
Полная версия:
Bir nefeste cinsellik tarihi
Priapos’un resimleri de günümüze kadar gelmiştir; bunlardan en iyi bilinenleri müşteriler için bir uğur sembolü olarak görüldüğü Pompeii’deki Vettii Evi’nde ve Herkulaneum’da bir bardadır.
Açık saçık başka mısralar da, aslında ahlaksız dizeleriyle değil de görkemli aşk şiirleriyle tanınan Catullus’un kuş tüyü kaleminden çıkmıştır. Hatta şiirlerinden biri 2009 yılında, bir işveren sözde bu şiiri bir cep telefonu iletisinde alıntıladığı için açılan bir cinsel ayrımcılık davası haberine konu olmuş, ancak BBC tarafından çevrilemeyecek kadar aşırı bulunmuştur.
Bu şiir Catullus’a hanım evladı diyen ‘edilgen’ Aurelius ve ‘oğlancı’ Furius’a ithafen yazılmış olan XVI numaralı şiirdir ve şöyle biter:
Erkekliğimden kuşku mu duyuyorsunuz Binlerce kez öpüştüğümü okudunuz diye?Ben becereceğim ikinizi de, Seni kıçından düzeceğim, edilgen Aurelius,Seni de ağzından, oğlancı Furius.5Bu, Aurelius’un Catullus’un şen şakrak ama ağır hakaretlerine maruz kaldığı ilk örnek değildir:
Senden korkuyorum ve senin o yarrağından,O ki alacaklıdır hem iyi hem kötü oğlanlardan.İlginçtir ki başka bir şiirde Catullus, Aurelius ve Furius’tan yoldaşları olarak söz eder.
Bacchanalia Şenliği Suçları

Titian’ın ‘Bacchus ve Ariadne’si
Romalılar, Yunan tanrısı Dionysos’u kendi bereket tanrıları Liber ile birleştirmiş ve Bacchus adında bir tanrı olarak benimsemişlerdir; tıpkı Priapos gibi.
Bacchus kültü öncelikle kadınlar için, senede bir kere gündüz saatlerinde yapılan üç günlük bir festival olarak düzenlenirdi, ancak daha sonraları ayda beş kere yapılan, herkese açık tam teşekküllü bir kutlama haline geldi. Başlangıçta meşalelerin aleviyle aydınlanan bu kabul töreni genç erkek ve kadınlar için sınırsız eğlence anlamına gelirken, kısa zaman içinde ayyaşlık ve Tiber Nehri kıyılarında sabahlara kadar çılgın müziklerle dans etmek için bir bahane halini aldı. Kontrol dışı davranışlardan ve kırbaçlamadan adam asma törenlerine kadar uzanan korkunç âdetlerle bezenmiş Bacchus ayinleri, kasti suçları ve hatta cinayetleri bile geride bırakıyordu.
Aebutius adında bir adamın dolandırılıp sonra öldürüleceği bir suikast planı, yetkililerin dikkatini çekmişti. Aebutius’un servetini çarçur eden üvey babası, bu suçunun üstünü genç adamı Bacchanalia şenliklerinde öldürerek örtmeyi planlıyordu. Genç oğlunu bu başlangıç ritüeline gitmesi için ikna eden annesi de bu komploya ortak olmuştu. Neyse ki Aebutius’un metresi, akıllı ve görmüş geçirmiş bir fahişe olan Hispala Faecenia, şüphelenmişti. Vaka şikayet edildi, soruşturma başlatıldı ve kovuşturmaya geçildi.
Tarihçi Titus Livius, bu Bacchus skandalında 7000 kişinin tutuklandığını yazmıştır. Kimi erkekler idam edilmiş, kimileri hapsedilmiş, kadınlarsa daha yumuşak cezalar almış ve akrabalarının gözetimine verilmiştir. M.Ö. 186’da Senato, ayinleri Roma’da izne tabi küçük toplantılar haline getirmiş, imparatorluğun diğer yerlerindeyse toptan yasaklamaya çalışmıştır.
