Читать книгу Yüksek Ökçeler (Омер Сейфеддин) онлайн бесплатно на Bookz (2-ая страница книги)
bannerbanner
Yüksek Ökçeler
Yüksek Ökçeler
Оценить:
Yüksek Ökçeler

4

Полная версия:

Yüksek Ökçeler

“Dünyanın nizamını da bozmaya gelmez…” diye bir kahkaha attım. Yukarı kaçtım. Şüphesiz ne demek istediðimi anladı. Şüphesiz arkamdan “Deli kız! Deli kız!” diye gülümsedi.

Şüphesiz ince uzun kaşlarını yukarı kaldırarak ukalalık edeceði zamanlarda yaptıðı gibi yavaş yavaş başını salladı! Evet, dünyanın nizamını bozmaya gelmeyecek. Yani… Yani işte… Horozsuz kümes mezarlıða benziyor vesselam!

NEZLE

– Hüseyin Rahmi Bey’e —

Tek atlı arabasının pufla, ipek şiltesine uzanmış; kuş tüyünden, iri, pembe yastıklara dayanmış, gözleri açık uyur gibi duran Masume Hanım yoldan yaya geçenleri hiç görmüyordu. Ufuktan kırk elli mızrak boyu yükselmiş yakıcı güneşin, beyaz keten tenteden süzülen ince, görünmez huzmeleri, sık kıvırcık kirpiklerini, kavuniçi başörtüsünün altın pullarını, erguvani yeldirmesinin hareli kıvrıntılarını yaldızlıyor; arabanın mavi ipek perdelerini hiçbir rüzgâr kımıldatmıyordu. Bugün Hıdrellez’di… Bütün halk Çırpıcı Çayırı’na akıyordu. Sucular, şerbetçiler, yemişçiler, kâðıt helvacılar, harrupçular, oyuncakçılar, gazinocular, macuncular, simitçiler, şekerciler… Daha birçok ayak satıcısı, yolun fesli, takkeli, sarıklı, şapkalı, arakiyeli, yeldirmeli, kavuklu, çarşaflı alaca kalabalıðına karışmış, baðırarak, alışveriş ederek yürüyordu. Gök bulutsuzdu. Hava o kadar sıcak, o kadar sıcaktı ki… Yorulan irili ufaklı külhanbeyleri dinlenmek için kenarda hendeklerin üstüne baðdaş kurmuşlar, yazma mendilleriyle terlerini siliyorlar; geçenlerin arasından tanıdıklarına hep bir aðızdan:

“Uç baba torik!” diye baðırıyorlardı.

Masume Hanım’ın arabasını çeken yaðız at, denizden çıkmış gibi sırılsıklamdı. Yelesinden, dizlerinden, kuyruðunun ucundan sular damlıyor, sırtından açık mavi bir duman tabakası kalkıyordu. Zavallı hayvan bir saattir üç yüz okkadan fazla bir yükü sürüklüyordu. Dizginleri kullanan Himmet, çam yarması bir Anadolu uşaðıydı. Dik yokuşlarda bile –ata yardım için– bir dakikacık bile inmiyor, habire kamçıyı yapıştırıyor, yanından geçen çift atlı, narin, hafif faytonlarla yarışa kalkıyordu. Hele aðırlıðıyla yayları birbirine yapıştırarak hiç elastikiyetlerini bırakmayan Masume Hanım, Himmet’in ikisi kadardı. Şişman deðildi. Fakat o derece iri idi ki… Kafdaðı’nın arkasından insanların içine gezmeye gelmiş, bir dev padişahının kızı sanılacaktı. Bununla beraber ablak yüzü çok renkli, çok güzeldi. Al yanaklarından, kırmızı küçük dudaklarından sıhhat taşıyor, büyük siyah gözlerinde alevli kıvılcımlar parlıyordu. Çırpıcı Çayırı’nın daimî seyircileri onu iyice tanırlardı. Daha arabasının yaðız atını, mavi perdelerini uzaktan görür görmez:

“Hişt ulan! ‘Ay dede’ geliyor!” diye birbirlerini dürterler, seyretmeye hazırlanırlar; soðuk, tatsız, münasebetsiz laflar atarlardı. Bugün sıcaðın tesirinden mi, Hıdrellez’den mi her nedense, seyirciler arsızlık için çayıra varmasını beklemediler. Daha yolda tacize başladılar:

“Ah anam, yıkıl da altında kalayım!”

