Полная версия:
Mahcupluk İmtihanı
Peride: Hayır söyleyemeyeceğim. Elinizi veriniz. (Hayranzade’nin elini tam memelerinin ortasına koyar. Üstünden basar) Ne hissediyorsunuz?
Hayranzade: (Ağzı kulaklarında) Gayet tatlı, gayet hoş… Oh anlatılmaz tatlı bir hararet!
Peride: Daha daha! Dikkat ediniz!
Hayranzade: (Kendi kendine) Oh, kendimi kaybedeceğim.
Peride: Ben kendimi kaybedeceğim. Kalbimin nasıl attığını duyuyor musunuz?
Hayranzade: Hızlı, hızlı…
Peride: Şimdi yüzüme bakınız!
Hayranzadet: (Şaşırarak) Aa… Gözlerinize kan hücum etmiş…
Peride: Utandığımdan. İşte evet söyleyemeyeceğim. Hayanın, yaş alındıkça akla gelen, bazı hadiselerini mümkün değil söyleyemeyeceğim.
Hayranzade: (Kendi kendine) Tuhaf! Acaba insanı utanmaktan yerin dibine geçirecek bu hadiseler ne?
Peride: Durunuz size yazayım. Ama yüzüme bakmadan okuyacaksınız. Sonra hemen yırtıp atacaksınız. (Yazıhaneye koşar, bir satır yazar, kâğıdı katlar) Ben odadan çıkmadan sakın okumayınız. (Kendi hususi odasına yüzü kapalı kaçar)
Hayranzade: (Şaşkın şaşkın kâğıda bakar, açmak üzere kaldırırken, Sermet’e) Bari sen de yüzünü duvara dön!
Sermet: Başüstüne! (Utanarak döner.)
Hayranzade: (Kâğıdı açar, okur.) Çocuk yedi sekiz yaşında iken yapılan bir ameliye. Sonra on beş yaşına yakın. Fakat bunda utanacak ne var? (derken yüzünü duvara dönmüş olan Sermet küt diye yere düşer. Aynı zamanda Peride odasından çıkar)
Peride: Aman! Aman!
Hayranzade: Hayırdır inşallah, ne oldu buna?
Peride: (Sermet’in üzerine atılır.) Ah! Galiba yazdığını yüksek sesle okudunuz, utanmasından bayıldı zavallı…
Hayranzade: (Şaşırarak) Olur iş değil.
Peride: Neye olur iş değil? Haya bu. Öyle şeylere tahammül edilir mi? Tutunuz bakayım şunu kaldıralım.
Hayranzade: Ne yapacağız?
Peride: Demek bize hizmet etmeye gelen bu saf çocuğu daha ilk adımda böyle yerlerde mi bırakacağız?
Hayranzade: Hayır canım, emret ne yapayım?
Peride: Sırtına al. (Hayranzade Sermet’i sırtına alır.) Ha şöyle. Benim odaya. Şezlonga uzatalım, kolonya ile ovalım. (İkisi hastayı götürürlerken Müstemend içeri girer onların odaya girdiklerini görür)
ON ÜÇÜNCÜ MECLİS
Müstemend (yalnız), sonra Peride, Hayranzade
Müstemend: (Yalnız, şaşkın) Bu ne? Acaba herif delikanlıyı kıskanıp öldürdü mü? (Yürür kapının anahtar deliğine gözünü koyar, bakar, bakar) Anlaşıldı, oğlan bayılmış! Bizim enayi de telaş ediyor. Külahı giydi demek. Hınzır kız vakit bırakmıyor ki biçareyi uyandırayım. (Kapıyı vurur. İçeriden Hayranzade’nin sesi) Ne var?
Müstemend: Sana sözüm yok. Sen benim amirim değilsin! Müdire Hanım orada mı?
Hayranzade: Burada.
Müstemend: Baksın biraz.
Peride: (Hiddetli hiddetli kapıdan görünür) Ne var!?
Müstemend: Üç kişi birden geldi. Galiba katiplik için.
Peride: Pekâlâ şimdi hastamız var. Biraz beklesinler. (Biraz tereddütten sonra) Hayır, hayır hepsini buraya al! Ben hastaya bakarken Şemi Bey onlarla konuşur. İçlerinden muvafıkını intihap eder. (Peride kapıdan içeriye çekilir)
Müstemend: (Yalnız kalınca) Oh! Şimdi yalancıktan bayılmış oğlanla kapalıyken vakit bulup bizim hımbıla giydiği külahı anlatırım.
