Читать книгу Adanın Kızı Anne (Люси Мод Монтгомери) онлайн бесплатно на Bookz (4-ая страница книги)
bannerbanner
Adanın Kızı Anne
Adanın Kızı Anne
Оценить:
Adanın Kızı Anne

3

Полная версия:

Adanın Kızı Anne

Bugünlerde aptallar dışında kimsenin papaz olmadığını düşünüyorum, yazmıştı mektubuna acıyla. Bize yolladıkları adayları ve vaaz ettiği şeyleri bir bilsen! Söylediklerinin yarısı bile doğru değil daha da kötüsü sağlam doktrinlere dayanmıyor. Şu anda görüştüğümüz aday içlerinde en kötüsü. Çoğu zaman eline bir metin alıyor ve başka bir şeyden bahsediyor. Bir de tüm kâfirlerin sonsuza kadar cehennemlik olacağına inanmıyormuş. Ne biçim bir fikir bu! Eğer dediği gibiyse yabancı misyonerliklere yolladığımız bütün para heba olmuş demektir, o kadar. Geçen pazar suda yüzen balta başıyla ilgili vaaz vereceğini söyledi ama bence sadece İncil’e bağlı kalıp sansasyonel konulardan uzak durması en iyisi. Eğer bir papaz kutsal kitapta vaaz edilecek bir şey bulamıyorsa işler iyi bir noktada değil demektir. Peki sen hangi kiliseye gidiyorsun Anne? Umarım düzenli katılıyorsundur. Evden uzakta olan insanlar kiliseye gitmeyi ihmal etme eğiliminde oluyorlar. Bu anlamda üniversite öğrencilerinin büyük günahkârlar olduğunu düşünüyorum. Duyduğuma göre pazar günü kiliseye gitmek yerine çoğu ders çalışıyormuş. Umarım sen bu kadar düşmezsin Anne. Nasıl yetiştirildiğini hatırla. Bir de arkadaşlarına dikkat et. O üniversitelerde ne tür yaratıklar olduğunu asla bilemezsin. Dışarıdan süt dökmüş kedi gibi görünseler de içlerinde av peşindeki kurt olabilir, o kadar. Adalı olmayan hiçbir genç erkeğe bir şey söylemesen iyi olur.

Papaz burayı ziyaret ettiği gün olanları sana anlatmayı unuttum. Hayatımda gördüğüm en komik şeydi. Marilla’ya şöyle dedim: “Anne burada olsaydı kahkaha atmaz mıydı sence?” Marilla bile güldü. Çarpık bacaklı, çok kısa şişman ve küçük bir adamdı papaz. O gün Bay Harrison’ın ihtiyar domuzu, koca ve uzun olan, buralara kadar gelmiş, bahçeye zorla girmiş ve haberimiz olmadan arka verandaya çıkmış meğer. Papaz kapıya geldiğinde de oradaydı. Dışarı çıkmak için vahşice atılsa da adamın yay gibi çarpık bacaklarının arası dışında geçebileceği hiçbir boşluk yoktu. O da oradan geçti. Hayvan çok büyük, papaz da çok küçük olduğundan adamın ayaklarını yerden kesip sırtlayıverdi ve o hâlde uzaklaştı. Marilla ve ben kapıya çıktığımızda papazın şapkası bir tarafa, asası diğer tarafa uçtu. Adamın yüzündeki ifadeyi asla unutamam. Zavallı domuz da korkudan ölecekti. Artık İncil’deki delice koşup dik yamaçtan denize fırlayan domuz kıssasını Bay Harrison’ın papazla birlikte yokuş aşağı koşan domuzu gözlerimin önüne gelmeden okuyamayacağım. Galiba domuz sırtında bir kurt var zannetti. İkizlerin bu olay sırasında civarlarda olmayışına sevindim. Bir papazı böylesine saygın olmayan bir vaziyette görmeleri iyi olmazdı. Dereye ulaştıkları sırada papaz ya atladı ya da düştü. Domuz ise dereden fırlayarak geçip koruda kayboldu. Marilla ve ben hemen aşağı koşup papazın kalkmasına ve üstünü silkelemesine yardım ettik. Yaralanmasa da çok sinirliydi. Bu olaydan Marilla ve beni sorumlu tutar gibi bir hâli vardı. Hâlbuki domuzun bize ait olmadığını ve bütün yaz başımıza bela olduğunu da söylemiştik. Hem neden arka kapıdan gelmişti ki? Bay Allan’ın böyle bir şey yaptığı görülmüş şey değil. Bay Allan gibi bir adam bulabilmemiz için çok zaman geçmesi gerek. Ama her işte bir hayır vardır ya hani. O günden beri o domuzun tek bir kılını görmedik ve bir daha da görmeyeceğimize inanıyorum.