“Karnıma bas da canım aðzımdan ‘ah’ diye çıksın…”

“Kaymak mısın, mübarek!”

“Bakayım da hiç olmazsa gözüm doysun!”

“Muşamba deðil, sana can fener, can fener…”

“Uç baba torik!”

İlah, ilah…

***

Masume Hanım, her vakit kendini hiddetlendiren, yüzünü buruşturan bu münasebetsizliklerin hiçbirini duymuyordu. Bugün ruhunda bir keder vardı. Gizli, derin, teselli kabul etmez bir matem canını sıkıyordu. Çünkü, işte, bu Hıdrellez otuz dokuz yaşına girmiş bulunuyordu. Tam on seneden beri duldu. Ömrü bir rüya gibi geçiyor; günler, haftalar, aylar, yıllar bir saniye kadar hüküm sürmüyordu. Zengindi. On sene evvel ölen ihtiyar, inmeli kocasından Edirnekapısı’nda koca bir konak, birçok mal, bir han, iki hamam kalmıştı. Ah, işte on senedir tekrar varacak, boyu boyuna uyar, hotozu hotozuna uygun bir adam bulamamıştı. Kendini isteyenler hep cılız, sıska, ihtiyar, bunak adamlardı. O, genç, dinç, kendisi kadar kuvvetli bir koca istiyordu.

Bu, vardıðı zaman canlı bir ölüye benzeyen eski kocasının daha saðlıðında uzun uzadıya kurduðu bir emel, bir arzuydu. Bu, onun en samimi, en azgın bir mefkûresiydi. Amma böyle bir bey, bir efendi çıkmıyordu. Üç bin şu kadar gün kısmetini bekledi. Adaklar adadı. Bakıcılara, niyet kuyularına, Tezveren Dede’ye gitti. İstediði bir türlü gelmiyordu.

Araba birdenbire sarsıldı. Masume Hanım daldıðı hülyalardan uyandı. Etrafına bakındı. Yolun üzerindeki bir sel yarıðını geçmişlerdi. Himmet, atı kırbaçlıyor, alabildiðine:

“Deh, deh…” diye baðırıyordu.

Bu ne kalabalıktı, Yarabbi! Kadın, erkek, çoluk çocuk, redingotlu, latalı, atlı, arabalı, hatta bisikletli bir sürü! İðne atılsa yere düşmeyecek… Laternaların, zurnaların, gırnataların, çifte naraların, çið sarı basmadanşalvarlı, göbek atan, hampur çeken çingene karılarının uðultusu bütün bütün yüreðini sıktı:

“Himmet! Çırpıcı’ya deðil, Çıfıt Burgaz’a sür!” dedi.

Saða giden bir yola saptılar. Tarlalar yemyeşildi. Ufkun nihayetinde aðaçlıklar görünüyordu. Ana caddeden uzaklaştıkça yolun gürültüsü azalıyor, hafif bir uðultu hâlini alıyor, tarla kuşlarının cıvıltısı işitiliyordu. Yakmadan kavuran bu ilkbahar harareti Masume Hanım’a fena tesir etti. Bütün vücudundaki kanlar altüst olmuş; taşmak istiyor, kulakları çınlıyor, gözlerinin önünde kırmızı kırmızı, menekşe renginde noktalar dolaşıyordu. Evet, otuz dokuz yaşında idi… Böyle kukumav gibi, yapayalnız yaşadıktan sonra paranın, rahatın, malın, mülkün ne ehemmiyeti vardı? Kısmetini bekleye bekleye nihayet ihtiyarlamayacak, şimdi kalbini böyle şiddetle çarptıran bu tatlı ateş, bu arzu, bu heves sönmeyecek miydi? Daha kısmetini ne kadar bekleyecekti? İşte ta on sene… Artık böyle kısmetini bekleyeceðine… İçinden:

“Kendim arasam…” dedi.