(Hayranzade Peride’nin odasından çıkarken, o, müracaatçıları içeriye sokar. Bunların biri sarıklı, biri kalpaklı, birisi de feslidir. Alık alık girerler)
ON DÖRDÜNCÜ MECLİS
Evvelkiler, Niyazi Molla, Gazanfer Bey, Bican Efendi
Hayranzade: Kâtiplik için mi geldiniz?
Hepsi birden (Müstemend’den başka): Evet.
Hayranzade: Bazı şartlarımız var. Şart da değil, ne diyeyim?
Müstemend: (Önüne giderek) Bir şey deme. Ben sana söyleyeyim; külahı giyiyorsun.
Hayranzade: Ne külahı?
Müstemend: Demin sana söyleyecektim. Müdire meydan vermedi.
Hayranzade: Söyle şimdi ulan.
Müstemend: (Dargın) Yine mi ulan?
Hayranzade: Ey… Ağzım alışmış işte…
Müstemend: Hem yabancıların karşısında… Bak kulağını aç iyi dinle.
(Derken Peride kapıdan görünür yeni talipleri bir süzer. Talipler de onu süzerler ve birbirlerine tuhaf tuhaf bakarlar)
Peride: (Hayranzade’ye) Müstemend sizi taciz ediyor. Onu eczaneye göndereceğim. Siz de rahatça bu talip efendilere idarehanemizin şeraitini anlatırsınız.
Hayranzade: Başüstüne.
Pende: (Müstemend’e) Git doğru eczaneye, bir şişe lokman ruhu al! Haydi.
Müstemend: (Duraklar, Hayranzade’ye bakar, söyleyeceği şey içinde kalmış gibi) Şey Beyefendi…
Peride: (Şiddetle) Beyefendiyi filan bırak şimdi haydi! Eczaneye arş! Haydi diyorum, arş! (Müstemend çıkar.)
ON BEŞİNCİ MECLİS
Evvelkiler, Peride
Peride: (Taliplere) Ben bu idarehanenin müdiresiyim. Oturunuz efendiler. Patronumuz Şemi Beyi içinizde tanıyan var mı?
Gazanfer Bey: (Ayağa kalkarak keskin askeri bir selam verir, sonra hazır ol vaziyeti alır.) Ben ihtiyat zabitiyim. Esir olmuştum. Ruslar beni ta Mançur’a sürdüler. Orada bile Hayranzade Şemi Bey namını işitirdik. Moğollar bize: “Sizin fakiri fukarayı düşünür zenginleriniz varmış; hele İstanbul’da bir Şemi Bey varmış! Muharebe içinde herkese bedava şeker, pirinç, bulgur dağıtmış.” derlerdi. O vakitten Beyefendinin faziletlerine meftun oldum. Gazetede ilanınızı görür görmez koştum. Hatta öyle koştum ki yolda iki kadına, bir velespide, üç dilenciye çarptım. Ben çok kuvvetliyim. Hepsi düştüler, mecruh oldular. Tam buraya yaklaştığım sırada arkadan koşan polisler beni yakaladılar. “Karakola geleceksin!” dediler. “Hayır gelmem,” dedim, “benim ölümü götürebilirsiniz. Zira şu saatte gayet mukaddes bir hizmete koşuyorum.” Fakat cahil herifler anlamadılar. Evet, evet, siz millî bir milyoner! Siz iktisat hakanısınız. İktisat Turanı sizin hükmünüze tabi! Ben ise bir tar-han… Hizmetimi, vücudumu, canımı fedaya, kanımın son damlasını uğrunuza akıtmaya geldim.
Peride: Burada muharebe yok! (Gülerek) Ama hakikaten müthiş bir gençsiniz. Polislerden nasıl kurtuldunuz?
Gazanfer Bey: Belimde bir mavzer tabancası vardı. Onu çektim, polisler de revolverlerini çektiler. Başladık ateş düellosuna. Yirmi dakika kadar sürdü. Onlar yedi kişi ben bir.
Peride: (Bir kahkaha atarak) Ee sonra?
Gazanfer Bey: Nihayet onlar mağlup oldular. Kaçtılar. Ben de doğru buraya koştum.
Peride: Hani mavzer tabancanız bakayım!