Bacchus kültü Jül Sezar’ın zamanında daha ılımlı bir halde yeniden canlanmıştır. Marcus Antonius’un bir tören alayıyla kutlanan bu karnavalların sıkı bir takipçisi olduğu söylenir.
Etrafına Bereket Saç
Bu kadar çok yasadışı çiftleşme olurken, hamileliği önlemek Romalılar için bir takıntı haline gelmişti. İnsan fizyolojisi hakkında ayrıntılı bilgilere sahip olan Romalıların doğum kontrol hakkındaki fikirleriyse pek yaratıcıydı.
Tanınmış doktor Soranus, doğurganlığın yüksek olduğu günlerde ya cinsel oruç tutulmasını ya da anal seks yapılmasını tavsiye eder; iş işten geçtiyse de bal, yağ ve reçineye batırılmış yün tıkaçlar kullanmalarını ya da astrenjan çözeltiler içmelerini önerirdi. Dioscorides, karabiber kullanımını önerirdi. Vajinal temizlikten sonra hapşırmak da yaygınlaşmış bir doğum kontrol yöntemiydi.
Genelde çok mantıklı ve ölçülü bir yaklaşımı olan Büyük Plinius’un önerisi ise cinsel arzuları azaltmaktı. Fare pisliği, salyangoz ya da güvercin dışkısı ve vahşi kara boğaların üzerinden toplanan kenelerin kanından oluşan bir merhemin cinsel bölgelere uygulanması, tavsiyelerinden biriydi. Bu tür uygulamaların, Plinius’un hedeflediği anlamda olmasa bile, işe yaradığını görmek çok da zor değildir.
Diğer yandan, doğum kontrolüne ihtiyaç duymak bir yana, Romalılar düşen doğum oranı ve azalan nüfuslarına kafayı takmışlardı. Antik Yunan’da olduğu gibi Roma’da da geniş ailelere nadiren rastlanırdı. Bunun bir sebebi yüksek orandaki bebek ölümleri olsa da, aşırı miktarlarda alkol tüketiminin, borulardan ve pişirme kaplarından emilen kurşunun ve sıcak hamamlara yapılan günlük ziyaretlerin de muhtemelen payı vardı.
İmparator Augustus bu duruma dulların iki yıl, boşanmışların da on sekiz ay içinde tekrar evlenmesini emrederek çözüm getirmeye çalışmıştır. Mülk ve miras kanunları da evliliği cazip hale getirmek için değiştirilmiş, hayatta kalan üç çocuk yapan çiftlere maddi ödüller teklif edilmiş ve sınıflararası evlilik yasakları gevşetilmiştir. Ancak nafile; Roma nüfusu azalmaya devam etmiştir.
Güçle İmtihanİstiyorum, emrediyorum. Bırakın da isteklerim, sebeplere üstün gelsin.
Juvenalİyisiyle kötüsüyle, Antik Roma ‘güç, insanı bozar’ deyişinin somut bir örneğiydi. Birçok varlıklı Romalı’nın herhangi birine istediği herhangi bir şeyi yapma gücü vardı ve bu durum genellikle su-istimal edilirdi.
Plutarkhos, genç sevgilisinin eğlenmesi için bir yemek davetinde bir mahkumun kafasını kestiren Lucius Quintus adında bir Romalı’dan bahseder. Bu, izlediği ilk gladyatörlük müsabakasını, sırf Lucius’u görmek için kaçırmış olan genç sevgiliye özür mahiyetinde yapılmış bir jesttir. Ancak, yemekli davetlerde kelle uçurma kabul edilemez bir davranış olarak görülmüş ve Lucius Quintus Senato’dan atılmıştır.
En korkunç hikayelerden biriyse canını sıkan kölelere balık havuzundaki bofa balıklarını yedirten Vedius Pollio’nun hikayesidir. Bu ceza, Roma standartlarına göre bile fazla acımasız bulunmuş, hatta bir gün İmparator Augustus bir köleyi kurtarmak için araya girmiştir. Olay şöyle gerçekleşir: Bir gün Augustus, Vedius Pollio ile yemek yerken bir köle kristal bir bardak kırar. Korkudan tir tir titreyen hizmetçiyi kurtarmak için Augustus masadaki diğer kristal bardakları da kırmaya karar verir.
