Полная версия:
Hava Parası
Saffet Bey’in küçük oğlu Nüzhet’e gelince, ancak otuz yaşlarında, yakışıklı, güler yüzlü bir delikanlıdır. Bu bakımdan babası ile büyükbabasına benzer. Belli başlı hiçbir iş tutmamıştır. Ancak hiç işsiz, parasız da kalmamıştır. Bir aralık Beyoğlu’nda bir bar tutmuştur. Bir-iki otomobili de vardır. Ortakları ile Karadeniz’de motor işletirlerdi. Kalafat yerinde de ortakları vardı. Şimdi de asker olmuş, tersane havuzlarında bulunuyor.
Ara sira eve uğrar. Uğrayınca da, haftalarca sessizlik içine gömülüp uyumuş olan bu ev, gürültü içinde kalır. Nimet’e takılır, Arap Mesut Bacı’nın boynuna sarılır. Nüzhet’le Nimet analarından uzak kalmışlar, bu Arap Bacı onları büyütmüştür. Bacının yanına oturup;
“Kaynar su ile beni yıkayıp söğüş yapmaya çalıştığın aklına geliyor mu? Şimdi de yıkasana!” diye alay eder.
Eve de eli boş gelmez. Küfe ile et, zerzevat, sepetlerle çilek getirir. Mesut Bacı’nın beslemesi Peyker’e;
“Sallanma, git bana namuslu bir kahve pişir.” der.
Rasgelirse Hikmet’le eğlenir:
“Beybirader, nasıl, tavukların yumurtluyor mu?” der.
Babasının yanına dalar, ilkin elinden öper, sonra da boynuna sarılır, kendini öptürür. Nimet’e;
“Vay anam kadın, bu ne şıklık!” der.
Güler, söyler sonra da çıkar gider, iki hafta, üç hafta görünmez.
Mesut Bacı yalvarırdı:
“Ne olur, yavrum, iki gecede bir olsun eve gelsen de senin yüzünü görsek. Baban seni gördüğü gün sanki iyileşiyor!”
Nüzhet dinler mi?
“Üstüme varma, şimdi düşer bayılırım.” diye alay ederdi.
Nimet’in ÜzüntüsüMesut Bacı çok yaşlıdır. Kendisi kaç yaşında olduğunu bilmez. Nöbeli imiş. Mısırlı Nazlı Hanımefendi’nin cariyelerindenmiş. Saffet Bey’in babası İzzet Bey’le yaşıt olduğunu söylerlermiş. Nazlı Hanımefendi bunu, İzzet Bey’in anası Zeynep Hanım’a vermiş, yahut satmış. Zeynep Hanım bacıyı büyütmüş. Utarit adında bir kızla bu bacıya kanun öğretmişler. Anlaşılıyor ki Pişekâr Aziz Bey’in gününde daire düzen yerinde imiş. Küçük yaşında iken Mesut Bacı kanun ile saza da girebilmiş. Çok yıllardır sazı eline almamış ise de bugün de odasında, duvarda asılı durur.
Bacı, Saffet Bey’in doğumunu hatırlıyor. Nimet’e göre yaşı doksandan aşağı değildir. Şimdilik elinde bir değnek ile ev içinde gezebiliyor ise de artık gözleri iyi görmüyor. Kulakları da gittikçe ağırlaşıyor. Arasıra saçma söylediği de Nimet’in gözüne çarpmıştır.
Saffet Bey’e gelen hekimler, bir kere Bacı’yı da gördü, belli başlı bir derdi olmadığını söylediler. Belki yaşar ama günden güne elden ayaktan düşmemesi sağlanabilir mi?
Daha şimdiden evin bütün işleri Mesut Bacı’nın beslemesi olan Peyker’in üstüne yüklenmiş bulunuyor. Bundan önce evde bir de Halime Kadın vardı. Saffet Bey’in hastalığı üzerine bu kadın, gelininin hastalığını söyleyerek çıkıp gitti.