Arabayı tekrar Çırpıcı’ya çevirmeyi düşündü. İri, kuvvetli, genç, dinç bir adam bulacaktı. Allah’ın emriyle, Peygamber’in kavliyle… “Varsın bey, efendi olmasın!” dedi. Omzunu silkti. Gözlerini güneşin altında parlayan tarlalardan geçirdi. Himmet’e:

“Çırpıcı’ya dön!” diyecekti.

Aðzını açamadı. Birdenbire kalbi hızla çarptı. İstese… İşte onun kısmeti ta ayaðının dibinde deðil miydi? Hatta biraz ayaðını uzatsa bu kısmete dokunabilecekti. Himmet’in terden parıl parıl parlayan ensesine dikkatle baktı. Saydı. Tam beş kattı. Tıpkı bir boðanın boynuna benziyordu. Geniş omuzları, kalın, kabarık pazıları, mavi çuha cepkenini yırtacak gibi geriyordu. Yavaş bir sesle:

“Himmet!” dedi.

“Efendum?”

“Sen kaç yaşındasın?”

“On tohuz yaşundayum efendum!”

On dokuz, otuz dokuz!..

Kendisinden tam yirmi yaş küçüktü. Amma ne ehemmiyeti vardı, Kadıköyü’ndeki zengin akrabalarından Gülsüm Hanım aklına geldi. O da kendinden yirmi beş yaş küçük olan arabacısını sevmiş, nikâhla varmış, bu arabacıyı giydirmiş, kuşatmış, âlâ bir bey yapmıştı. Bu adam Gülsüm Hanım’ın parasını yemek şöyle dursun, hatta işleterek arttırmıştı. Şimdi büyük bir tüccardı. Amma… Lakin… Fakat… Herkes ne diyecekti:

“Masume Hanım uşaðına varmış!”

Ne derlerse desinler! İnsanın böyle genç, dinç, etli, canlı bir kocası olduktan sonra… Himmet yalnız uşaðı, yalnız arabacısı deðil, aynı zamanda aşçısıydı da. Ölen kocasından kendisine mallarla beraber hasislik de kalmıştı. Orta hizmetini bile Himmet’e gördürüyor, koca evi ona sildirip süpürtüyordu. Şimdi bu kadar çalışkan, bu kadar masrafı az, faydası çok bir delikanlı kocası oluverirse ne lazım gelirdi? Evet, Himmet, ne emrederse, itirazı aklına getirmeden, hemen yapardı. Fakat nasıl:

“Beni al!” diyecekti.

Başkasıyla söyletse… Kiminle? Masume Hanım al dudaklarını ısırarak iri tombul elleriyle gür saçlarını düzeltti:

“Kendim söylesem..” diye düşündü.

Amma nasıl? Araba tenha düz yolda tıkır tıkır gidiyor, ara sıra kır kokuları getiren hafif bir rüzgâr esiyordu. Himmet’i yavaşça açmalı, gönlünü gıcıklamalıydı.

Masume Hanım içinden:

“O vakit o bana yalvaracak.” dedi.

***

“Himmet!”

“Efendum?”

“Yüzünü bu tarafa dön.”

“Başüstüne efendum.”

“Sen türkü bilir misin hiç?”

“Hiç bilmem efendum.”

“Ulan Himmet, senin gözlerin ne kadar güzel!”

“Anamın gözlerine benzer efendum.”

“Kaşların ne kadar güzel?”

“Halamın gaşlarına benzer efendum.”

“Yanakların ne al?”

“Sayenizde efendum. Yiyoruz, içiyoruz… Al olmasın mı?”

“Sen gece hiç rüya görmüyor musun ulan?”

“Rüya ne efendum.”

“Düş…”

“Hiç görmem efendum.”

“Yatınca hemen uyur musun?”

“Uyurum efendum.”

“Uyumazdan evvel yahut uyanırken aklına bir şey gelmez mi?”