Vedius ölünce muhteşem villasının mirasçısı olan Augustus, zalim sahibinden bir hatıra olarak kalmaması için villayı yıktırır.
Et Kokarsa Tuzlarsın, Ya Tuz Kokarsa?
Birçok imparator duyarlılıkla hüküm sürmüştür, ancak yüksek statüleri kimisinin kendini tamamen kaybetmesine, hatta çoğunlukla delirmesine yol açmıştır.
Tiberius’un Golyan BalıklarıBüyük Plinius tarafından ‘insanların en hüzünlüsü’ olarak tanımlanan İmparator Tiberius, doğası gereği karanlık ve münzevi bir adamdı. Sevdiği kadın Vipsania’dan boşanmaya ikna edilen Tiberius, istemeden Augustus’un azgın ve çıkarcı kızı Julia’yla evlendirilmiştir.
Tiberius diğer Roma generalleri gibi sessizce kendi köşesine çekilse büyük ihtimalle daha mutlu olurdu. Ancak bunun yerine gücünün esiri oluyor ve giderek zavallılaşıyordu. Oğlunun ölümü ona son darbeyi vurmuş, hayatının geri kalanını ise yarı-emeklilik halinde Kapri Adası’nda sürdürmüştür.
Burada, kendisiyle birlikte su altında yüzerken cinsel organını balıklar gibi emen ve Golyan Balıkları adını verdiği bir grup genç oğlanı vardı. İmparatorluğun dört bir yanından getirilen kadın ve erkek köleler nimfalar ve satirler gibi giydirilir, Tiberius’u istediği her şekilde tatmin etmeleri için mağaralar ve ormandaki açık alanlara bırakılırdı. Tiberius’un üçlü seks ve pornografiye olan düşkünlüğü ve azgın gözlerine gözü değen herkesin onunla sevişmek istediğini düşünmesi Suetonius tarafından kaleme alınmıştır.
Hüküm sürdüğü dönem boyunca Tiberius imparatorluğu güçlendirmiş, devraldığından daha güçlü ve varlıklı bir hale getirmiştir. Tarih ise maalesef onun daha çok kişisel hayatının olumsuz yanlarına ve sapkın tercihlerine odaklanmıştır.
Tacitus, Tiberius’un ölüm haberinin kalabalık gruplarca kutlandığını yazmıştır. M.S. 37 yılında, yetmiş yedi yaşında, büyük ihtimalle doğal sebeplerden ölmüş olsa da, varisi Caligula ile Praetoria Muhafızlarının lideri Macro tarafından boğulduğu yönünde söylentiler de vardır.
Kaçık Bir ZorbaTiberius’tan sonra tahtı yeğeni ve evlat edinilmiş torunu Caligula devralmıştır. Caligula kendi halinde hüküm sürmeye başlamış olsa da bir noktadan sonra bütün ılımlılık ve ahlak anlayışını kaybetmiş ve cani bir zorba haline gelmiştir.
Caligula hakkında elimize ulaşan nadir kaynaklardan biri de Suetonius’un, abartılı hikayeler anlattığı On İki Sezar’ıdır. Ancak Caligula’nın Tiberus’un zenginliğini çarçur ettiği ve imparator olarak sınır tanımaksızın güç gösterilerinde bulunduğu aşikardır. Hiçbir iyi özelliği olmadığı gibi fiziksel olarak da hiç çekici değildir. Seneca onu uzun, soluk tenli ve ince, çukur gözlü, zayıf çeneli, giderek kelleşen, kıllı bir adam olarak tasvir etmiştir. Onu birdenbire bilinçsiz bırakan bir hastalıktan muzdariptir; bir de uyuduğunda tuhaf sanrılar gördüren bir uykusuzluk hastalığı çekmektedir.