Peyker sesini çıkarmıyor, çalışıyor ise de yüzü de hiç gülmüyor. Komşulardan birinin sözleri de kızı büsbütün kudurtuyordu. Afife Hanım denilen bu kadın Nimet ile Bacı’yı kimsesiz bırakmaktan acı bir tat bularak her gelişinde kızın yüzüne karşı;
“Buna da ne oluyor Allah aşkına!” diyordu. “Suratından düşen bin parça oluyor:”
Peyker, bu kadına bir şey söylemiyorsa da, bir gün ona kapıyı açmadı. Nimet de sesini çıkarmadı.
Günler geçtikçe Bacı çocuklaştığı için evin idaresi Nimet’in üstüne kalıyordu.
Nimet, babasının hastalandığı hafta mektebi bırakmıştı. Büyük kardeşi sanki bu evde yokmuş gibi hiçbir işe karışmıyor, yalnız yemekten yemeğe yüzü görülüyordu.
Nimet bir gün bunalarak küçük kardeşi Nüzhet’e açıldı. Eskiden eve bir çamaşırcı kadın gelirdi. Şimdi onu da getirmiyorlar. Peyker, tavan arasındaki odasında hem çamaşırlarını yamıyor, hem de ağlıyor. Nimet kendine güvenebilse, ev işlerinin hiç olmazsa yarısını üstüne alacak, bu gönül rahatsızlığından kurtulacaktı.
Nüzhet, kız kardeşini dinleyince üzüldü ama belli etmek istemedi. O günden başlayarak Peyker’e de kendince bir aylık bağladı.
Kızın yüzü düzeldi. Saffet Bey’in ayağa kalkabilmesi, hizmetin ağırlığını azalttı ise de yalnız bununla olur mu?
Kız, yaşının geçtiğini görüyor. Bu da bir ev kurmayı düşünür. E, ne olacak? Bu evde bir koca bulup varabilecek mi? Büyük bey yarım oldu. Küçük beylere inan olmaz. Nimet, Peyker’in buradan kaçıp kendine bir koca, bir kucak bulmayı düşündüğünü sanıyordu.
Peyker bir yolunu bulur da buradan kaçarsa Nimet ne kadar ağır yük altına gireceğini görüyor, bir yandan da Peyker’in bu suratından kurtulacağına seviniyordu.
Peyker Gülnarlı bir kızdır. Orada kadılık eden bir adamın karısı bu kızı anasız, babasız bulup evlatlığına almış, İstanbul’a da getirmişti. Beşiktaş’ta, oğlu ile bir evde oturuyorlardı. Gelini, kaynanası ile kavgalı olduğu için kaynana, gelinine inat, az çok işe yaramaya başlayan Peyker’i Mesut Bacı’ya verip gelininden kaçırmıştı.
Mesut Bacı kıza baktı, büyüttü, terbiye, iş öğretti, yemek öğretti, nesi varsa onları da bu kıza bırakmaya karar verdi ise de bu kararını Peyker’e söylemedi. “Mesut Bacı’nın bırakacağından ne olur!” dememelidir. Bacı’nın sandığında, sepetinde toplanan kırıntı Peyker’e çeyizler, eline de beş-on para koyardı. Ancak Pey-ker bunları bilmez. Nimet’in de iyi yürekli olduğunu sanmaz.
Peyker, sağlam yapılı bir kız ise de güzel değildir. Onu alırlarsa, şimdi, genç iken alırlar. Yarın yaşı geçince gene alan bulunur ama onları da Peyker istemez.
Nimet bir yandan bunları düşünürken, bir yandan da kendisini düşünüyordu. Babası yarın gözlerini kaparsa ne olacak? Büyük kardeşine hiç güvenemezdi. Bugün bile, ev için bir para istemek gerekse Nimet onun vereceğini bilmekle beraber Peyker’i yolluyor.
