Читать книгу Dünyanın kanlı tarihi (Jacob F. Field) онлайн бесплатно на Bookz (2-ая страница книги)
bannerbanner
Dünyanın kanlı tarihi
Dünyanın kanlı tarihi
Оценить:
Dünyanın kanlı tarihi

3

Полная версия:

Dünyanın kanlı tarihi

Annesinin ipini çektikten sonra ilk eşi Octavia da zina suçundan infaz edildi ve ikinci eşi Poppea M.S. 65 yılında hamileyken hayatını kaybetti. Suetonius’un iddiasına göre Neron yarışlardan geç döndüğü için şikayetçi olan karısını tekmelemişti.

Neron müstehcen gösterilere bayılırdı ve Circus Maximus’ta milyonlarca sikke tutan masraflı ziyafetler verirdi. Şarkı söyleme takıntısı olduğundan kurşundan yapılmış bir tabağı göğsünde tutmanın ya da bir şırıngayla kendini zorla kusturmanın sesine iyi geleceğine inanıyordu. Yeteneklerini sergilemek için halkın önünde sahneye çıkardı.

Harabeye Dönmüş Bir Roma

Neron’un en kötü anılan halka açık gösterisi M.S. 64 yılının 19 Temmuz’unda gerçekleşti. O gün Roma’da altı gün yedi gece sürecek olan ve şehrin %10’unu harabeye çevirecek bir yangın çıktı. Yüzlerce vatandaş, malını mülkünü kurtarmak için koşuştururken ezilerek öldü. Neron’un sahne elbiseleri içerisinde “Sack of Illium” (Truva’nın Yağmalanması) şiirini okuyarak yangını seyrettiği söylenir. Cassius Dio, Neron’un geniş inşa planlarını gerçekleştirebilmek için yangın emrini kendisinin verdiğini iddia eder. Suçlamalardan kurtulmak için suçu Roma’daki Hıristiyanların üstüne atan Neron, onları köpeklerin önüne atarak veya diri diri yakıp meşale olarak kullanarak acımasızca cezalandırmıştır.

Tacitus’a göreyse yangın tamamen bir kazaydı ve Neron o esnada 50 km uzaktaki Antium’daydı. Bu durum olası olsa da Neron’un sonrasındaki eylemleri affedilir gibi değildi. Bir diğer adı “Altın Ev” (Domus Aurea) olan yeni yapılacak devasa sarayını finanse edebilmek için imparatorluğun her yerinden ağır vergiler topladı. Bina altınla kaplıydı ve sedef gibi değerli taşlarla süslüydü, girişi de yaklaşık 40 metre uzunluktaki bir Neron heykelini alacak kadar büyüktü.

Sonunda Neron’un politikaları isyanlara neden oldu. M.S. 68’de vilayet yöneticisi olan Galba, imparatorluğunu ilan etti. Neron’un destekçileri ona hemen sırtını döndü ve senato kendisini halk düşmanı ilan etmeye hazırlanırken Neron Roma’yı terk etti. Neron intihar etmek yerine sekreterini, kendisini bıçaklayarak öldürmesi için ikna etti.


En geniş sınırlarına ulaştığında Roma İmparatorluğu


Vezüv Patlaması

M.S. 79 yılında Vezüv yanardağı taş, kül, duman, erimiş kayalar ve ponzataşı karışımı bir bulut püskürterek patladı. İlk patlamanın ardından volkanik akıntılar, Pompei ve Harkuleneum şehirlerini yok etti, kaçmak için geç kalan tüm canlıları da diri diri lavların altına gömdü. Napoli Körfezi’nde meydana gelen bir tsunami dalgası balık ve diğer deniz canlıların karaya vurmasına neden oldu. Her yeri, sadece alevlerle ve şimşeklerle bölünen “kapkara ve dehşet verici” bir bulut kaplamıştı. Tahliyeyi organize etmeye çalışırken dumandan boğulan doğa bilimci Büyük Plinius’un da aralarında bulunduğu 16 bin kişi patlamada hayatını kaybetti. Üç ay sonra Pompei altı metrelik ponzataşı ve kül tabakasının altına gömülmüş durumdaydı ve tamamıyla tekrar gün yüzüne çıkması ancak 18. yüzyılda gerçekleşti.