Avonlea’de her şey sessiz sakin. Green Gables düşündüğüm kadar yalnız gelmiyor. Galiba bu kış bir başka pamuk yorgan işlemeye başlayacağım. Bayan Silas Sloane’da çok güzel bir elma yaprağı modeli gördüm.

Heyecan hissetmem gerektiğini düşündüğüm zamanlarda yeğenimin bana yolladığı Boston gazetesindeki cinayet davalarını okuyorum. Eskiden hiç okumazdım ama gerçekten çok ilginçler. Birleşik Devletler korkunç bir yer olmalı. Umarım hiç oraya gitmezsin Anne. Bugünlerde kızların aylak aylak gezme hâlleri çok korkunç. Bana Eyüp kitabındaki şeytanı düşündürüyorlar oraya buraya yürümeleriyle. Tanrı’nın dileğinin kesinlikle bu olmadığını düşünüyorum, o kadar.

Sen gittiğinden beri Davy çok uslandı. Yaramazlık yaptığı bir gün Marilla onu Dora’nın önlüğünü bütün gün giymekle cezalandırınca kızcağızın bütün önlüklerini kesti. Ben de bunun için poposuna şaplak atınca horozumu öldürünceye kadar kovaladı.

Benim evime MacPhersonlar taşındı. Bayan MacPherson çok iyi bir ev hanımı ve çok titiz. Bütün haziran zambaklarımı söküp çıkarmış ama. Neymiş, bahçenin düzensiz görünmesine sebep oluyorlarmış. Thomas evlendiğimizde dikmişti o zambakları. Kocası iyi bir adama benziyor ama kendisi yaşlı kız kurusu olmayı asla aşamayacak, o kadar.

Çok aşırı ders çalışma ve kış içliklerini hava soğumaya başlar başlamaz giymeyi unutma. Marilla senin için çok endişeleniyor ama ben ona senin bir zamanlar olabileceğini düşündüğümden çok daha aklı başında biri olduğunu ve iyi olacağını söyledim.

Davy’nin mektubu daha en başında dert yanıyordu.

Sevgili anne, lütfen marilla’ya balığa gittiğimde beni köprünün koykuluğuna bağlamamasını söyle mektubunda. Böyle yaptığında oğlanlar bana gülüyorlar. Sensiz burası çok yalnız olsa da okul çok eyyenceli. Jane andrews senden çok daha ters. Bayan lynde’i dün gece jack feneri ile korkuttum. Bana çok kızdı çünkü horozunu ölünceye kadar bahçede kovaladım. Peki neden öldü anne, bilmek istiyorum. bayan lynde de horozu domuz ağılına attı ama bay blair’e de satabilirdi. bay blair ölü horozlara temizinden elli sent veriyor artık. bayan lynde’in papazdan kendisi için dua etmesini istediğini duydum. Bu kadar kötü ne yaptı, bilmek istiyorum. Muhteşem kuyruğu olan bir uçurtmam var anne. Milty bolter dün okulda çok güzel bir hikâye anlattı. üstelik de doyyu. ihtiyar Joe Mosey ve Leon geçen hafta koruda kart oynuyorlarmış. Kartlar da bir ağaç kökünün üzerinde duruyormuş. Sonra ağaçlardan bile büyük kara bir adam gelmiş ve kartları alıp şiş-şek gibi bir gürültüyle kabolmuş. Koytuklarına eminim. Milty kara adamın ihtiyar harry olduğunu söylüyor. Öyle mi anne, bilmek istiyorum. spenservale’deki Bay kimball çok hasta ve hastaneye gitmek zorundaymış. doğru mu yazdım diye marilla’ya soracağım. Marilla tımayhaneye gideceğini söyledi. İçinde yılan olduğunu zannediyormuş. İçinde yılan olması nasıl bir şey anne, bilmek istiyorum. bayan lawrence bell de hastaymış. bayan lynde onun tek rahatsızlığının içindekileri fazla düşünmesi olduğunu söylüyor.