Küçük kardeşi açık yürekli bir adamdır. Ancak bir taş parçası gibi onun boynuna asılı kalmak da kolay değildir. Babasından kalacak aylık, ne kadar kısılsa, bu evi geçindirmez. Bunun en iyisi gençlik, güzellik varken bir koca bulup varmaktır. İnanıyordu ki bir kocası olursa, bu evi döndürmek kolay olacaktır. İnanılacak bir koca!
Evdeki durumunu Cavide’ye açmıştı. Bunun için doktorla baş başa bir konuşma yapmak istediğini söyleyince Cavide bu konuşmayı niçin istediğini biliyordu. Yalnız Nimet’e de nasıl olsa bir koca çıkacağını sandığı için, görüşmesini pek yerinde bulmamıştı.
Yalnız o gece soyunurken, kocasına dedi ki:
“Bu senin doktor evlenecekse, bizim Nimet’i alsa ya! Daha iyisini mi bulacak?”
O günlerde ortalığı karanlık görmeye başlamış olan kocası da;
“Tamam.” dedi. “Evlenecek günü buldu!”
“Niçin, günün nesi var? Herkes evlenip duruyor, bugün evlenmezse yarın daha mı iyi olacak?”
Kocası;
“Ben sana şaşıyorum.” dedi. “Ortalığın tasası bize mi düştü.”
Sonra da lafı uzatmamak için;
“Ben bu işleri hiç bilmem.” dedi. Yorganı başına çekerek sırtını döndü.
Nimet ile Murat Ali KonuştularNimet, Murat Ali ile görüşmeyi ilkin istemişken sonra düşünüp vazgeçmişti. Ancak bir tesadüfle bu görüşme kendiliğinden oldu.
Bir gün Nimet, Cavide’ye gitmişti. Cavide de berbere gidecekmiş. Nimet’e;
“Otur da ben şimdi gelirim.” dedi.
Gitti. Üç saat gelmedi. O gidince doktor geldi. Nazif bir iş için onu çağırmış, bekleyecekmiş. Onu da küçük salona aldılar. Nimet, pencere önünde oturmuş bir şey işliyordu. Murat Ali de geldi, oturdu. Cebinden gazetesini çıkardı, okuyacaktı. Sonra konuşmaya başladılar. Murat Ali kendisiyle evlenmek isteyen kızlar içinde Nimet’in de bulunduğunu bilmiyordu. Öteden beriden konuşurken söz evlenmeye geldi. Murat Ali söyledi, kız dinledi. Bütün düşündüklerini söylemek için, biraz da onu yüreklendirdi. Doktor da coştu. Çoktandır böyle uzun söylevler vermeye, içinde yaşayan kutlu sosyalistlikten, eşitlik yüksek isteklerinden doğma görüşlerini, kendi sosyalist tarikatinin bu evlenmek bölümünü hemen söylerken doğan yüksek buluşlarla anlattı. Beğenerek dinlendiğinizi söyleyen duyar, inanırsa ilhamlaşır, dervişler gibi hallenir. O güne kadar hiç düşünmediğini düşünür, düşünüp de söyleyeceğini de söyler. Murat Ali coşkunlukla konuştu. Bu arada evlenmek için düşündüğünü de anlattı.
Cavide gelince bunları konuşur buldu. Gözleri ile Nimet’e, “Nasıl, anlaştınız mı?” diye sordu. Nimet de dudak büktü. “Sonra anlatırım.” demek ister gibi baktı. Cavide de oturdu. Çay getirdiler, biraz sonra da Nazif geldi. Hep birlikte çay içtiler. Sonra Murat Ali, Nazif’in tercümesini istediği bir kâğıdı, oracıkta dilimize çevirmeye başladı. Nimet de kalkıp evine gitti.
Ertesi günü Nimet’le Cavide konuştular. Cavide;
“Ee, ne diyor senin doktor?” diye sordu.
