Читать книгу Mutlu Bir Son (Мемдух Шевкет Эсендал) онлайн бесплатно на Bookz (3-ая страница книги)
bannerbanner
Mutlu Bir Son
Mutlu Bir Son
Оценить:
Mutlu Bir Son

5

Полная версия:

Mutlu Bir Son

Razı olmadı.

“Olmaz olmaz.” dedi. “Siz bu seferlik temin buyurunuz da ben muhasebeci beyle, daire müdürü ile konuşurum. İcap ederse direktöre de açarım.”

Gittim, odacının birini getirdim, kapıya diktim.

“Ulan.” dedim. “İçerideki çıkınca bana haber ver. Yeniden de kimseyi koyma!..”

İçeride levazım efendilerinden biri varmış. O çıkar, tesadüf olacak ya bizim kalem muavini girecek olur. Odacı göğsüne dayanır. Geldi, bana çıkışıyor:

“İnhisar8 mı? Odacıya tembih etmişsin! Bu da yeni adalet…”

“Efendim, ben ne yapayım. Müşavir sıkışmış. Kendi rica etti.”

Ne ise, kavga dövüş, müşavir girmiş çıkmış. Beni odasına çağırdı, teşekkür etti.

1932

SABAH DEDİKODUSU

Durgun, sıcak temmuz gecesi. Cumayeri ağalarından Salim Bey, altmışlık, iri yarı, yaşına göre dinç bir ihtiyar, akşamdan etli ekmeği fazlaca kaçırmış. Gece, şehirde yeğeninin evinde yere serilmiş döşekte uyandı. Sokağın aydınlığı kafeslerden süzülüp odayı hafifçe aydınlatıyordu. Yatağında doğruldu, yanında yatan yeni karısına baktı. On yedi, on sekizinde genç irisi bir kız; ellerini ayaklarını germiş, bacağının biri yataktan çıkmış, uzanmış uyuyor. Genç gövdesi yatağı, belki bütün odayı ısıtıyor. Salim Bey göğsünü, kollarını kaşıdı, sonra yataktan kalktı, pencere önüne oturdu. Cıgara yaktı.

Karşıda, hanın kapısı önünde don gömlekli bir adam binek taşının üstünde oturuyor, han kapısının sağ yanında yere uzanmış bir başka adamla konuşuyordu. Biraz uzakta hapishane kapısını bekleyen nöbetçi candarma sokulmuş, bunları dinliyordu. Sokakları sessiz, yalnız bulmuşlar, kendi evlerindeymiş gibi lakırtı ediyor ve ihtiyar yaşında genç kadın almış bir adamın dedikodusunu yapıyorlardı.

“Ne babası, dedesi yaşında desene. Herifin torunlarının kızları onun kadar olur.”

Kalın, hırıltılı bir ses cevap verdi:

“Kabahat veren keratada.” dedi.

“Veren de pezevenk alan da! Herifin kaynatası kendi çocuklarından daha genç.”

Candarma söze karıştı:

“Kendine güveniyor ki almış.” dedi.

“Ne güveniyor? Bunamış desene! Hiç, ‘Bu kızı bana niçin veriyorlar?’ diye düşünüyor mu? Verenler ne heriflerdir, bilir misin?”

Salim Bey, bu hırıltılı kalın sesi tanır gibi oldu. Bu kim? İncelerin Arif mi? Değil. Hüsnü Hoca’nın sesine benzer ama o geçen yıl öldü. Salim Bey, kafese daha yakın sokuldu:

“Alan kerata düşünmeliydi. Karadonlu’nun Cemal gibi ona da bir boynuz takarlarsa gününü görür. Gitti, çayda kendini boğdu.”

Biraz durduktan sonra gene o hırıltılı kaba ses:

“Ah avradını.” dedi. “Memlekette delikanlı kalmadı. Karıyı alır dağın sarpına sararlardı, ölüsüne dirisine öğüt olurdu.”

Candarmanın gayretine dokundu:

“Bırakırlarsa!..” dedi.

“Hadi yavrum, bırakmazlar da ne ederler? Hani Kara Ali’yi niye tutmuyorlar?”

Duvar dibinde uzanan cevap verdi:

“Kocalı karıya günahtır.” dedi.

“Elin oğlu onun günahına da katlanır ama o yiğidi nerede bulayım! Yetmiş yaşında pezevengin ne kocalığı olacak ki günahı olsun. Karı, adama duacı olur be!”

“Köse’nin gelinini kaldırdılar da iki yıl gezdirdiler, sonu ne oldu? Köse, para verdi, hepsini it gibi birbirine boğdurdu.”

“Boğdursun! Ben iki yıl gezdireyim de!”

Biraz sustular. Gene, Salim Bey’e tanıdık gelen o ses:

“Karıyı görsen.” dedi. “El değmemiş sanırsın. Koynunda memeler testi gibi. Ahh avradını, genç olmalıydım. Gösterirdim babasına da kocası olacak herife de…”

Yanlış bir şey olmasın. Bunlar, kimin için söylüyorlar? Konuştukları adam Salim Bey mi, başka biri mi?