“Acaba…” dedi Anne mektuplarını katlarken. “Bayan Lynde, Philippa hakkında ne düşünürdü?”

BÖLÜM 6

PARKTA

“Bugün ne yapacaksınız bakalım kızlar?” diye sordu bir cumartesi öğleden sonra Anne’in odasına dalan Philippa.

“Biz parkta yürüyüş yapacağız.” diye cevap verdi Anne. “Benim evde kalıp bluzumu bitirmem gerekiyordu. Ama böylesine güzel bir günde dikiş dikemem. Havada kanıma giren bir şey var ve içime sevinç dolduruyor sanki. Eğer dikiş dikmeye kalkarsam parmaklarım titrer ve eğri büğrü olur. Yani parka ve çam ağaçlarına evet.”

“Peki bu ‘bize’ Priscilla ve senin dışında dâhil olan var mı?”

“Evet, Gilbert ve Charlie de dâhil. Sen de dâhil olursan çok mutlu oluruz.”

“Ama…” dedi Philippa hüzünle. “Eğer gelirsem fazlalık olurum ve bu da Philippa Gordon için tamamen yeni bir tecrübe demek.”

“İyi ama yeni tecrübeler insanın ufkunu genişletir. Sen de gel, bu sayede sık sık fazlalık olmak zorunda olan bizim gibi zavallıları daha iyi anlamış olursun. Peki ya senin kurbanların nerede?”

“Hepsinden sıkıldım ve bugün hiçbiriyle uğraşamam. Ayrıca hafif bir karamsarlığım var. Karamsarlık demeyelim de solgun, değişken bir grilik diyelim. Çok da koyu renkli olacak kadar ciddi bir şey değil. Geçen hafta Alec ve Alonzo’ya mektup yazdım. Mektupları zarflara koyup üzerlerine adreslerini yazdım ama mühürlemedim. O akşam tuhaf bir şey oldu. Yani Alec tuhaf olduğunu düşünürdü ama Alonzo muhtemelen düşünmezdi. Acelem olduğu için Alec’in mektubunu zarftan çıkarıp -Alec’in mektubu zannediyordum en azından- bir not karaladım. Sonra da iki mektubu postayla yolladım. Alonzo’nun cevabı bana bu sabah ulaştı. Meğer o mektubu Alonzo’nun mektubuna yazmışım o da çok kızmış. Elbette bunu aşacaktır, aşmasa da umurumda değil zaten ama günümü mahvetti. Ben de neşelenmek için canlarımın yanına geleyim dedim. Futbol sezonu açıldıktan sonra cumartesi günlerim hiç boş kalmayacak zaten. Futbola bayılıyorum. Şahane bir şapkam ve Redmond renklerinden şeritli bir kazağım var maçlarda giymek için. Bunlar üzerimdeyken birazcık berber silindirine benzediğim doğrudur. Şu senin Gilbert’ın birinci sınıflar futbol takımı kaptanı seçildiğini biliyor muydun?”

“Evet, dün akşam söyledi bize.” dedi Priscilla öfkeye kapılan Anne’in cevap vermediğini görünce. “Charlie’yle beraber aşağıdalardı. Geleceklerini bildiğimiz için Bayan Ada’nın bütün yastıklarını zahmetle ortalıktan kaldırdık. Kabarık dokumalı aşırı detaylı yastığı üzerinde durduğu sandalyenin arkasındaki köşeye attım. Orada güvende olacağını düşünürken ne oldu dersin? Charlie Sloane o sandalyeye yaklaşınca arkadaki yastığı fark etti ciddiyetle kaldırıp sandalyeye koydu ve bütün gece o yastığın üzerinde oturdu. Yastık mahvolmuş! Zavallı Bayan Ada bugün bana tebessüm ederek, tabii azarlama içeren bir tebessümdü bu, neden o yastığın üzerine oturulmasına müsaade ettiğimi sordu. Ben de müsaade etmediğimi, bunun müzmin Sloaneluk ve kaderin bir karışımı olduğunu, benim de bu karışıma karşı elimden bir şey gelmeyeceğini söyledim.”