Caligula’nın deliliği birçok farklı hikayede anlatılır. En sevdiği at olan Incitatus’u Senato’da üye olarak oturtmaya çalışmış, sokaktaki büstleri kendi büstüyle değiştirtmiş, İngiltere’ye sefere gitmeyi planlarken –hatta birliklerine orada deniz kabuğu toplamayı emredecek kadar inanmıştır bu fikre– Manş Denizi’nden öteye geçememiştir. Herkesin kaderini belirleyen vahşi bir despot olarak namını kanıtlarcasına kölelere işkence etmiş, rastgele ölüm fermanları vermiş (özellikle de kel kafasına bakan herhangi birine) ve de mahkumlar yeterli gelmeyince seyircileri aslanlara yem etmiştir. Suetonius’a göre, Caligula üç kız kardeşiyle düzenli olarak ensest ilişkiye girmiş, hatta eski bir konsül ile evli olan Drusilla adındaki kız kardeşiyle ayan beyan, sanki karısıymış gibi yaşamıştır. Drusilla’nın ölümü onu öyle bir hüzne boğmuştur ki genel yas döneminde hamama gitmek ya da aileyle yemek yemek de dahil olmak üzere herhangi bir mutluluk belirtisininin ölüm cezası sebebi olduğunu ilan etmiştir. Sonraları halk önünde ant içerken kız kardeşinin tanrısallığı üzerine yemin etmiştir.
Biseksüelliğini açık açık yaşayan Caligula’nın yemek davetlerinde davetlilerinin karılarını incelemek ve içlerinden istediği birini seçerek cinsel performanslarını ölçmek gibi bir eğlencesi vardı. Yirmi dokuz yaşında, henüz tahttaki dördüncü senesini doldurmadan arkadaşları tarafından öldürülmesi belki de şaşırtıcı değildir.
Caligula’nın, Julio-Claudian hanedanının6 M.S. 68 yılında devrilmesine doğru giden süreci başlatan imparator olduğu rivayet edilir.
Roma YanarkenNero, Julio-Claudian hanedanının son imparatoruydu ve zorbalığa Caligula’nın bıraktığı yerden devam ediyordu. Cani bir hükümdar olan Nero, annesi Agrippina ve üvey kardeşi Britannicus dahil sayısızca idam ve zehirlemeden bizzat sorumludur. On dört yıl hüküm sürmüştü ve Roma’nın çoğu M.S. 64’te yanıp kül olduğunda imparatorluğunu sürdürüyordu. Birçok Romalı Nero’nun büyük sarayına yer açabilmek için yangını kendisinin başlattığını düşünüyordu. Şehir yanarken keman çalıp ‘Truva’nın Düşüşü’ şarkısını söylediği günümüze kadar gelmiş bir söylenti olsa da büyük ihtimalle doğru değildir.
Atalarının birçoğu gibi, Nero’nun da sapkın cinsel arzuları olduğu söylenir. Suetonius onu vahşi hayvan postları giyip, kazığa bağlanmış mahkumların cinsel organlarını tırmalayan bir adam olarak betimlemiştir. Ayrıca Nero’nun annesiyle ilgili bir takıntısı olduğunu da söylemiştir. En tuhafıysa Nero’nun M.S. 67 yılında Sporus isimli azad edilmiş, hadım ettirdiği bir köleyle evlenmiş olmasıdır. Sporus, Nero’nun iki yıl önce ölmüş olan karısı Poppaea Sabina’ya çok benzemektedir. Nero, karısının ölümünden öylesine etkilenmiştir ki, ölüsünün yakılmasına izin vermemiştir. Bunun yerine vücudunu mumyalatmış ve Augustus Türbesi’ne kaldırtmıştır.
Nero M.S. 68 yılında, Senato’nun onu öldürmek için asker gönderdiğini anlayınca intihar etmiştir.

Nero ve Agrippina
YATAKLAR, PEZEVENKLER, OZANLAR
Tanrım, bana iffet ve haysiyet ver – ama henüz erken.