Bu ses kimin sesi?

1932

GENÇ KIZLA YAŞLI ADAM

“Nereye böyle?”

“Hiç, can sıkıntısı. Güzide halama bir uğramak istiyordum. Sabahleyin onlardaydım, şimdi gene gidiyorum. Gidip ‘Ne var, ne yok?’ diye soracağım. Biliyorsun, bir şey yok ama ne yapayım? Can sıkıntısından ölüyorum.”

“Doğru mu, ablan birine kaçmak, varmak istiyormuş? Nedir bu iş?”

“Doğru ya! İşte o da benim gibi. Biliyorsunuz, ablamı Selim’e vereceklerdi. O da istiyordu. Ablam da biri alsın da şu iç sıkıntısından kurtulayım, diye bakıyordu. Selim geldi gitti; bugün, yarın dediler, vermediler. En sonunda da çocuktan yüz çevirdiler. Babam, onun için bir söz mü işitmiş, nedir? Açık açık istiskal9 ettiler. Eh, oğlan da gelmeyiverdi. Ablam, bunlara kızdı. Sonra bu Orhan Rıza ablamı zaten tanıyordu. İkisi görüşürler, evlenmeye karar verirler. Şimdi, ablam, bizimkilere söylüyor, ‘Ya verin yahut kaçıp evleneceğim!’ diyor. Bizimkiler de bu zamanda, yaşı geçkin bir kız koca buluyor da daha düşünüyorlar. Ben anlamıyorum.”

“Haklısın. Zamanı anlamıyorlar.”

“Siz nereye gidiyorsunuz?”

“Ben, hiç! Asfaltta gezmeye çıktım.”

“Sizi rahatsız etmezsem birlikte gezelim.”

“Çok memnun olurum.”

Yan yana birkaç adım yürüdüler.

“Ben ablama bakıp kendimden korkuyorum.”

“Ne gibi?”

“Öyle ya, yaşım yirmi beş. Çocuk değilim. Şimdiye kadar istediğim gibi bir adam beni istemedi. İsteyenlere de ben inanmıyorum. Bir tanesi olsun doğru dürüst oturmuyor ki! E, ne olacak? Ben düşünüyorum. Hadi ablam ne ise birini buldu. Ona da inanmıyor. Ben onun bulduğu kocaya da inanmam. Eninde sonunda bir kocaya varmak ister. Ne olur, siz beni alsanıza!”

“Kim, ben mi?”

“Siz! Ne olur, beni alın! Ben düşündükçe hep sizi hatırlarım!”

“Ben, kızım, nasıl olur, senin babandan büyüğüm. Ben evlenseydim senden büyük kızım olurdu.”

“Ne olur evlenmemişsiniz, olmamış. Ben sizi otuz yaşında delikanlılara değişmiyorum. Bakınız, size her şey için söz vereceğim. Beni hiç bu kadınlar gibi görmeyeceksiniz. Sonra, belki size tuhaf gelir, ben genç adamların ahlaksızlıklarıyla uğraşamam. Sizi de kendime koca olarak düşündüğüm zaman pek uygun, pek münasip buluyorum. Sizin kadar güzel, temiz, şerefli, terbiyeli koca ben nerede bulurum? Siz nasıl düşünüyorsunuz? Sizi bu yaşta, bu kıyafette artık kadınlar, kızlar sevmezler mi sanıyorsunuz? Eğer böyle sanıyorsanız, aldanıyorsunuz. Ben size varacak olursam çokları hasetlerinden, kıskançlıklarından öleceklerdir. Eğer sizce başka bir mahzuru yoksa, ne olur beni alsanıza! Ben de kurtulmuş olurum.”

“Yavrum, evladım, beni şaşırtıyorsun. Ben bugüne kadar evlenmemiş adam, bugün senin gibi genç bir hanım alırsam herkes bana ne der? Ben herkesin yüzüne nasıl bakarım? İlkin, senin ananın babanın yüzüne nasıl bakarım? Seni ne diye onlardan isterim?”

“Yok, istemezsiniz. Ben onları düşündüm. Siz istemezsiniz. İsteseniz de vermezler. Ben sizi isterim. Onları mecbur ederim. Bak görürsünüz, nasıl verirler…”

“Peki ama insaf et. Ben sana layık mıyım? Olur mu? Sen bunu nereden düşündün? Tabii olan, senin kendine genç bir koca aramandır, değil mi?”

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

(Fr.) Pansement humide: Islak pansuman.

2

Sürşarj: Çok çalışma, çok yüklenme.

3

Filantrop: İnsanları seven, insanların iyiliği için çalışan hayırsever kimse.

4

Zürefa: Zarif insanlar.

5

Fistül: Vücutta oluşan iltihap birikiminin dışarıya doğru itilmesi sonucu meydana gelen ince kanal, salgı yolu, akarca.

6

İtizar: Özür dileme.

7

Hüsnükabul: İyi biçimde karşılama.

8

İnhisar: Tekel.

9

İstiskal: Hoşnut olmadığını belli edecek bir biçimde davranma, soğuk durma.

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:


Полная версия книги
bannerbanner