Gazanfer Bey: Kurşunları biten silahı üzerimde taşımam, boşu boşuna ağırlıktır. Sokağa atıverdim.
Peride: Aferin. Oturunuz öyle ise. (Niyazi Mollaya dönerek) Siz tanıyor musunuz?
Niyazi Molla: (Ayağa kalkarak ellerini kavuşturur koyu bir softa şivesiyle) Müsaadenizle, dainiz zatı ismet penahilerine arzı hâl edeyim. Şöyle ki: Dün akşam yatsı vakti an cemaatin edayı salattan sonra fakirhanei kemteriye ruberahi a-zimet olduğum esnada ihvanı dinden bir müslimin ita buyurduğu ceridei feridede ilanı âliniz müsadifi nazarı dikkatim olmağın hemen şitaba agaz idüp geldim. Ben ise Hayranzade hazretlerinin hüsnü sait ve şöhretlerinin meftunuyum. Bilâdı Selâsei İslâmbul olzatı şerifin sayei rahmetinde harp zamanı hiç zahmet çekmediler. Bolluk içerisinde yaşadılar. Böyle zati âli kadere hizmetin menafii dünyeviyeden maada menafii uhreviyesi gayrikabili hesap ve mukayesedir.
Peride: Pekâlâ! Siz de oturunuz. (Bican Efendiye) Siz efendim?
Bican Efendi: Bey efendiyi ta çocukluğundan tanırım. Arkadaştık. Beraber çelik çomak oynardık. İhtimal beni şimdi görüp tanır. Hem dikkat ettim, içeriye girince bana dikkatli dikkatli baktı.
Peride: Şemi Bey şimdi gelir. İnşallah kendisiyle tanışırsınız. Fakat size bir tavsiyede bulunayım: Bizim bey sıkılgan, mahcup adamlardan hiç hazzetmez. Ne sorarsa açık açık cevap vermeli. Kapalı lafları riyaya atfeder. Hanginiz daha serbest davranırsa o kazanır. Size iyilik olsun diye söylüyorum. (Peride odasına girer, aynı kapıdan ellerindeki kolonyaları silerek Hayranzade çıkar.)
ON ALTINCI MECLİS
Perideden başka evvelkiler, Şemi Bey
Hayranzade: Oturunuz! Oturunuz! Oturunuz! Ha şöyle. Ben mizacıma göre adam ararım. Sakın sizi imtihan edeceğim zannetmeyiniz. (Kendisi de bir koltuğa çöker) Size soracağım sorulara vereceğiniz cevaplardan karakterlerinizi anlayacağım. İlme lüzumumuz yoktur. Gördüğünüz müdüre yedi lisan bilir. Amerikan Yüksek Ticaret Mektebi Âlisi’nden birinci olarak çıkmıştır. Bize yalnız karakter lazım. (Niyazi Mollaya) Kaç yaşındasın hoca?
Niyazi Molla: Lehül hamdi velminne bu nıuharremülharamın gurrei mubarekinde sinnimin şali hamsinine kademzen olacağım.
Hayranzade: Bak ben böyle şeye gelemem. Bana Türkçe söylemeli. Lafınızdan hiçbir şey anlamadım. Ben size yaşınızı soruyorum siz neler söylüyorsunuz? (Hiddetle Gazanfer Beye dönerek) Siz kaç yaşındasınız?
Gazanfer Bey: Yirmi sekiz, beyefendimiz, velinimetimiz, efendimiz hazretleri.
Hayranzade: (Bican Efendiye dönerek) Siz?
Bican Efendi: Zatı biraderaneleriyle yaşıtım, kırklarımız karışıktır.
Hayranzade: Tuhaf!
Bican Efendi: Beni tanıyamadınız mı?
Hayranzade: Şimdi benim fikrimi karıştırma. (Hepsine birden hitap ederek) Size bu sorduğum sorulardan hiç utanma arlanma hissi gelmedi mi?
Gazanfer Bey: Hayır bilakis iftihar ederim.
Niyazi Molla: Dainiz de.
Bican Efendi: Hakipayiniz de.
Hayranzade: Pekâlâ… (Kendi kendine; olmayacak açık sormalı, bakalım yine hayasızlık edecekler mi?) (Bican Efendiye) Siz sünnet oldunuz mu?
Bican Efendi: Unuttunuz mu? Beraber olmadık mı? Ispanakçı viranesinde bedava sünnet düğünü yapılmıştı. Altmış çocuktuk. Çadırlarda yattık.
