İnsani olan hiçbir şey yaşamın dışında değil.
“Ben çağdaş bilimsel düşüncenin her bir öğesini insani varoluşun bütünlüğüne bağlıyorum.”
Modern zamanların başlamasıyla birlikte “bilim” kavramının “doğa bilimleri” modeline göre anlaşılması, bilim olmanın temel ölçütünün de esasen tek/biricik sayılan bu modele göre belirlenmesini beraberinde getirmişti. Böylelikle toplumu ve tarihi konu alan (ve yaygın olarak “sosyal bilimler” diye anılan) bilim olma iddiasındaki bütün girişimler de bu ölçüte uymak durumundaydılar. Ancak, Wilhelm Dilthey Almanya’da kendisinden önce zaten güçlü bir geleneğe sahip olan tarihçiliğin, özellikle kültür tarihçiliğinin mirasından da yararlanarak, “sosyal bilimler” diye adlandırılan bu bilimlerin tarih bilinci eşliğinde, konu ve yöntem bakımından doğa bilimlerinden farklı bir yapıda ve farklı yöntemlere sahip bilimler, “tin bilimleri” olarak kurulması gerektiğini belirtti ve yaşamının büyük kısmını bu bilimlerin temellendirilmesine hasretti. Dilthey bu bilimlerin konusunu “yaşama dünyası” ve “insani varoluşun bütünlüğü” olarak belirledi. Böylece insani olan her şey, bilim, sanat, din, ekonomi, hukuk ve nihayet felsefe, hem “insani varoluşun bütünlüğü”nden çıkan ve hem de bu bütünlüğü anlama girişiminin öğeleri olan şeyler olarak görüldü. Özellikle sanat, diğer öğeler yanında, bu bütünlüğün anlaşılmasında bir model olarak görülmeliydi. Çünkü yaşama, insan yaşamı, doğallığının ötesinde bir yaratma etkinliğinin ürünü, yani poietik bir şeydi. “Sosyal bilimler”in anlamadığı ve anlayamayacağı husus, tam da buydu.
все жанры