DONG ZHOU

Han Hanedanı’ndan gelen Çin imparatoru Ling M.S. 189’da yaşamını yitirdi. Bunun üzerine başkent Luoyang, oğlu ve varisi olan İmparator Shao’yu etkileri altına almak isteyen saray gruplarının çatışmaları nedeniyle karıştı. Nüfuzlu bir savaş beyi olan Dong Zhou, bunu fırsat bilerek şehre girip kontrolü ele aldı. M.S. 190 yılında Shao’yu tahtından indirip onun yerine sekiz yaşındaki kardeşi İmparator Xian’ı tahta çıkardı. Dong bu şekilde devletin başına fiilen geçmiş oldu.

Dong’u indirmek için bir ittifak kuruldu, fakat ittifak güçleri Luoyang’a ulaşana kadar Dong’un ordusu başkenti yerle bir edip Chang’an’a taşınmıştı bile. Dong’a esir düşenleri korkunç cezalar bekliyordu. Tercih ettiği işkence şekillerinden biri kurbanı yağa batırılmış giysilere sarıp ateşe atmaktı. Atılan çığlıkların tadını çıkarmak için ise kafalarını dışarıda bıraktırıyordu. Dong bir de eğlence olsun diye düşmanlarına işkence ettiği büyük ziyafetler veriyordu. Ziyafetlerde kurbanların kolları ve bacakları koparılıyor, gözleri oyuluyor, çığlık atmasınlar diye de dilleri koparılıyordu. En son diri diri kızgın yağda pişiriliyorlardı.

Dong M.S. 192 yılında üvey oğlu Lü Bu tarafından bıçaklanarak öldürdü. Cesedi göbeğine fitil dikilerek yakıldı ve günlerce herkesin görebilmesi için sokakta bırakıldı. Dong’un 90 yaşındaki annesi de dahil olmak üzere Dong Klanı’na ait kim varsa idam edildi.

KARDEŞ KATİLİ CARACALLA

M.S. 211 yılında İmparator Septimius Severus ölünce Roma İmparatorluğu birlikte yönetilmek üzere oğulları Caracalla ve Geta’ya kaldı. Fakat bu düzenleme bir yıl bile dayanmadı. Caracalla, kardeşi Geta’yı öldürmekte kararlıydı, ama kardeşinin korumaları önünde engeldi. Bu yüzden annesini, barışma bahanesiyle Geta’yı odasına çağırmaya ikna etti. Kurduğu tezgah başarılı oldu: Caracalla’nın adamları Geta’ya saldırdı ve kardeşi annesinin kollarında can verdi. Caracalla tek başına imparator oldu ve Geta’nın arkadaşlarını, yardımcılarını ve onunla herhangi bir bağlantısını olan herkesi temizlemek için işe koyuldu. Ölen binlerce kişinin cesetleri Roma dışında yakılmak ya da hendeklere atılmak üzere arabalara toplandı. Caracalla’nın kaprislerinin önünde hiçbir engel kalmamıştı. M.S. 213’te sefere çıkmak için başkenti terk etti.

İskenderiye Katliamı

M.S. 215’te Caracalla, onunla ilgili hicivler yapıldığına dair duyumlar aldığı için İskenderiye’ye girdi. Namını bilen ve ondan korkan bir grup vatandaş onu en iyi şekilde misafir etti. Caracalla da hiç bozuntuya vermeden şehrin tüm gençlerinin askerî hizmet için uygun olup olmadıklarını değerlendirme bahanesiyle sıraya dizilmesini istedi. Bunun üzerine askerleri, tüm gençleri katledip bütün şehri yağmaladı.

M.S 217 yılında Caracalla’nın hayatı da kanlı bir şekilde son buldu. Bir yürüyüş esnasında tuvalet ihtiyacını gidermek için durduğunda kendi koruması tarafından öldürüldü.

