen şaşırdı, ama kendini toplayarak tam sekiz kayıştan örülü kırbacıyla köpeklerden birisine yakıcı bir darbe indirdi. Köpek şikâyet dolu çığlık atarak kıvrıldı ve yolcuya saldırma hevesinden vazgeçti. Diğer köpek ise tedbirli davranarak bir kenara çekildi ve daha fazla yaklaşmaya cesaret edemedi. Köpekler boğuk sesle ve zorlanarak havladılar.

Uzun boylu bir adam çadırın kapılığını araladı:

“Kim o?”

“Ben”, yanıtladı Kudaybergen, adını vermemeği akıllıca bularak: “Ben” diye tekrarladı.

Adam muhtemelen onu sesinden tanıdı ya da “ben” diyen bu kişinin kimliğini öğrenmek istemedi pek.

“Lütfedersiniz” diye davet etti.

Ve ancak atından indikten sonra Kudaybergen durumu fa-ketti.

Kisık6… Bu ki ünlü ihtiyar Kısık’tı. Kudaybergen tör7 kısmına, saygın makama oturdu.

“Ne içeceksin pehlivan?” sordu Kisık.

“Ne var?”

“Kımız, tarı koje, saumal, ayran.”8

“Ya sen neler söylüyorsun?” bir köşeden Kisık’ın karısı seslendi.

“Eee, ben unutmuşum, bunların hepsi gündüz vardı. Ama şimdi anlaşılan sade su kalmış”, diye yanlışını düzeltti Kisık ve kibarca sordu: “Güzel bir ister misin?”

Kudaybergen gülümsedi. Kisık öyle bir insandı ki, bu tür insanlara kırgınlık duymak günahtır. Bu garip ihtiyarla ilgili sayısız efsane ve rivayet vardı. Aksi, sadece kendine güvenen, neşeli ihtiyar anlaşılan bu karışık dönemde de alışkanlıklarını değiştirmemişti.

“Aiz Kisık”, Kudaybergen neredeyse yalvaracak oldu: “Canımı alma, ne varsa ver işte”.

Söyledi ve ayaklarını uzatarak keregeye9 yaslandı; at sırtında uzun bir yol gelmişti, vücudu yorgunluktan kırılıyordu.

“Misafire her önüne geleni veremezsin, pehlivan” diye Kisık itiraz etti: “Bugün artık böyle yat, yarın bir hayvan getirir, seni padişahlar gibi ağırlarım. İnşallah Kisık’ın evinde bir kele tatmak de nasip olur sana. Sabret pehlivan.”

Bütün bu lafları sakin, huzurlu bir ses tonuyla söyledi. Ve misafirle dalga mı geçtiği yoksa ona gerçekten bir şölen mi vaat ettiği tam olarak anlaşılamadı.

Kudaybergen gözlerini yumdu, Kisık ise boynuzdan yapılma tütün kabını çizmenin tabanına vurarak avucuna bir hayli nasıbay10 aldı.

“Ey, baybişe, kıpırda” diye seslendi. Kendisi ise nasıbayı ağzına alarak, eşiğin yanı başına yaslamış olduğu dombırasına uzandı.

Aşıkları sıkıştırdı, tellere bir iki dokunarak kontrol etti, gözlerini kısarak çalmaya başladı.

Kudaybergen uzun uzun ona baktı. Ozanın parmakları tellerin üzerinde uçuyordu. En önemli ezgiyi buruk bir özlem ve acının sindiği o ezgiyi Kisık iki kere çaldı. Kudaybergen önce Kisık’ın yanlış yaptığını ve ezgiyi yeniden çalarak yanlışını düzeltmek istediğini düşündü, ama sonradan bunun bilerekten, misafirin dikkatini bu parçaya odaklamak için özellikle yapıldığını anladı.

Tra-ra-ra-ra-u-u-u…

Ta-ta-ta-ay-i-i-i…

U-u-u-u—au-u—yy-yy-y…

Kay11 bitmeden önce dombıra uzun, inleyen bir ses çıkarttı ve Kisık “derinden bir “uf” diyerek tellere son bir kez vurdu.

Gözlerini açtı, dombırayı dizlerinin arasına bıraktı.

“Kasvetlidir değil mi?” dedi bir süre sonra. “Kasvet” diye tekrarladı ve yüzünü Kudaybergen’e döndü: “Pehlivan, anlıyor musun bu küyde neler anlatıldığını? Sen hiç dombıranın ruhunu anlıyor musun?”

“Belki her şeyi gerektiği kadar anlamıyorum” Kudaybergen ne diyeceğini şaşırdı.

“Buna da şükür.” Ama şimdi ne tür pehlivanlar peydahlanmış… Size artık dombıra gerek değil. Sizin neyinize bu tahta parçası, size beşatar12 gerek, öyle değil mi?” diyerek, kaynamakta olan çaydanlığı getiren kadına yüzünü döndü.

Yaşlı kadın gülümsündü, hiçbir şey söylemedi. Ama Kudaybergen kahkaha çekti, uzun uzun içten güldü. Bu ona iyi geldi, hafifledi. Olacak şey mi, evini barkını bırak git, saklan, sürekli koştur, çatış ve birdenbire bizzat Kisık’ın evine tosla. Ona bakıp Kisık da güldü.