“Bayan Ada’nın yastıkları gerçekten de sinirime dokunuyor.” dedi Anne. “Yeni yastıkları geçen hafta tamamladı. Ölümüne doldurulmuş ve işlenmişlerdi. Yastıkları koyacak boş yer olmadığı için merdivenlerin arasındaki yerde duvara dayadı. Karanlıkta aşağı inecek ya da yukarı çıkacak olursak bazen devriliyorlar ve üzerlerine düşüyoruz. Geçen Pazar, Doktor Davis denizin tehlikelerine maruz kalanlar için dua ederken ‘yastıkların akıllıca değil çok sevildiği6 evlerde yaşayanların hayatı’ için dua ettim içimden. İşte! Biz hazırız. Oğlanların da Eski St. John’dan geldiklerini görüyorum. Şansını bizimle deneyecek misin Phil?”

“Eğer Priscilla ve Charlie ile yürürsem gelirim. Bu dayanılır düzeyde bir fazlalık olmak olur. Senin Gilbert çok hoş biri Anne. Ama neden o pörtlek gözlüyle takılıyor?”

Anne öfkelendi. Charlie Sloane’dan pek hoşlanmasa da o Avonlea’den geliyordu ve dışarıdan kimsenin ona gülmeye hakkı yoktu.

“Charlie ve Gilbert her zaman arkadaştılar.” dedi soğuk bir şekilde. “Charlie iyi bir çocuk. Gözlerinin bu şekilde olması onun suçu değil.”

“Öyle deme! Onun suçu. Böyle gözlerle cezalandırıldığına göre bir önceki yaşamında korkunç şeyler yapmış olmalı. Pris ve ben bugün onunla çok eğleneceğiz, onun yüzüne karşı onunla alay edeceğiz ve hiçbir şeyin farkında olmayacak.”

Anne’in deyimiyle “haylaz P’ler” bu “dost canlısı” amaçlarına ulaştılar. Ne var ki Sloane, mesut bir cehalet hâlindeydi. Böyle iki kız öğrenci, özellikle de sınıfın en güzeli Philippa Gordon ile birlikte yürüdüğü için hoş bir delikanlı olduğunu düşündü. Anne bundan etkilenecekti ona soracak olursanız. Bazı insanların kıymet bildiğini görecekti genç kız.

Liman kıyısından yukarı çıkan yolda parktaki çam ağaçlarının altında diğerlerinin az biraz arkasında yürüyen Gilbert ve Anne sonbahar öğleden sonrasının sakin ve hareketsiz güzelliğinin tadını çıkarıyorlardı.

“Buradaki sessizlik dua gibi değil mi?” dedi Anne gözlerini parlak gökyüzüne çevirerek. “Çamları ne kadar da seviyorum. Sanki kökleriyle tüm zamanların romantizmine vuruyor gibiler. Onlarla güzel bir sohbet etmek için arada bir kaçamak yapmak çok rahatlatıcı. Burada hep mutlu hissediyorum kendimi.”

Ve dağda yalnızlık galip geldiÂdeta ilahî bir sihir misali.Dertleri sallanıp düştüRüzgârda sarsılan çam iğneleri gibi.

Bret Harte’ın şiirinden bir bölüm okudu Gilbert.

“Hırslarımızın küçük ve değersiz görünmesine sebep oluyorlar öyle değil mi Anne?”

“Eğer büyük bir kedere kapılsaydım teselli bulmak için çamlara gelirdim diye düşünüyorum.”

“Umarım hiç büyük bir kedere kapılmazsın Anne.” dedi Gilbert. Yanındaki canlı, neşeli yaratığı keder fikriyle bağdaştıramıyordu. En yükseklere uçabilenlerin en derinlere de gömülebileceklerinin farkında değildi. En coşkun neşeyi yaşayanların en keskin acıları da yaşayanlar olduğunu bilmiyordu.