SINIR TANIMAYAN İMPARATOR

Vatandaşlarını Elagabalus kadar şok eden çok az hükümdar vardır. Suriye’de doğan Elagabalus, kendini El-Gebal adındaki güneş tanrısına adamış yerli bir tarikatın yüksek rütbeli rahibiydi, bu rütbe ailede soydan soya geçiyordu. Zira Roma’daki bir ayaklanma döneminde önceki imparator Septimius Severus’la akrabalığı olan büyükannesi, Roma ordusunun desteğini arkasına alarak henüz 14 yaşındayken M.S. 218 yılında Elagabalus’u imparator tahtına çıkartmayı başarmıştı. Elagabalus bir yıl sonra da Roma’ya ulaşmıştı.

Geldiği yerin örf ve âdetlerini reddeden Elagabalus, Roma kıyafetleri yerine doğuya ait kıyafetleri tercih ediyordu. Aşırı makyaj yapıp gözlerini boyuyordu. Tarihçi Edward Gibbon’ın aktardığı kadarıyla “kendini kontrolsüz bir çılgınlıkla en iğrenç zevklere kaptırmıştı”. Beş evliliğinin en skandal yaratanı, tapınaktan kaçırdığı Vesta bakiresi ile olandı. Vesta tarikatının üyeleri dini nedenlerden dolayı bekar kalmaya yeminliydi ve yeminin bozulduğu durumlarda cezası diri diri gömülmekti. Elagabalus’un yüksek yönetim mevkilerine getirdiği erkek sevgilileri de oluyordu. Fahişelik yaptığına ve ona kadın cinsel organı verebilecek bir hekimi ödüllendireceğini vaat ettiğine dair söylentiler de vardı. El-Gabel’i Roma tanrıları arasında baş tanrı ilan edip onun adına şatafatlı bir tapınak yaptırdığındaysa keyfî kararları son raddesine ulaştı.

M.S. 222 yılına gelindiğinde Elagabalus Roma halkının sabrını çoktan taşırmıştı. Sözü geçen ve aynı zamanda imparatorun elit korumaları olan Praetorian muhafızları desteklerini ondan çekip kuzeni Aleksander’i taçlandırdılar. Elagabalus ve annesi yakalanıp öldürüldükten sonra cesetleri çırılçıplak bir şekilde Roma sokaklarında sürüklendi ve kanalizasyona atıldı.

Romalı St. Lawrence’ın Ölümü

M.S. 258’de İmparator Valerian, rahiplerin Roma tanrılarına kurban bağışı yapmadıkları takdirde idam edileceğine dair bir ferman yayınlattı. Birçok Hıristiyan şehit edildi ve Papa II. Sixtus’un da 6 Ağustos’ta boynu vuruldu. St. Lawrence’a kilisenin tüm servetini Roma valiliğine devretmesi emredildi. Lawrence bunu reddederek malını mülkünü imparatorluğun elinden kurtarmak için dağıttı. İsa’nın Son Akşam Yemeği’nde kullandığı iddia edilen ve Lawrence’ın İspanya’ya kaçırabildiği Kutsal Kadeh de hazinelerinin arasındaydı. Lawrence 10 Ağustos’ta yakalandı ve ızgara demirinde yakılarak öldürüldü. Son sözleriyse şöyleydi: “Assam est; versa, et manduca!” (İyi pişmiş; çevirin ve yiyin!)

SELANİK KATLİAMI

Büyük Theodosius olarak da bilinen I. Theodosius M.S. 379-395 yılları arasında imparatordu. İmparatorluğun hem batı hem doğu kısmına hâkim olan son imparator Theodosius, Hıristiyanlığı devlet dini hale getirmişti. Ölümünden sonra doğu ile batı tekrar birleşmedi ve imparatorluğun doğu kısmı daha sonra Bizans İmparatorluğu oldu.