“Ne diyor! Onun dediği çok! Bilmem ki doğru mu söylüyor. Eğer söylediği gibi düşünüyorsa, bence çocuk gibi. Bir kere Alamanya’da karısı marısı yokmuş. Burada evlenecekmiş. Bunu düşünüyormuş ama evlenmek önce herkesin anladığı gibi değilmiş. Evlenmek dinlenmek, rahat etmek demek değilmiş. Ekonomik de değilmiş. ‘Evlenmek’ sözü, burjuvalar içinde erkek için yanlış, kadın için doğru imiş! Anladın mı?”
Cavide;
“Anlamadım.” dedi.
“Dur. Anlarsın! Bir kere doktor bize, burjuva diyor. Biz burjuva kadınların kuracağımız evlerde erkeklere düşen çalışıp kadının başına toplayacağı bir sürü hizmetçileri, dadıları, süt nineleri, çocukların matmazellerini, hanımın dostlarını, tanıdıklarını besleyip doyurmakmış! Erkeğin payına düşen ise yatacak bir yer, sabahları bir fincan çay, akşama acı, tatlı, daha doğrusu tatsız bir yemek. Hepsi bu kadar! Erkek yemeğin tatsızlığını söyleyecek olsa, hanım daha önce başlar, aşçıyı çekiştirir, yahut kocasına dermiş ki: ‘Yavrucuğum, evde ne yapılsa sana tatsız geliyor. Huyunu bilmesem, mahsus yapıyorsun diyeceğim.’ ”
Nimet bunları söyleyince Cavide kendi sözlerini tanıdı. Kızdı.
Yüzü değişti. O da kocasına böyle şeyler söyler, o da Nazif’e, “Yavrucuğum.” der, kocası da onu “Kızım.” diye çağırırdı.
“Bak miskine!” diye mırıldandı. “Neler de biliyormuş.”
“Evlendim, diyen adam, istediği kadar da zengin olsun çorabını giyince parmakları dışarı çıkarmış. Biraz söylenecek olsa karısı ona dermiş ki: ‘Her şeyine ben bakıyorum, çorabını da sen düşünüver!’ Yeni yakalıklar kolacıda değişmiş olsa, Mari’nin suçu! Bir temiz mendil aranır da bulunmazsa, hanım dermiş ki: ‘Benim işim başımdan aşıyor, sen de biliyorsun. Her gün sokaktasın, kendine iki düzine mendil alıver. Aranınca bulunmuyor işte. Hepsi eskimiş, yırtılmış olacak. Kimbilir, kız nereye koymuştur. Sen de her şeyi bana düşündürmek istersin!’ Sonra aylık masrafları sayıyor… Salona bir yeni vazo, çalınmayan piyanoya bir yeni örtü, çocuğa yeni araba, çocukların matmazeline yılbaşı hediyesi, erkeğe de üstelik bir metres masrafı. Daha neler, bilmiyorum! Ha, diyor ki: ‘Bugünün burjuva kadınının evlenmesi, kendine, yanına toplayacağı bir sürü adamı besletecek bir herif bulmak’ demekmiş.”
Söz buraya varınca Cavide dayanamadı.
“Saçma.” dedi. “Geçineceği olanlar kocaya varmıyorlar mı? Yazık ki bunlar, para verip okutuluyor, sonra da bunlardan iş bekliyorlar!”
Kalktı, piyanonun üstünden bir cıgara alıp yaktı. Kendi kendine de “Bu aptalın bir bildiği mi var? Sakın Nazif’in bir metresi olmasın!” diye düşündü. Kaşları çatıldı. Başı ağrımaya başladı.
“Aman.” dedi. “Bunlar erkek değil mi, hepsi iğrenç şeyler. Kimbilir aralarında neler konuşuyorlar da bu aptal da bunları söylüyor.”
Bu sözlerinden anlaşılıyor ki Cavide kocası ile doktor arasında kendisi için bir dedikodu yapılmış olmasından işkilleniyor. Nazif’in bir kapatması bulunmasını da olmaz bir şey gibi görmüyor.
Bu iş üzerine daha başka şeyler öğrenebileceğini umarak;
“Daha ne saçmalar söyledi?” diye sordu.