Hayranzade: Fazla tafsilat istemez. (Niyazi Mollaya) Siz ne vakit oldunuz?
Niyazi Molla: Doğduğumun üçüncü yılı Aptül Hamamı’nda sünneti şerif oldum, validei daiyanem rivayet eder ki…
Hayranzade: Yeter tafsilat istemez. (Gazanfer Beye) Siz?
Gazanfer Bey: Bendeniz sünnet olmadım!
Hayranzade: Ne? Hristiyan mısınız?
Gazanfer Bey: Hayır!
Hayranzade: O hâlde?
Gazanfer Bey: Sünnetli doğdum efendim.
Hayranzade: (Şaşırarak) O nasıl şey?
Gazanfer Bey: Bin kişide bir kişi daima sünnetli doğar. Bunu bilmiyor musunuz?
Hayranzade: Bilmiyorum. (Hepsinin yüzlerine bakar, kendi kendine (Nerde? Suratlarında eşek derisi kaplı.) (Yine kendi kendine) Bakalım yine onlar kızarmayacaklar mı? Hepsine birden) Cevap veriniz içinizde on beş yaşında iken buluğa eren var mı?
Üçü birden: Evet var ben, ben de, ben de…
Hayranzade: (Hepsinin suratlarına ayrı ayrı baktıktan sonra) Tuh, Allah müstahakınızı versin! Hayasızlar…
Hayranzade hızla odasına girer, hepsi şaşırır, birbirlerine bakışırlar. Bu esnada Müstemend elinde bir şişe ile gelir. Onları şaşkın birbirlerine bakışırken görür, durur.)
ON YEDİNCİ MECLİS
Hayranzade’den başka evvelkiler, Müstemend
Müstemend: Bunlara ne olmuş? (Hitap eder) Ne yaptınız bakayım?
Bican Efendi: Hiç…
Gazanfer Bey: Tuhaf mesele
Niyazi Molla: Aklı kasırı daiyanem bu sırra reside pezir olmadı.
Müstemend: Ne oldu söyleyin bana! (Yanlarına gider Hayranzade’nin kalktığı koltuğa oturur) Ne oldu?
Gazanfer Bey: Sizin Bey deli mi?
Müstemend: Vakıa akıllı da değildir ya…
Bican Efendi: Tuhaf iş! Bize sünnet olup olmadığımızı sordu. Ne münasebet, ne münasebet, ne münasebet?
Müstemend: (Gülerek) Başka ne sordu?
Gazanfer Bey: On beş yaşında buluga erip ermediğimizi.
Müstemend: (Bir kahkaha atar) Ee sonra?
Bican Efendi: Olduğumuzu söyleyince hepimizin yüzüne tükürdü, “Hayasızlar!” dedi, şuraya girdi.
Müstemend: (Kendi kendine) Utancından bayılan oğlanın yanına, gitmiş olacak. (Sonra hepsine dönerek) Bana bakınız. Ben feleğin çemberinden geçmiş bir adamım. Bu Hayvanzade benim kırk yıllık arkadaşımdır. Bu herifte hiç haya, merhamet, namus filan yoktur. Halis bir muhtekirdir. Aklı yalnız ihtikâra, erer. Tabi işitmişsinizdir; kursağına muharebe esnasında kaç Balkan treni girdi. Şimdi milyonları var. Fakat bu budala bu günlerde müdire denilen o şıllığa tutulmuş, onun emrine tabidir. Aklı sıra onu kıskandığı için mahcup, utangaç kâtipler bulmaya çalışıyor. Ben giderken size tembih etmeyi unuttum. Ne söylerse utanınız. Gözlerinizi yerden kaldırmayınız. Ne sorarsa, “Hicabım mâni, buna cevap veremem,” deyiniz? Zannedersem birkaç kişi yanına alacak. Zira müdire olacak o şırfıntı haftada ancak iki üç defa geliyor. Her ay iki yüz lirayı cebine indirmekten başka bir iş gördüğü yok.
Gazanfer Bey: Hâlbuki Müdire Hanım bize: “Ne sorarsa açık, saçık, serbest serbest cevap veriniz, sıkılmayı riya zanneder.” demişti.