“Memleket gelür, anam gelür, babam gelür, efendum.”

Araba iki tarafı ekilmiş tenha yoldan ilerliyor, Masume Hanım, Himmet’le konuşuyor, bin dereden su getiriyor, onu açamıyordu. Aklında anasıyla memleketten başka hiçbir şey yoktu. Yarım saat sonra Çıfıt Burgaz çiftliðinin hududuna girmişlerdi. Masume Hanım nihayet dayanamadı. Himmet’i açmaya uðraşmaktan vazgeçti. Birdenbire kendi alabildiðine açıldı:

“Ulan ben güzel miyim?” dedi.

“Allah baðışlasın efendum.”

“Hoşuna gidiyor muyum?”

“Bilmen efendum.”

“Nasıl bilmezsin ulan?”

“Bilmen efendum, hoşuna gitmek nedür ki? Ben ne bileyum efendum.”

Bu dangalaðın hiçbir şeyden haberi yoktu. Artık bundan açık söylenebilir miydi? Masume Hanım, “Bari Çırpıcı’ya döneyim!” diye düşündü. Çiftliðin kenarından geçiyorlardı.

“Haydi çabuk Çırpıcı’ya çek…” diye haykırdı.

Sinirlenmişti. Caddeyi döndüler. Bu sefer yukarıki yolu takip ediyorlardı. Öbek öbek yıðılmış gübre ehramlarının üstünde tavuklar eşiniyor, harap ahırların önünde, dilleri dışarıda sarı iri köpekler dolaşıyordu. Araba bozuk kaldırımların üstünde sallanıyor, devrilecek gibi oluyordu. Siyah bir aðılın yanından geçtiler. Himmet, habire atına kamçıyı yapıştırıyordu. Masume Hanım’ın masum gözleri, çitlerin arasında ansızın bir şeye ilişti:

“Aa…” dedi.

“İşte Himmet’e laf açmak için bir fırsat!” diye düşündü. Gülümsedi. Sonra ciddiyetle baðırdı:

“Himmet, koş şu hayvancaðızı kurtar.”

“Neyu efendum?”

Etrafına bakıyor, kurtaracak bir şey göremiyordu.

“Ulan çitin arkasına bak.”

“Hangi çitin?”

“İşte ulan! Hınzır öküz, zavallı ineði dövüyor. Haydi koş diyorum.”

Himmet başını salladı:

“Öküz onu dövmüyor efendum?”

“Ne yapıyor?”

“Yavrulatıyor efendum.”

“Git kurtar, diyorum, zavallı inekçik bakalım yavrulamak istiyor mu?”

“İster efendum.”

“Ne biliyorsun?”

“Öküz onun istediðini anlar efendum.”

“Nasıl anlar?”

“Gohusundan efendum.”

“Ya…”

“Evet efendum.”

Araba sendeleye sendeleye çitin önünden uzaklaştı. Yol yine düzelmişti. Gübre çeşnili bir rüzgâr dalgalanıyor, Masume Hanım’ıngenzine hapşırtacak derece keskin bahar kokuları kaçıyordu. Dayanamadı:

“Ulan Himmet, senin nezlen var.” dedi.

“Yoh efendum.”

“Var ulan var!”

“Yoh efendum.”

“Var ulan, o çitteki öküz kadar kokudan anlamıyorsun.”

“Hiç gohu yoh efendum.”

“Başka bir şey anlamıyor musun ulan?”

“Anlamayon efendum.”

“Tüh, Allah belanı versin ayı!”

!!?!!

***

Araba Çırpıcı Çayırı’na doðru yaklaşıyordu. Masume Hanım, talihsizliðinin karanlık hatırası içinde doðan yeni hülya aydınlıklarına dalmıştı. Himmet, habire kamçısını şaklatıyor: “Acaba at zora gelip bir halt etti de ben duymadım mı?” diye düşünüyor, hanımının kendisini niçin azarladıðına bir türlü akıl erdiremiyordu.