Aziz Augustinus (Hıristiyanlığa dönmeden önce)Ortaçağ gelirken beraberinde kurallar ve kısıtlamaları da getirdi. Seks, her şeyin makbul olduğu klasik dönemde gayet ölçüsüzce yapılabilirken, Ortaçağ’da ahlaksız bir davranış haline geldi. Bu durumun sorumlularından biri de Aziz Augustinus’tu. Hedonist ve keyfine düşkün bir gençlik geçirdikten sonra Augustinus, M.S. 387’de Hıristiyanlığa geçmiş en etkili ilahiyatçılardan biri olmuştur. Yazdıklarıyla Batı Hıristiyanlığı ve felsefesinin geleceğini etkilemiş, her şeyden öte ‘ilk günah’ kavramını ortaya atmıştır. Katı kurallarıyla adeta dinin kaderini belirlemiştir. Büyük bir çağın sonunda temelleri atılan bu kurallar, bir sonraki çağın doğuşunda belirleyici rol üstlenmiştir. İnsanlar suçluluğu ve suçluluktan zevk almayı öğrenmiştir.
Aziz Augustinus’un en temel görüşü seksin sadece evlilik içinde kabul edilebildiğiydi ve üremek için, zevk almaksızın yapılması gerektiğiydi. Mastürbasyon, oral ya da anal seks, ön sevişme ve misyoner pozisyonu hariç herhangi bir pozisyon yasaktı. Birçok rahibin neyin günah olup neyin olmadığını, hangi uygulamalardan uzak durulması gerektiğini uzun ve gerçekten tuhaf listelerle belirlemiş olması, ya pek az insanın bu kurallara uyduğunu, ya da yazarların çılgın bir hayalgücü olduğunu gösterir. Eğer zevk bir günahsa, çoğunluk günahkardı.
Zaruri Günah
Ortaçağ’da Kilise aslında göründüğünden çok daha çıkarcıydı ve gerçekte olup bitenlere sıklıkla göz yumardı. Mesela fuhuş cezalandırılabilir bir suç olmasına rağmen, zaruri bir günah olarak sayılıp es geçilirdi.
Aziz Augustinus ‘Toplumdan fahişeleri yok ederseniz her şeyi şehvetle kirletmiş olursunuz.’ demiştir. Aziz Thomas da bu görüşe katılmış ve şu benzetmeyi yapmıştır: ‘Kentlerdeki fuhuş, saraydaki lağım çukuruna benzer; lağım çukurunu kaldırırsanız, saray, pis bir yer haline gelir… Fahişeleri yok ederseniz dünyayı sodomiyle7 doldurursunuz.” (O zamanlar anal seks, hayvanlarla cinsel ilişki ya da genel ahlaksızlığın herhangi bir türü ‘sodomi’ sayılıyordu.)
Fahişeler olmazsa ‘saygın’ eş ve kızların tehlike altında kalacağına dair genel bir korku vardı. On üçüncü yüzyıl Fransa’sında inançlı Kral IX. Louis genelevleri kapatmaya çalıştığında, halk Paris sokaklarının artık güvenli olmadığı gerekçesiyle sokaklara dökülmüştü. Venedik’teyse fahişelerin toplumun neredeyse yüzde dördünü oluşturduğu söyleniyordu.
Kilise’nin cinsel suçlar listesinde zina, ensest ve eşcinselliğe kıyasla fuhuş daha önemsiz bir günahtı. Doğum kontrol yöntemleriyse listede üst sıralarda yer alıyordu. Kadınlar kolayca kandırılabildikleri gerekçesiyle tamamen suçlu bulunmuyor ve Magadalalı Meryem’in hikayesini de örnek göstererek kendilerini affettirebiliyorlardı.
Londra’nın Kerhaneleri
İngiltere’de fuhuşun kilise tarafından önlenemeyişi, devlet tarafından kabullenilmesinin yolunu açmıştır. Londra’da adı halk arasında ‘stews’ (kerhane) olarak geçen birtakım hususi genelevler ve Roma’dakilere benzer hamamlar bulunurdu. 1161’de Kral II. Henry, bir genelev mahallesi kurulmasının yolunu açan ve genelevleri gelecek dört yüzyıl boyunca Winchester Piskoposu’nun yönetimi altına sokan Southwark Kerhane İşletmecileri İdaresi Fermanı’nı yayınlatmıştı.