Theodosius M.S. 390 yılında Selanik’ten öç almak adına bir imparatorun yapabileceği en kötü şeyi yaptı. Yunanistan’ın doğusundaki en büyük şehir olan Selanik sağlam kaleleri sayesinde, Gotlara karşı süren savaşta hasardan korunabilmişti; Gotlar, imparatorluğa sürekli bir tehdit oluşturan Germen kavimlerindendi. Fakat garnizon kumandanı Butheric’e ait yakışıklı ve genç bir köleyle Roma’ya hizmet eden bir Got arasında geçen bir olay felaketin başlangıcına neden oldu. Genç köleye göz diken Selanikli arabacı bununla kalmayıp ona tecavüz etmeye kalkınca tutuklandı. Bir sonraki araba yarışında arabacının yokluğu hemen anlaşıldı ve taraftarları çılgına döndü. Selanikliler ayaklanıp Butheric ve birçok subayını öldürüp cesetlerini sokaklarda gezdirdiler.

Cinayetleri duyan Theodosius derhal şehirden intikam almak istedi. Öfkeliyken verdiği ilk tepkiyi geri çekmek istediğindeyse çok geç kalmış, askerleri Selanik halkını sözde Theodosius adına düzenlenecek bir eğlence vaadiyle yarış arenasına toplayıp boğazlarına yapışmışlardı bile. Katliam üç saat sürdü ve 7.000-15.000 kişi öldürüldü.

İSKENDERİYELİ HYPATİA

Beşinci yüzyılda İskenderiye, Roma İmparatorluğu’nun büyüyen şehirlerinden biri ve aynı zamanda da bir ilim merkeziydi. Şehirdeki Platon Okulu’nun başı ve ilk ünlü kadın matematikçi olan Hypatia şehrin tartışmalı karakterlerindendi. Birçok kişi, Hypatia’nın öğretilerinin şehirde huzursuzluğa yol açtığını savunuyordu. Putperest inançları nedeniyle bazı Hıristiyanlar ondan şüphelenmeye başlayıp büyücülük yaptığına dair dedikodular yaydılar.

Hypatia, İskenderiye’nin Hıristiyan patriği Cyril’in kontrolü altında şehrin Yahudilerinin kovulmasını ve onlara zulüm edilmesini onaylamayan Roma valisi Orestes’in bilinen destekçilerindendi. M.S. 415’te bir grup rahip Orestes’i taşlayarak yaraladığında şiddet iyice tırmanmaya başladı. Yakalanan rahiplerden birine halka açık alanda ölene kadar işkence edildi. Bunun ardından Cyril’in yandaşları da üzerinden misilleme yapabilecek bir hedef aramaya başladılar. Seçtikleri kurban Hypatia oldu ve arabasıyla şehirde dolaşırken bir grup yobaz Hıristiyan kendisini arabasından kaçırdı. Yakınlardaki bir kiliseye götürüldükten sonra soyulup kiremitlerle dövüldü ve derisi yüzüldü. Cesediyse parçalanıp farklı kiliselerde yakıldı. Bu suikastin ardından Osteres, İskenderiye’yi Cyril’in kontrolüne bırakıp terk etmeye mecbur kaldı.


ATTİLA’NIN SON YILI

Dördüncü yüzyılın sonlarına doğru Orta Asya’nın bozkırlarından gelen Hunlar Avrupa’ya ulaştı. Süvari okçuları ve onlara karşı gelen herkesi biçen mızrakçılarıyla Avrupa’nın epey başını ağrıtacaklardı. M.S. 434 yılından itibaren hükümdarlık yapan Attila, imparatorluğun sınırlarını Ren Nehri’ne kadar genişleten en büyük liderlerdi. Bir zamanlar çok güçlü olan Roma İmparatorluğu’nu bile kendisine vergi ödemek zorunda bırakmayı başarmıştı. Kendisiyle yapılan müzakereler çok gergin geçiyor olmalıydı, zira düzenbaz elçileri çarmıha gerip akbabalara yem olarak bırakmak Attila’nın bilinen yöntemlerinden biriydi. M.S. 452 yılında Attila, belki de Roma’yı düşürmek umuduyla ordularıyla İtalya’ya giriş yaptı. Roma zaten M.S. 410’da Germen bir grup olan Vizigotlar tarafından yağmalanmıştı.