“Ama bazen…” diye hülyalı bir şekilde konuştu Anne. “Hayat dudaklarıma uzatılmış bir kadeh saadet gibi. Ama her bir kadehte bir miktar acı da olmalı. Bir gün o acıyı tadacağım muhtemelen. Ümit ederim ki bu acı benim hatamdan dolayı gelmez. Doktor Davis’in geçen pazar akşamı ne dediğini hatırlıyor musun? Tanrı’nın bize yolladığı her bir acının içinde teselli ve güç var. Kendi aptallığımız ya da kötülüğümüzden dolayı başımıza gelen acılar ise dayanması en zor olanları. Ama böylesi bir günde kederden bahsetmemeliyiz. Bu gün sadece saf bir sevinç için var olmuş gibi değil mi?”

“Eğer bana kalsaydı hayatındaki mutluluk ve keyif dışındaki her şeyi yok ederdim Anne.” dedi Gilbert “tehlikenin yaklaşmakta olduğuna” işaret eden bir ses tonuyla.

“O zaman çok da akıllıca davranmamış olurdun.” diye cevap verdi Anne aceleyle. “Bir miktar imtihan ve hüzün içermeyen hiçbir hayat törpülenip geliştirilemez. Tabii sanırım bu sadece bunu kabul edebilecek noktaya geldiğimizde olur. Hadi gel, diğerleri çardağa varmışlar ve bize işaret ediyorlar.”

Koyu kırmızı ve soluk altın rengindeki sonbahar gün batımını seyretmek için küçük çardağa oturdular. Menekşe rengi dumanın örtü misali kapladığı çatıları ve çan kuleleri hafif karanlıkta kalan Kingsport uzanıyordu sol taraflarında. Saten pürüzsüzlüğünde ve gümüş griliğindeki su ışıl ışıl parlarken uzaktaki sislerin arasında beliren William Adası ise şehri güçlü kuvvetli bir buldok misali koruyordu. Adanın deniz feneri ise sislerin arasından uğursuz bir yıldız gibi göz kırpıyordu ve ona uzak ufuklardaki bir başkası cevap veriyordu.

“Bu kadar güçlü görünen başka bir yer gördünüz mü?” diye sordu Philippa. “William Adası’nı özellikle istediğimi söyleyemem ama istesem de alamayacağıma eminim. Kalenin zirvesinde, bayrağın hemen yanında duran nöbetçiye bakar mısınız? Romantik bir hikâyeden fırlamış gibi görünmüyor mu?”

“Romantik demişken…” dedi Priscilla. “Süpürge çalısı aradık ama bulamadık hiç. Mevsiminde değiliz galiba.”

“Süpürge çalısı!” diye haykırdı Anne. “Süpürge çalısı Amerika’da yetişmiyordu, değil mi?”

“Koca kıtada sadece iki yerde var.” dedi Phil. “Bu yerlerden biri bu park diğeri ise Nova Scotia’da bir yer. Nerede olduğunu unuttum. Meşhur Highland Alayı’nın Siyah Muhafızları burada bir yıl boyunca kamp yapmışlar. Askerler bahar vakti yataklarındaki samanları silkelediklerinde bazı süpürge otu tohumları kök salmış.”

“Ne kadar da hoş!” dedi büyülenmiş Anne.

“Hadi eve Spofford Bulvarı’ndan gidelim.” diye bir öneride bulundu Gilbert. “Zengin soyluların ikamet ettiği güzel evleri görebiliriz. Spofford Bulvarı, Kingsport’un en nezih caddesi. Milyoner olmayanlar buraya ev yapamıyorlar.”

“Hayır yapıyorlar.” dedi Phil. “Benim de sana göstermek istediğim mükemmel küçük bir yer var Anne. Bir milyoner tarafından yapılmamış. Parktan çıkar çıkmaz gördüğün ilk yer. Spofford Bulvarı hâlâ bir köy yoluyken yetişmiş. İnşa edilmemiş, yetişmiş! Bulvardaki evler umurumda değil. Çok yeniler. Ama bu bahsettiğim yer âdeta rüya gibi ve adı… En iyisi görünceye kadar bekle.”