“Yağmur yağıyor” dedi kadın, kaseyi Kudaybergen’e verirken: “Sabaha kadar yağacak.”

“Bizim evde herkes kâhin” dedi Kisık karısına bakarak: “Evde oturuyor ama her şeyi bilir. Söyle bakalım, ahırda bizim ala inek hangi otları yiyor?”

“Şuna bak” dedi kadın, kendisiyle alay edildiğini görünce: “İç oğlum, sen onu dinleme.”

“Ne? Sen benimle nasıl konuşuyorsun? Hemen sus, boş boş konuşma. Yağmur var mı yok mu, senin işin değil?” Kisık sinirleniyormuş gibi yaptı.

“Ya siz rahatsız olmayın, ben biraz dinlenip gideceğim” dedi Kudaybergen.

“Ben onu kastetmiyorum. Diyorum ki, kendi evinde bile insana rahat yok karı yüzünden” Kisık muzipçe gülümsündü.

“Size kimse uğramaz mı?” aniden ilgilendi Kudaybergen.

“Neden uğramasınlar? Uğrarlar. Herkes uğrar. Senin kimle ilgilendiğine bakar.” Kisık beklenti içinde gözlerini kıstı. “Bir hafta önce beyazlar geldiler, atı alıp gittiler. Daha başkaları da geldiler, yeni hükümetten oldukları söylediler, ineği alıp götürmek istediler, vermedim. Kan içici birisi peydahlanmış derler, beksultan’mış adı. Oda geldi bana. Şimdi de soran olursa “Batır Kudaybergen, o adamı öldüren vardı ya onun ta kendisi konuğum oldu” derim.

Kudaybergen irkildi.

“Ne demek istiyorsun sen?” gerilerek dedi.

“Derim ki birbirinizi öldürüyorsununz” Kisık içini çekerek devam etti: “Toprağı savunamıyorsunuz, ama birbirinizi kesmeğe gücünüz yetiyor. Şimdinin kahramanlar böyledir işte.”

“Ama bir kazana iki koç başı sığar mı, ihtiyar” Kisık’ın sözlerine iyice içerleyen Kudaybergen sordu.

“Eh, serseri batırım benim… Koç işte bildiğin koç, ama siz ki insansınız sanki…”

“Kadın ne yapacağını bilmedi, dışarı çıktı.

“Ben ki öldürmek istediğim için öldürmedim, ama birimiz ölmeliydik, ben ya da o.”

İhtiyar Kisık cevap vermedi, yalnız yüzünde bir acı ifadesi dolaştı.

“Ben de bir dışarı çıkıp bakayım” diyerek kadının peşinden gitti.

“Şeytan işi” Kudaybergen sırtını keregeye13 yasladı: “Bir şey anlamak ne mümkün… Şimdi ne yapacağım. Oturup her şeyi bitirecek bir mermiyi mi beklemeli yoksa böylesine aç, sefil ve de rezilce “katil” adını taşıyarak sürünmeli mi bozkırda?Ya eşim çocuklarım ne olacak? Ya da her şeyi bırakıp ailemle Çin’ê mi yönelsem?

Kudaybergen ayağa kalktı. Diz kapakları gıcırdadı ve öylece donup kaldı. Kisık eşikte durmuş, tedirginlik içinde ona bakıyordu. Boyları hemen hemen aynıydı, yalnız Kisık yıllar içinde azacık değişmişti; kolları kamçı gibi sallanıyordu, beli azacık bükülmüştü. Kudaybergen ise düzgün, uzun, geniş omuzluydu, göğsü tam bir pehlivan göğsüydü.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Saygak – Kazakistan bozkırlarında sürüler halinde sık sık görülen bir antilop. (Ç. N.)

2

Şilde – çile sözcüğünün yerel telaffuzu. (Ç. N.)

3

Torsık – kımız için keçi derisinden yapılan bir kap. (Ç. N.)

4

Ake – baba (Ç. N.)

5

Melise – milis. Sovyetler Birliğinde polis ve jandarma görevini yerine getiren teşkilat mensuplarına verilen isim. (Ç. N.)

6

Kisık – yamuk. Mecazı anlamı: dik kafalı, aksi.

7

Tör – geleneksel kazak çadırında veya evde salonun ortasına kondurulan sehpa veya masanın baş tarafındaki yer. Oraya aile reisi ya da çok saygın konuklar oturabilirler.

8

Kazaklar arasında yaygın içecekler.

9

Kerege – geleneksel Kazak keçe evlerinin ahşaptan yapılan ızgara biçimindeki duvarı. (Ç. N.)

10

Nasıbay – ağızda çiğnenerek tüketilen tütün çeşidi.

11

Kay – hikâyeli ezgi, müzikal piyes. (ç. N.)

12

Beşatar – tüfek (Ç. N.)

13

Kerege – Keçe çadırın ızgara biçimindeki duvarı.

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:


Полная версия книги

Всего 10 форматов

bannerbanner