Attila yönetimindeki Hun İmparatorluğu


Attila’nın Son Seferi

O zamanlarda siyasi ve dinî olarak önemli bir merkez olan ve Adriyatik Denizi’nin kuzeyinde yer alan Aquileia şehri Attila’nın ordusuna karşı direniyordu. Şehir kuşatmaları konusunda deneyimsiz olan Hunlar üç ay boyunca surları aşmaya çalışmış, fakat tüm çabaları sonuçsuz kalmıştı. Attila tam vazgeçip ordularını geri çekmeye hazırlanırken kulelerin birinden havalanan bir leylek gördü. Bunu bir işaret olarak algılayıp duvarlarda yarıklara sebep olacak vahşi bir saldırı başlattı. Hunlar o kadar saldırgandı ki harabeye dönen şehir tanınmaz hale gelmişti. Yakınlardaki şehirler de yerle bir oldu ve bir zamanlar bereket saçan Lombardiya toprakları darma duman olmuştu. Sonunda Papa I. Leo, Attila ile bir barış antlaşması yapmayı başardı ve Attila Roma’ya ulaşmadan ordusunu İtalya’dan çekti.


Hun İmparatoru Attila


Ölüm Sebebi Burun Kanaması Mıydı?

M.S. 453’te Tuna Nehri’nin karşısındaki sarayına çekilen Attila’ya yaranmak isteyen uzaktaki derebeylerinden biri, ona İldiko adında genç bir Germen prensesi gönderdi. Şaşaalı bir düğün ve “aşırı eğlence”den sonra Attila ve gelini çadırlarına gittiler. Çok fazla şarap içmiş olan Attila sırt üstü yatınca ciddi bir iç kanama geçirmeye başladı. Bu da ciddi bir burun kanamasını tetikleyince dışarı akması gereken kan boğazına kaçarak boğulmasına neden oldu. Ertesi sabah cesedinin yanında ağlayan eşiyle bulundu. Ölüsü altın, gümüş ve demirden yapılan üç katlı bir mezara konuldu. Onu gömen köleler de mezarın yerini gizli tutmak adına idam edildi. Cenazenin ardından müstehcen bir eğlence yapıldı, ama Hunların iyi günleri aslında sona ermişti. Attila’nın oğulları miras konusunda anlaşamayınca Hun İmparatorluğu bölündü ve çok geçmeden savaşlarda yenilgiler almaya başladılar.

JÜSTİNYEN SALGINI

M.S. 541 yılında İmparator Jüstinyen, İtalya’yı fethedip bir yüzyılı aşkındır bir araya gelmemiş olan Batı ve Doğu Roma’yı birleştirmenin eşiğindeydi. Fakat Orta Afrika’da ortaya çıkan kara veba o esnada Bizans İmparatorluğu’nun Mısır bölgesine ulaşmıştı. Gemi rotaları üzerinden hızlıca Kuzey Afrika ve Yakın Doğu’ya da yayılan salgın Konstantinopolis’e (bugünkü İstanbul) de geldi.

Kalabalık şehirde salgın kısa zamanda yayıldı. Hastalığın belirtileri birden çıkan ateş ve sonrasında kasıklarda, koltuk altlarında ve oyluklarda çıkan hıyarcıklı4 kabartılardı. Bazıları derin bir komaya girerken bazıları yeme-içmeyi reddederek yarı baygınlık durumuna düşüyordu. Ardından şiddetli sayıklamalar ve sanrılar baş gösteriyor ve sonunda şişkinlikler kangrene dönüşerek hastanın ölümüne sebep oluyordu. Hastalık bir günde yaklaşık 10.000 kişinin ölümüne sebep olmuştu.

Cesetler artık gömülmüyor ya da mezarlara gelişi güzel atılıyordu. Mezarlıklar dolunca ölüler şehrin kulelerine atılmış ve şehri çürüyen et kokusu sarmaya başlamıştı. Bazı cesetler de kayıklara konup denize bırakılıyordu. Sonunda Konstantinopolis’in altyapısı tamamen çökmüş ve 500.000 kişilik nüfusun en az 100.000’i bu olayda yaşamını yitirmişti.