Parkın dışındaki çamlarla püskül misali çevrelenmiş tepeden çıkarken bu yeri gördüler. Tam da zirvenin üzerinde, Spofford Bulvarı’nın düz bir yola doğru tükendiği yerde, iki tarafındaki çamların koruyucu kollarını alçak çatısının üzerine uzattığı beyaz ve küçük bir ev vardı. Kırmızı ve altın renginde asmaların arasındaki yeşil panjurlardan pencereler dışarı bakıyordu. Evin önünde alçak taş duvarlarla çevrili küçük bir bahçe vardı. hâlâ ekim ayında olsalar da bahçe eski usul, mistik çiçekler ve fundalarla süslüydü. Mayıs çiçekleri, kara pelinler, melisalar, mine çiçekleri, petunyalar, çuha çiçekleri ve kasımpatılarla doluydu bahçe. Zikzak örülmüş ufak bir kiremit duvar uzanıyordu bahçe kapısından verandaya kadar. Evin tamamı uzaklardaki bir köy evinden taşınmış gibiydi sanki. Yine de bu evde, en yakın komşusu olan tütün kralının kocaman bir bahçe ile çevrili sarayını kaba saba ve basit gösteren bir detay vardı. Phil’in de dediği gibi bu fark, yapılmış olmakla yetişmiş olmak arasındaki farktı.

“Hayatımda gördüğüm en tatlı yer.” dedi Anne keyifle. “Bana o eski, tatlı, tuhaf sızılarımdan birini yaşatıyor. Bayan Lavendar’ın taş evinden bile daha tatlı ve tuhaf.”

“Özellikle ismine dikkat etmenizi istiyorum.” dedi Phil. “Dış kapının üzerindeki kemere beyaz harflerle ne yazıldığına bakın. ‘Patty’nin Yeri’… Dehşet bir şey değil mi? Hem de Pinehursts, Elmwolds ve Cedarcroftsların bulunduğu bir bulvarda ‘Patty’nin Yeri’ olmak! Bayıldım!”

“Patty’nin kim olduğunu biliyor musun peki?” diye sordu Priscilla.

“Patty Spofford’un bu evin sahibi olan yaşlı kadın olduğunu öğrendim. Burada yeğeni ile yüzyıldır yaşıyor neredeyse. Yani muhtemelen o kadar da değildir Anne. Abartı şiirsel düşlerin bir parçası. Anladığım kadarıyla zengin ahali bu evi birçok kez satın almaya kalkmış. İnanır mısınız evin karşılığı ufak bir servet ediyormuş ama ‘Patty’ hiçbir şekilde satmaya yanaşmamış. Evin arkasında ise avlu yerine elma bahçesi var. Biraz geçtiğimizde görürsünüz. Spofford Bulvarı’nda gerçek bir elma bahçesi!”

“Bu gece Patty’nin Evi’nin hayalini kuracağım.” dedi Anne. Nedense buraya ait olduğumu hissediyorum. Acaba evin içini görme şansımız olur mu?”

“Pek olası değil.” dedi Priscilla.

Anne gizemli bir tebessüm etti.

“Evet, olası değil. Ama ben bunun olacağına inanıyorum. İçimdeki tuhaf, sinsi bir his, buna önsezi de diyebilirsiniz, Patty’nin Evi ile tanışacağımızı söylüyor.”

BÖLÜM 7

YENİDEN EVDE

Redmond’daki ilk haftalar uzun gibi gelse de dönemin geri kalan kısmı rüzgârın kanatları misali uçup gitti. Öğrenciler daha ne olduğunu anlayamadan kendilerini Noel sınavlarının kıskacında buluverdiler ve bu zorlu durumdan iyi kötü zaferle ayrıldılar. Birinci sınıflar liderliği şerefi Anne, Gilbert ve Philippa arasında gidip geliyordu. Priscilla ise oldukça başarılıydı. Charlie Sloane ise ucu ucuna geçmeyi başardı. Tabii kendinden emin bir şekilde her şeyde liderliğe oynar gibi davranmayı ihmal etmedi.

“Yarın bu zamanlar Green Gables’ta olacağıma inanamıyorum.” dedi Anne seyahatinden bir önceki gece. “Ama olacağım ve sen Phil, Alec ve Alonzo ile birlikte Bolingbroke’ta olacaksın.”

“Onları görmek için can atıyorum.” diye itiraf etti Phil kemirdiği çikolataya ara verince. “Onlar çok hoş çocuklar biliyor musun? Dansların, gezintilerin eğlencelerin sonu gelmiyor. Tatillerde benimle birlikte gelmediğin için seni asla affetmeyeceğim Kraliçe Anne.”