İdare altına alınmış genelevler Southwark’ın icra memurları ve diğer yetkilileri tarafından senede dört kere teftiş edilirdi. Henry’nin fermanı, kerhaneleri eğlenmek için gidilen herhangi bir mekan gibi kabul etmiş ve esas olarak kerhane sahiplerinin çalışan kızlardan kira haricinde başka bir kazanç sağlamamasını ve diğerlerini fuhuşa sürüklememesini hedeflemiştir.
Kurallar
Kızların istedikleri zaman burada çalışmaya başlayıp istedikleri zaman ayrılmalarına izin verilirdi. Kerhane sahiplerinin onlarla iletişime girmemeleri ve daha sonra baskı altına alabilmelerini engellemek için katiyen borç para vermemeleri gerekirdi. Bu kerhaneler aslına bakılırsa daha çok misafirhane gibi kullanılan, yiyecek, içecek ve alkol de satılamadığı için pek de canlı olmayan mekanlardı.
Parlamento oturum halindeyken çalışan fahişeler cezalandırılırdı. Bu uygulamanın, vekillerin Bankside’daki genelevlerden çıkamayıp Westminster’daki oturuma katılmamalarını engellemek için olup olmadığı yoruma açıktır.
Taş atan ve yoldan geçenlere dil çıkaranların para cezası alması gibi tuhaf kurallar da konmuştu. Bahsedilen miktarlar oldukça küçüktü, ancak mahkeme kayıtlarından anlaşıldığı kadarıyla bu tür suçlar sıklıkla işleniyordu. Ayrıca bu kadınların normal ev kadınlarından ayırdedilebilmeleri için önlük giymeleri yasaklanmıştı.
Fahişelerin son müşterileriyle tüm geceyi geçirmek gibi bir zorunlulukları vardı. Bu kuralın ve kerhane işletmecilerinin kendi tekneleri olamaması gibi yasakların nehir trafiğinin geceleri izinsiz olarak akmasını önlemek için konulduğu düşünülmektedir.
II. Henry
Gün geldi, Henry, Fransa’daki askeri çıkarmaları için paraya ihtiyaç duydu. Bütün Avrupa ülkeleri ‘putage’ adı verilen, fahişelere uygulanan bir tür vergi topluyordu, ancak bu vergi İngiltere’de tutmayacağı için kurnaz kral, Winchester Piskoposu’na ‘dini ıslah’ı sağlaması karşılığında Southwark’taki kraliyet arsasından on altı parça mülk vermişti. Gerekli kanunu yasayamayan Piskopos krala başvurunca Henry memnuniyetle aracı olmuş ve gayrımeşru yollardan elde edilen bir vergi haline gelen cezalar toplamaya başlamıştı.
Düşük miktarda birçok ceza uydurulmuş, yüksek para cezaları da fahişelerdense daha çok kerhane patronlarına uygulanmıştır.
Utanç Tıraşı
14. Yüzyıl’da, pezevenklikle suçlanan birinin sakalı ve saçı beş santimlik bir perçem haricinde tıraş edilirdi. Suçlu şehrin büyükleri ya da belediye başkanı tarafından belirlenen bir süre boyunca halkın önünde teşhir edilirdi. Olaya herkesin tanıklık edebilmesi içinse yolda suçluya neşeli halk ozanlarından oluşan bir bando eşlik ederdi.
Mamalar ve kadın tellalları da aynı şekilde cezalandırılır, saçları bir kase şeklinde kesilirdi. Hapishaneden ceza yerine kadar ozanların şarkıları eşliğinde geçirdikleri yolculukları yine aynı şekilde halka açık ve gürültülü patırtılıydı.
Cock8 Yolu ve Diğer Sokaklar

Cock Yolu’ndaki Altın Oğlan heykeli Büyük Londra Yangını’nın bittiği noktayı belirler
Bankside (Thames Nehri kıyısı) bölgesindeki genelevlerin sayısını kısıtlama çabalarına rağmen, Londra’nın birçok semtinde ve diğer şehirlerde fuhuş oranı artmıştı. Sokak isimleri buna şahittir, zira ortaçağ sokaklarının çoğu buralarda yapılan ticarete istinaden adlandırılmıştır.