“Daha ne bileyim, türlü şeyler… Aklımda kalmadı ki! Kendi nasıl evlenecekmiş, onu anlatıyor. Evlenmek değil de onun dediğine göre ‘Eş tutacakmış’ Karısı ile otelin birinde yan yana iki oda tutacaklarmış, herkes kendi hesabını ödeyecekmiş. Karı-koca birbirinin parasına, yediğine içtiğine karışmayacakmış. Çocukları olursa, ortaklaşa bir oda bir de dadı tutacaklarmış. Karı-koca ikisi de çalışacakmış. Daha işte bunun gibi şeyler… Evlenmek, insanların köylerde yaşarken yaptığı bir şeymiş. Artık evlenmek değil, eş tutmak olacakmış. İleri milletler, ileri kafalı adamlar böyle düşünüyorlarmış.”
Bunları anlattıktan sonra Nimet dedi ki:
“Doğrusu içime bir ürküntü geldi. Evleneceğim derken, böyle adamlara düşmek de vardır. Bunun böylesine koca nasıl dersin!”
NinaCavide, Murat Ali’nin sözlerine yürekten incindi, içlendi. Onun bu yeryüzünde beğendiği, öğünebileceğini sandığı işte bir bu evi, bu yaşayışı vardı.
İstanbul’da çok zengin vardır, çok paralar da harcarlar. Hiçbiri Cavide gibi, bu şehrin kibar insanlarını, kalbur üstüne gelen yüksek siyaset adamlarını toplayabilmiş değildir. Bu evi, bunun kuruluşunu, Cavide’nin kocasını, evini kullanışını beğenmeyen bir adam da bulunabileceğini sanmamıştı, doktorun sözlerini Nimet’ten işitince hiç beklenmeyecek kadar kızdı.
O kadar ki Nimet bile boş bulunup söylediğine pişman oldu. Bundan sonra da Murat Ali, kendisinin bu evde istenilmediğini anlamakta gecikmedi. Niçin olduğunu da bilemedi. Artık Tevelioğlu’nun evine uğramadı.
Bundan biraz önce de Freda’nın kız kardeşi Nina İzmir’den İstanbul’a gelmiş, ablasının odasında yaşamaya başlamıştı. Doktor da bu kıza karşı bir bağlılık duyar gibiydi. Bunun için Cavide’nin evinde istenilmemesinin acısı pek ağır olmadı.
Nina, ablası gibi yahut Pigmalyon gibi gelişmiş, olgunlaşmış güzel bir kadın değil. Bu daha bir kız. On yedi, on sekiz yaşlarında olmalı. Ancak doğarken ateşli, aşifte yaratılmış. İhtiyar Naum bu kıza bayılıyor. Alt katta oturan kiracılardan Alber Garon adında, oldukça geniş iş yapan bir komisyoncu Freda’nın odasına dadandı. Gece yarılarına kadar bezik oynuyor.
Murat Ali, ilkin Freda ile Pigmalyon’un birbirini kıskanmadıklarına bakarak, Nina’yı da kıskanmayacaklarını sandı. Kız ne kadar çekingenlik gösterirse o da o kadar yüz veriyordu.
Freda, Murat Ali’nin Pigmalyon’a para verdiğini, yahut ona bir hediye aldığını fark ederse, rahatsız oluyor;
“Niçin paranı ziyan ediyorsun!” diye söylendiği oluyordu.
Nina’ya verilen para için bu kıskançlığı göstermiyor, Pigmalyon ise Freda’yı kıskanmıyor, para verilsin verilmesin Nina’yı kıskanıyordu.
Pigmalyon bir gün Nina’nın, doktorun odasından çıktığını gördü. Doktora;
“Sen bu kızı alacak mısın?” diye sordu.
Doktor ilkin anlamadı ise de sonradan düşündü, biraz da korktu. Nina’dan hem biraz ürktü hem de sakınmaya başladı. Pigmalyon’un soruşundan tam dokuz hafta sonra da işin kokusu çıktı.