“Senin için ‘asla’ sadece üç gün sürer Phil. Bana sorman çok tatlıydı ve bir gün seninle Bolingbroke’a gitmek isterim. Ama bu yıl olmaz. Eve gitmek zorundayım. Bunu ne kadar istediğimi bilemezsin.”

“Çok da iyi zaman geçirmeyeceksin.” dedi Phil küçümsercesine. “Bir iki el işi ekibi olacaktır diye tahmin ediyorum. Bütün ihtiyar dedikoducular hem yüzüne karşı hem de arkandan konuşacaklar. Yalnızlıktan öleceksin yavrum.”

“Avonlea’de mi?” dedi fazlasıyla eğlenen Anne.

“Eğer benimle gelseydin muhteşem vakit geçirirdin. Bolingbroke saçlarına, tarzına, her şeyine deli olurdu Kraliçe Anne. Sen çok farklısın. Tam bir başarı olurdun ve ben senin yansıyan ışığında aydınlanırdım. ‘Gül olmasam bile güle yakın olurdum.’ Gelsen ya işte Anne!”

“Sosyal zafer tasvirlerin oldukça etkileyici Phil. Ama ben bu tasviri dengeleyecek başka bir tasvir yapacağım. Her ne kadar şimdilerde rengi solmuş olsa da bir zamanlar yeşil olan eski bir çiftlik evinin olduğu bir kırsala gidiyorum. Yapraksız elma bahçelerinin arasında duruyor. Aşağısında bir dere, ötelerde ise aralık köknarlarının olduğu bir koru var. Yağmurun ve rüzgârın parmaklarının çaldığı arpın sesini duyabiliyorum. Yakınlarında şu sıralar grileşmiş ve kuluçkaya yatmış bir gölet var. Evin içinde yaşlıca iki hanım var. Biri ince uzun, diğeri şişman ve kısa. Bir çift de ikiz var. Bunlardan biri model olacak çocuk, diğer ise Bayan Lynde’in tabiriyle ‘aşırı haylaz’. Verandanın üzerinde üst katta, eski hayallerin duvarında asıldığı, pansiyon döşeği sonrasında lüksün zirvesi olacak kocaman, şişman, görkemli bir tüy yatak barındıran bir oda var. Benim tasvirim nasıl Phil?”

“Pek sıkıcı gibi.” dedi Phil yüzünü ekşiterek.

“Ama asıl farklılığı atladım.” dedi Anne yumuşakça. “Orada sevgi olacak Phil. Sadık, hassas sevgi. Dünyanın başka bir yerinde asla bulamayacağım türden bir sevgi. Beni orada sevgi bekliyor ve bu da benim tasvirimi bir şahesere dönüştüren şey, renkler pek parlak olmasa da.”

Phil sessizce ayağa kalkıp elindeki çikolata kutusunu bir kenara koydu ve Anne’e sarıldı.

“Anne, keşke ben de senin gibi olsaydım!” dedi ciddi bir şekilde.

Diana bir sonraki gece Anne’i, Carmody istasyonunda karşıladı. Yüzeyine yıldızlar ekilmiş sessiz gökyüzünün altında eve döndüler. Onlar yaklaşırken Green Gables’ta bir festival havası esiyordu. Evin bütün pencerelerinde ışık vardı ve bu ışıkların parlaklığı karanlığı ateş kızılı tomurcuklar misali delerek geçiyor, Lanetli Koru’nun siyahlığına doğru salınıyordu. Bahçede yakılan ateşin etrafında dans eden iki küçük silüet vardı ve bunlardan biri, at arabası kavakların altından döndüğü sırada, esrarengiz bir çığlık attı.

“Davy bunu Kızılderililerin savaş çığlığı olarak atıyor.” dedi Diana. “Bay Harrison’ın işçi çocuğundan öğrenmiş. Sen geleceksin diye pratik yapıp duruyordu. Bayan Lynde sinirlerini yıprattığını söylüyor. Sinsi sinsi arkasından yaklaşıp çığlığı basıyor. Senin için şenlik ateşi yakmak istedi özellikle. İki hafta boyunca çalı çırpı topladı. Ateşi yakmadan önce gaz yağı dökebilmek için de Marilla’nın başının etini yedi. Kokudan anladığım kadarıyla Marilla gaz yağına razı gelmiş. Bayan Lynde, Davy’nin fırsat bulursa hem kendisini hem de etrafındaki herkesi havaya uçuracağını söyledi.”