Bu yüzden Jüstinyen’in İtalya fethine dair planları da suya düşmüştü. Hayatta kaldı fakat hastalık ona da bulaştı. Salgın M.S. 524 yılında bitse de sekizinci yüzyıla kadar Bizans İmparatorluğu’nda yaygın bir hastalık olarak görülmeye devam etti ve toplamda 30 milyon insan bu hastalıktan hayatını kaybetti.

Büyük Antakya Depremi

M.S. 526’da büyük bir deprem Bizans İmparatorluğu’nun önemli şehirlerinden biri olan Antakya’yı sarstı. O dönemlerde yaşayan bir tarihçinin de dediği gibi Antakya “yerle bir olmuştu”. İlk sarsıntı çok şiddetliydi, fakat asıl hasarı veren sonrasında çıkan yangın oldu. Alevlerden sonra nerdeyse hiçbir bina ayakta kalmamıştı. Büyük Konstantin’in yaptırdığı kiliseyi bile depremden bir hafta sonra alevler sardı ve geriye temelinden başka bir şey kalmadı. Yıkıntı temizlendiğinde Antakya Patriği’nin bedeni zift kazanında bulundu. Deprem olduğunda sendeleyerek içine düşüp yanmıştı. Eti kemiğinden ayrılmış olmasına rağmen kafası olduğu gibi kalmıştı.

ZORLA İMPARATOR OLAN PHOKAS

Phokas’ın M.S. 602 yılında Bizans tahtına nasıl çıkabildiği muallaktadır. Ordu komutanıyken birden İmparator Mavrikios’un gücünü elinden almıştır. Yeni yönetime büyük bir tehlike teşkil etmese de beş oğlunun idamını izlemeye mecbur edildikten sonra Mavrikios’un da başını vurdurmuştur. Bedenleri denize atılırken kafaları çürüyene kadar dışarıda sergilenmiştir.

Phokas’ın Sonu

Phokas’ın başlangıçtaki popülaritesi giderek azaldı. Bizans, İran ve Balkanlar’dan gelen saldırılarla karşı karşıya geldi. Doğu vilayetlerinde Hıristiyanlara ve Yahudilere yaptığı zulümler birçok ayaklanmaya sebep oldu.

M.S. 608’de de Kuzey Afrika’da önemli bir görevli olan Heraklius ayaklandı. İki yıl sonra ordusuyla Konstantinopolis’e doğru yürümeye başladı. Heraklius imparator ilan edildi ve Phokas’ın kendi damadının yönettiği imparator muhafızları firar etti. Phokas Heraklius’un önüne çıkarıldı ve imparatorluk kıyafetleri ve tacı alındıktan sonra eski püskü kıyafetler giydirilerek zincirlendi. Heraklius’un “Böyle mi hüküm sürdün, seni zavallı?” sorusuna “Sen mi daha iyisini yapacaksın?” diye cevap verince Heraklius Phokas’ı tekmeleyerek yere serdi.

Phokas’ın önce sağ eli kesilip boynu vurulduktan sonra karnı deşildi. Eli ve başı mızraklara geçirilip şehrin sokaklarında gezdirildi. Bedeni ise ikiye ayrılıp sokaklardan süründürüldükten sonra halka açık bir meydanda yakıldı. Heraklius sonrasında otuz yıl boyunca hüküm sürdü.

Ortaçağ

M.S. 500 – 1450

VİKİNG ÇAĞI’NIN BAŞLANGICI

Vikingler, İskandinavya’dan gelen kaşif, savaşçı ve tüccar bir halktı. Sekizinci yüzyılda Avrupa’ya ve ardından Kuzey Amerika ve Asya’ya da yayılmaya başladılar.