Bir gün, bir akşamüstü Murat Ali eve dönünce Freda’nın odasında bağrışmalar olduğunu duydu. Oraya gitmek istedi. Pigmalyon önledi, kendi odasına aldı.
“Oraya gitme.” dedi.
“Niçin, ne olmuş?”
“Nina gebe kalmış, kavga ediyorlar! Çocuğun kimden olduğunu soruyorlar, söylemiyor.”
Doktorun rengi attı. Canı sıkıldı. Pigmalyon’a belli etmek istemeden;
“Ben gidip sorayım, belki bana söyler” dedi.
“Sen bilirsin.” dedi kadın. “İyi olmaz.”
Doktor orada bir iskemleye çöküp bir cıgara yaktı, Pigmalyon’un çiçeklerinden birini eline alıp bakmaya başladı.
Pigmalyon’a sordu:
“Kimdendir, dersin?”
Pigmalyon doktorun gözü içine bakarak;
“Bilmem!” dedi. “Nina’dan sormalı!”
“Sormamışlar mı?”
Pigmalyon belki Türkçesini beceremeyeceği için Fransızca;
“İşte içerde bunun kavgası ediliyor.” dedi.
İçeri odadan her sesin üstünde Freda’nın sesi geliyordu. Doktor dinledi, anlamadı. Pigmalyon’a sordu:
“Sen anlıyor musun?”
Pigmalyon dudak büktü:
“Anlamıyorum.” dedi. “Freda bağırıyor.”
Doktor konuşmak istiyor, ancak dili varmıyordu. Bir aralık kapıyı açıp Freda’nın odasına gitmek istedi. Hiçbirini yapamadı. Odasına gitti. Yalnız kalırsa kuruntu ile çok ağır gece geçireceğini anladığı için, gidip Pigmalyon’u da çağırdı. Bununla beraber gene rahat uyuyamadı.
Kızın onun odasına geldiğini bu evde herkes biliyordu. Eğer Nina bir yalan söylerse, Murat Ali kendini zor kurtarır. Yatakta dönmekten Pigmalyon’u da uyutmadı. Ertesi gün de bankadan izin alıp hukuktan tanıdığı bir arkadaşına giderek danıştı. Baş-başa işi incelediler. Güç bir iş. Ancak bir kolayı bulunmaz değil. Necmi, umut vermedi ise de umut da kesmedi. Sonra söz arasında, Murat Ali’ye, İstanbul’da belli başlı bir iş olmadığına göre Ankara’ya niçin gitmediğini sordu.
Bunu sanki “Ankara’ya gidersin, bu iş de kapanır.” demek ister gibi mi söyledi? Doktor anlayamadı. Daha sonra da şimdiden gitmenin ilerisi için değerli olacağını anlattı.
Murat Ali o gece Ankara’ya gitmeyi de düşündü. Ertesi sabah da Freda’ya hiç görünmedi. Pigmalyon’dan duyduğu doğru ise, “Çocuk kimdendir?” diye sormuyorlarmış. “Çocuk doktordan değil mi?” diye sıkıştırıyorlarmış!
Murat Ali korktuğunun başına gelmek üzere olduğunu görüp Freda’ya kızdı. O gece Freda karşısına çıksa saçlarından tutup yere atacağını, tekmesi altında ezeceğini sanıyordu.
Bir gece daha üzüntüler, ağır düşünceler altında uykusuz kaldı.
Sonra bir gün bankada Yakop yanına geldi. Nina yüzünden, kızın sığındığı Bohoraci’nin evinde Freda’nın hısımları arasında bir kavga olduğunu, Freda’nın kız kardeşini dövmek istediğini, başı yarıldığını, birinin gözüne vurduklarını, terzi Marko’nun merdivenden düşüp kolu kırıldığını, hepsini karakola götürüp orada Nina’nın korkusundan her şeyi söylediğini, çocuğun saatçi Haron’un oğlundan olduğunu, bu arada ihtiyar babası Naum Şalem’in de dayak yediğini haber verdi.
