
Полная версия:
Anne'in Hayaller Evi
Kaptan Jim, Gog ve Magog’u çok beğenmişti. O ikisi küçük evin şöminesinin yanında Patty’nin Yeri’nde oldukları gibi azametle ve gururla duruyorlardı dimdik.
“Bu keratalar çok tatlılar, değil mi?” derdi keyifle. Ev sahiplerine yaptığı gibi her gelişinde onları selamlar, her ayrılışında ciddiyetle veda ederdi onlara. Kaptan Jim, evdeki ilahlara saygıda kusur etmekten kaçınıyordu.
“Bu küçük evi mükemmel hâle getirmişsiniz.” dedi Anne’e. “Hiç bu kadar güzel olmamıştı bu ev. Bayan Selwyn de sizin gibi zevk sahibiydi ve mucizeler yarattı burada. Ama o zamanlarda sizdeki gibi küçük perdeler, resimler, ıvır zıvırlar yoktu. Elizabeth ise geçmişte yaşardı. Sizin bu eve gelecek getirdiğinizi düşünüyorum. Buraya geldiğimde hiç konuşmasak bile mutlu olurdum. Sadece oturup size, resimlerinize ve çiçeklerinize bakmak yeter de artardı bile. Çok güzel, çok…”
Kaptan Jim, güzelliğe tutkuyla tapardı. Duyduğu ya da gördüğü tüm hoş şeyler onda derin, gizli ve içsel bir neşeye sebep olurdu, işte bu neşe yaşamını ışıl ışıl aydınlatırdı. Kendi dış görünüşünün yeterince iyi olmayışının fazlasıyla farkındaydı ve bu durum onu üzüyordu.
“Herkes iyi biri olduğumu söylüyor.” demişti bir keresinde “Ama bazen Tanrı’nın bana diğer insanlara verdiği güzelliğin yarısını vermiş olmasını diliyorum. Ama sanırım Tanrı nasıl olması gerektiğini biliyor. Tıpkı iyi bir kaptan gibi… Bazılarımız çirkin olmalıydık ki Bayan Blythe gibi güzelliklerin kıymeti daha iyi bilinsin.”
Anne ve Gilbert, bir akşam nihayet Four Winds deniz fenerine doğru yürümeye başladılar. Yürümeye başladıklarında gri bulutlar ve sis tarafından karşılansalar da daha sonra gelen altın kızıl görkem ufak yolculuklarını güzelleştirdi. Batı tepelerinin arkasında ve limanın ötelerinde gün batımının ateşi kehribar rengi derinlikler ve kristal sığlıklar meydana getirmişti. Kuzey gökyüzü ufak tefek kızılımsı bulutlarla pul pul olmuştu. Boğazdan âdeta süzülürcesine geçen beyaz yelkenliler kızıl gün batımı ışığıyla parlıyordu. Belki de bu gemi, palmiyelerle dolu bir güney limanının yolcusuydu. Aynı güneş geminin ötesindeki kumulların bembeyaz, çimensiz yüzlerini pembeye boyuyordu. Aydınlık güne vedasını etmeden önce küçük derenin yukarısındaki eski evi de selamlamayı ihmal etmemişti. Kızıl rengi alaca karanlık güneşi bu evin pencerelerine eski bir katedralin vitraylı pencerelerinden süzülen ışıktan daha nefis bir ışıkla aydınlatıyordu. Akşam güneşi bu evin sessizliğini ve griliğini, yavan bir çevreye hapsedilmiş bir ruhun capcanlı, kan kırmızı düşünceleriyle aydınlatıyordu sanki.
“Derenin yukarısındaki eski ev hep çok yalnız görünüyor.” dedi Anne. “O evin hiçbir zaman ziyaretçisi olmuyor. Giriş yolunun yukarı caddeye açıldığını biliyorum. Ama pek bir gelen giden olduğunu sanmıyorum. Moorelarla henüz tanışmamış olmamız çok tuhaf. Sadece on beş dakikalık yürüme mesafesindeler hâlbuki. Onları kilisede görmüşümdür belki ama kim olduklarını bilmiyorum. En yakınımızdaki komşularımızın bu kadar içine kapanık olmaları üzücü.”
“Belli ki Joseph’i tanıyan ırka mensup değiller.” dedi Gilbert kahkahalarla. “Çok güzel bulduğun o kızın kim olduğunu öğrenebildin mi?”
“Hayır. Nedense onu sormayı hep unutuyorum. Ama onu hiçbir yerde görmedim bir daha. Sanırım buraların yabancısı. Bak işte güneş gitti. Ve deniz fenerine gelmiş bulunmaktayız.”
Gece iyiden iyiye kendini göstermeye başlasa da devasa fener karanlığı upuzun bir şeritle bölüyordu. Tam tur dönüşüyle tarlaları, limanı, sahil kordonunu ve körfezi aydınlatıyordu.
“Sanki beni aniden yakalayıp denizin fersah fersah ötelerine fırlatacakmış gibi geliyor.” dedi Anne. İyice ışığa bulanmıştı. Deniz fenerine yaklaşmak onu rahatlatmıştı. Göz kamaştıran ve sürekli devam eden o ani parıltıların etki alanındaydı artık.
Deniz fenerinin bulunduğu araziye çıkan o küçük yola döndüklerinde sıra dışı görünüme sahip bir adamın fener kulesinden çıktığını görmek ikisinin de gözlerini dikip bakmasına sebep olmuştu. Bu adam kesinlikle hoş bir dış görünüşe sahipti. Uzun boylu, geniş omuzlu biriydi. Hatları çok düzgündü. Burnu kancalıydı ve gri gözlerinde samimiyet vardı. Zengin bir çiftçinin pazar kıyafetlerini giyinmişti. Four Winds’de yaşama ihtimali Glen sakini olma ihtimaline denkti. Adamın neredeyse dizlerine kadar uzanan kırışık bir sakalı vardı ve sırtından aşağıya doğru sıradan şapkasının altından kalın, dalgalı, kahverengi saçlar dökülüyordu.
“Anne.” diye mırıldandı Gilbert adamın duyamayacağı bir mesafeye geldiklerinde. “Evden çıkarken bana verdiğin limonatanın içine tuhaf bir şeyler koymadın, değil mi?”
“Hayır, koymadım.” dedi Anne kahkahasını bastırmaya çalışırken. Yanlarından geçip giden bilmecenin güldüğünü duymasını istemiyordu. “Bu adam da kim Tanrı aşkına?”
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Avonlea Köy Geliştirme Topluluğu (ç.n.)
2
19. Yüzyıl şairi Caroline Norton tarafından 1867 yılında yazılmış bir şiir. (ç.n.)
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
Всего 10 форматов