Müstemend: Ah o hain! Zavallı Hayranzade’ye, kendi zamparasını sırtında taşıttı. Şimdi o yalancıktan bayılmış köftehoru kolonya ile ovduruyor. Planlarını söylemeye bir türlü vakit bulamadım. Ha… Hem size hitap edince kızaracaksınız…
Gazanfer Bey: Nasıl kızarmalı?
Müstemend: Kolay! Ben de onlardan öğrendim: Iınacaksınız…
Bican Efendi: Iınmak ne?
Müstemend: Ameli utanma, olacak! Ben de Müdireden öğrenmiştim. Onun tarifini aynen söyleyeyim: “Soluk almadan, geriniyormuş gibi, nefesini içinde zaptederek kendini sıkmak!” Anladınız mı?
Hepsi birden: Anladık.
Müstemend: Öyle ise tecrübe için bir kızarınız bakalım. (Hepsi ıınırlar, kızarırlar.) Ha gayret, ha gayret, ha gayret! (Tuhaf hareketlerle ıınmakta devam ederler)
Hepsi birden: Kızardık mı? Kızardık mı?
Müstemend: Şalgam gibi, nefes alırsanız burnunuzdan alın. (Gazanfer’e dönerek) Hele delikanlı sen âdeta morardın.
Gazanfer Bey: Gözümde yeşil, pembe, mor, mavi, sarı kandiller uçuşuyor.
Müstemend: Kan beynine hücum etti, alaimi sema yapıyor korkma. (Niyazi Molla sakalını kaşır, Bican Efendi gözlerini ovar) Ha gayret çocuklar. Yalnız soru sormayıp kitap da okuyacaklar. Utanacak yerlere dikkat edin! Hemen kızarın. İtiraz edin. Eğer okumaya devam ederlerse yalancıktan bayılın, kendinizi yere atın. Bayılın ha. Bayılmazsanız namuslu olduğunuz anlaşılmaz; tekrar ederim bayılın. Ayda yüz lira bu. Başka yerde bulamazsınız. İş dedin mi sıfır. Beyefendi dalaveresini döndüreceği yerleri adamlarından hiç kimseye söylemez. Yalnız kasaya oluk gibi para akar. İşiniz gücünüz ne olacak biliyor musunuz?
Hepsi birden: Ne olacak?
Müstemend: Müdire Hanımefendinin çıplak göğsü karşısında yutkunmak! (Hepsi yılışır, Müstemend gevezelere mahsus bir talakatla devam eder) He he he muhallebiye benziyor desem hayır, tavuk göğsüne. Hayır. Kaymak. Taze kaymak. Hele o eller Yarabbi!
Niyazi Molla: Zatı ismetpenahileri müteehhile midirler, gayri müteehhile midirler?
Müstemend: Yok canım! Kız işte. Sözüm ona, sözüm ona.
Niyazi Molla: O hâlde Allahu Teala hazretlerinin emri rabbanisi Peygamberi zişan efendimiz hazretlerinin kavli şerifiyle…
Müstemend: (Lafını keserek) Sen kumda oyna hocam. Çöp batmasın. Sakın bu budalalığı bizim Hayranzade’nin karşısında yapma! Kızdığı adamı bizim, Ali isminde bir uşak vardır, ona dövdürür sonra asansör kapısından aşağıya indirir.
Niyazi Molla: Hayır dainizin fikri başkaydı.
Müstemend: Ne ise! Ben sizin iyiliğiniz için söylüyorum.
Gazanfer: Ben buraya kabul olunursam ona üslubu latif ile ilanı harp ederim.
Müstemend: Kime ilanı harp?
Gazanfer: Affedersiniz, dilim sürçtü. İlanı aşk diyecektim Müdire Hanımefendiye.
Müstemend: İnşallah bir tecrübe edersin. (Bican Efendiye dönerek) Azizim senin utandığın da belli olmayacak. Yani kızarsan da bir kızarmasan da…
Bican Efendi: Niçin?
Müstemend: Suratın Allah’tan kıpkırmızı. Sanki gökten Kuşdili çayırına düşmüş bir melaike gibi. Bu mahcubiyetin sarhoşluktan olacak. İnkâr etme! Her akşam ne kadar çekiyorsun?
Bican Efendi: Yarım okka kadar.
Müstemend: Kaç senedir?
Bican Efendi: Otuz sene var. İlk rakıyı Gümüş Halkalı’da bir bayram akşamı sizin Beyle beraber içmiştik.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
Всего 10 форматов