Bu haberi belki Pigmalyon da biliyordu. Her nedense söylemedi. Akşam eve dönünce Pigmalyon’u görmek istedi ise de Kuzma orada idi. Konuşmadı. Freda’nın odasına gitti. İhtiyar kitapçı yatağında yatıyor, Freda da başı bağlı odada dolaşıyordu.
Murat Ali’yi görünce, her günkü gibi sessiz, yüzüne baktı. Doktor;
“Ne o?” dedi.“Kafanı bağlamışsın?”
Freda, hiç sesini çıkarmadı. Daha kızgınlığı geçmediği için birkaç söz söylemek isterdi. Baktı, incecik bir eski gömlek içinde Freda, çok kadınları kıskandıracak, imrendirecek kadar güzeldi. Sesini çıkarmadı. Naum’un yatağına doğru gitti.
“Naumçı nasılsın?” dedi.
“Hastayım.”
“Sana bir hekim getirelim.”
“İstemem. Hekim bana ne yapacak?”
“Yaşlı adamsın. Belli olmaz. İyi olurum derken adam ölür”
İhtiyarın sakalı titredi, başını Murat Ali’ye çevirdi, ağlayarak;
“Kurtulurum bunlardan.” dedi.
Sonra da kafasını yorgan içine sokup ağlamaya başladı.
Freda, odanın köşesinden kocasına İspanyolca birkaç kelime söyledi. İhtiyar başını yorgandan çıkarıp karşılık verdi.
Murat Ali, karı-kocanın kavgaya başlayacaklarını anlayıp Freda’yı aldı, kendi odasına götürdü. Orada barıştılar. Freda diyor ki: “Kocası Nina’yı seviyor, onun için de kıskanıyormuş. Hastalığı, dayak yediği de yalanmış.”
O gece Pigmalyon da bunu söyledi. İhtiyar bu kızı seviyormuş.
“İhtiyarın seveceğine inanmıyorum!”
“İnan, seviyordu. Senden bile kıskanıyordu.”
İki gün sonra doktor, Nina’ya sokakta rasgeldi, onu ihtiyarın dükkânına götürdü, bıraktı. Sonra da kendi odasına gelmesini söyledi. Nina biraz nazlandı ise de gelmemezlik etmedi.
İstanbul’da Son GünlerDoktor, Nina işinin nasıl bittiğini haber vermek için Necmi’nin Komisyon Hanı’ndaki odasına uğradı. Konuştular, Murat Ali kızın poliste ifadesini söyledi. Necmi işin böylece kapanmış olmasına sevindiğini söyledi. Yalnız söz arasında;
“Bu kızın sana varması daha kârlı idi!” dedi, “sözünü değiştirmeyeceğine inanır mısın?” diye sordu.
Murat Ali düşündü.
“Poliste ifadesi var.” dedi.
“Olsun! Biçimsizlik çıkarmak isteyince…”
Doktor gene düşündü:
“Sanmıyorum.” dedi.
Sanmıyordu, ancak içine bir tatsızlık girdi. Bir rezalet çıkarıp para çekmek isteyenlerden biri kızı kandırırsa, hiçbir şey olmazsa da rezalet çıkmış olur ya! Yarın evlenecek olursa bu yakışıksız dava ortada kalacaktır.
O gece, ertesi gece bu düşünce onu rahatsız etti. Nina kendisini gebe bırakan herife varmadıkça doktor için rahat yoktu.
Bundan başka bu evin karanlığı, pisliği usandırdı. Yüzü gözü yaralı Mariya adında bir kadın her cuma, cumartesi günleri gelir, ateş tutmayan Yahudilerin hizmetlerini görür, hem de merdivenleri, sofaları süpürür, ince, boğucu bir toz ertesi güne kadar bu evin havasına asılır kalırdı. Bu toz kokusu Pigmalyon’u, ağlatacak kadar sinirlendiriyordu.