Kuzey’den Gelen Akıncılar

Vikingler’in İngiltere’ye yaptığı kayda geçen ilk baskın M.S. 793 yılında Northumberland kıyılarında bulunan Lindisfarne Adası’ndaki manastıra yapılan baskındı. Anglosakson Kronolojisi’nin kayıtlarına göre gelişleri şimşekler ve “gökte uçan kıpkırmızı ejderhalar” tarafından haber edilmişti. Vikingler, doğrudan kıyıya çekilebilen yelkenlileri sayesinde manastır rahiplerini hızlıca etkisiz hale getirip “Tanrı’nın kilisesinde insanı ağlatacak derecede zarara sebep oldular”. Daha sonra rahipler katledildi, değerli eşyaları yağmalandı. İngiltere’yi bu şekilde yağmalamaya iki yüz yıl boyunca devam ettiler. 11. yüzyılın başlarında “Büyük Knud” adıyla da anılan Kral Knud, İngiltere ile birlikte Danimarka ve Norveç’i de yönetiyordu.

Kan Kartalı

Vikingler aldıkları bölgelerde kalıcı egemenlik kurmakta da ustaydılar ve yeni vatandaşlarını yönetmek için koydukları yasalar oldukça sertti. Hırsızlık ve cinayetin cezası genelde uçurumdan atılmaktı, fakat en vahşi uygulamaları “Kan Kartalı” cezasıydı. Bu ceza yenilen liderlere ve krallara ya da bir Viking’i öldürmeye cüret edenlere uygulanıyordu. Kurbanın sırtı bir balta ile yarılarak kaburgaları kırılıp omurgadan ayrılıyordu. Akabinde ciğerleri açık yaradan dışarı çıkarılıp tuzlandıktan sonra kurbanın sırtına kanlı kanatlara benzeyecek şekilde yerleştiriliyordu. Neyse ki boğularak, kan kaybından ya da şoktan olsa gerek kurban çabuk ölüyordu.



Sekizinci ve dokuzuncu yüzyılda Viking fetihleri


İNGİLTERE’NİN SON ANGLOSAKSON KRALI

Harold Godwinson tahta 1066 yılının Ocak ayında geçti. Selefi, çocuğu olmayan kayınbiraderi Günah Çıkarıcı Aziz Edward’dı. Edward iddiaya göre tahtı Normandiya dükü I. William’a vadetmişti. Norse Vikinglerinden gelen Normanlar İngiltere’de nüfuzlu bir kitleydi. Aynı zamanda William’ın büyük teyzesi olan Edward’ın annesi de Norman’dı. Edward da kral olmadan önce Normandiya’da birkaç yıl geçirmişti. Danışmanları ile destekçileri arasında da çok Norman vardı. Bu yüzden varisi olarak William’ı seçmek Edward’a olağan gelmişti, fakat ölüm döşeğinde fikrini değiştirdi.

William hakkını aramak için İngiltere’ye saldırı planları yapmaya başlarken Harold aynı sorunu bir de Norveç kralı ile yaşadı. Norveçliler Eylül’de Yorkshire’a saldırdılar, ama Harold onları Stamford Köprüsü’nde yendi. Köprüyü tek elle tutan Norveçli savaşçının ölümüyle savaş Harold’un lehine dönmüş olmasına rağmen kutlamaya vakit yoktu. William’ın ordusu kanalı geçtiği için zaten bitap düşmüş ordusunu bu sefer güneye yönlendirmesi gerekiyordu. İki ordu birbiriyle 14 Ekim’de Hastings yakınlarında karşılaştı. Üstünlük Harold’daydı ve Norman saldırılarına başarıyla karşı koyuyordu. Başlangıçta çarpışma sonuçsuz kalacakmış gibi görünüyordu ama William, ordusunu geri çeker gibi yapıp İngiliz birliklerinin ordu düzenlerini bozunca ve düşman güçleri kendisini takip etmeye zorlayınca işler değişti ve bu noktadan sonra Normanlar öne geçti. William’ın okçuları İngilizlerin üstüne oklarını yağdırmaya başladılar. Birçok tarihçi bu oklardan birinin Harold’u gözünden vurarak ölümüne neden olduğuna inanır. Bazıları ise Harold’un Norman şövalyeleri tarafından atından düşürülüp paramparça edildiğini savunur. Olay her nasıl olduysa sonunda William Londra’ya ulaşıp tahta çıktı ve bundan sonraki İngiltere kralları onun torunları oldu.