13. Yüzyıl sonlarında çoğu şehirde rastlanan Grope-cunt (Am elleyen) Geçidi, Cock’s Lane’de (Yarrak Yolu), Codpiece Lane (Apışarası Yolu) ya da Maiden Lane (Kız Yolu) gibi bölgelerde neler döndüğünü tahmin etmek çok da zor değildir. Elbette bu yerlere verilen isimler parlak zeka ürünüdür. Bazı şehirlerdeki Gropecunt Geçidi daha sonradan Grape Lane (Üzüm Geçidi) olarak yeniden adlandırılmış, Londra’da ise bugün birçok yayınevi ve gazeteye ev sahipliği yapan Grub Street (Grub Sokağı) olmuştur; Cock’s Lane ise çoğunlukla Cook’s Lane diye değiştirilmiştir. Paris’te de cüretkarlıkta Londra’yla aşık atan Rue Trousse Puteyne (Fahişenin Yarığı Sokağı) ve şimdi Rue de Pélécan adıyla anılan Rue du Poil au Con (Am Kılı Sokağı) gibi sokak isimlerine rastlanmıştır.
Bakire Gibi
Dönemin ilahiyatçıları, günah çıkaranları dinleyen rahiplere kılavuzluk etmesi amacıyla bir dizi pişmanlık ilahisi oluşturmuştu. Bu, esasen basit bir günah çıkarmak ve affedilmek için uygulanması vacip olan cezaların listesiydi. Ortaçağ’ın başlarında genel olarak birkaç gün dua ederek ve oruç tutarak ceza çekilmiş olurdu, ancak günahın ağırlığına göre bu ceza, seneler boyunca kutsal günlerde oruç tutulmasını gerektirebilirdi. Örneğin karısıyla bir pazar günü seks yapan bir adam dört gün boyunca sadece su ve ekmekle beslenmek zorundaydı. Sonraları, işlenen günahlar için af, yahut ‘endüljans’ (müsamaha) kağıdı, seyyar Afçılardan (Pardoner) ya da diğer kilise adamlarından satın alınabilir hale geldi, böylelikle günah ve affın yükü de midenin üzerinden kalkmış oldu.
Bu katı ‘arkana yaslan ve İngiltere’yi düşün’ mesajı Ortaçağ doktorlarının görüşlerine pek de uymuyordu. Siz kadın orgazmını 1960’ların cinsel devriminin bir bulgusu sanadurun, Ortaçağ’da döllenmenin hem kadın hem erkek orgazma ulaşmadan imkansız olduğuna inanılır, ancak bunun için gereken koşulların yoldan çıkarıcı olduğu düşünülürdü.
Ta M.Ö. 4. Yüzyıl’da bile, Hipokrat ve Galen gibi klasik çağ doktorları, orgazm olan kadınların erkekler gibi meni ürettiği ve kadının hamile kalması için her iki tür meninin de gerekli olduğu kanısındaydılar. 11. Yüzyılda İbn-i Sina’dan ve 13. Yüzyıl’da Albertus Magnus’tan kalma yazılar onların da bu konuda hemfikir olduğunu gösterir. Aslına bakılırsa, bu kanı Victoria çağındaki anatomi çalışmaları tarafından çürütülünceye kadar sürmüştür.
İdeal olan elbette ki uygun davranışlarla kur yapılan ve babasının rızasıyla alınan bakire bir gelindi. Bu oldukça ciddiye alınan bir konuydu, zira söz konusu olan sadece namus değil, aynı zamanda kaybedilebilecek bir başlık parasıydı.
Yine klasik dönem doktorlarını takiben İbn-i Sina ve (1931 yılında aziz ilan edilen) Albertus Magnus ayrıntılarıyla ‘bekaret ve kaybının belirtileri’ni sıralamış, böylelikle bekaretini ‘tamir ettirmek’ isteyen kişilere kılavuzluk etmişlerdir.