O günlerde yukarı katta oturanlardan bir genç kadın öldü. Kuşpalazından öldüğünü söylediler. Ölüsünü indirirken Murat Ali daha odasında idi. Dışarda ayak seslerini dinledi. Damarlarından sanki buz aktı.
İşine gitmeden Necmi’ye uğradı, bulamadı. Ona Ankara’ya gitmek istediğini söyleyecek, yardımını isteyecekti. Bir ufacık kâğıda, “Ben gitmek istiyorum. Bana yardım eder misin?” diye yazıp bıraktı.
Sonra, bankada Yakop’u bulup ona işi bırakacağını, Ankara’ya gitmek istediğini, biraz ödünç para bulabilip bulamayacağını sordu. Yakop;
“İşi bırakacağını kimseye söyledin mi?” diye sordu.
“Sana söylüyorum, başkasına söylersem ne olur?”
“Hiçbir şey olmaz; ama işi karıştırırlar. Kimseye söyleme. Para için yarın haber getiririm.”
Murat Ali, Yakop’un kendisinden açılacak yeri başkalarına para ile haber vereceğini sandı. Belki de doğrudur, belki de başka düşündüğü vardır.
Birkaç gün sonra hem para buldu, hem de avukat Necmi ona “İstediğini bir haftaya kadar hazırlarım.” diye, karşılık bir küçük kâğıt yolladı.
O günlerde İstanbul’da Bekirağa Bölüğü ile Arapyan Hanı adları çok duyuluyordu. Bu Bekirağa ile Arapyan kimlerdir, bilmem. Tarihte adları yan yana yaşayacak!
Bir yandan düşman orduları, bir yandan da hükümet, İttihatçıları yahut düşman orduları ile hükümete karşı durmak isteyenleri, tutup buralara tıkıyorlardı. Sonra da bunları sürecekleri sözleri duyuluyordu.
Bunlar arasında Alamanlarla çalışmış olması dolayısıyla Tevelioğlu’nun da arandığını, onun da ortadan kaybolduğunu Murat Ali duydu. Son görüşmelerinde Nazif’in üzüntülü görünmesinin neden ileri geldiğini anladı.
Kendisi de Alamanya’da okumuştu, okutan da İttihatçılardı. Biri bir düşmanlık ederse, gideceği yeri biliyordu.
Gideceğini, evi bıraktığı güne kadar Freda’ya söylemedi. Eşyalarından birazını yanına alacak, birazını Mis Sokağı’ndaki Yakop’a, birazını da Pigmalyon’a bırakacaktı. Pigmalyon, bu eşyayı Kuzma’nın evinde saklatacağını söyledi.
Freda bunların hepsini çok geç duydu, hiç sesini de çıkarmadı. Ayrılırken de hiçbir şey söylemedi. Gözlerini dikip Murat Ali’nin yüzüne baktı.
Pigmalyon ise iki acıklı ayrılık gecesi geçirdi. Doktor da ona;
“Senden ayrılmak bana güç geliyor.” dedi.
Pigmalyon ona Sütçü Sokağı’nda bir adres verdi. Ayrıldılar.
Ankara’da EvAnkara’ya vardığı gün Maliye’de Hilmi Bey adında birini aradı. Nerede sordu ise;
“Buralardadır, bakıver.” dediler.
En sonunda Kuyulu Kahve’de buldu. İnce, uzun boylu, esmerce soluk yüzlü, şeytan kadar akıllı, otuz yaşlarında bir adam. Maliye Varidat Kalemi’nde imiş. Hoşbeşi kısa kesip;
“Yatağın var mı?” diye sordu.
“Yok!”
“Kötü. Eşyaların nerede?”
“Burada, bir dükkâna bıraktım.”
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Okullarda öğrencinin durumuyla ilgilenen ve düzeni sağlamakla görevli kimse.
2
Sağlam vücutlu.
3
Zahmetli ve kaba işler.
4
Karanlık.
5
Millî Savunma Bakanlığı.
6
Satın alımlar.
7
Acımasızca.
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
Всего 10 форматов