BİR VASİYETNAME

7 Kânunuevvel 1913 – Gece yarısı

Sevgili yeðenim! Bu gece dehşetli bir buhran geçiriyorum. Artık katiyen ölmeye karar verdim. Tabancamı doldurdum. İşte şurada masamın üzerinde duruyor. Fakat kafama sıkmazdan evvel son vazifemi yapmak istiyorum. Son vazife… Bunun ne olduðunu tabii bilirsin. Vasiyetnamemi yazmak! Evet, işte şu elinde tuttuðun kâðıt benim vasiyetnamem! Sen şu satırları okurken zavallı dayın artık dünyada yok! Ya nerede? Gayet sıcak bir yerde… Yani cehennemde! Zebanilerin kırbaçları altında, inim inim inliyor…

“Niçin kendi kendini öldürdün, söyle dinsiz katil?” diye sordukları ahiret sorularına şaşkınlıkla doðru bir cevap veremiyorum.

Evet niçin kendimi öldüreceðim? Bunun sebebini ben de bilmiyorum. Zenginim. Eðlenceden, kadından, kumardan, içkiden bıktım. Param bitmedi. Beş sene içinde birbiri üstüne üç mirasa kondum. Fakat artık hayatın yükünü taşıyamayacaðım. Bu gece elveda. Bir kurşun! Sonra bir karanlık… Sonra… Sonra… Mümkün olsa da sana oradan bir mektup gönderebilsem! Herhâlde dünyadan daha rahat! Ne ise bu lafları bırakalım. Sana bırakacaðım elli bin lirayı şu program dahilinde yemelisin:

1– Daima ayrı ayrı dört metres bulundurmak.

2– Kışı Mısır’da, İtalya’da; yazları İsviçre’de, Almanya’da en büyük şehirlerde, en muhteşem otellerde geçirmek!

3– Kumarı, içkiyi, eðlenceyi samimi bir aşkla sevmek.

4– Hasılı yaşamak! Yaşamak! Yaşamak!

Ben artık elli yaşına girdim. Çok yorgunum. Bu programı takip edemiyorum. Sen atlet vücudunla, dinç arzularınla, bırakacaðım paraları yiyebilirsin. Bundan eminim. Gözüm açık gitmiyorum.

Elveda sevgili yeðenim, elveda… Bir gün Monako’da,gazinonun şaşaalı taraçasında beni hatırla! Elveda…

Dayın İmadettin

Hamiş:

Sabahleyin, saat sekiz…

Yüreðin sevinçten mutlaka çarpıyor! Fakat kumda oyna yeðenim… Dün gece üzerime bir aðırlık bastı. Yazık ki hazır tabancayı elime alıp şakaðıma dayayamadım. O kadar hâlsizdim. Bir de ne göreyim! Jülide gelmiş. Yukarıda yazdıklarımı okumuş. Sonra bana dönmüş. Başlamış tokatları atmaya… Kendimi toplar toplamaz tombul bileklerinden tuttum. Fakat. Ah sen olmalısın! Mümkün mü ya! Ben nasıl zaptedebilirim? On yedi yaşında! Piliç kadar narin ama doðurmamış kısrak kadar kuvvetli…

“Seni koca çapkın! Sen bunadın mı artık?” diye haykırdı.

Cevap veremedim.

“Yeðenin olacak maskaraya vasiyet ettiðin şeyi sen yapamaz mısın?” diye sordu.

“Heyhat!” dedim.

“Haydi yalancı, ihtiyar azgın! Haydi biraz gayret! Kalk bakalım! Hop, hop, hop!..”

Beni kaldırdı. Dizlerime oturdu. Vallahi birdenbire yirmi beş yıl gençleştim. Konuştuk, anlaştık. Tabancayı pencereden bahçeye attı. Şimdi kendine, yaşları yirmiyi geçmemek üzere üç arkadaş daha bulacak. Bugün yola çıkıyoruz. Ben de bavulları yaptırdım. Onu bekliyorum. Beklerken sana bu satırları yazıyorum. Doðru Monako’ya gidiyoruz.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:


Полная версия книги

Всего 10 форматов

bannerbanner