Hastings Muhaberesi esnasında Harold’ın yaralanışı


Granada Katliamı

1066’da İspanya’da bulunan Granada, Kral Badis tarafından yönetilen Müslüman bir emirliğin başkentiydi. Fakat tahtı asıl yöneten kişi Yahudi veziri Joseph ibn-Nagrella’ydı. Bu da yerli Berberi halkının hiç hoşuna gitmiyordu. Yavaş yavaş Joseph’in Badis’i öldürüp doğrudan tahta geçmek istediğine dair bir dedikodu yayılmaya başladı. 30 Aralık’ta bir grup sarayı basıp Joseph’i yakaladıktan sonra çarmıha gerdi. Şiddet, krallıkta çok fazla güç kazandığına inanılan Yahudi halkına karşı artarak devam etti. Toplamda üç bin kişi öldürüldü. Bu olay mağribi İspanya’da bir dönüm noktasıydı. Yahudilere karşı genel tolerans yerini ara ara yükselen Yahudi karşıtı şiddete bırakmıştı. 1492’de Katolik kraliyet çifti Fernando ile ısabel tüm Yahudileri İspanya’dan sürdü.

LONDRA KULESİ

İngiltere’deki Norman işgalinden sonra “Fatih William” adıyla da anılan I. William otoritesini dayatmaya başladı. Bu otoritenin en kalıcı sembolü Londra Kulesi’ydi.

İdam Sehpası: Köylüler Ayaklanıyor

1381’de İngiltere halkı, ülke tarihinin en büyük ayaklanmasını gerçekleştirdi. İngiltere genelindeki huzursuzluk en çok ülkenin güneydoğusunda kendini hissettiriyordu. Köylülerin lideri Wat Tyler Londra’ya giderek taleplerini genç Kral II. Richard’a iletirken bir yandan da başka bir grup köylü Londra Kulesi’ni basıp kraliyet odalarını yağmalıyordu. Hem Canterbury Başpiskoposu hem de Lordlar Kamerası Başkanı olan ve pek sevilmeyen Simon Sudbury şapelden sürüklenerek çıkarıldıktan sonra kafası taşa yatırıldı. Celladın deneyimli olmamasından olsa gerek, kafasını kesmek için sekiz vuruş gerekti. Sudbury, piskoposluk tacı başına çivilendikten sonra kesik başı sokaklarda gezdirildi. Ayaklanma Tyler’ın kralla olan görüşmesi esnasında Londra belediye başkanı tarafından öldürülmesiyle yatıştı.

Kule’deki Prensler

1483 yılının Nisan ayında IV. Edward’ın ardından on iki yaşındaki oğlu V. Edward tahta çıktı. Amcası Gloucester Dükü Richard, kendisini Edward’ın koruyucusu olarak atadı ve Edward ile erkek kardeşini Londra Kulesi’ne hapsetti. Haziran’da Richard kendini kral ilan etti, prenslerse hapis tutulmaya devam ettiler. Prenslerin destekçileri onları kurtarmayı planlarken Richard iddialara göre isyanı önlemek için öldürülmelerini emretti. 1674’teki onarım çalışmalarında Londra Kulesi’nde iki çocuk iskeleti bulunmuş olsa da prenslere tam olarak ne olduğu bilinmiyor.


Kanlı Kule


HALKIN HAÇLI SEFERİ: KÖLN’DEN YAMYAMLIĞA

1095’in Kasım ayında Papa II. Urbanus, Türk saldırısı altında olan Bizans’a yardım etmek ve Kudüs’ü geri almak amacıyla bir Haçlı Seferi düzenlenmesi için vaaz verdi. Bu vaaz nedeniyle Avrupa’da yer yerinden oynadı. Sadece şövalyeler ve asiller değil, köylü ve şehirliler de çok hevesliydiler. Keşiş Pierre halktan destek almak için bütün Avrupa’yı dolaştı. 1096 Nisan ayına kadar, gerekli donanımlara sahip olmayan, neredeyse tamamı eğitimsiz çok sayıda kadın ve çocuğun da arasında bulunduğu 40.000 kişi topladı. Bu karmakarışık orduyla Köln’den Kudüs için yola çıkıldı.

bannerbanner