O sırada Anne at arabasından inmişti ve Davy coşkuyla bacaklarına sarıldı. Bu arada Dora da eline yapışmıştı Anne’in.

“Dehşet bir şenlik ateşi olmamış mı Anne? Nasıl dürteceğimizi göstereyim mi sana? Şu kıvılcımları görüyor musun? Senin için yaptım. Çünkü eve döneceğin için çok mutluydum.”

Mutfak kapısı açılınca Marilla’nın ince silüeti içeriden gelen ışıkta gölge şeklinde belirdi. Anne ile karanlıkta karşılaşmak istiyordu. Bunun sebebi ise mutluluk gözyaşları dökmekten korkuyor olmasıydı. Derin duyguların gösterilmesini yakışıksız bulan ciddi, kendine hâkim Marilla’nın vaziyeti işte böyleydi. Arkasındaki Bayan Lynde ise her zamanki gibi etine dolgun, kibar ve anaçtı. Anne’in, Phil’e kendisini beklediğini söylediği o sevgi etrafını sarmıştı ve bütün tatlılığıyla onu bağrına basıyordu. Eski bağlarla, eski dostlarla ve eski Green Gables’la kıyaslanamazdı hiçbir şey. Dopdolu yemek masasına oturduklarında Anne’in gözleri yıldız yıldız parlıyordu. Yanakları gül pembesiydi ve kahkahaları billur berraklığındaydı. Üstelik Diana da bütün gece orada kalacaktı. Tıpkı eski ve güzel zamanlarda olduğu gibi… Masayı gül tomurcuğu tabak seti lütuflandırıyordu. Marilla artık dayanamadı.

“Sanırım Diana ile bütün gece konuşacaksınız.” dedi Marilla alaycı bir tavırla kızlar yukarı çıkarken. Marilla kendine ihanet ettikten sonra hep alaycı bir hâle bürünürdü.

“Evet.” dedi Anne neşeyle. “Ama önce Davy’i yatıracağım. Bunun için ısrar ediyor.”

“Tabii ki.” dedi Davy koridordan ilerledikleri sırada. “Dualarımı edeceğim birini istiyorum. Tek başına dua etmenin eğlencesi yok.”

“Tek başına dua etmiyorsun Davy. Tanrı seni hep duyuyor.”

“Ama ben onu göremiyorum.” diye itiraz etti Davy. “Görebileceğim birine dua etmek istiyorum. Bayan Lynde’e ya da Marilla’ya da dua edemem!”

Davy gri gece fanilasını kuşandığı zaman dua etmeye başlamak için pek de acele ediyor gibi değildi. Anne’in karşısında duruyor, ayaklarını birbirine sürtüyordu. Kararsız gibi bir hâli vardı.

“Gel canım, hadi diz çök.” dedi Anne.

Davy başını Anne’in kucağına gömdü. Ama diz çökmedi.

“Anne!” dedi bastırılmış bir sesle. “Dua etmek gelmiyor içimden. Tam bir haftadır hem de. Dün gece ya da evvelsi gece de dua etmedim.”

“Peki neden Davy?” diye sordu Anne nazikçe.

“Eğer söylersem kızmayacaksın ama tamam mı?” dedi Davy yalvarırcasına.

Gri fanilalı yavruyu kucağına alan Anne, başını koluyla sardı.

“Sen bana bir şeyler söylediğinde hiç kızdım mı Davy?”

“Hayııır… Sen hiç kızmazsın. Ama üzüleceksin ki bu daha kötü. Sana bunu anlattığımda çok üzüleceksin Anne ve sanırsam benden utanacaksın.”

“Yaramazlık mı yaptın Davy? Ondan mı dua etmiyorsun?”

“Hayır, yaramazlık yapmadım yani henüz yapmadım. Ama yapmak istiyorum.”

“Ne yapmak istiyorsun peki Davy?”

“Kötü bir kelime söylemek istiyorum Anne.” diye söyleyiverdi Davy çaresizce. “Bay Harrison’ın işçisinin geçen hafta söylediğini duydum. O zamandan beri ben de hep o kelimeyi söylemek istiyorum. Dua ederken bile.”

bannerbanner