Astrenjan çözeltileri şırınga yordamıyla zerk etmenin, vajinal bölgeyi bütün şüpheleri yok edecek derecede sıkılaştıracağı söylenirdi. Kanama belirtilerini taklit etmek içinse kana bulanmış ufak bir sünger parçası ya da kanla doldurulmuş balık mesanesinin vajinanın içine yerleştirilmesi önerilirdi.
Başına Buyruk Kadınlar
1066’da İngiltere’ye yapılan Norman İşgali’nden sonra, Fatih William ve şövalyeleri, hakimiyetlerini sürdürmek ve çıkabilecek herhangi bir ayaklanmayı durdurmak için savaşmaya devam ediyorlardı. Normandiya’da bıraktıkları karılarıysa evlerinin rahatlığından yoksun bu vasat ama iş görür ülkeye gitmek için kanalı geçmeyi göze almıyor, yine de kocalarının fiziksel yakınlığını özlüyorlardı. Birçoğu, kocaları derhal eve gelmezse yataklarına bir sevgili almak zorunda kalacaklarına dair kesin koşullar koyan tehditler göndermişti.
William ödül olarak toprak ve unvan vaat ederek ordusunu İngiltere’de tutmaya çalışmıştır. Bir kısmı kalmış, ancak çoğu gitmiştir. Bunların arasında, Hastings Kalesi’ni bırakan Onfroy du Tilleul ve Winchester valiliğini feda eden kayınbiraderi Hugh de Grandmesnil de vardır. Ne onlar ne de varisleri arkalarında bıraktıkları toprakları ya da unvanları geri kazanabilmiştir.
Ordugah Takipçileri
1096’da Papa II. Urban, Kudüs’ü geri almak için Birinci Haçlı Seferi’ni ilan ettiğinde, kadınlar yolculuk ve zorlu yaşam koşullarına daha sıcak bakmıştır. Birçoğu Haçlılara aşçı, çamaşırcı, temizlikçi ve bilhassa fahişe olarak katılmıştır. Seyyah olarak katılan birçok kadın birilerine muamele çekmenin kendilerini bu uzun yolculukta geçindirmek için en iyi yol olduğunu düşünmüştür. Belki de Haçlıları, kafirlere karşı giriştikleri bu kutsal savaşta desteklemeyi kendilerine bir görev bilmişlerdir; yol üzerinde meslek değiştirmeye karar verenlerin birçoğu elbette ki yolculuğun başında topluluğa rahibe olarak katılmış olanlardır.
Kral I. Richard, ya da diğer adıyla Arslan Yürekli Rişar, birliklerini savaş boyunca hedefe kitlenmeye zorlamış ve kadınlara çok fazla para döktükleri için askerlerine kızmıştır. Birinci Haçlı Seferi’nin sonuna doğru, Papa II. Clement kadınları, özellikle çekici genç kadınları orduya eşlik etmekten alıkoyan bir kararname yayınlamıştır.
Bu sırada, evde tek başına bırakılmış kadınlar da Kilise için başka bir ahlaki ikilem arz ediyordu. Bu durumun vahameti anlaşılır anlaşılmaz Papa II. Urban Haçlıların yolculuğa çıkmasından kısa bir süre sonra bir mektup yazmış, evli erkeklere Kutsal Topraklara gitmeden karılarının rızasını almalarını tavsiye etmiştir.
Zorla Bekaret

Metalden bir bekaret kemeri
Ortaçağ mizahının ve alayının merkezinde olan bekaret kemerleri ilk defa 14. Yüzyıl’da, Floransa kuşağı adıyla çıkmıştır. Oysaki bu kemerlerin İtalya’da icat edildiği şüphelidir; aslında bu frenginin İngiltere’de Fransız hastalığı, Fransa’da İngiliz hastalığı olarak bilinmesi hikayesine benzer. Kemerlerin yedek anahtarlarına dair şakalar da aynı zamanlarda çıkmıştır. 1930’lara kadar tıbbi cihazlar kataloglarında bekaret kemerleri de yerlerini almıştır.